Florya’da bir yaz daha bitti

Ekim ayının beşi, İstanbul’da yazdan kalma bir gündü. Cıvalı termometreler 30 santigrat derece ile flört halindeyken transfer sezonunun kapanmasıyla Florya’da bugün resmen yaz mevsimi sona erdi. Biz yazın bittiğini takvimden değil dün Kasımpaşa’da aniden bastıran doludan zaten anlamıştık. Ne olduğunu özetlemeye çalışalım.

Menajerlerin viral marketing sahası olarak kullandığı medya aracılığıyla beklentileri sürekli yükseltilen, tutarsız ve sonuçsuz beyanlar üzerine haklı olarak öfkelenen, öfkeyi yatıştırmak umuduyla her fırsatta şımartılıp tatmin duygusunu yitiren ve nihayetinde transfer şampiyonu olmayı Ziraat Türkiye Kupası’ndan bile değerli bulduğuna inandığım doyumsuz transfer oburları bu mevsim umduklarını bulamadılar. Yalnız haklı oldukları bir taraf var, performans beklentisi açısından gidenler / gelenler terazisi bu yaz epey şaştı. Takımın özellikle orta sahadaki eksikleri ve canlandırılamayan hücum hattı muhtemelen sezon boyu baş ağrıtacak.

Transfer sezonunun başında tespit, öngörü ve önerilerimizi de kaleme almıştık her zamanki gibi gösterdiğimiz yol tercih edilemedi http://ilkercanalp.com/2020/07/28/futbol-basit-bir-oyundur-zor-olan-planlama/

Peki Galatasaray Sportif A.Ş. neden ihtiyacı olan transferleri yapamadı? İlk akla gelen cevap gayet sarih, futbol şirketimizin yeterli mali kaynağı yok. Neden yok? … çünkü Galatasaray kaynakları hiç bitmeyecekmiş zannedilerek yıllar yılı yağmalanmış bir kulüptür. Plansız senelerin, hesapsız işlerin, arkası getirilemeyen eylemlerin, sonuçsuz projelerin kulübüdür. 

Bilinmeyen hedefe gözü kapalı nişan alırmış gibi yapan sahte okçuların hamaset yarışmasından…

Yakın geçmişe gidelim, milyonların sevgilisi Ünal Aysal başkanımız har vurup harman savururken kulübün dönüm noktası olabilecek yılları bize Neverland’i anlatarak geçirdi. 2013-2014 mali döneminde 70,4 milyon € dönem zararına ulaşınca görevi bıraktı. UEFA’nın gazabını yeni gelen Dursun başkanımız tüm halisane çabasına rağmen göğüsleyemedi, uluslararası müsabakalardan men edildik. Sonra Dursun başkanımız da peş peşe hatalı iş ve eylemlerle zarar üreten bilanço modasına uydu, UEFA yeniden bizi görüşme odasına çağırdı.  Mustafa Cengiz başkanımız ve ekibi imkansız gibi görüneni başardı, men cezası almadık. Onun yerine Mondros mütarekesini andıran dört yıllık bir settlement agreement ile yurda döndük. Demem o ki ikinci gerekçe Made in Switzerland: “satmadan alamıyoruz”

Fatih Terim hocamız parasını verdikten sonra alınamayacak oyuncu olmadığını ama satmada başarısız olduğumuzu def’aten ifade etti.  Mesela bu yaz Brezilyalı stoper Maicon’u 1,43 milyon € bedelle Al-Nassr kulübüne sattık. Daha önce aynı oyuncu karşılığı 1,7 milyon € kiralama geliri de elde etmiştik.  Kulübümüze girişi 8 milyon € olduğuna göre 4,87 milyon Euro zarardayız.  Neredeyse gül cemalini unuttuğumuz tek bir oyuncudan ettiğimiz zarar, Sportif A.Ş.’nin dillere pelesenk olan bir yıllık kârından fazla!  Şimdi sorsak yönetimimiz “Maicon’u biz almadık, geldiğimizde kadrodaydı” der. Haklıdırlar, Maicon bir önceki dönemde alındı ama kurumlarda devamlılık esastır. Sizin aldığınız Falcao, Diagne, Babel de sizden sonrakilere kalacak.  Benim deyimimle Galatasaray’da tersine çalışan saadet zinciri var, her gelen yönetim bir önceki dönemin günahlarını sırtına vurarak yürüyor Golgota yokuşunu..  Hadi bir de iyi tarafından bakalım, moraller düzelsin.  Beli dönmeyen Maicon yılda 2,2 milyon Euro maaş alırdı, tıpkı selefi Aurélien Chedjou gibi… Transferin gözdesi Marcao 850 bin Euro’ya oynuyor aslanlar gibi!

Maicon Pereira Roque

Bu yaz mevsimine dönersek alınanlara “hoş geldin” diyoruz, alınamayanlarla zaten işimiz olmaz ama Z raporu şöyle:

Babel’den kurtulamadık / Belhanda’yı satamadık / Falcao kontratından çıkamadık / Feghouli için karar veremedik / Diagne için uygun çözümü bulamadık / Çocuklarına parçalı formayla top oynadığını göstersin diye gelen ve vergi yüküyle yıllık maliyeti 6,66 milyon TL olan eski futbolcu ilk 11’de 66 numaralı formasıyla şans bulmakta. Orta saha rotasyonu eksik, rakibin dengesini bozacak hızlı kanat oyuncusu yok, iki stoperden biri sakatlanırsa çare Ryan Donk ?

Görüldüğü üzere bu yaz pek iyi geçmemiş, realist olmayan kontratlara ek olarak satabilme becerimiz de eksik.  Şimdiden adres yine Ocak ayı gösteriliyor, bu filmi o kadar çok izledik ki artık tat vermiyor.
Kaynak yok dedik, pandemi koşulları sürerken yarın da olmayacağını biliyoruz. Bir de aleyhimize gelişen şartlar söz konusu, örneğin elde etmeyi umduğumuz performans ve sportif gelir karşılığının üzerinde sözleşme bedelleri söz konusu olan meşhur dört silahşörleri ele alalım: Babel – Belhanda – Falcao – Feghouli KAP bildirimlerine göre bu dörtlünün vergisiz, primsiz, masrafsız, net, çıplak, sabit maaş maliyeti yılda  15,4 milyon Euro! Geçen yaz transferi sonu € kuru 6,38 TL idi, bugün 9,10 TL sularında gezindi.  Sadece saydığım dört oyuncunun kontratlarından kaynaklanan kur farkı bir yılda 42 milyon TL! Üç ay sonra döviz kurları ne olur, Mayıs 2021’de nereye varır, Allah bilir. Nakit akışımız zaten sıkıntılı, yapılandırma anlaşması sayesinde döviz cinsinden finansal borçları TL’ye çevirmiş olsak bile Euro üzerinden imzalanmış futbolcu sözleşmeleri nedeniyle sezon içinde takıma maaş ödeyemeyecek duruma gelme riski inkar edilemez.

TL karşısında şaha kalkan yabancı para birimi!

Bonservisle yatıp kiralama bedeliyle kalkılan, “Florya evimiz D’Avila babamız” diye menajerlerden hayırlı haberler beklenen dönemde çok da talihsiz bir gerçekle yüzleştik. Profesyonel futbol takımımız İskoçya’da aldığı mağlubiyetle UEFA Avrupa Ligi’ne ön elemede veda etti. Son üç yılda aldığımız başarısız sonuçlardan sonra bence Ibrox Stadium bir kırılma noktasıydı. 

