Sevgi ikliminde para kaybetmenin hüznü

Galatasaray Spor Kulübünün 2022 yılı performansını gösteren faaliyet raporları bu ay başında yayınlandı ve 25 Mart 2023 tarihinde olağan genel kurulda bu raporlar üzerine görüşmeler ve oylamalar olacak.

Gördüğüm kadarıyla Galatasaray sürekli zarar ettikçe, borcu katlandıkça mali konular daha az ilgi çeker oldu çünkü en rasyonel insanlar bile “böyle gelmiş böyle gider” diyerek pes ettiler. İyimser olanlar ise Galatasaray’ın tapulu gayrimenkulleri ve uzun süreli üst kullanım hakları üzerinden çok yüksek gelir elde ederek kilometreyi sıfırlayacağına hatta fazla fazla artıya geçeceğine vurgu yapıyor. İyimserlikten yana tercih kullananlar, pek yakında yerel rekabeti sonlandıracak kadar zengin olacağımızı düşünüyor.

Futbolda top çizgiyi geçerken ve şampiyonluk yakınken her şeyi görmezden gelen ama sportif başarısızlık dönemlerinde her rüzgardan nem kaparak sürekli yakınan skorperestlerden tamamen ayrışmak umuduyla yine bir Mart ayında mali sonuçlara kabaca bakalım isterim.

Önce makro verilerden kritik olanları önümüze koyalım ki, nominal verilerin zamansal değişimini yorumlama imkanımız olsun.

2022 Yıllık Enflasyon (TÜİK) %64,27

2022 Yıllık Enflasyon (ENAG) %137,55

31 Aralık 2021 Euro/TL         14,68

31 Aralık 2022 Euro/TL         19,93

Borç faizimiz ise TLRef + 1,5 ile sabitlenmiş

Önceliği 1905 yılında kurulan ve üyesi olduğum Galatasaray Spor Kulübüne (Dernek) vererek başlıyoruz.

Hatırlatmak gereksiz ama 2022 yılının ilk yarısı Burak Elmas başkanlığındaki yönetime, ikincisi yarısı Dursun Özbek başkanlığındaki yönetime aittir.

258 milyon TL olarak bütçelenen 2022 geliri (Merkez+Tesisler+Amatör Şubeler+Spor Okulları) 225 milyon TL olarak gerçekleşmiş, yaklaşık 33 milyon TL gelir kaybı var (veya bütçe epey iyimser hazırlanmış)

298 milyon TL olarak bütçelenen 2022 gideri ise 316 milyon TL olarak gerçekleşince yaklaşık 18 milyon TL fazladan yapılan harcama söz konusu

Bağımsız Denetim raporundan takip edileceği üzere Galatasaray Spor Kulübünün 2022 yılı esas faaliyet zararı ise 210.246.526 TL’ye ulaşmış. Başka bir deyişle hasılata yakın bir faaliyet zararından bahsediyoruz, bu zararın içinde faiz, finansman gideri, kur farkı, yatırım gelirleri/giderleri ve futbol yok. 

Büyük resim iç karartıcı, bazı detaylara bakalım istedim.

Mesela Sponsorluk, isim hakkı ve reklam gelirleri %45 artışla 105 milyon TL’ye ulaşmış.  Artış enflasyonun gerisinde kaldığı için burada bir kayıp söz konusu. Sportif başarısızlık, kontratları doğru yönetememe, güncelleme oranlarının enflasyonla uyuşmaması, münhasırlık verilmiş alanlarda verimsizlik etki etmiş olabilir.

Kullanılmamış izin karşılıkları bir yılda %53 artışla 5,2 milyon TL’ye çıkmış.  Her ne kadar bu artışta ücretlere yapılan enflasyon artışlarının net etkisi düşünülse de, çalışanlara özellikle sportif sezonun mola verdiği yaz aylarında düzenli izin kullandırarak bu karşılığın eritilmesi tercih edilmeliydi.  Bundan sonra bu meblağın kontrollü olarak düşürülmesi gündemde olmalıdır.

Yüksek enflasyona rağmen yasal bahis (İddaa) gelirleri yaklaşık 600 bin TL düşüşle 6.150.000 TL’ye düşmüş.  Bültenlerde daha az mı yer alıyoruz yoksa başka bir durum mu var, bilemiyoruz.

Kurs gelirleri ise 3,25 kat artışla 10 milyon TL’ye yaklaşmış.  Pandemi etkileri tamamen geçtikten sonra kurslara talebin arttığı varsayılabilir ama sebepten bağımsız artış sevindirici, burada iyi bir iş çıkarılmış.

GİDER tarafına bakıldığında,

Seyahat ve Ulaşım giderleri üç kat artışla 8,5 milyon TL’ye,

Deplasman ve Kamp giderleri beş kat artışla 9,3 milyon TL’ye ulaşmış.

Enflasyonun çok ötesindeki gider artışlarının gerekçelerine ve teknik açıklamalarına faaliyet raporundan ulaşılamıyor.

En büyük gider kalemi doğal olarak Sporcu Ücretleri bir yılda %83 artışla 128 milyon TL’ye varmış.

Diğer personel giderleri ise %100’ü aşan bir artışla 28 milyon TL’nin üzerine çıkmış.  İdari personel sayısı mı artmış, resmi enflasyon zammı + refah payı mı verilmiş, düşük maaşlarda düzeltme mi yapılmış onu da bilemiyoruz.

Gelelim profesyonel futbolun patronu konumundaki, halka açık Galatasaray Sportif Sınai ve Ticari Yatırımlar Anonim Şirketine

Sponsorluk isim hakkı ve reklam gelirleri yalnız %5 artmış  (dövizin seyri ve enflasyon düşünüldüğünde ciddi bir kaybımız söz konusu)

Loca VIP kombine ve bilet satış gelirleri 2,5 kat artmış  (taraftar üzerine düşeni fazlasıyla yapmış)

UEFA gelirleri 142 milyon TL’den 61 milyon TL’ye inmiş. (81 milyon TL kayıp)

Yayın hakkı gelirlerinde %38 kayıp söz konusu (89 milyon TL eksilme)

Sportif A.Ş. 2021’de 839 milyon TL olan hasılat 2022’de 806 milyon TL’ye düşmüş. 806 milyon TL kabaca 40 milyon Euro ediyor. Yalnızca KIRK milyon Euro. Hatırlarsanız bir dönem Avrupa’nın en büyük 10 kulübünden biri olacağımız, öyle bir aktif büyüklüğe ulaşacağımız iddia ediliyordu ve vizyon/misyon sunumlarından etkilenenler bu inanılmaz vaatleri hararetle alkışlamaktaydı.

Bugün ilk 10 imkansız, ilk 20 hayal, ilk 30 olur mu? Money League 2021/22 verilerine göre 29. sırada 178.7 milyon € ciro ile İspanyol Villarreal CF, 30. sırada 177.7 milyon € ciro ile İngiliz Southampton var. İlk 50’ye girer miyiz, eh biraz da kısmet bu işler !!

2021-22 sezonu verilerine göre

Futbol şirketimizde brüt zarar 2021 yılında 133 milyon iken 2022’de 637 milyon TL’ye fırlamış

Genel yönetim giderleri                 22,4 milyon iken  37,5 milyon TL olmuş

Futbolcu, teknik kadro, menajer ödemeleri hariç personel giderleri 2,5 kat artmış? 

Faaliyet zararı               132 milyon iken  6 kat artışla        803 milyon TL olmuş

Rapora konu olan 2022 yılında finansman gelirleri 395 milyon iken finansman giderleri 353 milyon TL olmuş yani Sportif A.Ş.’nin finansman geliri giderinden fazla. Bu durumu ülkedeki para politikaları ya da 2021’de imzalanan kredi yapılandırma anlaşması ile açıklamak mümkün ama ilginç bir durum olduğu kesin

Net dönem kârı           (609.839.917)  TL yani yine zarar, yine zarar, yine zarar

Mağazacılık A.Ş.’ye geçersek 2022’de 368 milyon TL ciro yapmış, bir önceki yıla göre neredeyse iş hacmi 2,5 kat artmış. Taraftarlarımıza, müşterilerimize minnettarız

GSStore Beyoğlu – İstiklal Caddesi

Aynı zamanda perakendecilik şirketimiz 16,8 milyon TL ile dönemini reel kâr ile kapatan tek iştirakimiz, bir önceki yıla göre yaklaşık %41 artırmış. 

368 milyon TL ciroya nazaran yaklaşık %4,5 kârlılık az görünebilir ama onun sebebini de sanırım gider kalemlerinde aramak gerekiyor. 

Örneğin Pazarlama Satış ve Dağıtım giderleri 3,35 kat artarak 145 milyon TL’yi aşmış.  Neden böyle olmuş bilemiyoruz, en ufak bir açıklama yok.  2021 yılında yayınlanan faaliyet raporunda 60 sayfalık bir bölümle tatminkar düzeyde kendi operasyonunu, atılımlarını ve çözemediği sorunları anlatan şirket bu kez 6 cümle bile kaleme almamış. Dilerim 25 Mart’ta hem başarıları hem eksikleri açıkça anlatılır.

Galatasaray Televizyon Yayıncılık A.Ş. ise zarar etme geleneğini sürdürüyor.

2022 yılını 6 milyon TL zararla kapatmış, iyimser bir taraf var ama geçen yılki 7,78 milyon TL zarardan geriye gidiş söz konusu.

Galatasaray Dijital Satış ve Pazarlama Anonim Şirketimiz de faaliyetinden 15 milyon TL zarar etmiş, dönemi de 43 milyon TL dönem zararı ile kapatmış.  İlginç olan 2021’e göre yaklaşık %42 kayıpla cirosu 2.279.720 TL’ye inerken üstlendiği finansman gideri 84 katına çıkarak 28,9 milyon TL’ye gelmiş. Bir şirketin yıllık hasılatının 13 kat fazlası finansman gideri nasıl oluyor, 2022’de yapıldığı söylenen yapılanmanın içeriği nedir, yine muamma?

Bir kez daha altını çizelim, genelde öyle bir lüksümüz kalmamakla birlikte, Galatasaray herhangi bir mali yılda zarar edecekse yelkenden ya da atletizmden zarar edebilir.  Sportif branşlar hariç hiçbir iş kolu zarar edemez.  Bu faaliyetler ya rehabilite edilir, ya outsource edilir ya da tasfiye edilir. Bu dönüşüm tereddüt edilecek, zamana yayılacak, “arkadaşlar üzülür, üyeler kızar” diye önemsenmeyecek bir konu değildir.

Galatasaray aleyhine açılan davaları göz önünde bulundurarak finansal tablolarda 95 milyon TL karşılık ayırmış.

2021 yılında 5,56 milyon TL olan danışmanlık gideri 2022’de 13,49 milyon TL’ye yükselmiş.

GALATASARAY SPOR KULÜBÜ Derneği ve Bağlı Ortaklıkları 2022 yılı faaliyetleri sonucu konsolide olarak 1.014.080.724 TL faaliyet zararına ulaşmış.   Bu meblağın içinde finansman giderleri olmadığını üzülerek hatırlatmak isterim.  Şaka yollu söyleyenler vardır “bizim adamız bile var, bize bir şey olmaz” Konum olarak benzersiz olmakla birlikte 2022 yılında düzeltilmiş değerleme raporuna göre ederi 573 milyon TL olarak belirlenmiş.  Sportif faaliyet yürüterek bir yılda iki ada yok etmek mümkün görüldüğü üzere…

Net borç-alacak farkımız da 4.633.239.861 TL’ye ulaşmış.

Bankalar konsorsiyumu ile yapılan 19 Mart 2021 tarihli TLRef +%1,5 faizli kredi yapılandırma anlaşmasına göre 31 Ağustos 2023’e dek ana para ödememiz yok. 

Sayın Dursun Özbek geçmiş dönem borçlanmalarının faiz yükünden yakınırken Galatasaray’ın yaklaşık günde 1 milyon TL faiz ödemek durumunda olduğunu ve bunun sürdürülemez olduğunu söylüyor.  Haklıdır ancak günde 50.000 TL olsa ödeyebilecek miydik?  Mağazacılık A.Ş. dışında nakit üreten, artı değer yaratabilen bir iştirakimiz var mı?  Tüm sportif ve ticari faaliyetler zarar ederken hangi borcun faizini ödeyebiliriz ki?

Florya-Riva-Mecidiyeköy üçlüsü ile tüm borçları kapatıp Norveç Varlık Fonunu kıskandırır nakit bolluğuna geleceğimiz günlerin hayaliyle çılgınca zarar etmeye devam ediyoruz. 2022 yılı performansında iki farklı yönetimin payı olduğu için kimseyi hedef alamayız, burada kurumsal olarak herkes / hepimiz (yönetimler, üyeler, profesyoneller) yanlış taraftayız. PARA ile olan ilişkimizi sil baştan tanzim etmeliyiz.

Öte yandan yabancıya emlak satışının geçici süre sınırlanması ya da yasaklanması, Yeşilköy Atatürk havalimanının kısmen sivil havacılığa açılması gibi seçeneklerin 14 Mayıs seçimleri sonrası ülke gündemine gelebileceği hesaba katıldığında taşınmazlar üzerine proje geliştirme opsiyonlarının etkileneceği inkar edilemez. Projelere aynı kararlılıkla devam etmeli, B-C senaryolarına da hazır olmalıyız.

Arsadan, villadan, rezidanstan ne kazanırsak kazanalım asli faaliyetimizden katma değer yaratmayı, en azından zarar etmemeyi öğrenmek ya da öğrenmemek kulübümüzün kaderini çizecektir. O nedenle bugün yatırım faaliyetlerinden gelirler kalemine bakarak bilançoların düzeleceğine dair yanılgıya düşmemeliyiz. Her yönetim kendi dönemindeki faaliyeti başa baş noktasında kapatabilseydi böyle devasa bir borcumuz hiç olmayacaktı.

Biliyorsunuz son dönemdeki sportif başarı (veya futboldaki memnuniyet verici gidişat) dayanışma ve sevgi iklimine bağlanıyor, mevcut yönetim tüm eleştirileri “niye böyle yapıyorsunuz, yoksa bizi sevmiyor musunuz” benzeri cümlelerle karşılama refleksi edindi. İletişim açısından bakıldığında bu savunmanın etkili olduğunu da görüyorum, finansal sonuçları dahi hakkıyla irdeleyen / eleştiren neredeyse kimse yok.

Umarım yakın zamanda elde edeceğimiz finansal başarıyı da akılcılık ve feraset iklimine bağlarız.  “Birbirimizi sevelim, sayalım ve sürekli para kaybettiğimiz gerçeğini gündeme taşımayalım” dersek iklim aynı kalmaz. 

Galatasaray’ın hakiki bir vizyon oluşturup camia ölçeğinde sahiplenmesi şart. Burada yamalı bohça misali seçilen toplama yönetimlerin değil kulübün tüm paydaşlarının inisiyatif alması gerekiyor. Türkiye’de bunu bizden başka yapacak bir kulüp de yok.

Örneğin Galatasaray Sportif A.Ş. istikrarlı biçimde 140-150 milyon Euro yıllık iş hacmi yaratan bir futbol şirketine dönüşebilir mi? Global rekabette geçmişiyle anılan değil gelecekte kazanabileceği kupalar üzerinden değerlendirilen bir yapı mümkün mü? Bunun için nasıl bir strateji ve iş planı gerekir? Yoksa TFF’nin gözetimindeki kum havuzunda Ali Koç ile demeç savaşları bizi yeterince tatmin ediyor mu?

Varsayalım tüm finansal borcumuzu tek kalemde sildik, piyasaya da borçlarımızı ödedik, sezon sonuna dek tüm sporcularımızın maaşlarını peşin peşin hesaplarına yatırdık. Yönetim kurulunun toplantı masasına da 1 milyar Türk Lirası nakit parayı yeni hamle şansı olarak bıraktık.

Finansal borcu olmayan ama idari / hukuki yükümlülükleri ve sportif hedefleri olan Galatasaray SPOR kulübünü nasıl yöneteceğini kim anlatacak?

Yoksa elbette “sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” ama GALATASARAY torunlarımızın torunlarına da kalsın istiyorsak gerçek bilgiye, sağlıklı eleştiriye ve katılımcılığı özendiren köklü çözümlere ihtiyaç olacaktır. Birbirimizi överek ve sürekli nükseden hastalıkları inkar ederek vardığımız yeri bilançolar bize söylüyor.

