Ekim ayının beşi, İstanbul’da yazdan kalma bir gündü. Cıvalı termometreler 30 santigrat derece ile flört halindeyken transfer sezonunun kapanmasıyla Florya’da bugün resmen yaz mevsimi sona erdi. Biz yazın bittiğini takvimden değil dün Kasımpaşa’da aniden bastıran doludan zaten anlamıştık. Ne olduğunu özetlemeye çalışalım.
Menajerlerin viral marketing sahası olarak kullandığı medya aracılığıyla beklentileri sürekli yükseltilen, tutarsız ve sonuçsuz beyanlar üzerine haklı olarak öfkelenen, öfkeyi yatıştırmak umuduyla her fırsatta şımartılıp tatmin duygusunu yitiren ve nihayetinde transfer şampiyonu olmayı Ziraat Türkiye Kupası’ndan bile değerli bulduğuna inandığım doyumsuz transfer oburları bu mevsim umduklarını bulamadılar. Yalnız haklı oldukları bir taraf var, performans beklentisi açısından gidenler / gelenler terazisi bu yaz epey şaştı. Takımın özellikle orta sahadaki eksikleri ve canlandırılamayan hücum hattı muhtemelen sezon boyu baş ağrıtacak.
Transfer sezonunun başında tespit, öngörü ve önerilerimizi de kaleme almıştık her zamanki gibi gösterdiğimiz yol tercih edilemedi http://ilkercanalp.com/2020/07/28/futbol-basit-bir-oyundur-zor-olan-planlama/
Peki Galatasaray Sportif A.Ş. neden ihtiyacı olan transferleri yapamadı? İlk akla gelen cevap gayet sarih, futbol şirketimizin yeterli mali kaynağı yok. Neden yok? … çünkü Galatasaray kaynakları hiç bitmeyecekmiş zannedilerek yıllar yılı yağmalanmış bir kulüptür. Plansız senelerin, hesapsız işlerin, arkası getirilemeyen eylemlerin, sonuçsuz projelerin kulübüdür.
Yakın geçmişe gidelim, milyonların sevgilisi Ünal Aysal başkanımız har vurup harman savururken kulübün dönüm noktası olabilecek yılları bize Neverland’i anlatarak geçirdi. 2013-2014 mali döneminde 70,4 milyon € dönem zararına ulaşınca görevi bıraktı. UEFA’nın gazabını yeni gelen Dursun başkanımız tüm halisane çabasına rağmen göğüsleyemedi, uluslararası müsabakalardan men edildik. Sonra Dursun başkanımız da peş peşe hatalı iş ve eylemlerle zarar üreten bilanço modasına uydu, UEFA yeniden bizi görüşme odasına çağırdı. Mustafa Cengiz başkanımız ve ekibi imkansız gibi görüneni başardı, men cezası almadık. Onun yerine Mondros mütarekesini andıran dört yıllık bir settlement agreement ile yurda döndük. Demem o ki ikinci gerekçe Made in Switzerland: “satmadan alamıyoruz”
Fatih Terim hocamız parasını verdikten sonra alınamayacak oyuncu olmadığını ama satmada başarısız olduğumuzu def’aten ifade etti. Mesela bu yaz Brezilyalı stoper Maicon’u 1,43 milyon € bedelle Al-Nassr kulübüne sattık. Daha önce aynı oyuncu karşılığı 1,7 milyon € kiralama geliri de elde etmiştik. Kulübümüze girişi 8 milyon € olduğuna göre 4,87 milyon Euro zarardayız. Neredeyse gül cemalini unuttuğumuz tek bir oyuncudan ettiğimiz zarar, Sportif A.Ş.’nin dillere pelesenk olan bir yıllık kârından fazla! Şimdi sorsak yönetimimiz “Maicon’u biz almadık, geldiğimizde kadrodaydı” der. Haklıdırlar, Maicon bir önceki dönemde alındı ama kurumlarda devamlılık esastır. Sizin aldığınız Falcao, Diagne, Babel de sizden sonrakilere kalacak. Benim deyimimle Galatasaray’da tersine çalışan saadet zinciri var, her gelen yönetim bir önceki dönemin günahlarını sırtına vurarak yürüyor Golgota yokuşunu.. Hadi bir de iyi tarafından bakalım, moraller düzelsin. Beli dönmeyen Maicon yılda 2,2 milyon Euro maaş alırdı, tıpkı selefi Aurélien Chedjou gibi… Transferin gözdesi Marcao 850 bin Euro’ya oynuyor aslanlar gibi!
Bu yaz mevsimine dönersek alınanlara “hoş geldin” diyoruz, alınamayanlarla zaten işimiz olmaz ama Z raporu şöyle:
Babel’den kurtulamadık / Belhanda’yı satamadık / Falcao kontratından çıkamadık / Feghouli için karar veremedik / Diagne için uygun çözümü bulamadık / Çocuklarına parçalı formayla top oynadığını göstersin diye gelen ve vergi yüküyle yıllık maliyeti 6,66 milyon TL olan eski futbolcu ilk 11’de 66 numaralı formasıyla şans bulmakta. Orta saha rotasyonu eksik, rakibin dengesini bozacak hızlı kanat oyuncusu yok, iki stoperden biri sakatlanırsa çare Ryan Donk ?