Avrupa’nın en güçlü 20 kulübüyle aramızdaki mesafe her alanda açılırken, uluslararası rekabette son virajı döndük ve duvara çarptık. Oyunun dinamiklerinin nasıl dönüştüğünü, futbolun en ileri ülkelerindeki futbol yönetim mantalitesini tahlil edemediğimiz için zihnen küme düşmüş vaziyetteyiz.  Uzun yıllardır süregelen başarıyı üretme yerine borç harç satın alma hevesi, plansızlık, popülizm derken sürekli vasata teslim olduğumuzdan Türk olmayan takımları yenme hedefinden “fikren” uzaklaştık. Türkiye pek yakında UEFA sıralamasında 13.sıraya inecek ve Champions League / düşler sahnesi yolu bizim için kapanacak (veya çok zorlaşacak)  Avrupa’nın en büyük futbol markası Real Madrid ya da Arap sermayesinin yıldızlar karması PSG karşısında alınan farklı mağlubiyetler değil sorun.. Dengimiz dediğimiz Avrupa kulüplerine diş geçiremez olduk, bizden daha düşük bütçeli takımlara eleniyoruz. Tek sorun para değil, hiçbir zaman değildi ve bir umuda tutunmak istediğimiz dönemde Galatasaray bayrağını Avrupa’da en çok dalgalandırmış Fatih Terim 1-0 kaybedilen Kasımpaşa maçından sonraki basın toplantısında “Yorgunluğun altından kalkamadık. Bu çok açık. Demek ki perşembe pazar maçlarına devam etsek işimiz daha zordu. Haftada bire düştüğü için kupaya kadar maçı baştan sonra, dinamizm içerisinde oynayan bir takım olabiliriz” deyiverdi. 

Fatih TERİM

Bu yorgunluk neden bizi vuruyordu, takım neden gamsızlarla doluydu, neden en yeni transferimiz deli danalar gibi koşturup rakiple boğuşurken sözde yıldızlarımız kaçak güreşiyordu.  Onu anlatmadı Fatih hoca ama elenmemizin isabet olduğuna getirdi lafı? Kinaye de olsa, şaka da olsa, bir anlık öfke de olsa Galatasaray profesyonel futbol takımının teknik direktörü bunları söyleyemez, Avrupa FATİH’i hiç söylemez.  En az takım kadar yorgun Fatih hoca, Covid-19 sonrası yorgunluğu diyenler çıkabilir ama bana öyle geliyor ki her topu göğsünde yumuşatmaktan daralmış, hayal kırıklıkları biriktirmiş, içinde tutamıyor artık.. Belli ki yıpranmış ve kırgın ama ona çok ihtiyacımız var çünkü kulüpte başka lider profili yok.  Ona ihtiyacımız var ve saha kenarında aslanlar gibi dik durmalı, yalnızca sahaya odaklanıp takımının üzerinden bir an bile elini çekmemeli, maç bitmeden beş dakika önce soyunma odasına gitmemeli.. Dünkü maç uzatmalarda atılan golle 1-1 bitse “son anda skor bularak bir puanı kurtardık ama ben golü göremedim, koridordayım” demek zorunda kalabilirdi, sanırım öyle bir durumda kalmak istemezdi ve bunu bir daha düşünmesini rica ederim.

Peki gayrimemnun kalabalıkların şikayet etmeye hakkı var mı? YOK kardeşim, yok! Montpellier sonrası hiçbir kulüpte kalıcı olamayıp elden ele gezen sorumsuz Belhanda’ya acayip bir kontrat verilirken sormadın, hayatında daha önce bonservis ödenerek kulüp değiştirmemiş Feghouli’ye bir senelik görev süresi kalmış yönetim tarafından 5 yıllık kontrat verildiğinde sorun etmedin, kiralık Emre Mor için 1.325.000 Euro çöpe atılırken onun yeniden wonderkid olacağına inanıyordun, Turgay Ciner’in Çin’den bedava getirdiği Diagne için ara transferin son günü 13,5 milyon Euro bonservis ödenirken memnundun, şarkılardan fal tuttun EL TIGRE için kaç kere ama Falcao transferinden birkaç ay sonra borsada hisse satmak zorunda kalan futbol şirketinin içine yuvarlandığı çukuru düşünmedin.

Doymadın, hep daha fazlasını istedin. Şimdi önümüzdeki yıllar FEDA mı olur ÇİLE mi olur yine düşünmüyorsun, keşke biraz düşünsen çünkü yönetenler sen uzun vadeli düşünmediğin için seni çarçabuk mutlu etmek için çırpınmaktan başka çözüm bulamıyorlar veya işlerine öyle geliyor. “Bana ne kardeşim, bana mı sordular alırken – satarken” der misin, peki sen de haklısın ama netice değişmeyecek yalnızca öfken ve mutsuzluğun katmerlenecek.   Popülizm ve futbolun günahlarından ilk kez de bahsetmiyoruz hatta: http://ilkercanalp.com/2019/02/01/populizm-sarmali-ve-futbolun-gunahlari/

Biraz da yetki ve sorumluluk makamında olanlar düşünse” dersen seninle beraberim ama onlar heyecandan, panikten ya da bizim bilemediğimiz gündemlerin peşinde enerji sarf etmekten hakikat ile aralarına epey mesafe koymuş gibiler. Futbol şirketimizin en deneyimli ismi ve kulübümüzün ikinci başkanı Şubat 2020 Divan Kurulu toplantısında kürsüde: “gelecekte pahalı transferler olmayacaktır, genç kardeşlerimize yöneliyoruz” dedi.  Futbol tarihimizin muhtemelen en pahalı ve en histerik transferinden altı ay sonra dile getirildi bu cümle. Üç yıllık kapı gibi kontrat değil de, sanki üç aylık kiralık sözleşmesi imzalanmış gibi.. Neydi o meşhur şaşkınlık cümlemiz, “insan bazen hayret ediyor!”

Aslına bakarsanız Galatasaray’ın sorunu ne yıldız transferi, ne kiralık oyuncu kaprisi, ne defansif orta saha, ne 10 numara…  Galatasaray’a şahısların hevesinden veya yetersizliğinden ârî parametrik bir yönetim modeli gerekiyor, köklü bir değişim şart.  Yönetenlerin kafasına göre iş yapamadığı hatta konuşamadığı, yürütme erkinin kurallarla sınırlandığı, planlı bir dönüşüm rotasıdır bahsettiğim.  Bunun gerçek olabilmesi için de evvela iyi niyete dayalı açık müzakere olmadığından birbirine düşmüş görüntüsü veren kulüp üyelerinin SPOR kulübüne yaraşır hakiki konuları olgunca tartışabilmesi gerekiyor. Bugün kulübümüzde ekonomik darboğazdan evvel adı tam konmamış sosyolojik bir kriz var.  Sessiz çoğunluğun varlığı yokluğu belli değil, gürültücü kalabalık çok konuşuyor ama ne istedikleri belli değil, herkes kendince bir köşede pozisyon alma ve orada siper kazma derdinde.. Böyle olmaz, camia kavramının etimolojisine de ters, geleneğine de yabancı bu bencillik, düşüncesizlik ve şımarıklık. 

Kulübümüzdeki dönüşüm zarureti ve bunun kilometre taşları belki bir yazı dizisi olur ama bu kulüp eskiden başardıklarını hatırlayarak halen adım atabilir.  Cebimizdeki reçete 21. yüzyıla yabancı değil hatta bu kulübün kurucu iradesi bugün Türkiye’nin bir asır önünde belki de!  Tekrarlayalım, 2020-21 sezonunu şampiyon da tamamlayabiliriz, beşinci de olabiliriz ama konumuz asla bir yıla sığan saha neticeleri değildir.