6 Şubat 2023 depreminden sonra Galatasaray’ın camia olarak ortaya koyduğu ve herkesin imrenerek izlediği hızlı refleks, planlama becerisi, azim ve dayanışma iyi günlerde de rehberimiz olsun. Düzeltmek, iyileştirmek, üretmek ve sahip çıkmak üzerine yeni bir rota ile bir daha böyle bilançolarla karşılaşmayacağımız yıllara ulaşma temennimiz burada dursun.

26 Mart 2023 tarihli bu ek yazarın kendine hatırlatma notudur: Yukarıda bahsi geçen tutturulamayan dernek bütçesi, brüt zarar, hasılata denk miktarda esas faaliyet zararı, hasılatı nominal düşen futbol şirketinin beşe altıya katlanan zararı, iştiraklerdeki izaha muhtaç gider patlamaları, artısıyla eksisiyle üyelere detaylı olarak anlatılmayan faaliyet sonucu oluşan 1 milyar TL’yi aşkın faaliyet zararı ve zararla kapanacağını şimdiden ilan eden 2023 bütçesi oy birliğiyle ibra edilmiş ve/veya onaylanmış, üyeler sevinçlerini ReReRe RaRaRa ile taçlandırmışlardır. 2033’te Galatasaray’ın iş hacmi olarak Avrupa’nın en büyük 10 kulübünden biri olacağına dair sunum (temenniler) alkışlarla karşılanmıştır.

Başkan Adaylarına 2022 model Sorular

Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu, en başarılı sportif organizasyonu, milyonların kimliğinin ayrılmaz parçası 117 yaşındaki Galatasaray Spor Kulübü 30 Nisan 2022 tarihinde olağanüstü seçime gidecek ve iki aday kampanyalarında son haftaya girdiler. Görebildiğim kadarıyla yine beylik sorulara muhatap oluyorlar ve büyük bir şevkle yanıtlıyorlar. İşleri kolay değil, her ikisine de sabır diliyorum.

Sayın Eşref HAMAMCIOĞLU ve Sayın Metin ÖZTÜRK

Birkaç sıradan soru örneği vermek gerekirse:

  • Domenec Torrent kalacak mı?
  • Fatih hoca geri dönecek mi?
  • Kasa kolaylığı yapacak mısınız?
  • Transferler kampa yetişecek mi?
  • Kemerburgaz inşaatı ne zaman başlayacak?
  • Sponsorlar hazır mı?
  • Riva’dan elde edilecek gelir bizi kurtarır mı?
  • Sizin ekipte zengin iş insanları var mı? vs.. vs.. vs..

Vasatlaştıkça çoraklaşan ülkemizde spor basını da bundan fazlasıyla nasibini aldığından birkaç nadide örnek dışında soru sormayı bilmeyen ya da dersini iyi çalışmamış muhabirler, sosyal medya adlı cadı kazanında en çok yankılananları sormakla yetiniyorlar. Manşet veren boş vaatler ya da yanlış anlaşılmaya pek müsait cümleler elbette rating sağlar ama beylik sorular kulüp üyelerinin doğru karar vermesine hizmet etmez. O nedenle ben geleneksel olarak bu seçimde de adaylara kendi sorularımı yöneltiyorum. Geçen yıl sorduklarımın linkini de eklemiş olayım, o soruların da çoğu halen geçerlidir.

Fikrimce aşağıda görülecek 21 soruya hakiki cevapları verecek yönetimin reform yapma ve olumlu yönde ilerleme şansı olabilir. Aksi takdirde Galatasaray’ı hiç ummadığı kadar sıkıntılı günler bekliyor, bugünden tarihe not düşelim. Her Galatasaraylının da bu zor zamanlarda kim seçilirse seçilsin, elden geldiğince destek olması gerektiğini hatırlatarak başlıyoruz efendim…

1) Galatasaray Spor Kulübü başkanlığına seçilenler genelde üç konuda (söyledikleri sözler, güvendikleri kişiler ve attıkları imzalar) tutarsız davranıp birey olarak itibar kaybına uğrarlar.  Ne yazık ki bu şahsi yalpalamalar ve hatalar başkanlık makamına da zarar vermiştir. Siz bunları yaşamamak için nasıl tedbirler alacaksınız, hangi sınırlara uyacaksınız, ne şekilde organize olacaksınız?

2) Tek kişiye bağlı hatta o tek kişide düğümlenen, tek adamın ağzına bakan ve o tek şahıstan insanüstü performans beklentisine dayalı başkanlık sistemi hakkında düşünceleriniz nedir? Siz kendinizce patronculuk oynamaya mı geliyorsunuz yoksa 21.yüzyılda bir liderden beklenen erdem ve fedakârlıkları göstermeye hazır mısınız?

Başkanlık tek adamın herkesin kaderini çizdiği pek riskli bir yönetim şeklidir

3) Ankara siyasetinin Galatasaray’ı dizayn etme, en azından tercih ettiği müdahale araçlarıyla belli bir çizgide tutma girişimleri olduğuna dair izleniminiz var mı?  İlan edilen seçimi ve genel kurul iradesini mahkemeye taşıyan kişilerin arkasında camia içinden ve/veya dışından kim ya da kimler olabilir?

4) 14-15 yaşlarında bir oğlunuz ya da kızınız olduğunu, basketbol veya voleybol oynadığını, yaş grubunda müthiş istatistikler tutturup izleyenlere parmak ısırttığını varsayalım.  Evladınızın sporu meslek olarak seçeceğini ve hatırı sayılır bir kariyer yapacağını öngörerek, en hızlı gelişim göstereceği bu yaş döneminde hangi kulübe emanet edersiniz?

BASKETBOL                                            VOLEYBOL

  1. Anadolu EFES                                a) VakıfBank
  2. Darüşşafaka                                   b) Eczacıbaşı
  3. Fenerbahçe                                    c) ES Voleybol
  4. GALATASARAY                            d) GALATASARAY

5) Kulübümüzün mevcut 2.Başkanı Sn.Polat Bengiserp 24 Aralık 2021 tarihinde 2024 Paris Olimpiyatlarına 24 Galatasaraylı sporcu gönderme hedefini ilan etti. Bu hedef nasıl gerçek kılınabilir?  2020 Tokyo olimpiyatlarına kulübümüzü temsilen kaç milli sporcumuzun gittiğini hatırlıyor musunuz?

Türkiye’de olimpik sporların öncüsü olarak kabul edilen Galatasaraylı spor insanı Selim Sırrı Tarcan

6) Galatasaray Türkiye’de her branşta spor yapan yetenekli gençlerin neden ilk tercihi olamıyor? Niçin global bir yetenek havuzuna dönüşemiyor? Başarıyı satın alma modelinin iflas ettiği defalarca ispatlanmışken, siz ne yapacaksınız ki bu kulüp asli fonksiyonu olan insan yetiştirme konusunda Rönesans yaşayacak? Madem bu yazı 23 Nisan’da yazıldı, bir de çocukları mutlu edecek ve onları iyi günde / kötü günde sarı-kırmızı renklere bağlayacak neler yapabileceğinizi soralım.

7) Galatasaray 25 seneyi aşkın sürede onca başkan ve yönetim değiştirmesine rağmen yalnızca iki sicil kurulu başkanı ile bu yılları geçirdi. Aynı makama gelen üçüncü ismi ise üyelikten ihraç etti. Bu acayip durumu nasıl izah ediyorsunuz? Sizin sicil kurulunuz referans imzalarda aynı usulsüzlük ile karşılaşsa nasıl hareket ederdi?  Geçmiş yıllarda bu kulübe başvuran insanlara haksızlık yapıldığına dair bir kanaatiniz var mı? Yönetim döneminizde sicil kurulunun üye alımı dışında iş hedefleri olacak mı?

8) Galatasaray Spor Kulübü tüzüğünde daha iyi yönetim / daha etkin denetim bağlamında yapılması gereken ilk 3 değişiklik sizce hangileridir?  Not: Burada mali yılların eşitlenmesi, denetim kurulunun bağımsız seçilmesi gibi standart cevaplar aranmamaktadır

9) Kulüp tüzüğünün 20.maddesi ve bu maddedeki amir hükümlerin uygulanmaması konusundaki düşünceleriniz nedir? Siz de tüzüğün bu maddesini yok sayanlar kervanına mı katılacaksınız?

10) Bankalar konsorsiyumu ile yapılan finansal borç yapılandırma anlaşmasının ilk taksidinin içeriği, kapsadığı dönem ve ödeme yükümlülüğümüzü tam ve net olarak söyleyebilir misiniz? Not: Yuvarlak cevaplar veya %50’yi bulan çok geniş aralıklar muteber değildir

11) Galatasaray’ın sporcuları dışında idari ve teknik personelinin bir aylık maaş ve hak ediş toplamının kaç TL olduğunu biliyor musunuz?

12) Yeni yasal düzenlemeler ve imzalanmış sözleşmeler gereği Türk sporunun arabesk uygulaması ve en büyük yalanı olan “kasa kolaylığı” çok büyük ölçüde tarihe karıştı.  Sponsorluklar, projeler ve maketler konusunda da yalana doymuş insanlar adına net soralım, siz ve ekibiniz Galatasaray Spor Kulübü Derneğine ne kadar bağışta bulunmayı düşünürsünüz?   (Not: Galatasaray Spor Kulübü kamu yararına dernek statüsünü haiz olup bağışınızı vergi matrahınızdan düşebilirsiniz) https://www.siviltoplum.gov.tr/kamu-yararina-calisan-dernekler

13) Ali Sami YEN Stadyumunda 2022-2023 sezonu için kombine fiyatlarını belirlerken ENAG tarafından ilan edilen ve %100’ü aşan reel enflasyon verilerini mi, TÜİK tarafından ilan edilen şirin oranları mı yoksa Galatasaray’ın Avrupa dışında kaldığı ve belirsizlikler içinde olduğu bir dönemde tribünlere seyirci çekme ihtiyacını mı dikkate alacaksınız?  Sizce minimum gelir kaybı hangisinde olur?

14) Yönetim kurulunuzda stadyum ve taraftardan sorumlu yönetim kurulu üyesi kim olacak? ultrAslan ile olan yakınlığınızı ya da oturtmak istediğiniz ilişki düzeyini nasıl tarif edersiniz?

15) Kamunun gözde müteahhidi Bay Nihat Özdemir’in başkanı olduğu TFF’nin 2021 faaliyetini ve hesaplarını ibra edecek misiniz?

16) Türk futbolunun dibe vurduğunu düşünüyor musunuz yoksa daha düşecek yeri var mı? Naklen yayın ihalesinin gidişatı hakkında düşünceleriniz neler? Galatasaray ülke futbolunun global anlamda değer kazanması, adil rekabet ve sporcu gelişimi anlamında ne gibi somut katkılarda bulunabilir?

17) İdari ibra hakkındaki görüşleriniz nedir?  Sizce bir spor kulübü yalnız gelir tablolarından, gider kalemlerinden, bütçeden ve bilançodan mı ibarettir?

18) Kulüp ve iştiraklerinde daha önce bordrolu çalışmış kişileri yeniden göreve getirmek, daha önce kulübe ürün ya da hizmet satmış veya tesislerinde işletmecilik yapmış üyeleri yeniden sisteme katmak hakkında düşünceleriniz nedir?

19) 10 yıllık kıdemini doldurmuş kaydı açık tüm üyelerin size EVET diyeceği ideal bir senaryoda,  II.Başkan, Mali İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı ve Kulüp Genel Sekreteri olarak kimleri seçerdiniz? 

20) Galatasaray Spor Kulübünde 40 yılı devirmiş ve bu süreci aktif geçirmiş insanlarsınız.  Üye olarak “ah keşke” dediğiniz veya pişman olduğunuz olduğunuz karar ya da eyleminiz hangisidir?

21) Döneminizi kazasız belasız tamamlamayı başarırsanız, 20 yıl sonra nasıl anılmak ve hatırlanmak istersiniz?  Sizce döneminizin en kıymetli ve unutulmaz katkısı ne olacaktır?

Türk sporunun değişmez önderi Ali Sami YEN

Imperium

Doğu Roma’nın eski başkenti olan İstanbul’da kurulan bir spor kulübü için de söylenebilir sanırım, Galatasaray son üç senedir sınırında dolaştığı Rubicon nehrini aştı. 

Rivayete göre Julius Caesar ordusuna doğal sınır olarak kabul edilen Rubicon nehrini geçme emri verdiğinde bugünkü İtalya coğrafyasında dengelerin değişeceğini ve artık geri dönüş olmayacağını vurgulamak için “alea iacta est” ifadesini kullanmış yani “zarlar atıldı”.

Bu yazı 27 Mart 2022 sabaha karşı zarflardan çıkan ibra ya da ibrasızlık üzerine değil çünkü zarlar geleceğe atıldı ve mucize olmadıkça düşeş gelmeyeceğini biliyoruz.  Konumuz kulübün yönetim anlayışı, yanlış beklentiler, çarpık algılar ve bundan sonrası.

Bu satırların yazarı her Galatasaraylının kulübün bekası, başarısı ve itibarını rota olarak kabul ettiğini umar ve bekler.  Endüstriyel sporda başarı planlama ve kaynak yönetimine bağlı değişkendir, itibar ise iletişim ve sosyal sermayeye yatırımla güçlendir.  Her koşulda bu üçlünün önünde BEKA yürür.  Galatasaray var olmalı, yola devam etmeli, imkânları nispetinde rekabet edebilmeli ki başarı ve itibarı tartabilelim.  21. yüzyılın değişmez konusu #sustainability (sürdürülebilirlik) Galatasaray için hayat memat meselesidir.  Genel kurul salonlarında atılan zarlar kaç gelirse gelsin yelkenlerimiz rüzgarla şişmeli, kürekler suya değmeli, havuzlarda kulaç atılmalı, bir top çizgiyi geçmese bile diğeri ya fileyi aşmalı ya da çemberden geçmelidir.

Çıplak ve acıklı gerçek ise şu:

Türkiye’de spor kulüplerinin ve/veya futbol şirketlerinin varlıklarının, üstlendikleri yükümlülüklerden yani borçlarından küçük olduğunu görüyoruz. Bu durumda kulüplerin yola devamı sadece tolerans ile olmaktadır. Öte yandan ülke sporundaki hesap vermeme kültürünü, ciddiyetsizliği hatta yozlaşmayı da bu tolerans getirmiştir.  Batmayan dev balonlara dönüştü bilhassa köklü kulüpler. Amerikalıların deyimiyle, too BIG to FAIL paradoksu içindeyiz.  TBMM’den geçmesi beklenen yeni Spor Yasası ile muhtemelen yeni bir dönem başlayacak.  Belki de kulüp yönetimlerine soyunacak hevesli insan sayısı azalacak ve geçmiş düşünüldüğünde bu durumun iyi mi kötü mü olacağı tartışılır.

Galatasaray Spor Kulübünde görev süresini normal şekilde tamamlayabilen son yönetim 2008-2010 arası Sayın Adnan Polat başkanlığındaydı. 2018-2021 arası dönem Asliye Hukuk mahkemesinin ara kararına tutunarak iktidarda kaldığı için tasnif dışıdır. Dursun Özbek yönetiminden 4 üye istifa ederek ayrılmıştı, rahmetli Mustafa başkanın döneminde istifa edenler 5 ya da 6 olmalı, en son dokuz aylık Burak Elmas yönetimden de iki kişi ayrılmıştı.  Görev süresini tamamlayamayan, istifalarla eksilen yönetimler bunlar.  Kağıt üzerinde görevli olup çalışmalara düzenli katılmayanları, bir işin ucundan tutmayıp şeklen orada duranları saymıyorum bile.  Demek ki kulübümüzde yetkin ve muktedir yürütme gücü tesis etmekte 10 yılı aşkın süredir bir sorun var, çözmek için kafa yormak gerekiyor.  Bugünkü modelde herhangi bir başkan adayı adını duyduğu, yaşını bildiği, tanıdığını zannettiği ya da muhtelif dengeleri gözeterek oy potansiyeli olduğuna inandığı 15 kişi bir listeye alt alta diziyor. Halı sahaya adam bulur gibi liste yapanlar dahi oldu geçmişte, neyse ki asgari ciddiyeti haiz olmayanlar sandıktan çıkamıyor.  Bir dernekte / kulüpte / organizasyonda 10 seneyi aşkın süredir yürütme erki sallanan çürük diş gibiyse, uzun vadeli hedefler kovalanması aşırı iyimserlik olur.