Görüldüğü üzere bu yaz pek iyi geçmemiş, realist olmayan kontratlara ek olarak satabilme becerimiz de eksik. Şimdiden adres yine Ocak ayı gösteriliyor, bu filmi o kadar çok izledik ki artık tat vermiyor.
Kaynak yok dedik, pandemi koşulları sürerken yarın da olmayacağını biliyoruz. Bir de aleyhimize gelişen şartlar söz konusu, örneğin elde etmeyi umduğumuz performans ve sportif gelir karşılığının üzerinde sözleşme bedelleri söz konusu olan meşhur dört silahşörleri ele alalım: Babel – Belhanda – Falcao – Feghouli KAP bildirimlerine göre bu dörtlünün vergisiz, primsiz, masrafsız, net, çıplak, sabit maaş maliyeti yılda 15,4 milyon Euro! Geçen yaz transferi sonu € kuru 6,38 TL idi, bugün 9,10 TL sularında gezindi. Sadece saydığım dört oyuncunun kontratlarından kaynaklanan kur farkı bir yılda 42 milyon TL! Üç ay sonra döviz kurları ne olur, Mayıs 2021’de nereye varır, Allah bilir. Nakit akışımız zaten sıkıntılı, yapılandırma anlaşması sayesinde döviz cinsinden finansal borçları TL’ye çevirmiş olsak bile Euro üzerinden imzalanmış futbolcu sözleşmeleri nedeniyle sezon içinde takıma maaş ödeyemeyecek duruma gelme riski inkar edilemez.
Bonservisle yatıp kiralama bedeliyle kalkılan, “Florya evimiz D’Avila babamız” diye menajerlerden hayırlı haberler beklenen dönemde çok da talihsiz bir gerçekle yüzleştik. Profesyonel futbol takımımız İskoçya’da aldığı mağlubiyetle UEFA Avrupa Ligi’ne ön elemede veda etti. Son üç yılda aldığımız başarısız sonuçlardan sonra bence Ibrox Stadium bir kırılma noktasıydı.
Avrupa’nın en güçlü 20 kulübüyle aramızdaki mesafe her alanda açılırken, uluslararası rekabette son virajı döndük ve duvara çarptık. Oyunun dinamiklerinin nasıl dönüştüğünü, futbolun en ileri ülkelerindeki futbol yönetim mantalitesini tahlil edemediğimiz için zihnen küme düşmüş vaziyetteyiz. Uzun yıllardır süregelen başarıyı üretme yerine borç harç satın alma hevesi, plansızlık, popülizm derken sürekli vasata teslim olduğumuzdan Türk olmayan takımları yenme hedefinden “fikren” uzaklaştık. Türkiye pek yakında UEFA sıralamasında 13.sıraya inecek ve Champions League / düşler sahnesi yolu bizim için kapanacak (veya çok zorlaşacak) Avrupa’nın en büyük futbol markası Real Madrid ya da Arap sermayesinin yıldızlar karması PSG karşısında alınan farklı mağlubiyetler değil sorun.. Dengimiz dediğimiz Avrupa kulüplerine diş geçiremez olduk, bizden daha düşük bütçeli takımlara eleniyoruz. Tek sorun para değil, hiçbir zaman değildi ve bir umuda tutunmak istediğimiz dönemde Galatasaray bayrağını Avrupa’da en çok dalgalandırmış Fatih Terim 1-0 kaybedilen Kasımpaşa maçından sonraki basın toplantısında “Yorgunluğun altından kalkamadık. Bu çok açık. Demek ki perşembe pazar maçlarına devam etsek işimiz daha zordu. Haftada bire düştüğü için kupaya kadar maçı baştan sonra, dinamizm içerisinde oynayan bir takım olabiliriz” deyiverdi.
Bu yorgunluk neden bizi vuruyordu, takım neden gamsızlarla doluydu, neden en yeni transferimiz deli danalar gibi koşturup rakiple boğuşurken sözde yıldızlarımız kaçak güreşiyordu. Onu anlatmadı Fatih hoca ama elenmemizin isabet olduğuna getirdi lafı? Kinaye de olsa, şaka da olsa, bir anlık öfke de olsa Galatasaray profesyonel futbol takımının teknik direktörü bunları söyleyemez, Avrupa FATİH’i hiç söylemez. En az takım kadar yorgun Fatih hoca, Covid-19 sonrası yorgunluğu diyenler çıkabilir ama bana öyle geliyor ki her topu göğsünde yumuşatmaktan daralmış, hayal kırıklıkları biriktirmiş, içinde tutamıyor artık.. Belli ki yıpranmış ve kırgın ama ona çok ihtiyacımız var çünkü kulüpte başka lider profili yok. Ona ihtiyacımız var ve saha kenarında aslanlar gibi dik durmalı, yalnızca sahaya odaklanıp takımının üzerinden bir an bile elini çekmemeli, maç bitmeden beş dakika önce soyunma odasına gitmemeli.. Dünkü maç uzatmalarda atılan golle 1-1 bitse “son anda skor bularak bir puanı kurtardık ama ben golü göremedim, koridordayım” demek zorunda kalabilirdi, sanırım öyle bir durumda kalmak istemezdi ve bunu bir daha düşünmesini rica ederim.