Bizim için dünyanın en güzel yeri karlar altındayken…

“Florya’da yaz bitti” diye başladık ve görünen o ki kış sert geçecek, uzun sürecek ve bu kış Galatasaray değişecek.  Umarım sorunun kişilerde değil, derinde / temelde / modelde olduğunu anlayanlar ve somut bir planı olanlar değişimde rol alsınlar.

Seçim zaferi ve Galatasaray’da yeni dönem

Aldığı oy sayısını neredeyse %50 arttırarak Galatasaray Spor Kulübü başkanlığına ikinci kez seçilen Sayın Mustafa CENGİZ’i ve tüm değerli ekip arkadaşlarını tebrik ediyorum. Bugün törenle mazbatalarını aldılar.  Artık önlerinde sayılı gün değil koskoca üç yıl var. Gerek kulübümüzün mevcut durumuna, gerekse sporun yarışmacı ruhuna uygun olarak bu çalışma döneminde iyi günler olacağı kadar, kötü günler de olacaktır.  En keyifli günlerde ya da en zor zamanlarda doğru refleks göstermelerini, takım ruhuyla çalışmalarını ve birlikte çözüm üretebilmelerini dilerim.

Bu vesileyle bazı tespit ve beklentileri, beraberinde kişisel önerileri paylaşalım ve “hayırlı uğurlu olsun” demiş olalım.

20 Ocak 2018 seçimlerinin üzerinde çok da zaman geçmediği için o gün kaleme aldığımız tespit ve önerilerden farklı konulara değinmeye çalışacağım.

http://ilkercanalp.com/2018/01/24/galatasaray-spor-kulubunun-37-baskanina/

İlk dönemle ikinci dönemin arasındaki en büyük fark “görev süresi

Dört aylığına göreve gelmenin zorluğu devralınan gündeme çok acele adapte olmak, işleri önceliklendirememek ve orta/uzun vadeli projelere başlayıp bitirecek zamanı bulamamaktı.  Bu zorluk ortadan kalktı. Buna karşılık dört aylık yönetim kurulundan beklentiler kısıtlıydı, üzerlerinde baskı azdı, daha özgürce hareket edilebilirdi. Şimdi beklentiler çeşitlenip çoğalacak, sorumluluk artacak, “sayılı gün için geldiler daha ne yapsınlar” toleransı sona ereceği için mutlaka haklı/haksız bazı eleştiriler duyulacak ve en önemlisi artık kulüpteki sistemin merkezi ve parçası olunacak. Örneğin Mart 2019 mali genel kurulda Mustafa Cengiz dönemi incelenecek, ibra oyuna sunulacak.  Mart 2018’dekine nazaran çok daha iyi bir sunum performansı beklenecek.  Gelir/Gider dengesi ve nakit akışının çok bozuk olduğu dönemde mutlaka tasarruf kalemlerini ve yepyeni gelir kaynaklarını aynı anda uygulamaya sokmak gerekecek.  Şampiyonlar Ligi için gün sayan taraftarın transfer beklentileri, bu yönde yaratabileceği mahalle baskısı, bir yandan UEFA yaptırımlarını içeren settlement agreement, bir tarafta SPK, TFF, diğer federasyonlar, amatör branşlar, yatırımlar, taşınmazlar, devlet, bürokrasi, medya vs..   Her babayiğidin omuzlayabileceği yük değil, Allah yardımcıları olsun.

Birkaç konuya sırayla değinelim isterim. Önce futbol ve amatör branşlar

Futbolda rahat olunan konu Fatih TERİM’in varlığı.. Florya’nın patronu olan hocanın mutlaka olası durumlara göre A,B,C planları vardır.

Şampiyon kadronun önümüzdeki sezon daha uyumlu ve tutarlı olacağını bekleyebiliriz ama bireysel performanslarda dalgalanmalar olabilir.  Mesela Bafétimbi Gomis her sezon 29 gol atacak diye bir kural olmadığını hatırlamalıyız.  Futbolda sıkıntımız UEFA & Champions League.  UEFA’dan gelen settlement agreement ağır ve cebri şartlar içerecektir ama maalesef Lale Devrinin çoktan bittiğine biz camia olarak bir türlü ikna olamadığımız için, ithal acı reçeteye mecbur ve mahkumuz.  Futbol takımının maaş yükü azalmalı, yine takımın yaş ortalaması düşmeli, Ozan Kabak – Celil Yüksel gibi bu yıl maç kadrosuna giren gençler daha çok dakika almalı… Bunlardan kaçış yok. Şampiyonlar Ligi grupları kurasına dördüncü torbadan gireceğiz, kısacası büyük hayaller kurmak için bu sezon pek uygun olmayabilir.  Sabretmek ve Fatih Terim’e inan etmek gerekiyor.

Amatör branşlara gelince, daha iddiasız takımlar kurarak toplam maliyeti düşürmek en kolay seçenek gibi görünse de, iyi yöneticilik doğru hesap yapmakla başlar. Pek çok insanın gözden kaçırdığı realite şu, iki basketbol + iki voleybol dört A düzeydeki takımımızı hariç tutunca diğer tüm amatör branşlarımızın toplam gelir/gider farkı 2017 yılında -15,4 milyon TL.  Başka bir deyişle bir yılda 15 milyon TL (bugünkü kurdan yaklaşık 2,8 milyon Euro) kaynak yaratılması halinde basketbol ve voleybol hariç tüm amatör branşların finansman sorunu çözülüyor.  Galatasaray’ın yıllardır elde ettiği, ziyan ettiği, bulduğu, kaçırdığı toplam kaynaklar ve potansiyeli düşünüldüğünde bu meblağın bulunması o kadar da zor olmasa gerek. Bu sezon ligde play-off’a girmeyi dahi başaramayan erkek basketbol takımının tek başına -16,2 milyon TL zarar ettiği düşünülünce, finansal rehabilitasyonun ilk adresi kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Ülkedeki kısır rekabet ortamına ayak uydurmak uğruna yapılmış ve geri dönüşü olmayan yüksek harcamalardan bilhassa kaçınılmalı bu dönem. Şöyle örnek verelim, diyelim ki Sayın Ali Koç rakip kulübün başkanı olur ve sarı-lacivert bilançoya yüksek miktarda nakit enjekte ederse anlamsız bir paniğe kapılmanın alemi yoktur.  Her ne kadar aynı kulvarlarda ter döken ezeli rakipler olsak da, her koyun kendi bacağından asılacaktır, bunu unutamayız.  Hele ki paranın, sporda saadetin tek yolu ya da başarının mutlak garantisi olmadığını hiç unutmamalıyız.

Yükselen tehlike: POPÜLİZM

Sarı-kırmızı renklere gönül vermiş milyonlarca insanın, gurur duyacağı ve sahipleneceği bir yapı arzuladığını tahmin etmek zor değil.  Bu yapı kurulmadan ne ekonomik büyüklüklerin, ne de gündeme damga vuran kamuoyu desteğinin sürdürülebilir olmadığı aşikardır.  İyi veya kötü günde, kulübümüz taraftarlarımıza güven aşılamalı, farklı mecralarda etkileşimi artırmalı ve onların eşsiz katkısına müteşekkir olduğunu her platformda tekrarlamalıdır. Buraya kadar herhalde hepimiz hemfikirizdir.