Sözün özü koltuğa oturmaya hevesli insanları asla ulaşamayacakları menzillere inandırma modeli iflas etmiştir. Ne şeyhler uçabiliyor, ne de müritlerin onları uçurmaya nefesi yeter… Seçim kazanmak dışında bir gayesi olmayan ve yalnızca kampanya dönemindeki algıları yönetip birlikte çok şey başaracaklarını zannedenlerin yürüyeceği yol da artık ilk genel kurula kadardır çünkü iyi yönetildiğinde bile işlerin ters gidebildiği harici risklere açık bir organizasyon kötü idare edildiğinde bunu herkes iliklerine kadar hisseder.  İlk fark edenler de üçüncü kişi ve kurumlar, muhatap olunan güç odaklarıdır. 

Seçim öncesi ekip olarak çalışmayı, tartışmayı, üretmeyi, sonuç almayı ve iç iletişimini çözememiş hiçbir yönetim kurulu kalıcı ve sürdürülebilir başarı elde edememiştir, etmeleri de beklenemez.  Galatasaray böyle yetkin ve uyumlu bir yönetim takımı ortaya çıkaramıyorsa, genel kurulun kulübün istikameti ve idare tarzı ile ilgili daha fazla kural koyması, başka bir deyişle yürütme erkinin sonsuz ve sorumsuz gücünü kısıtlaması gündeme gelmelidir. Bunları dert edinecek, üzerine özgün fikirler dile getirebilecek kaç kişi var bilmiyorum ama varsa böyle insanlar onlarla bir araya gelmeyi ve ortak aklı harekete geçirmek üzere istişarelerde bulunmayı isterdim.  Yıllar yılı yetki sahibi olup da kurumsallaşmayı peş peşe şirket kurmak zannedenlerin, institutionalism diye bir şey duymadığına da neredeyse eminim.

Bugüne dek bu kulüpte yönetim mekanizması hep A’dan Z’ye kuruldu yani liderlik iddiası ortaya koyan kişi kendince A takımını kurdu, seçime girdi ve kazandığı takdirde kulübü yönetmeye soyundu. Herkesin yoğurt yiyişi kendine göredir, eyvallah ama yıllar boyu bizim yoğurt hem ekşidi hem küflendi, eleştirdiğimiz her yönetim de işte o bozuk yoğurdun tatsız kaymağıdır.  Oysa belki de Z’den A’ya kurulmalı iktidar piramidi. Tabanda kulübün nasıl yönetilmesi gerektiğine dair asgari müştereklerde konsensüs sağlansa, hangi kişi ya da ekip bu sese kulaklarını tıkayabilir ki? 

Berbat bir sezon performansına rağmen adı süper kendi güdük ligimizde kümede kaldık ama geçen yıllarda fikren, zihnen, manen küme düştüğümüzü kabullenelim.  Dillerden düşmeyen fabrika ayarlarının ne olduğu üzerinde anlaşamaz hale geldik çünkü bu kulüp kurucu değerlerini, ana hedeflerini, başarı reçetesini yıllardır ve ısrarla inkar ediyor. Galatasaray’ın üretmeden tüketmeye dayalı iş modeli külliyen yanlış, bu gerçek başka bir şey olmasa bile her sene bilançolar marifetiyle yüzümüze vuruluyor ama inkar politikasından vazgeçmiyoruz. 

Bizler bir kişiden insanüstü performans hatta keramet bekliyoruz. Biz bakış açısı, strateji ya da iş planı değil karizmatik liderlik arıyoruz.  İstiyoruz ki kırmızı pelerini hariç her türlü eksik ve kusurdan münezzeh bir kahraman kurtarsın bahtı kara maderini.

Öyle biri YOK, olsa bilirdik ve çoktan seçmiştik.

Yakın geçmişin lider profillerine şöyle bir bakalım dilerseniz.

  • Yıllarca yolu gözlenen eski sporcu muhterem ağabeyimiz denendi, olmadı.
  • Taraftarın sevgilisi büyük sanayici denendi, olmadı.
  • Finans dehası, Euro milyarderi(?) denendi, olmadı.
  • Evvelce kulüp işlerine mesafeli durmuş müteşebbis abimiz denendi, olmadı.
  • Entelektüel halk adamı, eski bürokrat denendi, olmadı.
  • En son vitrini şık, genç ve yakışıklı başkan modeli denendi.  Oluru yoktu ve yine olmadı.

Şimdi sıra kimde ya da isimler fark eder mi?  Başarısız eski başkanlardan ya da “cebimizde şu kadar parayla geliyoruz” diyen yalancılardan medet umulur mu?

Zor oyunu bozarmış, yeni oyunu kurmak için bu yazıyı baştan okumak ve ötesini düşünmek gerek.

Bu kulübü kuran Ali Sami YEN’in 1911 tarihli strateji belgesi ve eylem planından bile geri olduğumuzun mahcubiyetini hissederek düşünmek…

Çıkmaz Sokaktan Kurtulmanın Tek Yolu

Yüreğimizde yatanı ve hep inandığımızı yazalım en baştan: #MayıslarBizimdir.

Eğer Mart ya da Nisan ayında yarıştan zihnen kopmamışsak tabi!

Florya’da işler yolunda gitmediğinde menfi vaziyet derhal sahaya yansır ve Galatasaray ya hızla toparlanıp şampiyonluğa uzanır ya da erkenden havlu atar. Dün akşam (10 Nisan 2021) sahada tel tel dökülen Galatasaray profesyonel futbol takımı, bu sezon süper lige çıkan rakibi F.Karagümrük’e diş geçiremedi.  İstatistiklere baktığınızda üstün olan taraf, iki önemli eksiğine rağmen kırmızı-siyahlılardı.  Ligin ilk yarısında deplasmanda oynanan maçı da kaybettiğini hatırladığımızda, Karagümrük semtine bir sezonda 4 puan armağan etmiş olduk.

Fatih TERİM

Dün akşam iki takım arasındaki müsabakaya atanan hakem Ali Palabıyık maça çıktığında huzursuzdu. Haz etmediği kulübün üç puan almaması için topun yuvarlaklığına güvenemezdi, işini şansa bırakmak istemiyordu ve elinden geleni de ardına koymadı.  Çifte standart artık sıradanlaştığı için giderek alışmaya başladık, artık şaşırmıyoruz bile.  Maçın üzerinden 24 saat geçti, haklı olarak Galatasaraylılar Ali Palabıyık’ı hiç iyi anmıyorlar.

FIFA kokartlı hakem, yardımcı hakemler, onca kamera ve VAR sistemi adaleti sağlamaya yetmiyor çünkü ülkemizde futbol adalet ve eşitlik üzerine değil siyaset ve rant üzerine bina edilmiş.  TFF, MHK, PFDK, Tahkim vs. hiçbirinin umurunda değil ne emek ve alın teri ne de rekabetin çürümesi… Bunu hep hissediyorduk ama özellikle 2010-2011 organize şike sezonunda ispatlı şekilde gördük.  Tüm ahlaksızlar el birliğiyle üfledi ve ateş küllenmeye bırakıldı.  

Müsabakalardan sonra kendilerine uzatılan mikrofonlara skorlara dayalı ilginç demeçler veren Galatasaray Sportif A.Ş. yöneticilerinden dün haber alınamadı. Muhtemelen üzgün ve öfkeliler, bunu tahmin etmek zor değil.

Maçtan bir gün sonra bugün saat 16:22’de resmi sosyal medya hesabından futbolcumuz DeAndre Yedlin’in ayak bileğini kırma girişiminin fotoğrafı eşliğinde “YORUMSUZ” mesajı paylaşıldı. 

Hakikaten sözün bittiği yerdeydik, bunca şeyden sonra yorum yapmaya gerek yoktu.  Yüreği bir türlü soğumayan Galatasaray taraftarının üzüntüsü, hayal kırıklığı devam ediyor.  Çoğu birkaç cümle ile Ali Palabıyık’a düdük astıracak kudrette bir yönetim talep ediyorlar, peki bu beklenti gerçekçi mi?

Korkunç İkili

Bilmeliyiz ki yaşadığımız günler, harcanan fırsatların, yaptığımız hataların ve geçip giden dünlerin eseridir.  Mesela bu sezonun ilk yarısında 2-0 kaybettiğimiz BJK maçının çok tepki çeken hakemi Cüneyt Çakır için bu kulüp 20 Nisan 2014’te resmi web sitesinden aynen şunları yazmıştı:

“..Cüneyt Çakır gibi bir “emir kulu”nu, bu maça atayan TFF, bizim açımızdan dün yaşananların baş sorumlusudur… Camiamız; Galatasaray antipatisini daha önce de defalarca kanıtlamış söz konusu hakeme bundan böyle maçlarında görev verilmesini hiç bir şekilde kabul etmeyecektir.  

Galatasaray Spor Kulübü

Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, aynı hakem daha sonra defalarca maçlarımızı yönetti ve biz yalnız sonuca göre tepki gösterdik.  Yıllar yılı TFF kurullarını ya da sporla ilgili yetki sahiplerini defalarca protesto ettik hatta istifaya çağırdık, kimse koltuğundan kıpırdamadı.

https://www.galatasaray.org/haber/galatasaray-haberleri/galatasaray-spor-kulubu-yonetim-kurulundan-onemli-aciklama/2317

https://www.ntvspor.net/futbol/demiroren-istifa-etmelidir-579e27a1c873cc3eb42570b5

https://www.aa.com.tr/tr/futbol/galatasaray-kulubu-baskani-cengiz-tff-hukuk-musavirliginin-istifasini-bekliyorum/1309335

https://www.galatasaray.org/haber/kulup/tff-istifa/428497

Üstelik bu hikayemizde yalnız futbol topuna yer yok.  Hakem Recep Ankaralı – rakip kulüp yöneticisi Semih Özsoy telefon flörtü sonrası basketbolda şaibeli final serisinin son maçına çıkmadık mesela, adına “17 Haziran duruşu” dedik, arkası getirilemedi.  Bir ara en üst perdeden “Sen kimsin Harun?” diye gürledik, sonra zulüm gibi Hidayet’le muhatap olmak zorunda kaldık.  Yetmedi Recep Ankaralı için “geçmiş olsun” mesajı yayınladık yakın zamanda. 

Eski hakem Recep bey’in sıhhat durumu beni hiç ilgilendirmiyor ama bilinsin isterim ki iki cihanda da davacıyım kendisinden.  Şimdi bu geçmiş olsun mesajını “kendisi TBF’de resmi görevli olduğundan ve erkek basketbol takımının lig sıralamasındaki yerinin hassasiyetine binaen” diye savunanlar çıkabilir, tavsiyem hemen vazgeçsinler!

www.galatasaray.org resmi web sitesi ya da yönetim kurulu üyelerinin senelerdir tekrarlanan demeçlerini şöyle bir hatırlayınız.

Takipçisi olacağız”  

kabul edilemez”   

takipçisiyiz”  

kınıyoruz

vs. defalarca kullanılmış standart kalıplardır.

Sonunda neyi takip edeceğimizi ya da niçin kınadığımızı bile unuttuk dolayısıyla ne durduğumuz yer aynı kaldı ne haklı tepkilerimiz yerini buldu.

Yönetenler değişti, oy verenler değişti, gündem değişti, bir tek kalıtsal amnezi halimiz sabit!  

Bugün sayın kulüp başkanımız ya da bir yönetim kurulu üyemiz TFF’ye ayar verebilir, laf sokabilir, onlarla alay edebilir hatta isterse sülale boyu hakaret de edebilir.  İçimiz soğur birkaç saatliğine, “oh olsun” falan deriz ama sonra yine bellek yitimi bizi esir alır.

Spor basınında sekiz sütuna manşet ya da sosyal medyada #TrendingTopic olacak büyük laflara, sert çıkışlara, süslü aforizmalara artık ihtiyaç yok çünkü popülist tavırların ve büyük sloganların kesin çözüm olmadığı sanırım anlaşıldı.  En azından hafızası iyi olanlar anlamaya başladı diyelim, realist çizgimiz baki kalsın.

Adeta gömülmediği için kokuşan ülke futbolunda orta oyununu bozacak, paradigmayı değiştirecek adımlar tesadüfen atılamaz.  Dayanacağı muhkem güç, arka planında ince bir çalışma ve +/- alternatiflere göre esneklik gerektiren bir strateji gerekiyor.  En basit anlatımıyla bunun üç boyutu var ilk bakışta:

a) Finansal güç ve mali bağımsızlık ya da kimseye eyvallah etmemek  (bilançoyu, borçları, nakit akışını, riskleri uzun uzadıya anlatmadan söylersek “yakın gelecekte mümkün görünmüyor”)

b) Milyonları sokağa döken uluslararası başarılar, başka bir deyişle sahada kazanıp saha dışında tartışılmaz olmak  (abonesi olduğumuz UEFA Şampiyonlar Ligi’ne bir daha ne zaman katılabileceğimiz belirsiz, Avrupa futbolu ile aramız giderek açılıyor yani kısaca “yakın gelecekte mümkün görünmüyor”)

c) Güven ve itibar sermayesini güçlendirmek ya da HAKLI olduğunu kamuoyunun ekseriyetine kabul ettirecek kadar organize olabilmek  (zor ama kestirilebilir gelecekte bence tek ihtimal)

Güven yoksa birliktelik de yok, başarı da yok, bereket de yok.

Zor ama görünür tek ihtimali örneklerle açıklamaya çalışalım:

  • Bize güvenenleri asla boşa düşürmemek, bizi destekleyenlere her platformda müteşekkir kalmak,
  • Taraftara aile ferdi / müşteriye kral / sponsora kraliçe gibi davranmak,
  • Ne yazdığını, ne söylediğini, niçin sustuğunu daima hatırlamak,
  • Her türlü kurumsal temasta samimi, şeffaf ve tutarlı olmak,
  • Palavra sıkmak yerine zor da olsa susmak ama konuştuğunda memleketin dört bir yanında ilgi ve saygı uyandırmak,
  • Haksızlığa uğrayan rakip bile olsa, bundan geçici fayda elde edilmiş olsa bile bunu çekinmeden dile getirmek,
  • Kimseyi küstürmemek namına yapılanların son tahlilde ne İsa’yı ne Musa’yı mutlu etmeyeceğini bilmek,
  • Sığ gündemi reddederek ülkede sporun ulaşamadığı seviyeyi ve hedefe yönelik yapılması gerekenleri sürekli anlatmak,
  • Nitelikli insan / elit sporcu yetiştirip topluma örnek olmak,
  • Tüm sporcuları için kariyer fırsatları sunan saygın işveren olarak algılanmak,
  • Makro düzeyde spor politikalarına yön verenlerin görmezden gelemeyeceği kadar hazırlıklı ve donanımlı olmak,
  • Kazanınca coşkulu / kaybedince mağrur olabilmek,

Sarı-kırmızıyla iftihar eden Galatasaraylı nesiller, Galatasaray’a içten içe imrenen rakipler hayal ederek her güne başlamak…  İstisnasız her gün buna inanmak ve bunun için çalışmak, bu hedefi geciktirecek hatalardan “ecel” gibi kaçınmak!

Pahalı transferler çözüm olmuyor, uçaklar inince dertler bitmiyor, çilekler forma giyince bahar gelmiyor.  Milyarder kulüp başkanının çok şık giyinmesi, Sportif A.Ş. yöneticisinin GS plakalı Maybach’a binmesi, anchorman tadında bir basın sözcüsünün belagatiyle manşetlerden inmemesi bugüne dek hiçbir şeyi kalıcı olarak çözmedi ve çözmeyecek.

Başka türlü bir şey bize gerekli olan…

Cemil Meriç’in sözüdür “yaprak ağaçtan düşünce, rüzgarın oyuncağı olurmuş

Hazan yaprağını andıran futbolun tekrar yeşermek üzere ulu çınara tutunması, özüne dönmesi, “Team Value Management” yaklaşımıyla ve bambaşka hedeflerle yönetilmesi gerekiyor.

Bitirirken yazılı olmayan gerçeği hatırlatalım. 

İlk Kural / Rule Number 1 / La première loi

Seçilerek mesuliyet üstlenenler yalnız kulübün ya da iştiraklerinin değil, bir BÜTÜN olarak GALATASARAY‘ın hepimizden, her birimizden, kişisel kariyer ve hedeflerinden, servetlerinden, korku, heves ya da beklentilerinden daha mühim, daha muteber, daha kıymetli olduğuna inanarak yaşayacaklar, çalışacaklar, mücadele edecekler ya da hep birlikte omuzlayamayacaklarsa bu devasa ağırlığın altına hiç girmeyecekler.

Bu yazıyı sosyal medyada popülist mesajları arka arkaya vererek kulüp başkanı veya yönetim kurulu üyesi olarak seçilmeyi hayal edenlere de elden ele iletirsiniz artık 😊

Muhalefetten ne bekleyelim?