Peki gayrimemnun kalabalıkların şikayet etmeye hakkı var mı? YOK kardeşim, yok! Montpellier sonrası hiçbir kulüpte kalıcı olamayıp elden ele gezen sorumsuz Belhanda’ya acayip bir kontrat verilirken sormadın, hayatında daha önce bonservis ödenerek kulüp değiştirmemiş Feghouli’ye bir senelik görev süresi kalmış yönetim tarafından 5 yıllık kontrat verildiğinde sorun etmedin, kiralık Emre Mor için 1.325.000 Euro çöpe atılırken onun yeniden wonderkid olacağına inanıyordun, Turgay Ciner’in Çin’den bedava getirdiği Diagne için ara transferin son günü 13,5 milyon Euro bonservis ödenirken memnundun, şarkılardan fal tuttun EL TIGRE için kaç kere ama Falcao transferinden birkaç ay sonra borsada hisse satmak zorunda kalan futbol şirketinin içine yuvarlandığı çukuru düşünmedin.
Doymadın, hep daha fazlasını istedin. Şimdi önümüzdeki yıllar FEDA mı olur ÇİLE mi olur yine düşünmüyorsun, keşke biraz düşünsen çünkü yönetenler sen uzun vadeli düşünmediğin için seni çarçabuk mutlu etmek için çırpınmaktan başka çözüm bulamıyorlar veya işlerine öyle geliyor. “Bana ne kardeşim, bana mı sordular alırken – satarken” der misin, peki sen de haklısın ama netice değişmeyecek yalnızca öfken ve mutsuzluğun katmerlenecek. Popülizm ve futbolun günahlarından ilk kez de bahsetmiyoruz hatta: http://ilkercanalp.com/2019/02/01/populizm-sarmali-ve-futbolun-gunahlari/
“Biraz da yetki ve sorumluluk makamında olanlar düşünse” dersen seninle beraberim ama onlar heyecandan, panikten ya da bizim bilemediğimiz gündemlerin peşinde enerji sarf etmekten hakikat ile aralarına epey mesafe koymuş gibiler. Futbol şirketimizin en deneyimli ismi ve kulübümüzün ikinci başkanı Şubat 2020 Divan Kurulu toplantısında kürsüde: “gelecekte pahalı transferler olmayacaktır, genç kardeşlerimize yöneliyoruz” dedi. Futbol tarihimizin muhtemelen en pahalı ve en histerik transferinden altı ay sonra dile getirildi bu cümle. Üç yıllık kapı gibi kontrat değil de, sanki üç aylık kiralık sözleşmesi imzalanmış gibi.. Neydi o meşhur şaşkınlık cümlemiz, “insan bazen hayret ediyor!”
Aslına bakarsanız Galatasaray’ın sorunu ne yıldız transferi, ne kiralık oyuncu kaprisi, ne defansif orta saha, ne 10 numara… Galatasaray’a şahısların hevesinden veya yetersizliğinden ârî parametrik bir yönetim modeli gerekiyor, köklü bir değişim şart. Yönetenlerin kafasına göre iş yapamadığı hatta konuşamadığı, yürütme erkinin kurallarla sınırlandığı, planlı bir dönüşüm rotasıdır bahsettiğim. Bunun gerçek olabilmesi için de evvela iyi niyete dayalı açık müzakere olmadığından birbirine düşmüş görüntüsü veren kulüp üyelerinin SPOR kulübüne yaraşır hakiki konuları olgunca tartışabilmesi gerekiyor. Bugün kulübümüzde ekonomik darboğazdan evvel adı tam konmamış sosyolojik bir kriz var. Sessiz çoğunluğun varlığı yokluğu belli değil, gürültücü kalabalık çok konuşuyor ama ne istedikleri belli değil, herkes kendince bir köşede pozisyon alma ve orada siper kazma derdinde.. Böyle olmaz, camia kavramının etimolojisine de ters, geleneğine de yabancı bu bencillik, düşüncesizlik ve şımarıklık.
Kulübümüzdeki dönüşüm zarureti ve bunun kilometre taşları belki bir yazı dizisi olur ama bu kulüp eskiden başardıklarını hatırlayarak halen adım atabilir. Cebimizdeki reçete 21. yüzyıla yabancı değil hatta bu kulübün kurucu iradesi bugün Türkiye’nin bir asır önünde belki de! Tekrarlayalım, 2020-21 sezonunu şampiyon da tamamlayabiliriz, beşinci de olabiliriz ama konumuz asla bir yıla sığan saha neticeleri değildir.
“Florya’da yaz bitti” diye başladık ve görünen o ki kış sert geçecek, uzun sürecek ve bu kış Galatasaray değişecek. Umarım sorunun kişilerde değil, derinde / temelde / modelde olduğunu anlayanlar ve somut bir planı olanlar değişimde rol alsınlar.