Öte yandan dünyada yükselen dalga popülizm.. Avrupa siyasetinde Polonya ve Macaristan’ın başını çektiği popülizm kıtanın liberal ve hümanist değerlerine parmak sallar konuma geldi. Rusya’da karizmatik liderin estirdiği bir tür popülizm mevcut. Türkiye de bu rüzgardan fazlasıyla etkileniyor.  Tam da “Türkiye’dir GALATASARAY” sloganından en çok uzak durmamız icap eden dönemdeyiz hatta “far beyond Turkey”  benzeri bir anlayışla kendimizi bu delilikten sıyırmalıyız. Herkes uçurumdan atlamak üzere koşuyorsa, sürüden ayrılma vaktidir.

Sporda da paranın hükümranlık alanını genişletmesi, forma aşkı ve renklere sadakatin azalması, cefakar taraftarlar azalırken talepkar müşterilerin artması dengeleri değiştiriyor.  Daha çok mecra, daha fazla medya, akıl dışı rating elde etme olanakları kişilerin ve kurumların başını döndürüyor.  Pop art’ın babası Andy Warhol  “bir gün herkes 15 dakikalığına dünya çapında meşhur olacak” dediğinde internet dahi mevcut değildi ama Warhol’un kehaneti bilhassa sosyal medya ile birlikte gerçek oldu.

Twitter üzerinde kaç dakika trending topic olarak kaldıkları, Instagram’daki fotoğraflarına hangi filtreleri koydukları, facebook’ta paylaşılan sahte mutluluk resimleri, maçlarda anı yaşamak yerine olan biteni telefonun minik kamerasına sığdırmaya çalışanlar, selfie çekenler vs..vs..

Pek çoğumuz çok çabuk sıkılıyoruz, tatmin duygusu yitirildi. Bazıları artık araştırmak ya da emin olmak istemiyor, bazen o büyük dalgaya kapılmak istiyor.. Değersiz ama popüler ürünler, kimlikler adeta kutsanabiliyor.  Madalyonun öbür tarafı daha acıklı, şapka tersine döndüğünde tepkiyse tepki, linçse linç.. Dünyada her zaman haddinin bildirilmesi gereken birileri bulunabiliyor. Sadakat, vefa, sükunet, kadirşinaslık, incelik giderek müzelik kavramlara dönüşüyor.  Bu rüzgar çok güçlü, girdap hepimizi içine çekiyor.  Ama mevcut idari-mali-sportif koşullarda GALATASARAY tekinsiz bir buz tabakası üzerinde kramponla koşarken herkese çalım atmak zorunda, en sert rakibi de popülizm.. Birilerine “hayır” denmeli, herkesi memnun etmek olası değil.. Bazı sınırlamalara “evet” denmeli, belli alanlarda mütevazı davranılmalı.  Hezeyana dönüşen şımarıklıkları göğsümüzde yumuşatmak zorunda değiliz, sene 2018 de olsa Baba Gündüz’ün dediğine atfen “şımarıkları sevmemeliyiz

Hepimiz hislerimizle hareket eden taraftarlarız, isteriz ki en iyisi olsun, hemen olsun, hep sürsün ama büyük kurumlar sadece taraftar aklı ve hissiyatıyla yönetilemez.  Mali riskler, hukuki yaptırımlar, pek çok kısıtlama ve kurallar bütünü mevcut. Hele ki bizim şartlarımızda, birilerinin kötü olmayı kabullenip gerçeği, yalnızca gerçeği, en saf ve çıplak gerçeği anlatıp gerekli tedbirleri tavizsiz alması ve adeta askeri disiplinle uygulatması gerekiyor.  Sonuç olarak ucuz popülizmden uzak durmalıyız. Sığ popülizmden uzak durmalıyız. Büyük ve saygın kurumlar için popülizm yedi ölümcül günahtan biri gibidir.

Divan Kurulu ile ilişkiler:   Seçim döneminde yapılması umulan GSTV’de dört adayın katılacağı ve canlı yayınlanacak açık oturum öncesi bir uyuşmazlık yaşandı. Sebepleri ve tarafları bir kenara bırakıp, bu örnekten yola çıkarak geleceğe bir mesaj bırakmak gerekiyor.  Galatasaray’ın bunca eksiği, sıkıntısı, problemi olmasına rağmen sahip olduğu potansiyeli fırsat penceresine dönüştürme ihtimalini yok sayamayız  Bu ihtimali gerçek kılmak maksadıyla kulübü idare eden yönetim kurulu ile en kıdemli üyelerin bir arada olduğu yüksek istişare organı eş güdüm içinde çalışmak zorundadır.  Tarafların birbirlerine rüştünü ispatlama gibi bir mecburiyeti olmadığı gibi, her iki taraftan beklenti Galatasaray Spor Kulübü’nün kamuoyuna vereceği bütünlük mesajına imza atmaları olur ancak.  Velev ki yönetim kurulu ile divan kurulu heyeti arasında usül ve üslup açısından farklar, bazı konularda görüş ayrılıkları var ya da teorik olarak bundan sonra doğması ihtimali bulunuyor. Bu durumda da Fransızların “cohabitation” ilkesi devreye girmelidir.  Bu tabir Fransa’da halk tarafından seçilmiş siyasi erk sahipleri bir arada bulunmalarının zaruretini unutmayarak, anlaşmazlık konularını çekişmeye dönüştürmeyip ülke menfaatleri neyi gerektiriyorsa o şekilde pozisyon almaları manasına gelir.  İki tarafın ilişkilerini sağlıklı yürütmesinin pragmatik faydaları da var.  Türkiye siyasetine dönersek, örneğin 1965’te başbakan olan Süleyman Demirel Cumhuriyet Senatosu başkanı Şevki Atasagun ya da 1970’li yıllarda aynı makamdaki Tekin Arıburun ile zıtlaşmayı, didişmeyi mi tercih ederdi yoksa hükümet programına uygun icraatını sürdürürken onlarla 1961  Anayasası çerçevesinde doğru ilişkiler kurmayı mı ?

İki boş koltukla gerçekleşen TV yayınına dair sıkışık takvim, yoğun program, iletişim kazası, adaylar açısından seçime dönük risk algısının değişmesi her ne idiyse gerekçe artık konuyu “yaşandı bitti olmasaydı iyiydi” diyerek kapatıp rafa kaldırmak gerekiyor.  Öte yandan Divan Kurulu yönetiminin fevkalade isabetli teklifi sonucu 4 adaylı açık oturum gerçekleşebilseydi, Türkiye’ye demokrasi-açık toplum-tartışma kültürü açısından müthiş bir örnek verecektik.  Ankara’da siyasi liderlerin neredeyse birbirlerinin yüzüne bakmadığı, el sıkışmadığı, seçim dönemlerinde ağzına geleni söylediği ve asla topluca  kameralar karşısında medenice tartışamadığı ülkede “demokrasinin kalesi” olduğumuzu sembolize edecek fırsatı ıskaladık. Her ne kadar Barcelona kendine Més que un club dese de, aslında tarihteki kökleri, eğitim kurumundan doğması ve ülke için yetiştirdiği seçkin simalarla “BİR KULÜPTEN FAZLASI” sloganı en çok Galatasaray’a yakışır.  Katalanlar kusura bakmasınlar.