Dünyada üç akım giderek güçlenirken, özgürlükçü demokrasinin hatta insanlığın geleceğini nasıl etkileyeceği tartışılıyor.  Bunlar;

  1. Popülizm ve otoriterleşme
  2. Kutuplaşma (polarizasyon)
  3. Kültürel kodlardan ve köklü değerlerden koparak vasatlaşma (mediokrasi)

Bu üçlüden ilki tamamen bir iktidar alanı daha doğrusu bunalımı. İkinci sıradaki hem iktidarın hem muhalefetin altına odun attığı büyük bir ateş. Üç numara ise iki tarafın da zaman içinde fark etmeden sürüklenebildiği kısırlık hali.

Ne yazık ki Galatasaray bu kötüye gidişten münezzeh korunaklı liman değil ve şaşırtıcı biçimde hızla irtifa kaybediyor. Sportif başarılar, alkışlar, popülarite hiçbiri bu aşınmayı saklayamıyor. Vaziyetten şikayet edip geçmişi hasretle yad edenlerin bu gidişatı tersine çevirmek üzere harekete geçmemesi de başka bir sıkıntı.  Ne iktidarın planları ne diğer cenahtan önerilen çözümler sosyal sermayesi aşınmış, birbirine düşmüş, orta yerinden bölünmüş bir camiada tatbik edilemez.  “Camia” fikri her şeyden önce bir arada olmak, yan yana durmak, karşıt fikirlere saygı duymak ve güven ortamında hayat bulabilir.

İktidarın net sorumluluğu olduğu kadar muhalif kanattan da beklenti sosyolojik ayrışma doğuracak hamleler yapılmamasıdır.  Örneğin yirmili yaşların başındaki parlak gençleri kurşun askerlere dönüştürmeyi umanların, gençlerin üyelik başvurularından başlayarak tüm olan biteni manipüle etmeyi düşünebilmesi ya da üye olduktan sonra bu gençleri emir-komuta zinciri içinde yönetebileceklerine dair bitmeyen yanılgıları en çirkin fitne örnekleri arasında sayılmalı.  Gençler büyüklerine saygıdan ya da yetişemedikleri dönemde olan biteni öğrenmek adına meraktan sizi dinliyor diye çizdiğiniz yörüngede ömür boyu dönen uydular olmazlar.  Olmayacaklar. Dahası kulübün geleceği ve ümidi konumunda, pek çok bakımdan milli servet ayarındaki insan kaynağına “nereye düşmüşüz ya biz” dedirtip bıktırırsanız sonunda kaybeden Galatasaray olur.  Bilsinler ki parmak hesabı yaparak gençleri ömür boyu saflarına kattıklarını düşünenler yarınlarda bizzat o gençlerin neredeyse tamamının parmakla göstereceği olağan şüpheliler haline gelecektir. Akıl, bilgi ve hür irade er geç kazanır çünkü ucuz komploların değil gerçeğin temsilcileridir.

Başka bir itiş kakış alanı da kulüpte fiilen görev yapanlar üzerinden şekillenir. Hepimizin malumu çok yönlü büyük organizasyonlar yalnız seçilmişlerin yarı zamanlı mesaisi ile yönetilemez.  Görünür performansın çoğu atanmışların yani profesyonel emeğin eseridir. Organizasyon hakkında doğrudan söz sahibi olmayan muhalefetin, kulüp içinden bilgi / belge sızdırmaya çalışması, bu uğurda profesyonelleri bir tür casusluk faaliyetine zorlaması kulübe zarar verecektir. Üstelik bugün kulağınıza sufle veren profesyonel yarın sizin aleyhinize pozisyon alabilir hatta yarına kalmadan belki sizi yanıltıp tuzağa çekiyordur.  Dürüstlük ilkesine bağlı çalışan profesyonelleri rahat bırakmak ve işlerini doğru yaptıkları durumlarda takdir ve teşekkürü esirgememek en doğrusudur zira atanmış kadrolar zaten iktidarlar tarafından yeterince hor kullanılmakta ve manen yıpratılmaktadır.

Seçilmiş yönetimler suni gündem yaratarak verdikleri sözü unutturmak ya da kulübün asli faaliyeti konusunda herhangi bir ileri adım atamadıklarını gölgelemek isteyebilirler. Muhalefetten beklenen misyonlardan biri kulübün hafızası olmak olsa gerek… Tutulmayan sözleri, tutturulamayan bütçeleri, elden uçup giden fırsatları hatırlatmanın yanı sıra, kulübün asli faaliyeti olan SPORUN her daim ana gündemde kalmasını garanti altına almak faydalı olacaktır.  Nitelikli insan ve elit sporcu yetiştirmek, spordan değer üretmek, spor üzerine sürdürülebilir gelir modeli kurmak üzerine ilkeleri, dünyadaki başarılı örneklerle giderek açılan mesafemizi bize çalışkan ve takipçi muhalefet hatırlatsa fena mı olur? 

Elinizden tutan mı var, nedir bu camianın önündeki engel?” diye haricen sorulursa maalesef Galatasaray’da iki şey fazlasıyla noksan son yıllarda: Samimiyet ve tutarlılık…  Sırf bu yüzden koskoca ülkeye ilham verebilecekken, kendi aramızda dahi farkındalığı artıramıyoruz. Buna üzüldüğümü belirtmeliyim ama düzeltme yolunu bulamadığımız sürece de üzülmekle kalırız, onu da gayet iyi biliyorum.

Trust Reliability Sincerity Commitment Integrity Consistency

Galatasaray’ın kurumlarında bilfiil hizmet etmek isteyen insanların en büyük endişesi “lekelenmek” daha doğrusu itibar suikastine uğramamak.  Müşkülpesent olmakla nam salmış Galatasaraylılar birbirlerini kıyasıya eleştiriyorlar. Biliriz ki eleştirel bakış açısı olmadan ilerleme olmaz, sağlıklı ve tutarlı eleştiriler iyidir, seçilenleri ve yetki kullananları da zinde tutar ama dedikodu ve kara propaganda insanları bu görevlere talip olmaya hatta bir adım öne çıkmaya dahi çekinir hale getirebiliyor.  

Bugün aklı başında, deneyimli, hayata realist pencereden bakan makul insanlar herhangi bir engelleri olmadığı halde mesuliyete talip olmak yerine “Galatasaraylıyım ama ben o işlerden mümkünse uzak durayım” diyebiliyor.  Nedense her dönem isimleri üzerinde yalancı baharlar açan, kariyerlerinde zirve kovalayan varlıklı iş insanları “ben deli miyim o gayya kuyusuna atlayayım” benzeri cümleler kurarak servetlerinden yana endişe ettiklerini saklamıyor.  Bu işlere soyunanlar ya çekeceği çileyi bilerek gözünü karartmış ya sıranın artık kendisine geldiğine inanmış ya da popüler bir kurumun yönetiminde statü edinerek yükselmeyi gözüne kestirmiş olanlar… Gözünü karartıp bu işe dalan fedakar isimlere elbette şükran borçluyuz, uzaktan bile hoş gelmeyen davulun sesi ile her gün burun buruna kalacaklar. Öte yandan kulübün yıllar içinde peyderpey sürüklenmekte olduğu nokta o kadar karanlık ki, değil gözü kara olmak; en karanlık köşelerde bile soğukkanlı kalıp çözüm odaklı olmak şart! Galatasaray’ı aydınlığa çıkaracak güçlü bir meşale, hedeften şaşmayacak istikrarlı bir pusula lazımsa eğer, bunun somut hali çok yoğun bir emekle hazırlanacak ve üzerine el sıkışıldıktan sonra herkesin adı soyadı gibi sahipleneceği dönüşüm stratejisidir.

Sivil toplum kuruluşlarında yönetmeye talip olanlar açısından ele alırsak bir şeyin yanlışlığını kestirmeden anlatmak kolay, niçin yanlış olduğunu farklı ilgi gruplarının anlayacağı şekilde aktarmak biraz daha zordur.  Yanlışı en ince detayına kadar analiz edip doğru yolu göstermek epey zordur.  İşte bundan ilerisi yani en zoru lazım bize: Tekrar aynı yanlışa düşülmesini engelleyecek ve ilgili konuda doğruları çoğaltacak kişiler, kurullar, kurallar ve değerler bütünü önermek / sahiplenmek.  “Bu noktada tıkanıyoruz” demek isterdim ama biz daha o noktaya pek yaklaşamadık.

Dolayısıyla en iyilerin yer bulabildiği benzersiz La Scala sahnesi yok bizde, daha ziyade podyuma çıkanların puanlandığı ses yarışmasının jürileri gibi Galatasaray seçmeni.  

LA SCALA – Milano / İtalya

Diliyorum bundan sonraki seçimler geleceğe dönük umut ışığını artırır, dedikodu ağını geliştiren değil reel projeleriyle üyelere ulaşan adaylar görürüz.  Üyelere düşen ise mümkün olan en yüksek katılımla seçime iştirak etmek ve oy kullanmaktır.  Kampanya döneminde yuvarlak cümleler, hamasi söylemler, çözümsüz eleştirilerden bıkmış olunduğunu göstermek ve adaylardan talepkar olmak gerekecektir.

Geldik üç makaleden oluşan bu yazı dizisinin sonuna.  Alnı açık dürüst insanların her daim kendilerine sormaları gereken sorular var.

“Kazanırken ne kaybettik?” 

“Kazanırken ne kadar kaybetmeye razıyız?” 

“Başarıya giden her yol mübah olabilir mi?” 

Başarı mutluluğun kadir-i mutlak anahtarı (master key) olamaz. Huzurlu ve mutluysanız, şevkle yaptığınız işten her gün keyif alıyorsanız zaten başarı sizi arar bulur.  Eğer bir parça makul insanlarsanız, siz bir gün seçim kazanmak değil Galatasaray’a layık sürdürülebilir başarılar elde etmek istiyorsunuz.  Dernekler kanuna göre seçilmekten, mazbata alıp fotoğraf çektirmekten, sağa sola kartvizit dağıtmaktan, kamuoyunda iyi kötü tanınmaktan öte hedefleriniz yok ise zaten Galatasaray’ın başına gelmiş geçmiş sıralı felaketlerden biri olarak tarihte yerinizi alırsınız. Küçük hesaplar uğruna sürekli birbirlerinin ayağına basan kifayetsiz muhterislerin, muhkem bir icraat dönemi boyunca muktedir olduğu nerede görülmüş ki?  Kulübün özellikle 21.yüzyılda yaşadığı yıpranma ve kayıplar dikkate alındığında başarısızlık için pek çok zor koşul varit iken, ulaşılabilir başarı için de önce kendinizi iyileştirmiş olduğunuzdan emin olmanız şart…  Aksi takdirde günün birinde sandıklara atılacak zarfların sayılması suretiyle elde edeceğiniz hiçbir şey yok.  Asla da olmayacak. Kamuoyundan alacağınız yoğun tepki, şahsi ve ticari itibarınızın sarsılması, aile hayatınızda ağzınızın tadının kaçmasını saymazsak elbette…

Başladığımız gibi bitsin mini yazı dizisi.

Medice cura te ipsum, önce kendinle yüzleş doktor…

Muhalefet ne yapsın ne yapmasın?

Galileo’ya atfedilen sözü anımsıyor olmalısınız.  “Ölçebildiğin her şeyi ölç, ölçemediğini ölçülebilir hale getir” Yüzyıllar sonra yönetim gurusu (management thinker) Peter F. Drucker benzer bir cümle kurmuştu: “ölçemediğin şeyi geliştiremezsin” 

Kulübün ürettiği ve kamuya açık dağıtıma soktuğu verilerden yola çıkarak farklı rasyolar, karşılaştırmalar, grafikler tasarlarsanız aynı zamanda yeniden “anlam” üretmiş ve bazı insanların zihninde yeni kapılar açmış olursunuz.   Bol satırlı, yüksek sütunlu excel tabloları hakkıyla inceleyip yorumlayan minik azınlıkla yetinmeyeceksiniz.  Kulübün sunduğu veri seti yetersiz geliyorsa, hukuki kısıtlamaları ihlal etmemek kaydıyla daha fazlasının paylaşılmasını talep edeceksiniz. Günümüzün “revaçta” konularından biri “Data Analysis & Data Visualization” ise sizin işiniz de gölgede kalana projektör tutmak olacak.

Kulüp meselelerine uzak duran herkes duyarsız ya da bencil değil, bazıları da gündemin ve tartışmaların sığlığından ve hiçbir rasyonel detay içermemesinden şikayetçi.  İşte muhalefetten beklenti, o kişileri önce tribüne sonra sahaya çekebilme becerisidir.

En kritik tespitleri, gölgede kalan riskleri, olası fırsatların yakın dönem etkisini anlatırken akılda kalan bir terminoloji kullanmak, benzetme ya da örnekleme ile yeni terimler üreterek hatırlanır olmak, karmaşık olanı herkesin aynı şeyi anlayacağı biçimde sadeleştirmek hatta “sizlere vermiş olduğumuz geçici rahatsızlıktan ötürü üzgün değiliz” diyecek kadar aykırı çıkışlar… Niye bunu söyledik çünkü bazı Galatasaraylıların boşvermişliği, ilgisizliği, yalnız saha skorlarına göre övgü düzen ya da öfke püsküren dengesizliği oldukça tehlikeli ve bu ikili delilik hali giderek tatsız bir yere gidiyor.

Muhalefete olabildiğince realist çizgide hareket etmeyi tavsiye ederken, kişilere yönelik eleştirilerin de olabileceğini biliyoruz. Öte yandan kulübü doğrudan ilgilendirmeyen şahsi çekişmeleri Galatasaray üzerinden kişiselleştirmek ya da eleştirilen kişinin karar ve eylemlerini yerden yere vurmak yerine onun görünüşüyle, kişiliğiyle alay etmek saygın bir davranış olmayacağı gibi net olarak faydasızdır da.

Konuların kişiselleştirilmesinden öte magazin detaylara boğulmak, döne döne bu hususları konuşmak da lunaparkta dönme dolaba binip gideceğin yere ulaşmayı beklemek kadar manasızdır.  Bilakis kallavi, riskli, kahredici ama HAKİKİ konuları pas geçmek iktidarların işine gelse de, sorumlu muhalefet anlayışı öncelikleri doğru belirlemek ve kimi zaman iktidarların tetiklediği suni gündemlerin peşinde kaybolmamaktır. 

Galatasaray Spor Kulübünün müktesep hak ve menfaatlerine, görünür gelecekteki açık çıkar ve avantajlarına aykırı pozisyon almak da aynı şekilde yanlış olur.  Dolayısıyla muhalifler eleştirilerini ve mutlaka peşi sıra önerilerini basın yoluyla paylaşabilir ama medya mensuplarına kulüp içinde olan biteni eksik/fazla pazarlayan dedikodu simsarı konumuna düşmemeliler.  Bilhassa spor basınındaki çoğu muhabirin meslek anlayışı nahoş örnekleriyle ortadayken onlarla sıkı fıkı olup iş tutmak akıl kârı olmayacaktır.  Aynı şekilde taraftar gruplarıyla dirsek temasında olmak, onları kulüp içi siyasette ağırlık merkezi olarak konumlaya çalışmak, tribünleri karıştırmak kesinlikle ölümcül hatalardandır.  İktidarlar bu sayılan hatalara çok daha meyilli olup, onları engellemenin yolu aynı oyunda el artırmak değildir.  Biliriz ki iktidar insanı bozar, mutlak iktidar muhakkak çürütür.  Muhalefetin çürümenin parçası olmasından değil, çürümüşlüğü yok etmeye dönük çalışmasından Galatasaray’a fayda sağlanır.

Çürümenin en temel göstergelerinden biri dedikodunun gerçeği tamamen örtecek kadar yoğunlaşması ve kulüpte her 24 saatin post-truth çağının birer karikatürüne dönüşmesidir. Onun lafını buna taşıma, falancanın yazısını diğerine forwardlama ve türlü yöntemle dedikodu çoklayıcısı ya da fitne telgrafhanesi gibi faaliyet gösteren kim olursa olsun, kafa yapısını çözebilmiş değilim. Laf taşıma yoluyla sondaj yapmak bir kişinin özel zevki de olabilir ama “çok sevdiğimiz??” Galatasaray’a zerre faydası olmadığı ortada değil mi? Böyle yapa yapa, insanları orasından burasından çekiştirerek, azı doğru / çoğu yanlış ithamlarla itibarsızlaştırarak gitgide çölleştirmedik mi koca kulübü?   Muhabbet arasında “ah nerede o eski günler, bir kulüp ki her dem muteber, hele o centilmen şık ağabeylerimiz” nostaljisi ama ilk fırsatta her cephede negatif networking faaliyeti?   Herkesin birbirinin arkasından konuştuğu, kuyusunu kazdığı, eline geçirdiği her fırsatta bel altı vurduğu ortamda bir camiadan söz edilebilir mi?  O kulüpte dirlik, düzen, bereket olur mu?  O kurumsal yapı itibarını koruyabilir mi, ayakta kalabilir mi? Muhalefet ya da iktidar hiç fark etmez, dedikodu ehlinin kulüp siyasetindeki uzun erimli hedeflerine de faydası olmaz bu furyanın, kısa vadede zaten tek getirisi bol  miktarda antipati toplamaktır.  

Oysa GALATASARAY beş çayında kek poğaça eşliğinde çekiştirilen komşu ya da koltuğuna göz dikildiğinden altı oyulan iş arkadaşımız değil !!

Devamı “pek yakında” !

Temelsiz Çatı

Kulübümüz başkanlarından Prof. Duygun Yarsuvat’ın “çatı aday” temennisi veya arayışı basına yansıdı.

https://www.milliyet.com.tr/skorer/galeri/galatasarayda-duygun-yarsuvattan-baskan-adayi-aciklamasi-6337725/6

Çatı aday dönem dönem ortaya atılan “ara çözüm ” ya da bir tür “milli mutabakat hükümeti” modelidir. 

Çatı operasyonu temelde şöyle gerçekleşmekte: İktidara heves edenler ya da sıralarının geldiğini düşünenler kendi aralarında oy hesabı yapıp geçici ittifak kuracak, içlerinde en az itiraz edilecek isim tarumar haldeki çatıyı aktarmaya ehil başkan adayı olarak lanse edilecek.  Sonrası gelsin seçim ofisleri, ikramlar, hâzırûn listesine yönelik telefon zinciri, Mektebin koridorlarında seçmen kovalama, Tevfik Fikret salonunda ReReRe RaRaRa 🙂

Buraya kadar sorun yok, en güzel kiremitler onların olsun.

Cazip çatı örneği

Yakın geçmişe dönersek Duygun başkan bir tür çatı adaydı ve öyle seçilmişti. “Eş-dost-ahbap-sen-ben-bizim oğlan” diyerek bol malzemeli etli güvecin pişme süresi kadar zamanda hazırlanan alternatif listenin başına geçmesi rica edildi, o da ricayı kıramadı.  2014 seçimlerinin diğer başkan adayı Sayın Alp Yalman karşısında yarışa geriden başlayıp sandıktan zaferle çıktı. Hakkını da yemeyelim ona seçim kazandıran faktörlerden biri olan sözünü tuttu, yedi ay sonra Mayıs 2015’te seçime gitti. Tekrar aday olmayarak vazifesini tamamlamış adamların huzuruyla makamdan ayrıldı.

Prof. Duygun YARSUVAT

Çatıyı renkli kiremitlerle aktarınca sorunlarımız çözülecek mi, TEMELİ olmayan çatı havada mı duracak, bugünkü yazımızı buna ayırdık.

Önce denenmişin bizi nereye götürdüğüne bakalım.

Mayıs 2015’te Sn. Dursun Özbek başkan seçilmişti.  Sandıkta rakipleri Sn. Turgay Kıran ve Prof.Dr.Ahmet Özdoğan’dı. Sn. Yarsuvat’ın ardından resmen ilan edilmiş yedi aylık net hazırlık süresince yarışa girebilen adaylar bu bildik isimlerdi. Ne kırmızı pelerinli süper başkan ne de Berlin Filarmoni düzeyinde icra yetkinliği olan ekip falan çıkmadı.  

KIRAN – ÖZBEK – ÖZDOĞAN

Ocak 2018’de “erken seçim” yaşadık. Kulüp başkanı Dursun Özbek’in karşısına adaylığı sürpriz sayılabilecek Sayın Mustafa Cengiz çıktı ve kazanmaya muvaffak oldu.

Dursun Özbek – Mustafa Cengiz

Mustafa başkan da “dört ay sonra seçim” vaadini yerine getirdi ve Mayıs 2018’de sandıklar yeniden kuruldu. Ocak 2018’de yarışan iki aday yeniden mindere çıkarken, onlara genç aday Ozan Korkut ve 207 oy alabilen Fatinoğlu listesi eklendi. Hazırlanmak için yine iyi kötü vakit vardı ama herkesin hatırlayacağı üzere yine beyaz atlı prens misali başkan ya da yuvarlak masa şövalyeleri kıvamında yönetim çıkmadı.  Düşünmeden edemiyorum 2014’te deneyimi, dinginliği ve vakur tavrıyla bildiğimiz Sayın Alp Yalman başkan seçilseydi daha az çetrefil bir yola sapar mıydık diye?  Bunu hiç bilemeyeceğiz.

Duygun YARSUVAT & Alp YALMAN

Bildiğimiz ise şudur ki, hayatlarımız yoğun geçiyor, hepimizin pek çok sorumluluğu var.  Dünya hızlı değişiyor peşinden koşsak da çoğu zaman yetişemiyoruz.  Bu hız ve yoğunluk hafızalarımızdan bazı şeylerin erken silinmesine yol açıyor. Kulüp yönetimlerinin de en büyük şansı bu…  Mevcut yönetim tel tel dağılmış görüntüsü verince, hata üstüne hata yapınca, bilhassa parayla pulla çözülemeyecek incelikli konularda ısrarla çuvallayınca üç – beş – on sene önce aynı yollarda arabayı devirenler “wise man” olarak ortaya çıkıyor ve herkes onlara kulak kabartıyor. Fakat hiçbiri “benzer hataları biz de yapmış olabiliriz, bazı sözlerimizi tutamadık, dolayısıyla sizlere karşı biraz mahçubuz sevgili Galatasaraylılar” diye söze başlamıyor. Yazar Milan Kundera’ya hak vermeden yapamıyor insan, ne demişti usta: “İnsanın iktidara karşı mücadelesi, belleğin unutmaya karşı verdiği mücadeledir.”

Bugün elimizde stratejisi olmadığından yolda kalmış, enerjisi tükenmiş ve tıkanmış bir yönetim heyeti var. Tüzük ile kavgalarını Asliye Hukuk Mahkemesi salonlarında sürdürmeye çalışıyorlar ama en geç Mayıs 2021’de sandık yine seçmenin önüne gelecek. Yine bugün Galatasaraylılar arasında kulübün temel sorunlarına dair köklü çözümler için net bir konsensüs olmadığını görüyoruz. Dahası sorunların adını koymakta ya da önem sırasına dizmekte bile hemfikir olunmadığını görüyorum. Eşyanın tabiatı gereği üslup ve görüş farklılıkları kadar tanışma / buluşma olanakları kısıtlanan üyelerin arasında artan sevgisizlik, samimiyetsizlik, çifte standart, maalesef artan fikri kutuplaşma ve muhtelif ön yargıların bu duruma sebep olduğu kanaatindeyim. Bu öyle berbat bir ruh halidir ki, Galatasaray SPOR Kulübünde en az konuşulan / tartışılan konu sporun bizatihi kendisidir. Ortada dönen yalancı gündemler, bu satırların yazarı dahil eminim pek çok Galatasaraylı için giderek artan “yabancılaşma” sebebidir.

İnşaat mühendisliğinden ilhamla, eğer bu statik hesaplar doğru ise gönüllerdeki hiçbir ÇATI yerçekimine karşı duramaz.

Divan kurulu başkanımız Sn. Eşref Hamamcıoğlu da kulübün acilen “fabrika ayarlarına döndürülmesi” ihtiyacını dile getirirken Kulübümüzün çaresiz olmadığının altını çiziyor. 

Eşref HAMAMCIOĞLU

Fabrika ayarlarının, kurucu değerlerin, iyi yönetim ilkelerinin ve henüz tanımsız görünen “çarenin” SOMUT şekilde konuşulması gerekmiyor mu artık?

“İnşaat” alegorisinden devamla, bana göre Galatasaraylıların önlerindeki hedefe inancı ve duygudaşlığı çimentodur.

Cesaret, azim ve kararlılıkları inşaat demiridir.

Aralarına kattıkları her doğru profil, aldıkları her doğru karar tuğladır.

Vizyon, strateji ve bu bağlamda önceliklendirilmiş gerçekçi iş planları yapının temelidir.

Temelden başlamak suretiyle bu malzeme tamamsa ÇATIYI çözmek hiç zor olmayacaktır ama hiçbir “inşaat” çatıdan başlamaz. 

Gün olur da bir seçim kampanyasında hangi adayların kulübe önce “acı reçete” sonra da “sahip çıkılması gereken değerleri koruyarak somut bir dönüşüm planı” sunacağını henüz bilmiyoruz.  Bu zamana dek genelde düşük profilli kampanyalarda bol bol SMS’e, yuvarlak cümlelere, iyimser vaatlere ve bayatlamış söylemlere maruz kaldık. 

Galatasaray’da görev süresini tamamlayabilen son yönetim 2008-2010 arası Sayın Adnan Polat başkanlığındaydı. Dursun Özbek yönetiminden 4 üye istifa ederek ayrılmıştı, mevcut yönetimden de şu ana dek iki kişi ayrıldı.  Görev süresini tamamlayamayan, istifalarla eksilen yönetimler bunlar.  Kağıt üzerinde görevi sürdüğü halde çalışmalara düzenli katılmayanları, bir işin ucundan tutmayıp şeklen duranları saymıyorum bile.  Demek ki kulübümüzde yetkin ve muktedir yürütme gücü tesis etmekte 10 yılı aşkın süredir bir sorun var, çözmek için kafa yormak gerekiyor.  Bugünkü modelde X Y Z bir başkan adayı adını duyduğu, yaşını bildiği, tanıdığı, tanıdığını zannettiği ya da muhtelif dengeleri gözeterek oy potansiyeli olduğuna inandığı 15 kişiyi bir listede alt alta diziyor.

Bugüne dek ekip olarak uzun süre çalışan, bu çalışmalarını camia ile paylaşan yönetim olmadı. Onu da geçtim, seçilmeden önce görev dağılımını ya da kendi çalışma ilkelerini ilan edebilen bile olmadı. Bir dernekte 10 seneyi aşkın süredir yürütme erki sallanan çürük diş gibiyse, orada uzun vadeli hedefler kovalanacağını beklemek iyimserlik olur.  Sözün özü koltuğa oturmaya hevesli insanları asla ulaşamayacakları menzillere inandırma modeli iflas etmiştir. Ne şeyhler uçabiliyor, ne de müritlerin onları uçurmaya nefesi yeter.  Bu devrin kapanması lazım yoksa son 10 yıldır sürekli kat çıkılan çürük bina yerle yeksan olacak.

Dolayısıyla muktedir idare heyetini teşkil etmek üzere ortaklaşa belirlenmiş prensiplere ve önceliklere sahip olmak gerekiyor. Örneğin bu satırların yazarı için öncelik her zaman Kulübümüzün BEKASI, İTİBARI ve BAŞARISIDIR.  Diğer mevzular bu üçlünün çok arkasından gelir.

1- BEKA dersek, devamındaki öncelikler:

1.a) Kurumsal & iktisadi bağımsızlık yolunda atılacak adımlar

1.b) Galatasaraylıların birlikteliğini yani sosyal sermayemizi güçlendirmeye yönelik tavır ve eylemler

1.c) Kişilere bağlı yürütme erki ve şahsi hatalardan kurtulmak üzere iyi yönetim / etkin denetim hedefine dönük yeni ilke ve kurallar

2- İTİBAR

2.a) Liyakat

2.b) Tutarlılık

2.c) Şeffaflık

3- BAŞARI

3.a) Nitelikli insan / elit sporcu yetiştiren kulüp misyonunu devam ettirmek

3.b) Spordan değer üreterek mali hedefleri destekleyecek sürdürülebilir modele geçmek

3.c) Yerel ve global rekabette madalyalar, kupalar, şampiyonluklar…

Bu adımların her birinin alt kırılımlarını ve yapılması gerekenleri kendince sıralayabilenlerin zihninde bir yol haritası, bir hükümet programı, bir stratejik yönetim planı oluşur. Buna uygun isimlerden uyumlu çalışacak bir ekip kurmak ya da aynı istikamette kurulmuş ekip varsa destek olmak sonraki adımdır.

Yeni bir yol bulmak…

Somutlaştırmak adına yalnız yukarıdaki 1.c) şıkkından bazı olası iş adımlarını sıralamak isterim

1.c.I: Tüzük değişikliği ile denetleme, sicil ve disiplin kurulları anahtar liste dışından ve bağımsız seçilecektir. 

1.c.II: Tüzük değişikliği ile derneğin ve şirketlerin mali yılları sportif sezona endekslenerek birleştirilecektir. Böylelikle konsolide mali performansı izlemek kolaylaşacaktır.

1.c.III: Tüzük değişikliği ile görevdeki yönetim kurulu tarafından tek taraflı erken seçim kararı alındığında, Tüzük hükümleri gereği seçim takvimindeki süreler normalin iki katı olacak ve böylelikle baskın seçimle avantaj sağlama ihtimali minimize edilecektir.

1.c.IV: Yıllık muhammen bedeli 50.000 € karşılığı Türk Lirasını aşan tüm ürün ve hizmet alımları için kamuya açık ihale düzenlenecektir. Şartnameler titizlikle hazırlanacak ve teşebbüs hürriyetini aşırı sınırlayacak ölçüde “adrese teslim ihale” algısı yaratılmamasına dikkat edilecektir.  Bu bedelin altındaki alımlar için en az dört farklı tedarikçiden teklif alınmalıdır.  Tedarikçilerin birbiriyle sermaye bağı / alt yüklenici ilişkisi olmaması gözetilecektir.  Mevcut tüm tedarikçiler için scoring çalışması yapılacak, kalitatif beklentilere uygun olmayanlar değiştirilecektir. Bu iş yükünü karşılamak üzere merkezi satın alma departmanı yetersiz ise maaş + sağlanan tasarruf üzerinden performans primi ilkesine göre yeni istihdam yapılacaktır.

1.c.V:  Yeni istihdam edilen profesyoneller kulüp veya bağlı şirketlerdeki görevleri sona ermeden Galatasaray Spor Kulübü Derneğine üyelik başvurusunda bulunamazlar.

Yukarıdakilere benzer taahhütler ile tekrarlayan problemlere basit ama net çözümler getirmek mümkün olabilecektir.

Galatasaray’ın en önemli kadrosu kendilerinden bekleneni verebilirlerse Yönetim Kurulu takımıdır. Bilgili, becerikli, dirayetli insanlardan müteşekkil ve uyumlu çalışacak bir yönetim kurulu tesadüfen oluşmaz.  Bu insanları ancak bir VİZYON doğrultusunda bir araya getirebilirsiniz.  Bu vizyonun “Aslolan Galatasaray“, “her branşta şampiyonluk, “seneye sıfır borç” “eski arkadaşlar değil miyiz” gibisinden mugalata olamayacağı kesindir.  Sorunların ne olduğuna dair konsensüs ve temel yaklaşım konusunda asgari müşterekleri sağlamak umut verici başlangıç olur. Kalan kısmı sabır, özveri ve empati başta olmak üzere ekibin iç dinamikleri belirler.

Elbette bunların üzerine X Factor bir süper başkan bulmak şahane olurdu ama mucize aramıyoruz.  Bu ekibi uyum içinde idare edecek, fikir ayrılıklarını çatışmaya dönüşmeden sonuca bağlayacak ve stratejik plan doğrultusunda takımın aynı taktik tahtasına bakmasını sağlayacak özü sözü bir, dürüst, saygın, camiayı iyi tanıyan ve kurumsal iletişim hedeflerini çiğnemeyecek kadar “az konuşan” bir profil yeterlidir.  Altını çiziyorum, nerede susup nerede konuşacağını bilmesi çok çok önemli!