Seçim ve teşekkür konuşması:

Şimdi 26 Mayıs 2018 akşamı Tevfik Fikret salonuna dönüyoruz. Tam tamına 2525 oy almış kulüp başkanı olarak gururla kürsüye çıktınız sayın Başkanım, seçim sürecinde emek verenlere mutad teşekkür faslından sonra sanırım ilk cümle Prof.Dr. Ali URAS’tan alıntıydı.  Zira yakın sayılabilecek geçmişimizde Galatasaray Lisesi (GSL) mezunu olmayan ilk kulüp başkanımız kendisidir, hürmet ve rahmetle anarım.

Dolayısıyla teşekkür konuşmanızda dile getirdiğiniz üzere 20 Ocak’ta sosyolojik deprem olmadı, kulübümüzde sosyologları göreve çağırmak için daha ilginç konular bulabiliriz hatta 26 Mayıs’ta tarihi bir ana tanıklık etmiş de sayılmayız.  Konu seçmenin hür iradesi ve verili şartlara göre şekillenen rasyonel oy verme davranışıdır.  Geçen Aralık ayında başarısızlığını kamufle etmek üzere baskın seçim kararı alan eski başkana, siz ve ekibiniz sayesinde 20 Ocak’ta “YETER” dendi.  26 Mayıs’ta da evvelce almış olduğunuz 1703 tepki oyunun çoğu tercih oyuna dönüşürken, eski başkanın ısrarla şansını zorlamasından rahatsız olan üyeler en istemedikleri seçeneğe mani olmak için tedbir amaçlı sizi desteklediler.  Futbolda gelen şampiyonluğun Mustafa Cengiz yönetiminin hanesine yazıldığını da eklemeliyiz.

Teşekkür konuşmanızda ifade ettiğiniz şekliyle klişeler paramparça oldu, ezberler bozuldu, doğrudur ama geçmişi iyi hatırlayanlar için zaten o konular daha önce defalarca ters yüz edilmişti. Esasen en çok da kulüp dışında Galatasaraylı olmayanların kaşımayı pek sevdiği konuların içinin boş olduğu bu seçimde tekrar görüldü. Lunaparklardaki dönme dolabı andıran ve bizi hiçbir yere götürmeyen tartışmaların ne kadar temelsiz olduğu bilmiyorum kaçıncı kez ispatlandı ve sanırım camiamızın mensubu olmayanlar için bu da kafi gelmeyecektir.

Bilhassa geçmişi hatırlamakta fayda var çünkü geleceğe yürürken sırtımızda boş küfeler taşıyacak takatimiz kalmadı. Yıl 1979, Galatasaray Spor Kulübü’ne GSL mezunu Suphi BATUR ile Kabataş Erkek Lisesi mezunu cerrah Prof. Dr. Ali URAS seçimde yarışırlar. Genel kurul Ali URAS başkanımızı seçer, daha sonraki bir seçimde de yine Ali URAS başkanımız GSL mezunu Sayın Semih Haznedaroğlu’na üstünlük sağlayarak tekrar seçilir. Herkesin hatırlayacağı gibi kulübümüze unutulmaz hizmetlerde bulunur.  Daha sonraki yıllarda Sayın Alp YALMAN, Sayın Faruk SÜREN, Sayın Adnan POLAT da aynı yoldan geçerek başkan seçilir ve Galatasaray’a hizmet ederler.  Bence hatırlanması gereken bir husus da Prof.Dr. Ali URAS başkan seçilene dek tam beş kez başka yönetim kurullarında görev almıştı, 20.yüzyılda Galatasaray’da adeta Osmanlı’daki silsile-i meratip geçerliydi.  Bu yazılı olmayan kaide gökten bir altın elma misali düşerek hayatımıza giren Sayın Ünal AYSAL ile bozuldu hatırlanacağı üzere…

Nasıl ki 2011’deki üç adaylı seçimde Ünal Aysal’a verilen 2998 oyun tamamını GSL mezunu üyelerin vermesi söz konusu değilse, nasıl ki 2010’daki iki adaylı seçimde Adnan Polat’a verilen 2944 oyun tamamını Mektepli olmayan üyeler vermediyse sizin de hak ederek aldığınız 2525 oyun dağılım ortalama seçmen demografisinden farklı olamaz.  Bu hep böyleydi, böyle olmaya devam edecektir.  Sanıldığının aksine Galatasaray’daki temel ayrışma aidiyet ya da diploma temelli değildir.  Galatasaray’ı seçkin bir sosyal organizasyon olarak benimseyenlerle, sevdalısı oldukları bir spor kulübü olarak sahiplenenlerin birbiriyle pek uzlaşmayan tavır ve tercihleridir.  Her iki kanadın ortak noktası ise en iyi olmak, en iyinin yanında durmaktır fakat bu konudaki algıları ve tarifleri oldukça farklıdır.

Görev sürenizi tamamlamanızı müteakip sizden sonraki başkanımız Ankara Fen Lisesi mezunu olabilir. Çaycuma Lisesi ya da Alman Lisesi (Deutsche Schule) mezunu da olabilir.  Elbette Galatasaray Lisesi mezunu olması da gayet muhtemel.  Kim bu ağır mesuliyeti omuzlamak için kendini hazır hissederse, ekibini kurarsa ve genel kurulun teveccühüne nail olursa o hepimizin başkanı olacaktır. Bunları siz de biliyorsunuz, Galatasaraylıların çoğu da biliyor, başkalarının kafasındaki kodlara göre söylem geliştirmek zorunda değiliz, hele siz hiç değilsiniz.  Bilakis yeni dönemde artık “acaba mı?” şüphesini kenara atmak ve daha verimli sonuçlar için odak noktamızı bize bir şey kazandırmayan sorulardan en uzağa çekmek durumundayız. Günün sonunda  Galatasaray Spor Kulübünün üyeleri Galatasaraylı bir başkan seçmiştir, ona olan güvenlerini dört adaylı seçimde salt çoğunluğu vererek göstermişlerdir. Sandıklar kapandığı andan itibaren oy rekabeti sona ermiş, 26 Mayıs’taki genel kurulu yöneten sevgili kardeşim Metin Sinan Aslan sonuçları ilan ettiği andan itibaren istisnasız HEPİMİZİN başkanı olmuşsunuzdur.

Bu hikayede olağanüstü bir yön yoktur ama Galatasaray demokrasisinden yine de dersler çıkarmak mümkün.. Tek bir örnekle yetineceğim, “falanca başkanın döneminde üye olanların sandıklarından şu istikamette oy çıkacak” gibi yorumlar gördüm, okudum.  Şimdi bir an için harici kafalarda bol gölgeli koda geçiyorum, onlar gibi düşünüyorum.  Nesnemiz 12.sandık olsun.  Bu sandık rahmetli Özhan başkan döneminde kulübe üye olanlardan oluşmaktadır.  Kafayı harici kısa dalgaya, IQ seviyesini 90’a çekmiştik haydi ezberden düşünelim: “Özhan başkan muhafazakar mektepliydi, illa ki kendine benzeyenleri üye yapmıştır, o sandıkta herhalde Dursun Özbek başarılı olur

Şimdi fabrika ayarlarımıza ve kendi dalga boyumuza dönüp realiteye bakıyoruz.  Malumunuz 4803 katılımın olduğu seçimde Sayın Mustafa CENGİZ 2525 oy ve %52,5 oranla seçildi. Eğer 24 Haziran’da bu oranı tuttursa ilk turda cumhurbaşkanı seçilirdi 🙂

Meşhur 12.sandıkta 308 oy kullanılmış, Mustafa başkana 201 oy çıkmış (oran %65)  Sn.Dursun Özbek ise sadece 54 oy alabilmiş aynı sandıkta, genel performansının epey altında.. Şimdi ya bir dönemin muhafazakar mekteplileri dört ayda Mustafa Cengiz fanatiği olmuşlar ya da bu üyelerimiz de diğer benzerleri gibi normal, makul Galatasaraylılar.. Sözün özü şu “bütün genellemeler yanlıştır, Galatasaray’da daha da yanlıştır

Bu seçimin yıllar sonra bile akılda kalacak yönü ise bence şudur: Mekteplilerin duygularını sömürerek kendilerine iktidar alanı açmaya çalışan malum oy simsarları ile, Galatasaray Liseliler aleyhinde haset ve kıskançlık üretip yaratmayı umdukları cepheleşmeden oy devşirmek isteyenler aynı anda göçük altında kalmıştır.  Her iki grubun da Galatasaray’a katabileceği bir şey olduğuna inanmadığımdan, bu tip marjinal grupların kendi aralarında bölüne bölüne erimesini umuyor ve bekliyorum.

Sayın Başkanım,

Sizin ve ekibinizin önünde koskoca üç yıl var.  Doğruları alışkanlık haline getirir, yıllardır tekrarlanan yanlışları kesip atarsanız bu kulüp sınıf atlayacaktır.  Dahası diğer kulüplere, Türk sporuna hatta ülkenin tamamına ilham verecektir. Camianın desteği arkanızdadır, bu destekten faydalanmak ve daha da büyütmek yine sizlerin elindedir.  Yolunuz, bahtınız açık olsun. Allah mahçup etmesin.

Östersunds faciası: Yol kazası mı, mezar kazısı mı?

20 Temmuz 2017 gecesi Galatasaraylılara yaşatılanı özetlemekle başlayalım isterim:
Yaz mevsimi, aylardan temmuz, rakip İsveç’ten adı Östersunds,  nüfusu 50 bin olan kentin 1996’da kurulmuş futbol kulübü, ilk defa Avrupa kupalarına katılma başarısı gösterebilmişler, parçalı forma giyen stoper Maicon’un bonservisi kadar takım bütçeleri var, iki maçta 180 dakika sahadayız ve toplamda 1-3 yenilerek UEFA Avrupa Ligi’nden eleniyoruz !
O üç golden birine imza koyan İngiliz Jamie Hopcutt rakibimize Tadcaster Albion takımından transfer olmuş yani Büyük Britanya 7.liginden..?
Bütçeyi defans oyuncusu Maicon üzerinden mukayese ediyorduk da, biliyor musunuz Sabri Sarıoğlu’nun eski kulübü Galatasaray 6 senede 8 sağ beke net 21 milyon Euro bonservis ödedi.  
Dört tanesini Dursun Özbek getirdi toplamı 9,3 milyon Euro, dört tane de Ünal Bey getirmişti ederi 11,7 milyon Euro.  Yani dert bir değil, dert yeni değil !
Bir yıl süresi kalmış sayıca eksik başarısız yönetim kurulu ile bir yıllık kontratı olan vasat teknik direktörün Galatasaray’ı 3-4 yıl bağlayan yüklü kontratlara imza atması / attırması pek ilgi çekmiyor sanki, yine de şu maliyetlere farklı perspektiften bakmaya gayret edelim.
Bu yaz futbol takımına katılan dört yeni transferimizin (Gomis + Maicon + Belhanda + Mariano) bonservis ve yıllara yayılmış oyuncu alacaklarının toplamı net 66.650.000 Euro..
Bu rakama vergi, puan başı primler, başarı ödülleri, bonuslar, menajerlik komisyonları ve sair ücretler, masraflar dahil değildir.
Sadece %15 stopaj yükünü üstüne koyarsak brüt maliyet 78,4 milyon Euro oluverir.
Hani kimse bize öneride bulunmuyor deniyor ya, bu yönetime “Avrupa’da olduğu gibi vergiyi sporcular ödesin” teklifi yapıldı, “game changer” olacak bu değişikliğe elbette cesaret edilemedi.  Kulüplerin sürekli devletin himmetiyle hiç vergi ödemediğini zannedenler de olabilir, diyelim ki mevzuata hakim değiller, en azından Galatasaray SK Tüzüğünün 154.maddesini okumalarını tavsiye ederim.
http://www.galatasaray.org/s/besinci-kisim-parasal-konular/32
Bu satırların yazarı dahil olmak üzere kur riskinin hedge edilmesi de önerildi, bildiğim kadarıyla bir çalışma yapılmadı.  Euro/TL kuru 25 kuruş artsa sadece yukarıdaki net bütçenin total maliyeti artışı 16,6 milyon TL fatura çıkarır.  Bu rakamı alıp başka yere kanalize etsek, mesela realize olmuş 2016 gider bütçesine göre Erkek Voleybol, Yüzme, Sutopu, Yelken şubelerinin hepsine birden %100 sponsor olursunuz.
Gomis + Maicon + Belhanda + Mariano dörtlüsünün 1 yıllık stopaj yükümlülüğüne, menajerlerine ödenen kontrat başına ortalama %10 menajer komisyonu eklediğimizde 5.873.822 Euro taahhüt altına girmiş oluyoruz.  Bugünkü kurdan ortalama karşılığı 23,847 adet Doğu/Batı üst kombine kart ediyor.  “Transfer yapmazsak kombine satamayız” noktasından hareket edenler bilsinler ki, hesapsız transfer fırtınasının sonucunda tribün gelirinin hatırı sayılır kısmı zaten berhava oluyor.