Yukarıda pek sevdiğimiz “Aslolan Galatasaray” sözünü mugalata kısmına koydum çünkü her kim bunu söylerse akabinde kulübün çıkarlarına aykırı olay ve kayıplar peş peşe geliyor çünkü her kimin diline pelesenk olursa bu motto yapılan hamle ya da korunmak istenen pozisyonun mührü haline geldi.  “Aslolan Galatasaray” dile kolay geliyor ama fiiliyatta samimiyet testinden geçmek zor.  Camiadaki güvensizlik ve şüpheler pek çok ortak ideali kemirecek hale geldi.  Her türlü anlaşmazlık ve çekişmede tüm tarafların haklı olduğu yanlar bulunabilir ama son tahlilde hep Galatasaraylılar üzülüyor ve Galatasaray zarar görüyorsa aslolan egolardır, kişisel hesaplardır.  Bütün dünyada popülizm yükseliyor olsa da, bu köklü kulüpte sloganlara ve duygusal ajitasyona dayanarak koltuk kovalamak ya da iktidarda kalmak gibi lükslerimiz olamaz.  Fazla hamaset eninde sonunda hamâkat getirir.

Galatasaray için kağıt üzerindeki seçenekler azalmışken bunlarla vakit harcayamayız.  Mağrur, Muktedir, Muzaffer ve her daim Muteber kulüp ideali çok çalışmayı, fedakarlıkta bulunmayı, bir adım geride durmayı, şöhret tutkusunu aşmayı gerektiriyor. Denenmişi deneyerek ziyan edecek kaç senemiz daha kalmış olabilir ki??

Elbette “damdaki kedi, çatıdaki aslan, gönüllerdeki başkan, Mayıs’a kadar X abi” türü siyasi hamlelerin hemen ortadan kalkmasını bekleyecek kadar iyimser değilim.  Camiada yaşadıklarımızdan ders alan ve akıllanan insan sayısı korkarım ki pek fazla değil o yüzden son sözü bizden çok daha zeki birine bıraktım:

Futbol üzerinden bir kulübün yakın geleceğini planlamak

Profesyonel futbolda 2019-2020 sezonu sona erdi. Mayıslarda kupa hasadı yapmaya alışık sarı-kırmızılılar, bu temmuz ayında beklediklerini bulamadılar.

Galatasaray  kurduğu kağıt üzerinde pırıltılı kadroya rağmen ligi altıncı sırada tamamladı. Bu başarısızlığın adil oyunun ilkeleri ile uyuşmayan ve kulübümüz dışında oluşmuş sebepleri de var. Hiç saklamadan, göstere göstere belli ettiler ki “üç yıl üst üste şampiyon GALATASARAY” istenmedi. Hakemlerin “hata” ile geçiştirilemeyecek kararları ile ters yüz olduk. Dünyayı alt üst eden salgın sonrası yeniden başlayan ligde Muslera ve Andone sakatlıkları, gol umudu superstar Falcao’nun çölde seraba dönüşmesi, kart cezaları, takımın lige verilen zorunlu arada hiç çalışmamış gibi sahada yetersiz performans vermesi, Sayın Mustafa Cengiz’in yaşadığı bir dizi sağlık sorunu nedeniyle yönetimin dağılması ya da dışarıya dağınık görüntü vermesi de eklenince hani neredeyse Mart ayında %100 garanti gördüğümüz Şampiyonlar Ligi bileti yandı.  Bu vesileyle sayın başkana bir kez daha geçmiş olsun dileklerimizi iletelim, en kısa zamanda mücadele ettiği menhus hastalığı yenmesini diliyoruz.

Her sezonu zirvede tamamlama beklentisi futbolun ruhuna aykırı olsa da, Galatasaray bir kez daha ligi zirvede bitirmeliydi çünkü UEFA Şampiyonlar Ligi gelirine ihtiyacımız var.  Son yıllarda UEFA CL müsabakalarında başarılı olamıyoruz, gruptan çıkmak şöyle dursun çok az puan topluyoruz, ağır yenilgiler de alıyoruz ama 35-40 milyon Euro gelir garantisi hem kâr-zarar hesaplarına hem de kadro maliyetindeki döviz riskine karşı altın anahtar gibiydi. Şimdi denizler ortasında yelkensiz kalma riskini almış durumdayız.

Madem hayat devam ediyor, 2020-21 sezonunu doğru planlamak şart! http://ilkercanalp.com/2017/05/17/galatasaray-model-quick-checklist-for-football-management/ (Üç yıl önce kaleme alındığı halde henüz geçerliliğini yitirmemiş bir futbol yazısı)

Bu planı yaparken de gelenekselleşmiş yönetim zaaflarını, popülizm sancılarını, rating kaygılarını, herkesin gönlünü hoş etme heveslerini bir kenara bırakmak durumundayız. Gayet köşeli, tavizsiz ve bir ustura kadar net ve keskin olmaktır futbolda hiç denenmemiş yönetim modeli! Bu bir tercih de değil üstelik, satranç masasında fazla hamle şansı kalmadı. Aynı oyun anlayışıyla mat olacağımız ve masadan kalkmak zorunda kalacağımız bir sır değil..

Tümdengelim metodunu benimseyip önce takımın maaş bütçesine bakalım. Bugün vergi hariç 55 milyon Euro civarı olan maaş bütçesinin bu yaz maksimum 35 milyon Euro’ya çekilmesi gerekiyor. Bu rakama garanti ücretler, maç başı primleri dahil ancak vergiler hariçtir.  Bu keskin düşüşün mücbir sebepleri şöyle:

  1. Başarıya endeksli Euro bazında gelirden mahrum kalınması
  2. UEFA FFP çerçevesinde yapılan settlement agreement gereği önümüzdeki sezon 1 Euro bile zarar etme lüksü olmaması
  3. Kamu bankalarıyla yapılan kaçınılmaz kredi yapılandırma anlaşmasının dönemsel faiz yükünün ödenme mecburiyeti
  4. Coronavirus nedeniyle spor sektöründeki mali kayıplar, ülke genelinde istihdamda daralma, bireysel satın alma gücünün azalışı ve alternatif gelir modellerinin zora girmesi

UEFA’nın kulüplerin mali performanslarını izlerken kontrol parametrelerinden biri takım bütçesi / toplam gelir rasyosu ve burada kulüplerin %70’i geçmemesi isteniyor (UEFA Club Licensing and Financial Fair Play Regulations-Article 62

Finansal denge konusunda örnek durumdaki Bundesliga kulüplerinde bu oran %50 – %55 aralığında.. Bizim Almanları da geçip, olağanüstü bir dirayetle %40-45 aralığını hedef almamız gerek. Bilançoları sportif başarı beklentisinden arındırılmış şekilde sürekli kâr eder durumda tutmak yegane hedeftir. Alman ya da İngiliz kulüplerinde olmayan “yıllık gelire oranla büyük borç yükünü” çevirebilmenin görünür gelecekte başka çaresi yoktur. Yazımızın konusu olmadığı için taşınmazların değerlendirilmesine, sermaye artışına, negatif öz kaynak açmazındaki şirketlerin alması elzem diğer tedbirlere burada değinilmeyecektir.

Takım bütçesini düşürürken sportif başarı hedefinden vazgeçilemeyeceğine göre birkaç topu aynı anda düşürmeden çeviren jonglör gibi becerikli olmak da şart.  Üstelik bu beceriyi önce Sportif A.Ş. yönetim kurulu sonra da Fatih TERİM hocamızın birlikte sergilemesi gerekiyor.

İlk adım mevcut kadroda yolların ayrılacağı oyuncular sayesinde maaş bütçesinde açılacak yeri hesaplamaktır.  Geride bıraktığımız sezon başlangıcını kerteriz alarak 31 Mayıs 2020’de sözleşmesi biten oyuncularımızı sıralayalım: Selçuk İNAN, Ryan DONK, Yuto NAGATOMO, MARIANO, NZONZI, SERI, Emre MOR, Florin ANDONE, Henry ONYEKURU ve LEMINA

Kiralık oyuncular Nzonzi ve Emre Mor ile yollar çok önce ayrıldı. Kaptan Selçuk İnan futbolu bıraktı. Mariano ve Nagatomo duygusal biçimde veda ettiler.  Kiralık Onyekuru’yu Monaco ligimiz tamamlanmadan çağırdı, gözü arkada, gönlü Florya’da kalsa da gitmek zorunda kaldı. Kiralık Andone iki ağır sakatlık sonucu bizde kalmaz. kiralık Lemina veda etti, kiralık Jean Michael Seri ile de devam edilmeyebilir. Kısıtlı gelir ve UEFA sınırlamaları nedeniyle takımımızın bol kiracılı eski bir apartmanı andırdığını bir kez daha vurgulayalım.

Görünen o ki yalnızca Ryan DONK ile kontrat uzatacağız. Bu durumda orta sahamız yok olmuştur, acil olarak bek ihtiyacımız vardır.  Öte yandan DONK hariç bu 9 ismin ayrılmasıyla maaş bütçesinde 16 milyon Euro’yu aşan bir boşluk oluşmuştur. Doğru planlamayla bu durum bir fırsat penceresi olarak görülebilir.

İkinci adım eksilen oyuncuların ikamesi için transfer bütçesi yaratmak çünkü UEFA FFP settlement agreement gereği elde ettiğimiz bonservis geliri kadar oyuncu satın alabiliriz. Burada satılabilecek çok az oyuncumuz olduğunu görüyoruz yani kiralık oyuncuların fazla olduğu ve biraz da yaşlı kadronun maaş yüküyle denk olmayan düşük bir global piyasa değerlemesi söz konusu.  Mutlaka satılması gereken birinci isim sporculuk karakteri gelişmemiş “problem çocuk” Younes Belhanda. En başta alınması doğru bir seçim değildi, Faslının kontratı da bir acayip, umarım bu yaz kendisiyle vedalaşmayı başaracağız.  Savunmanın merkezindeki Marcao-Luyindama ikilisine talip çıkması mümkün ancak bu ikiliyi bozarsak bir de sağlam stoper bulmak gerekecektir.  Global piyasasi olabilecek bir de Feghouli var.  Cezayirli Soso formda olup sahaya aklını verdiğinde pek çok kritik maçın kader oyuncusu olabiliyor ama 3.850.000 Euro net maaşıyla 35 milyon € toplam bütçeli takım idealinin de dışında kalmakta.

Yere düşürmeden çevirmek zorunda olduğumuz üçüncü top TFF’nin “yerli ve milli” icadı yabancı futbolcu sınırlaması.  TFF önümüzdeki sezon 14 yabancı ile sözleşme yapmayı serbest bırakıyor ama sahada en fazla 8 yabancı olabileceğini de dayatıyor.  2021-2022 sezonunda 12 yabancı (yedisi sahada), 2022-2023 sezonunda 10 yabancı (altısı sahada) diye de sınırlama sıkılaştırılmış.  (Not: Bu yazının kaleme alınmasından bir gün sonra TFF yabancı sınırlamasının uygulamasını bir sezon erteleyerek 2021-2022’ye bıraktı. Mevcut uygulama bir yıl daha geçerli olacak)

Dördüncü parametre takımın dinamizmini ve piyasa elastikiyetini artırmak için takımın yaş ortalamasının düşürülmesi, sahada veteranlar karması görüntüsü kimseyi memnun etmez.  Bu sezon başında Galatasaray’ın 11 yabancılı ideal 11’nin yaş ortalaması 31’e yaklaşıyordu!  Oysa diri, mücadeleci, topa sert, birbirine bağlı ve hedef odaklı bir takım lazım bize ve bu lige… Bir zamanlar “ne pahasına olursa olsun” diyerek bir araya getirilen yıldızlar karması kadroları artık finanse edemeyiz, performansı şöhretinin çok gerisinde eski tüfeklere ve papazlara zaten tahammül edemeyiz. Bu sezon 18 kişilik dar rotasyona mülkiyeti kulübümüzde olmak kaydıyla 23 yaş ve altı iki oyuncuyu da mutlaka monte etmeliyiz.

Beşinci yakar top futbola bağlı gelirlerimizin kaynak para birimi Türk Lirasının sürekli değer kaybetmesi ve yürürlükteki güncel düzenlemeye göre yeni transferlere gelen %40 vergi yükü.  Yeni alınacak 1 milyon Euro net maaşlı bir oyuncunun kulübe brüt maliyeti, %20 stopaj + %20 gelir vergisi üzerinden 1,66 milyon Euro’ya yükseliyor.  Türkiye’de oyuncular gelir vergisi ödemediği için %20’yi futbolcuya yansıtmak da kısa vadede mümkün görünmemekte.  Üstelik devlet de tam ve zamanında ödenen stopajın amatör branşlarda kullanılmak üzere kulüplere iadesi uygulamasını sona erdirdi.  Kazancın dibe vurduğu sezonda yeni vergi uygulaması büyük bir kambur olmaya namzet.

Yukarıdaki maliyet planlamasında biten sezona Florya’da  başlamış ama Galatasaray’dan ayrılan dokuz oyuncu için 16 milyon Euro’yu aşan bir maaş bütçesi açığa çıkmıştı.  Kaçınılmaz olarak pek çok yeni oyuncu alarak yepyeni bir takım omurgası oluşturacaksak ve toplam maaş bütçesini 35 milyon € olarak hedefliyorsak kadronun en pahalı oyuncularına da kement atmak durumdayız.

Bonservis geliri de elde edeceğimiz düşünüldüğünde muhakkak satmamız gereken Younès Belhanda yeni kulübüyle imza attığında maaş bütçemizden 3,35 milyon Euro daha düşeriz. Ajax’a kiralık gönderdiğimiz ama geri dönecek 1986 doğumlu Ryan Babel’i başka bir kulübe gönderebilirsek 2,5 milyon Euro daha tasarruf etme ihtimali doğabilir.  Mevcut kadromuzda Sofiane Feghouli yıllık net 3,85 milyon Euro ile en yüksek ikinci maaşa sahip ama iyi bir bonservis geliri elde edilemeyecekse risk alıp Soso’yu kadroda tutmak da ihtimaller arasında. Belhanda’yı satmak kadar büyük bir önceliğimiz de, mutlu olacağı bir ligde talibini bulup (muhtemelen USA-MLS) sansasyonel Radamel FALCAO kontratından çıkmaktır.

Falcao – Belhanda – Feghouli

Sanal alemde histeri krizleri yaratan, futbolla ilgili olmayan sahte celebrity figürlerin bile diline doladığı, taraftarın yolunu gözlediği, binlerce insan tarafından havalimanında karşılanan, stadyumda özel imza töreniyle lanse edilen büyük yıldız EL TIGRE maalesef sahada bekleneni veremedi. “Şampiyonlar Liginde iki maç kazandırsa maaşını çıkarır” diyenler hatırlar mı bilmem ama kendisine çok umut bağlanan altı maçın üçünü kaçırdı. Oynayabildiği üç maçta kaleye isabetli şut dahi atmaya muvaffak olamadı.  Trabzonspor ve Başakşehir ile oynanan dört maçın hiçbirinde sahada değildi. Aşil tendon / diz / baldır derken 45 dakikadan fazla süre alabildiği lig maçlarının sayısı 13! Sözün özü, Falcao kendisinden büyük beklentisi olmayanları haklı çıkardı ve “Futbolda Popülizmin İflası” nın sembol isimlerinden birine dönüştü. 

http://ilkercanalp.com/2019/09/04/en-uzun-transfer-mevsimi-el-tigre/  (İstanbul’a ilk geldiğinde Falcao ve Galatasaray hakkında bir futbol yazısı)

2 Eylül 2019 tarihli KAP bildirimine göre FALCAO Galatasaray’dan yıllık net 5 milyon Euro maaş alıyor.  KAP bildiriminde başka detay yok ve sezonluk maliyetinin 6,5 ila 8 milyon Euro arası olduğuna dair pek çok spekülasyon çıkmasına rağmen kulüp detayları açıklamadı.  Radamel FALCAO’nun parçalı forma giyeceği resmen açıklandığında (02/09/2019) 1 Euro = 6,38 TL idi. Bu yazının kaleme alındığı 28 Temmuz 2020’de 1 Euro 8,20 TL’ye kadar yükseldi. İmza tarihinden bugüne dek Falcao’nun çıplak, net, vergisiz maaşındaki yalnızca kur farkı 9.100.000 TL ediyor! Daha dün imzaladığımız Sixty & Magdeburger sponsorluk anlaşmasının neredeyse 1/3’ü tek kontratın 11 aylık kur farkına gitmiş vaziyette! UEFA CL gelirinin olmadığı, yayıncı kuruluşun taahhütlerinden yan çizerek sürekli kesintiye gittiği, yeni sezon için kombine satılması mümkün görünmeyen, yüz binlerce insanın işsiz kaldığı ve herkesin alım gücünün düştüğü dönemde FALCAO bu maliyet yüküyle bizimle kalamaz. Kemer sıkıp takım bütçesini küçültmek durumunda olan Galatasaray’da böyle pahalı bir futbolcunun yer alması gerçekçi değil…  Bu yıl ligde attığı 10 gol ve kupada Tuzlaspor’a attığı gol karşılığında bu seviyede ücret ödeyemeyiz, “Seneye 25-30 gol atar belki” diye adak adayacak halimiz de yok.