İddaa oynayanlar dışında pek çok futbolseverin muhtemelen adını ilk kez duyduğu Östersunds’a elenince müstesna Süper Ligimizin İlhan Cavcav sezonuna dönmüş olduk.
Misal; Süper Lig’de 51 puan toplarsak bu dört yeni transfere 1,169,000 Euro net prim ödeyeceğiz.  51 puanla en iyi ihtimal beşinci oluruz muhtemelen ama olsun, kontratları gereği onlar kazanacak ve bu prim miktarına vergi dahil değildir.
Peki bu primi elde etme hedefi oyuncunun şevkini artırır mı? Bu dörtlü her halükarda 2017-2018 sezonunda kaç puan alırsak alalım toplam 11.200.000 Euro net para kazanacak yani söz konusu prim ancak %10 artışa tekabül eder.  Mesela yıllık gelirin 1/3’ü puana bağlı olsa belki etkisi olabilirdi.  Demek ki bu oyuncuları alacaklarının garantilendiği imzalar ertesinde artık para motive etmez, onları jetonlu oyun makinesi gibi değil insan olarak değerlendirmek gerekiyor.
Stratejik planlama, icra yetkinliği ve iletişim becerilerinin ön planda olduğu spor yönetimi aslen duyguları, enerjiyi ve performansı yönlendirebilmektir.  Bugün Galatasaray’da duygular parçalı kemik kırığına dönüşmüş, enerji yerini küskünlüğe bırakmış, performans kabul edilebilir seviyenin çok altına inmiştir.  Yakın geleceğe dönük umut kalmamış, mevcut yönetim döneminde tüm müspet gelişmeler Emlak Konut üzerinden anlatılagelmiştir. Bu yaklaşıma sahip Gayrimenkul A.Ş. yöneticilerinin takımdaki gedikleri menajer tavsiyeleriyle kapatamayacağı ya da sporcuların kafasındaki korku, şüphe ya da belirsizlikleri Florya’da barbekü partisi vererek gideremeyeceği de açıktır.  Maalesef A.Ş. yöneticilerimiz GRC (governance, risk and compliance) konusunda da kötü performans vermişlerdir.
Bu yönetime oy verenler küskün müdür, ibra edenler pişman mıdır, erken seçim opsiyonuna destek / imza vermeyenler memnun mudur bilemem ama iki senedir yaşadıklarımız, yaşayacaklarımızın garantisi gibi göründüğünden vaziyet beni çok endişelendiriyor.   
Gönül isterdi ki, dün 5-0 kazansaydık.. O zaman bu vahim tablo daha az ilgi çekerdi ama yine de geçerli olacaktı.  Ezeli rakibimiz geçen sezon Nisan ayında Olympique Lyon’a elendiğinde, UEFA Kupası görseli eşliğinde #TarihBirKereYazıldı diye aklınca sosyal medyadan ayar veren samimiyetsizlik ve kibir, yeni bir tarihe imza atmış oldu dün gece, tek fark budur.  
Bastırırız parayı, 4-5 uçak daha iner, günlük yaşayan taraftar unutur, her şey yoluna girer” diye düşünenler de olabilir, en azından unutmayanlar olacağını ve her platformda hesap sorulacağını bilsinler.  772 gün önce mazbata almış bu yönetim, tam 24 futbolcu transfer etti, hala yetmedi mi?
SONUÇ:
Mevcut koşullar ve ihtimaller göz önüne alındığında, Yönetim Kurulumuz için görünür en iyi seçenek; Aralık ayından geç olmamak kaydıyla seçimli genel kurul yapılacağını ve yeniden aday olmayacaklarını ilan etmeleri, erken seçime kadar geçen dönemde de Galatasaray Spor Kulübü ve bağlı şirketlerini taahhüde sokacak hiçbir karar vermemeleri, herhangi bir imza atmamalarıdır.
İngiliz atasözünde dediği gibi  “if you are in a hole, stop digging / zaten çukurda isen, kazmaktan vazgeç
Koltuğa yapışma ısrarı ve bu manasız çaba sürecek ise, pek çok insan durumu Galatasaray’ın yakın geleceğinin mezarını kazma kararlılığı olarak algılayacaktır, bu algı kaos ve kargaşayı beraberinde getirir.

Galatasaray Model: Quick Checklist for Football Management

Galatasaray Spor Kulübü başkanı Sayın Dursun Özbek, sık sık “varsa projeniz getirin, herkese kapım açık” diyerek üyelere çağrıda bulunuyor.  Uzmanlık alanım olmayan bir konuda kendisine proje sunmak biraz iddialı olur ama Florya’daki futbol yönetiminde üst üste gelen hatalar ve göz göre göre düşülen tuzaklar konuyla ilgili herkese serbest yorum yapma cesareti aşılayacak hale geldi.

Yine de çizmeyi aşmadan, futbola dair master plan oluşumunda zerre-i miskal katkısı olmasını umarak bir liste hazırladım.  Denenmişleri biliyoruz, eksikleri görüyoruz, dünyadaki örnekleri göz önünde bulundurarak herkesin bildiği “yeni şeyler” söylemek lazım.. Belki de tüm yollar Roma’ya çıkmıyordur, belki ciğeri yandığı için hariçten gazel okuyanların sesi bu kez işitilir ve takdir görür.

Galatasaray’a her yıl sürekli anılacak değil, sayıları hafızayı zorladığından tarihleri karıştırılacak başarılar gerektiğini bilerek ve elbette 2000 yılı UEFA Kupası zaferini yad ederek, 17 Mayıs 2017’den ilhamla 17 maddelik öneriler şu şekilde derlenmiştir:

1- U17 UEFA Avrupa futbol şampiyonasında yarı final oynayan U-17 milli futbol takımında Galatasaray forması giyen 6 oyuncumuz var.  Turnuva sonrası yurda dönüşlerinde bu evlatlarımızı ve hatta takım arkadaşlarını da kamuoyu nezdinde taltif edin, şımarmalarına sebep olmayacak biçimde ödüllendirmek de düşünülebilir. Yaz tatili dönüşünde ise bu altılıyı futbol görgü ve kültürlerinin gelişeceği ve forma şansı bulacakları kaliteli liglerden birinde gençlere değer veren Avrupalı kulüplere kiralayın.  İki yıl sonrasında geri döndüklerinde 19 yaşında ve Avrupa tedrisatından geçmiş Galatasaraylı bir omurgamız olur.  Okul durumu veya ailevi sebeplerle yurt dışına gitmeyi tercih etmeyenleri de A takımın müstakbel 24 kişilik kadrosu için mercek altına alın.

 
2- Altyapıdaki teknik kadroların yeterliliklerini profesyonel olarak analiz ettirin ama en güzeli altyapının başına Jan Olde Riekerink’in çok ötesinde yetkin bir yabancı koordinatör getirin.  
Doğru bir Alman tercih ederseniz plan, disiplin ve Almanya’daki Türk gençlerine erişim olanağı elde edersiniz.  
Doğru bir Fransız getirirseniz, frankofon Avrupa ve Afrika’da Fransızca konuşulan ülkelerdeki yetenekli gençlere ulaşma şansınız olur.  Farklı isimler detayına girersek, Güney Afrika’yı mesken tutan Muhsin Ertuğral hocadan belli süreyle istifade edilebilir.  Sıfırdan kurduğu kulüple Romanya şampiyonu olan efsanemiz Gheorghe HAGI ile mutlaka istişare edilmelidir.  Bizim gençlerimiz Viitorul Constanta’ya kiralanabilir ya da HAGI tedrisatından geçmiş gençlerin öncelikli satın alma hakkı yıllık belli bir bedel karşılığı   alınabilir.  
Mesela bu yıl UEFA Şampiyonlar Ligi’nde yarı final oynayan Monaco mucize sayılmamalıdır zira doğru planlamanın eseridir bu başarı.  Monaco’da kadro mühendisliğini üstlenen yetenek avcısı (talent-spotter) Luis Campos kısa süre önce ayda 40.000 Euro maaşla Fransa’nın Lille kulübüne geçti ve geçer geçmez 23 yaş altı yedi oyuncuyu yeni kulübünün kadrosuna kattı.  Şu anda Lille kulübünde çılgın Arjantinli teknik direktör Marcelo Bielsa ve Portekizli Luis Campos kafa kafaya vermiş durumdalar.  Çok değil iki sezon sonra Monaco, Olympique Lyon ve PSG’yi geçip Lille Fransa Ligue 1 şampiyonu olursa şaşırmayın. Luis Campos son kulübü Monaco’ya madden ne kazandırmıştır diye merak edenler, şu an Manchester United forması giyen ve yeni Thierry Henry olarak lanse edilen 22 yaşındaki Anthony Martial ismini ve kariyerini araştırmalıdırlar. Organizasyonlar arası işbirliği bazında da Belçika, Hollanda ve Kuzey Avrupa’da kulüp satın alamasak bile, bir veya iki kulüple yetiştirici kulüp anlaşması da yapabiliriz. 
 
3- Kemerburgaz tesisine geçmemizi beklemeden, Florya’daki çim sahaların bakımını lütfen eksiksiz şekilde tamamlayın.
 