Sonuçta Belhanda+Babel+Falcao üçlüsüyle yollar ayrılırsa minimum 11 milyon Euro daha bütçede rahatlama mümkün olur.  Sofiane Feghouli ise elde edilmesi muhtemel bonservis bedeline göre ayrıca değerlendirilmelidir ancak salt garanti maaş olarak düşünürsek yeni maliyet platosunda sırıtan bir kalem olarak durmaktadır.

Sahada sekiz yabancı sınırı, ilk 11’de üç pozisyonun T.C. pasaportlu futbolcular tarafından doldurulacağı anlamına geliyor.  Karmaşayı azaltmak için üç pozisyon seçip, yedeklerini de Türk oyunculardan seçenler sezon içinde rahat ederler. Örneğin stoper, sol bek, ve sağ açığı Türk olan bir kulüp, yedeklerini de Türk olarak takımına katmayı başarırsa ceza ve sakatlık durumlarında daha az panik yaşayabilir. Ya da birkaç farklı pozisyonda oynayabilecek, çok yönlü (versatile) Türk oyuncu bulmak gerekir ki, o daha zor görünmekte. 

Sahada yalnız 8 yabancı yer alabileceğine göre, 14 yabancı ile sözleşme imzalayarak altı ismi tribüne oturtmak israfa girer. 2020-21 sezonunda Galatasaray’ın kadrosunda 10 en fazla 11 sözleşmeli yabancı bulundurması makul olacaktır. Güzel oyunun ruhuna aykırı bu saçma sınırlama ve kuralların kaldırılması için de kulüp tüm imkanlarıyla kulis yapmalı ve kamuoyu yaratmalıdır.  Elbette vergi cenneti tropik adaların vatandaşlık dağıtması misali, 250.000 Euro bedelli taşınmaz tapusu eşliğinde resmi makamlara başvurup T.C. pasaportu alacak yabancıları oynatma imkanı da zorlanabilir!!

Mevcut yabancı oyuncu kontratlarına bakacak olursak MUSLERA-DONK-LINNES-MARCAO-LUYINDAMA-SEKIDIKA-SARACCHI-FEGHOULI ile Florya’dan uzaktaki DIAGNE? ve RYAN BABEL? On yabancı oyuncumuz kaldıysa, kontenjana göre dört oyuncu almak teorik olarak mümkün. Anlamsız israfı önlemek adına, yukarıda tarif edildiği gibi en fazla bir yeni yabancı oyuncuyla daha sözleşme yapılması önerilir ama yerli piyasası ve takım formasyonu açısından bu imkansız görünüyor.  Galatasaray seviyesinden epey uzak olan Sekidika’nın kiralanması durumda rakam iki, sahadan ziyade sosyal medyada etkili Pinky Pie Babel’den kurtulmayı başarırsak yeni yabancı transfer sayısı üç olur.  Burada kritik isim Mbaye DIAGNE.. Disiplin anlayışı ve profesyonel yaklaşımı sporcu olmaya uygun değilken, bu arızalı karakteri başka kulübe satabilir miyiz yoksa Fatih TERİM’den psikiyatri uzmanı gibi Senegalliyi yola getirmesini mi bekleyeceğiz? DIAGNE için Kasımpaşa’ya 13,5 milyon Euro tutarında bir bonservis ödemiştik, yatırım verimliliği adına da bu karar kritik.  Hatırlamamak olmaz, Kasımpaşa oyuncuyu Çin’den bedavaya almıştı! Diagne’den bağımsız yaratılacak transfer bütçesi yetmezse yine kaçınılmaz olarak bonservisi elinde olan ya da kiralık oyuncular ön planda olacaktır.

Mbaye Diagne

Ne yazık ki profesyonel futbol takımımızda Türk oyuncular açısından daha sıkıntılı durumdayız. Şu anda ilk 11’de yer alacak ya da ilk 11’i zorlayacak görünürde 5 oyuncumuz var. Emre AKBABA, Ömer BAYRAM, Adem BÜYÜK, Taylan ANTALYALI ve Sivasspor’dan yeni transfer Emre KILINÇ… Şener Özbayraklı, Jimmy Durmaz, Ahmet Çalık kadroda ritmi tutturamadılar ve muhtemelen bu isimlerle yollar ayrılabilir. Kayserispor’a kiralık giden Emre Taşdemir’in son durumunu bilemiyoruz.  Florya’da yetişen Emin BAYRAM, Atalay BABACAN, Yunus AKGÜN gibi isimler ise “birer umut” olmayı halen sürdürüyorlar.  Dolayısıyla 4-5 de Türk oyuncu transfer etmek gerekecek.  Bu Türk oyuncular için birkaç “ön şart” belirlersek seçenekler işin başında netleşir, başımız daha az ağrır kanaatindeyim

  1. Tercihen 30 yaş üstü oyuncularla ilgilenilmemelidir
  2. 2018-19 ve 2019-20 sezonlarındaki performans sürekliliği olan oyunculara öncelik verilmelidir
  3. Maç istatistikleri, sakatlık ve ceza durumu gibi detaylar ortada olsa da oyuncunun son durumu, alışkanlıkları, sporcu karakteri ve psikolojik direnç düzeyi farklı kaynaklardan özenle soruşturulmalıdır
  4. Aktif spordan kopmuş, bireysel fitness yapan, bir zamanlar kariyeri parlak eski oyuncular için rehabilitasyon merkezi olamayız
  5. Galatasaray’da daha önce forma giymiş ve ayrılmış oyuncuların kulübümüz hakkındaki his ve düşüncelerini iyi tartmalıyız.  Bizden nahoş şeklinde ayrılmış, Florya’yı kürkçü dükkanı olarak gören isimler bu yaz oluşacak yeni kadronun da havasını bozmaya yetecektir
  6. Futbol ailesinin ya da magazin dünyasının enfekte figürleriyle içli dışlı olan, düzensiz hayat / agresyon / kriminal vaka gibi pürüzleri olanlardan itinayla uzak durmalıyız
  7. Galatasaray’ı kariyer fırsatı ya da Avrupa’nın beş büyük ligi için basamak görecek futbolcular aramalıyız. Bizi emeklilik öncesi son durak ya da aile düzenini bozmamak adına İstanbul’da yeni adres olarak görenlerden hayır gelmez
  8. Türk oyuncularla TL kontrat yapacağız, beğenmeyene kariyerinde başarılar dileyip masadan kalkacağız.

Takım kimyası ve total performans anlamında en büyük güvencemiz yine Fatih TERİM… 2020-21 sezonu için en büyük dayanağımız da Fatih TERİM…  Yalnızca kazandığı başarılar, kaldırdığı kupalar ve bize kattıkları değil konu… Hocamız 1 Kasım 2019’da maç sonu basın toplantısında şunu söylemişti:

“Transfer yaparken oyuncuların geçmişine harcama yapıyoruz halbuki geleceğine harcama yapmamız gerekir”

İşte bu cümle yaz mevsiminin parolası olmalı. Elbette bu cümlenin şöhretli yabancı futbolculara yönelik sarf edildiğini düşünmek mümkün ama hocanın futbolcuyu pasaportuna göre değil karakterine / yeteneğine / aidiyetine göre tasnif ettiğinin de şahidiyiz.   Bu cümlenin TFF’nin yabancı sınırı saçmalığından önce dile getirildiği ve yerli piyasasındaki darboğaz nedeniyle artık geçerli olmayabileceği öne sürülebilir ama TFF’nin oyunun ruhuna aykırı kararı asla sürpriz olmasa gerek?  Futbolun her zerresine nüfuz etmiş merkez siyasetin bıkkınlık veren “yerli ve milli söylemi” varken, ta şike döneminde “gerekirse hep birlikte birkaç yıl Avrupa’ya gitmeyiverelim” çıkışları yok muydu? R.Tayyip Erdoğan stadyumlardaki ARENA isminin Türkçe olmamasından bahisle değiştirilmesini isterken daha resmi bildirim gelmeden tesislerinin adını değiştirmek için yarışan kulüpleri unuttuk mu?  Galatasaray sahaya 11 yabancıyla çıktığında “İstiklal marşını söyleyecek adam yok” diyen saray şeytanlarını hatırlıyor olmalıyız.  “Yurt dışına döviz gidiyor, Milli Takım zora düşüyor, bizim çocuklarımız süre alamıyor” söylemleri bilinirken TFF’nin son kararı kesinlikle sürpriz değildir. Futbol alemini yakından izleyen kimse için şok yaratmaz ya da yapılmış hazır planları çöpe atma mazereti sayılamaz. PLAN dediğiniz, olumlu ve olumsuz senaryolara intibak becerinizi test etme süreçleri değil midir zaten?

Bu yaz mevsiminin parolasını Kasım 2019’da belirleyen hocamız mutlu ve huzurluysa “başarı garantili teknik direktör” olarak meslektaşlarından ayrılır ama işte huzursuzsa, kafası dağınıksa, uğraşmaması gereken işler önüne dosya olarak gidiyorsa sonunda tüm Galatasaraylılar üzülüyor.  Mevcut yönetimin siyasi ömrü üzerine tahmin yürütmek kolay değil lakin görevde kaldıkları süre boyunca Fatih hocaya arzuladığı çalışma koşullarını azami sağlamak durumundalar.  Hoca ile kaderlerini birleştirdiler, bu yoldan dönüş yok!  Hocanın her istediği futbolcuyu alamazlar ama hocanın asla istemediği isimleri de Florya’ya sokmamalılar. 

Fatih TERİM Galatasaraylıları hep uzak ufuklara ve büyük hayallere özendirse de, aslında gayet realist biri. Mealen:  “Hocam bütçe bu, kurallar malum, bizim düşüncelerimiz ve beklentilerimiz şudur, senin Florya mutfağında bu malzemeyle en iyi yemeği yapacağına inanıyoruz. Sen de bize sezona dair talep ve beklentilerini söyle ki lazım olan hazırlığı yapalım, elden gelen tedbirleri alalım” denecek, fazlasına gerek yok. Mutlaka samimi olunmalı, iletişimde aracı kullanmamalı, dedikoduculara kulak asmamalı. Futbolun duayeni Galatasaraylı hocayı bir şekilde “hoş” tutmalı Sportif A.Ş. yöneticileri.  Başka çareleri yok ama bunun farkında olduklarından tam emin değilim?

Rekabet açısından yukarıdaki zorlu koşullar Fenerbahçe ve Beşiktaş için de aynen hatta fazlasıyla geçerli..  Trabzonspor düşük maliyetli kadrosunu muhafaza ettiği ve stoper tandemini istikrarlı hale getirdiği takdirde yeşil sahada daha avantajlı görünse de kör göze parmak yönetim zaafları ve teknik adam sorunu nedeniyle yine tökezleyebilir.  Çöpsüz üzüm tadındaki Başakşehir ise siyasi iktidarın ve kerameti kendinden menkul gelir kaynaklarının sayesinde lig yarışına “pole position” olarak başlar.

Biz ise her koyunun kendi bacağından asılacağı varsayımıyla sezon başında seçeceğimiz doğrulara uygun planlı hareket etmeliyiz. Sanal kalabalıkların asla tatmin olmayacak hırs ve arzularına ya da medya rüzgarına kapılırsak eldeki plandan sapar, bildiğimizi de unuturuz. Ayrıca bazı koyunlar uçurumdan aşağı atlıyor ya da kasabın bıçağını yalıyor diye o çürükler familyasına yakın durmak zorunda da değiliz.

Futbolun aktörleri değişmedikçe önümüzdeki sezon yine “ZORLU” olacak ama Galatasaray’ın olduğu her yerde UMUDA daima yer vardır. Yeter ki yapacağımız plana sadakat ve işler ters giderken temel stratejiden sapmayacak dirayetimiz olsun…

Jupp DERWALL

En uzun transfer mevsimi: EL TIGRE

Futbola dair en sevmediğim dönem olan transfer mevsimi bu yaz hakikaten bıkkınlık verdi. Her yıl hafızayı sıfırlayarak şımaran insanların sayısı artıyor ya da sosyal medya sayesinde daha görünür hale geliyorlar. Transferde çalım atıldığını, Temmuz ayında şampiyon olunduğunu, KAP bildirimiyle kupa alındığını düşünenlere tahammül etmeye çalışan tüm sporseverlere “geçmiş olsun” derken bu histerik dönemin bittiğine memnunum, çok şükür..

Muhtelif sınıflamalara tabi tutmak mümkün olsa da futbolda esasen iki tip transfer olduğu kanaatindeyim. İlkinde uzun süre takip edilerek seçilen oyuncunun potansiyeline ve geleceğine yatırım yapılır. Her seçim doğru olamayacağına göre risklidir ama getirisi de büyüktür. İkinci tip transferlerde ise oyuncunun kariyerine ve geçmişine bakarak yüksek maliyet üstlenilir. Çoğu zaman ortada bir yatırım olmamasına rağmen yine risklidir ancak sağladığı rating yüksektir.

Genelde ülkemizde spor gazetelerinde sürmanşet olacak, TV kanallarında daha fazla yer alacak, kulüp yöneticilerinin bol bol fotoğraf çektirebileceği, endüstriyel seyircinin sosyal medyada rakip kulüplerin taraftarlarına yaratıcı laf sokma denemeleri yapmasına vesile olacak “ikinci tip” transferler tercih ediliyor.  Kabaca son 10 yıla baktığımızda kulüplerin mali açıdan neden batık olduğunu ve yaz aylarında taraftarın hararetini yükselten ikinci tip transferlerin bizi ancak üçüncü sınıf futbol ülkesi yapabildiğini sadece transfere olan yaklaşıma bakarak dahi yorumlamak mümkün. 

UEFA ile yapılan çok sıkı yapılandırma anlaşması ile yıllardır süren kıt kaynaklarla büyük beklentileri yönetme cenderesi arasında sıkışan Galatasaray Sportif A.Ş. yönetimi bu yaz dönemi aslında gayet iyi iş çıkardı. Giden oyuncuların tamamı vadesini doldurmuş isimlerdi (Maliyeti nedeniyle kadroda tutamadığımız Henry Onyekuru gibi isimler hariçtir). Hatta keşke A takımda süre alamayacak birkaç genç oyuncumuzu daha düzenli oynayabilecekleri düzgün kulüplere kiralayabilseydik. Kalanlardan bir tek Selçuk İnan’a verilen 4.000.000 TL garantili bir yıllık kontratı anlamak zor. Kaptanı seviyoruz, geçmişte bize büyük hizmeti oldu ama son üç yıllık performansına bakınca sözleşme uzatımı maliyet / performans dengesi açısından hiç makul değil. Yeni gelenlerden Şener Özbayraklı’nın yabancı sınırlaması ihtimaline karşı tedbiren alındığını, futbol oyun geometrisini tam anlamadığını düşündüğüm Emre Mor’un da zihnen rehabilite edilebileceği umuduyla Florya’ya getirildiğini düşünüyorum.  Diğer oyuncuların hem umulan fayda hem de üstlenilen maliyet açısından sınıfı geçtiğini söyleyebiliriz.  Sahadaki performanslarının da bu başarıyı devam ettirmesini diliyoruz.  Sui misal emsal olmayacağı için, geçmiş yıllardaki transfer faciaları ile karşılaştırmadan emeği geçenlere de teşekkür edelim

Şimdi geldik fantastik bir serüvene dönüşen Radamel Falcao García Zárate transferine…

Her futbol takımı iyi bir santrfora ihtiyaç duyar. Hele ki günümüz futbolunda topun saha içindeki dolaşım hızının artması, oyuncuların yükselen fiziksel kapasitesi sonucu savunma önlemlerinin sıkılaşması sonucu az sayıdaki pozisyonda çerçeveyi bulan becerikli santrfor daha kıymetlidir.  Seyredenler hemen hatırlayacaktır, eskiden single malt whisky kıvamında damıtılmış golcüler vardı. Oyun içinde az görünen ama topu bir şekilde çerçeveye gönderen mahir ve kurnaz tilkiler.  Tanju Çolak, Mario Jardel, Romario, Gary Lineker, Hugo Sánchez gibi örnekler aklıma geliyor. Modern futbol tek vuruş becerisi olan ya da altı pası karıştıran golcülerden daha fazlasını istiyor artık.  Mümkünse savunmanın ileri karakolu gibi hücum pres yapsın, iri kıyım stoperlerle boğuşabilsin, oyun sıkıştığında pas istasyonu olsun, sırtı dönük oynayabilsin, atamıyorsa attırsın vs.  Süper karışık kumpir misali hepsini bir arada yapan santrfora çok çok az rastlanıyor, fiyatları da astronomik olup dudak uçuklatıyor.  José Mourinho yönetimindeki Chelsea performansıyla Didier Drogba bu örneklerden biriydi, biz kariyerinin final performansını parçalı formayla izledik ve sahadaki karizmasıyla dahi iz bırakanlardan olduğunu görmüş olduk.