4- Mevcut kadromuzdan 31 Mayıs 2017 itibariyle sözleşmesi sona eren hiçbir oyuncuya yeni kontrat teklif etmeyin.  Takımda huzursuzluk çıkaran, gruplaşma yoluyla iktidar mücadelesi veren, Galatasaray’ın başarısından ziyade kendi piyasasını gözeten, yetersiz performansına mükemmel mazeretler üreten ve soyunma odasının sırlarını dışarı üfüren kim varsa delilleriyle birlikte tespit ettikten sonra ya satın, ya kiralayın ya da süresiz kadro dışı bırakın.  Sıfırdan kadro kuramayacağımıza göre, çürük elmaları ayıklamak şarttır, kaçınılmazdır.  Kalan elmalara da iyi bir ders olacaktır.
 
5- FIFA & UEFA & TFF normlarına uyumlu ceza-ödül yönetmeliğini tüm takıma açıkça izah edin. Yerli oyunculara Türkçe, yabancı oyunculara hem ana dillerinde – hem İngilizce olarak bu yönetmeliği imzalatın, varsa menajerlerinin de parafını alın.
 
6- Bundan böyle T.C. pasaportu taşıyan ve yerli statüsünde oynayacak tüm futbolcularla Türk Lirası (TL) üzerinden kontrat yapın.  Bu öneri aynı zamanda UEFA’nın Galatasaray’a verdiği 1 yıllık müsabakalardan men cezasının 2 Mart 2016 tarihli gerekçeli kararında kulübümüze tavsiye olarak yer almaktadır.
 
7- Yapacağınız tüm yeni kontratları brüt ücret üzerinden yapın.  Yerli ya da yabancı futbolcular, tıpkı Avrupa’da olduğu gibi kazançları üzerinden tahakkuk edecek her türlü vergiyi diğer mükellefler gibi ceplerinden ödesinler.
 
8- 30 yaş üzeri futbolculara bonservis ödemeyin, tercihen son durağı Galatasaray olacak oyunculardan uzak durun.  En ideali, 28 yaşın üzerinde hiçbir futbolcuyla ilgilenmeyin.
 
9- Bir önceki sezon oynadığı kulüpte sakatlık + ceza nedeniyle toplam müsabakaların %25 ve daha fazlasında forma giyememiş oyuncuları transfer etmeyin.  Tüm takımı da uzun süreli sakatlık riskini kapsayacak klozlar dahilinde sigortalamak için farklı kuruluşlardan fiyat teklifleri alın.
 
10- Scouting çalışmanızı tanıdık menajerler portföyü üzerinden değil, dünya genelindeki nitelikli futbolcular üzerinden gerçekleştirin.  Önerilen değil, seçtiğiniz futbolcularla temas kurun. Galatasaray Spor Kulübü’ndeki mevcut scout ekibinin yönlendirmeleri kulübe kazanç olarak dönüyorsa onlara bonus verin, tamamen isabetsiz tavsiyeler veriyorlarsa farklı çözümler arayın. Örneğin dünyada farklı kulüpler için tarama faaliyeti yürüten profesyonel şirketler var, onlardan süreli hizmet alınabilir.
 
11- Galatasaray’ı geçmiş yıllarda zarara uğratmış oyuncu simsarları ile asla tekrar çalışmayın.  Takım içinde tek bir menajerin 4-5 futbolcusu olmamasına dikkat edin, menajerlerin akıl oyunlarına kapılmamanın bir yolu da budur.  “Biz almazsak Beşiktaş alır, biz imzalamazsak Fenerbahçe kapar” ve benzeri cümlelere kanıp çizginizi bozmayın.  Kadromuza katabileceğimiz yüzlerce futbolcu bulunur ama GALATASARAY bir tanedir.
 
12- (Yıllık ücret x kontrat süresi) x en az %10 kolaycılığı üzerinden yüksek menajerlik ücretleri ödemeyin.  Galatasaray’ı gönül rahatlığıyla tercih eden oyuncu, menajerinin çıkaracağı maddi pürüz yüzünden gelmemezlik etmez.  Gelmiyorsa da, kendi takdiridir.
 
13- Takımın toplam yıllık maliyetini 45 milyon Euro civarına indirin ve NBA benzeri salary cap uygulaması getirin.  Örneğin “üstün başarı ödülleri hariç, bir futbolcu yılda maksimum 2,5 milyon Euro gelir elde eder”   Şu an kadroda olup bu barajın üzerinde kalanlara da, olası kontrat yenilemede kuralın onlar için de geçerli olacağını bildirin. 
 
14- Teknik direktör Igor TUDOR ile yola devam edilecekse kendisine 2017-2018 sezonunun tamamında çalışacağınızın güvencesini verin, takıma teknik patronun tartışmasız TUDOR olduğunu bildirin ve asla sözünüzden dönmeyin
 
15- Eğer Florya’nın futbol aklı Cenk ERGÜN ise ve kendisinin üzerine deneyimli bir sportif direktör getirilmeyecekse, Cenk’e bütçeyi ve hedefleri verin, ondan sonra da asla işine karışmayın. Disiplini sağlamak, takımdan performans almak sportif direktör ve teknik kadronun işi olmalıdır.  Bu riskli bir hamledir ama Florya’daki her işe karışan yönetici profiliyle başarısızlık garanti olduğundan, kabul edilebilir risk kategorisindedir.
 
16- 2017-2018 futbol sezonu için Ali Sami YEN Stadyumu’ndaki kombine fiyatlarını olabildiğince makul tutmaya gayret edin.
 
17- Futbola dair tüm kararlarınızı, Galatasaray’ın SAYGIN İŞVEREN & KARİYER FIRSATI olması hedefini gözeterek alın.  Krampon giyen profesyonelleri formanın önündeki arma için savaşan sporcular haline getirmek yöneticilik sanatıdır, formanın arkasındaki isimlerin unutulmaması için onları hayatlarında şahit olmadıkları yoğunlukta onurlandıracak olan da Galatasaray taraftarıdır.
 
TRANSFER EDİLECEK SPORCULARDA KONTROL PARAMETRELERİ
 
 
– Piyasa değeri  (oyuncunun Avrupa pazarındaki ortalama ederi nedir, Türkiye’ye getirmek için üzerine konacak makul % mark-up ne olabilir?)
– Bonservis bedeli  (oyuncu daha önce maksimum hangi bedelle kulüpler arasında el değiştirmiştir? mevcut kulübünden serbestiyet kazanıp free agent olması için ne kadar süre kalmıştır?)
– Kontrat süresi  (yönetim kurulları görev dönemlerini çok aşan kontratlar yapmamalı, sözleşmelere + x YIL opsiyonu koymalıdır)
– Yıllık ücret  ( fayda/maliyet analizi iyi yapılmalı, yüksek garanti maaşlar yerine maç başına primle dengelenmiş benefit paketleri önermelidir )
 
– Yaşı
– Yeteneği ve oyun stili
– Kulüp kariyeri
– Milli Takım geçmişi
– Hangi ülkede yetiştiği
– Kaç kulüp değiştirdiği
– Hangi teknik adamlarla çalıştığı
– Fiziksel özellikleri
– Sakatlık geçmişi ve diğer sağlık sorunları
– Disiplin sorunları
– Takım kimyasına uyumu
– Aile hayatı ve sosyal alışkanlıkları
– Sigara, alkol, uyuşturucu, kumar, hızlı gece hayatı gibi sporcuya yakışmayan defolara olan mesafesi
Yukarıdaki satırların spor yönetimine meraklı bir amatörün acemi denemesi olarak kabul edilmesini rica ederim.  Galatasaraylıların katkısıyla Türkiye’nin en güçlü spor markası elbette en iyisini bulacak ve ismini yedi düvele yine ve tekrar ezberletecektir.