Chelsea’s Didier Drogba celebrates with the trophy during the Barclays Premier League match between Chelsea and Sunderland at the Stamford Bridge, London on May 24, 2015. Picture: David Klein.

 Mesela bir dönem Hollandalı süper santrfor geleneği vardı.  Marco Van Basten, Ruud Van Nistelrooy, Dennis Bergkamp, Robin Van Persie gibi.  Bunlardan biri ülkemize de geldi, Sabiha Gökçen havalimanında büyük kalabalıkla karşılandı, çok yüksek maaşla tatilini yaptı gitti.   Dolayısıyla ne tür bir şaşaa ile gelindiği değil, geldikten sonra yapılanlar ve hatıralarda yaşayacak güzel anılar önemli.. Benim beğendiğim birkaç santrforla anılar galerisini kapatalım: Rudi Völler, Jean-Pierre Papin, George Weah, Raul, Jari Litmanen, Brezilyalı gerçek Ronaldo, Thierry Hénry, Zlatan Ibrahimovic.  Görüldüğü üzere oynadıkları dönemler, elde ettikleri başarılar, oyun stilleri oldukça farklı

Aktif santrforlar içinde kimi almak istersin deseler, önce fiyatını sorar sonra da para benden çıkmıyorsa Robert Lewandowski derdim 🙂  Gerçi onu da diyemiyorum Bayern München sözleşmesini 2023’e dek uzattı Polonyalı ile..


Hasan Salihamidžić – Robert Lewandowski – Karl Heinz Rummenige

Bu bölümün özel konuğu ise 2012 yılında FIFA Ballon D’or sıralamasında yılın 11’ine giren, dünyanın en iyi üç forvetinden biri olarak aynı kategoride Cristiano Ronaldo + Lionel Messi ile yarışan ve bu konumu %100 hak etmiş Kolombiyalı Radamel FALCAO. 

Radamel Falcao – Lionel Messi

Porto ve Atletico Madrid performanslarıyla dünyanın konuştuğu Falcao’yu benim övmem yersiz olur, sözü FC Barcelona teknik direktörü olduğu dönemdeki Pep Guardiola’ya bırakalım: “Ceza sahasındaki Falcao dünyanın en iyi golcüsüdür

Aradan koskoca yedi sene geçmiş takvimler 2019’u gösterdiğine göre güncel verilere geçiyoruz şimdi.

Geçen sezon AS Monaco 20 takımlı Fransa Ligue 1’de 17. olmuş, küme düşme hattının hemen üzeri…

Radamel Falcao 38 haftalık lig mücadelesinde 33 maçta yer almış ve 2564 dakika oynamış. 66 faul karşılığı 10 sarı kart görmüş. İki asist yapmış, 14 kez ofsayta düşmüş. 42 şutta kaleyi bulurken, üç şutu direkten dönmüş. 2018-2019 Ligue 1 sezonunda Monaco santrforu Radamel Falcao üçü penaltıdan toplam 15 gol atmış (dördü ilk yarılar, 11’i ikinci yarılar) 15 golün dokuzu deplasmanda ağlara gitmiş. Ligin her iki maçında da gol attığı takımlar Stade Rennais ve Amiens. Ligin zirvesindeki ilk dört takıma golü yok. 

Geçen yılın verileri bize neler söylüyor?  Monaco santrforunun 2018-2019 sezonunda devamlılık sorunu olmamış, ligin önemli bir kısmında sahada, maç başına 78 dakikası var.  Maç başına isabetli şut sayısı az gibi görünse de, kaleyi bulan şutların gole dönüşme oranı yüksek. Burada Monaco’nun Falcao’yu yeterince pozisyona sokamadığı ama Kolombiyalı’nın bulduğu uygun pozisyonları pek ziyan etmediği yorumu yapılabilir.  Ligin tepesindeki takımlara gol atamaması yine takıma bağlanabileceği gibi, o takımlardaki üst düzey defansif anlayışa da yorulabilir. Peki biz ne bekleyelim EL TIGRE’den? FALCAO’dan 2012 yılındaki yırtıcı, patlayıcı, maç gecesi stoperlerin rüyasına giren kaplan olmasını beklemek haksızlık olacaktır. Araya yıllar, sakatlıklar, yorgunluklar girdi.

Radamel Falcao’nun kariyeri boyunca yaşadığı sakatlıkların dökümünü gösteren grafik

Falcao bugün üst düzey pozisyon bilgisi olan, son vuruşta mahir, profesyonelce yaşayan yetenekli bir santrfor. Geçen sezon iki kere dörder hafta, bir kere beş hafta tabelayı değiştirememiş.  “Negredo 35 attı, Falcao 40 atar” gibi espriler yapmak ya da “İstanbul’daki her maç tabelayı değiştirir” beklentisine girmek hem saçma hem manasız.  Sakatlık, ceza olmazsa elinden geleni yapacak ve bu sezon herkesi memnun edecektir. Bugün göklere çıkarıp, yarın iki maç vasat oynarsa yerin dibine sokanlara fırsat vermemek adına bilhassa not düşmek isterim.   Galatasaray statik ve yavaş oyununu sürdürürse, Falcao sürekli iki rakip stoperin arasında kalırsa, topsuz koşularına iyi paslar gelmezse 3 forvet ile de skor problemini çözemeyiz.

Burada Falcao’nun yeteneklerini uzun uzadıya anlatacak değilim, 2012’de dünyanın en iyi futbolcusu olmayı hak ettiğine inanan otoritelerle aynı taraftayım. FC Porto ve Atletico Madrid performanslarını izlememiş futbolsever olduğunu da sanmam.  Tepeden tırnağa gol sanatkarı olan Kolombiyalı da gelmiş geçmiş tüm transferler gibi şu an umut bağlanan bir ihtimal ama yeri gelmişken kesin olan iki şeyi yazalım. Öncelikle “Penaltı kazanırsak kim atar?” sıkıntımız kesin olarak bitmiştir, Falcao farklı lezzetlerde neredeyse garantili penaltı atan bir futbolcu. İkinci olarak da Selçuk İnan’ın doğum günü artık dünyanın uzak coğrafyalarında bilinecek çünkü muhtemelen Falcao ile birlikte pasta kesecekler. Falcao ve Selçuk İnan bir yıl arayla aynı gün doğmuşlar (10 Şubat 1985 ve 1986)

FIFA 2012 The Best Eleven

Oyuncunun piyasa değerine ve maliyetine bakalım şimdi. Kariyerinin sonbaharındaki Radamel yaklaşık beş ay sonra 34 yaşında olacak. Falcao birinci tercihi olacağını düşündüğüm La Liga’ya dönemedi. Mutlu olduğu bir diğer ülke Portekiz zaten onun maaşını ödeyemezdi.  En iyi zamanında Premier League ile doku uyuşmazlığı yaşadığını biliyoruz. Serie A, Bundesliga gibi önde gelen liglerden gerçek bir talibi çıkmadı. Kariyeri parlak, popüler, ilgi odağı tam bir 9 numara olmasına rağmen Japonya, Çin, Arap yarımadasından da spektaküler teklifler almadı.  Muhtemelen kendisi de uzak diyarlara gitmeyi içine sindiremedi. Ligue 1’de geçen sezon attığı 15 gol olmasa belki küme düşecek Monaco’nun ona minnettar olması beklenirken onu tutmaya pek gönüllü değildi, bir yıl kontratı olmasına rağmen bıraktı.  Falcao’nun da yaşadığı rutinden bıktığı anlaşılıyor. Monaco’yu İstanbul’a endekslersek her yeri Ulus-Etiler-Bebek ama futbolcu olarak oyundan keyif almak adına tribüne baktğınızda ortam hormonlu Başakşehir?  Hedef kalmamış, hırs yok, tutku yok sadece lüks yaşam, bol para, güzel hava 🙂  Falcao ile öyle ya da böyle vedalaşan Monaco’nun bu yaz transfer ettiği Ben Yedder 29 yaşında, 1.70 boyunda ve istatistikleri Falcao’nun gerisinde.  Üzerine Fenerbahçe’nin kuyruğuna teneke bağlayarak gönderdiği Cezayirli Islam Slimani’yi aldılar.  Monaco maaş bütçesinden tasarruf etmenin ötesinde sportif yapılanmasını tamamen değiştirecek belki de.. Bizi ilgilendiren kısmı onlar en azından iki alternatif bulmadan yıldız santrforlarını bırakmadılar, biz ise gönlümüze düşen yıldız için son güne kadar bekledik.  Bu bekleyişin menajer ayağında ise bu işin global uyanıklarından Jorge Mendes ve Ahmet Bulut yer aldı.  Bu ikilinin Galatasaray Sportif A.Ş. yönetimini dünyada başka santrfor kalmadığına ikna etmesini hayret ve takdirle karşılıyorum.  Zamana sığmayan çalışmalara rağmen profesyonel dünyanın umulmadık bariyerlerine takılsaydık, Falcao ismiyle transa geçenler EL TIGRE alınamamışken Rumen Andone ile yetinir miydi? Düşünmek bile istemiyorum.  “Oyuncu bize söz verdi, dik durdu, çok delikanlı çocuk, biz ona güvendik” gibi açıklamalar / izahatlar getirenler ise bir gün başka bir sözleşme sürecinde çok üzülürler, aman diyelim.

Gelelim santrfor alım-satım politikamıza. 2017-2018 sezonunda 29 gol atan Bafétimbi Gomis bir şekilde huzur kaçıran bir şeyler yaptı ki, o yaz Suudi Arabistan’a satıldı.  Alan, Modeste vs. derken geçen yıl Ağustos sonunda Fikret Orman bonservis konusunda diretmese Vagner Love alınıyordu neredeyse! 2018-2019 sezonuna Eren Derdiyok ile girilince da  Galatasaray kısırdöngüye girdi. Sahada çok fazla fırsat kaçırıldı, beraberinde büyük bir fırsat maliyeti de doğdu.  Taraftar “forveeeet” diye çıldırdı. O sırada Kasımpaşa’da leblebi gibi gol atan, attıkça maskesini takan bir Senegalli belirdi. Galatasaray ara transferin son gününde 10 milyon Euro + bonus bastırdı Mbaye Diagne’yi aldı. Yetmedi Yunan golcü Kostas Mitroglou da kiralandı. Beklendiği üzere Diagne ile Galatasaray’ın kimyası tutmadı.  Senegallide onu Juventus’a kadar taşıyan bir yetenek ve bu yetenekle epey uyumsuz kafa yapısı var.  Atanamamış Mario Balotelli olarak benzer arızalarla yaşıyor bu hayatı.  Kendisini nihayet transferi son günü rakibimiz Brugge’ye uğurladık.  Çok iyi tanıdığı Marcao ve Luyindama’ya karşı Şampiyonlar Ligi maçında ne yapacağını merak etmiyor değilim. Kostas ise maalesef eski günlerinin çok uzağında, bir şekilde erken emeklilik havasında sanki.  Yakın zamanda da Kostas’ı Hollanda’ya uğurladık.  Umarım ikisi de başarılı olurlar.  Ocak ayındaki bu transferlerden iki ders alınmalıydı bence. İlki “önemli işini son güne bırakma”  İkincisi de “Bir daha Diagne misali psikolojisi arızalı futbolcu alma”   Hatta bunlar yazılı olmayan kurala dönüşmeliydi. İkinci dersi aldık mı bilmiyorum ama birinci dersi almayıp deadline performer olmaya karar verdiğimiz anlaşılıyor.  Heyecanı sevdiğimiz kesin…

Gelirine oranla ciddi borcu olan, her mali yıl ikinci ligde takım kuracak kadar faiz ödeyen, UEFA ile imzaladığı settlement agreement ile aldığı nefes bile izlenen, kamu bankalarıyla birikmiş borçlarını yeniden yapılandırarak mali bağımsızlıkta son hamlesini yapan, taşınmazlarıyla ilgili yüksek maliyetli projelere sponsor bulamadığı için henüz başlayamamış başka bir kulüp tek bir sporcuya yılda net vergisiz 5 milyon Euro öder miydi?  Türkiye’de öder elbette, hiç onu sormuyorum, Avrupa’da böyle çılgın bir kulüp çıkar mıydı?  Bu salt bir Galatasaray eleştirisi asla değildir, ülkece gerçeklerle bağımızı koparmanın bugüne dek yarattığı sonuçlara dikkat çekmek içindir.

Bir ülke düşünün ekonomiye güven dip yapmış, işsizlik artıyor, 249 liralık forma pahalı bulunuyor, yürürlükteki naklen yayın ihalesi son dakikada bedeli kırpılarak direkten dönüyor, sponsorlar mumla aranıyor ve zorlukla bulunuyor ama herkes takımlarında yıldız seyretmek istiyor, star isimler bekliyor, “kaç paraysa verilsin alınsın” diyor.  Belli ki gerçekler bizi boğuyor, hayallere kapılmak ferahlatıyor ama ülkenin tüm stadyumlarında izlenen bu film mutlu son vaat etmiyor.

Dünya futbolunda inanılmaz paralar dönmekte, gerçekten izahı kolay değil. Örneğin Atletico Madrid bu yaz geleceğin süper yıldızı olacağına inandığı Joao Felix için 126 milyon Euro ödedi. Manchester City Atletico Madrid’in İspanyol ön liberosu Rodrigo için 70 milyon Euro, Juventus’un Portekizli sağ beki Joao Cancelo’ya 65 milyon Euro bonservis ödedi.  Bu bedellere yetişmek, bu piyasanın ekabir oyuncularıyla aşık atmak mümkün değil !

Genç Radamel River Plate formasıyla

Misal Radamel Falcao 15 yaşında Kolombiya U-17 milli takımında parladı, River Plate tarafından 300 bin £ karşılığı transfer edildi. FC Porto 2009’da 23 yaşındaki oyuncuyu 5,5 milyon € bonservisle aldı. Portekiz kulübü aynı dönem Lisandro Lopez’i 24 milyona Olympique Lyon’a satmıştı!  İki yıl sonra Porto 25 yaşındaki FALCAO’yu 40 milyon € karşılığı Atletico Madrid’e sattı. Bu transferle İspanyol ekibi yaklaşık aynı bedelle Manchester City’e verdiği Sergio Agüero’nun yerini doldurmuş oldu.  Bunlar akıllı kulüpler ve özenilesi işlerdir, doğru örneklere bakalım. Brezilya’yı arka bahçesi gibi kullanma (PORTO) ya da La Liga cazibesi (MADRID) benzeri avantajlar bizde olmasa da buradaki doğru hamleleri iyi anlamak gerekiyor.

Öte yandan oyuncuya ödenen yüksek bedellerin her derde deva olmayacağını aslında bu işin zirvesi Neymar Jr. ispatladı.  Paris Saint Germain Brezilyalı yıldıza 222 milyon Euro bonservis ödedi. Stadyumda yapılan lansman, dünyada gündem olmanın heyecanı derken Neymar Paris’te havasını bulamadı, Ligue 1’de kekremsi futbol oynadı, Şampiyonlar Ligi’nde mucize yaratamadı, sık sık sakatlandı, magazin haberlerine hatta kriminal vakalara malzeme oldu. Bugün PSG seyircisini kendisini hiç iyi anmıyor, takımdan gitmesi için gün sayıyor, PSG’nin Arap sahibi yüksek bedelle satmaya çalışıyor.  Soru şu: Neymar transferinden sonra PSG hangi başarıyı kazanmıştır ki, biz o başarıya “Brezilyalı olmasaydı elde edilemezdi” diyelim ?  Yok öyle bir başarı, bunu oynadığı takımı da peşine takarak tek başına yapacak futbolcular da milyonda bir çıkıyor!

NEYMAR 10 hafta sürecek sakatlığının ilk dakikalarında acı içinde…

Risk aslında Falcao’nun yaşı, performansı hatta sakatlık geçmişi de değil.  Riskli konu oyuncunun son sözleşmesine denk gelen sözleşmenin maliyeti ve süresi. Beş ay sonra 34 yaşında olacak Falcao üç yıllık kontrata imza attı. Özellikle üçüncü yıl kendisinden yüksek performans beklemek bir parça haksızlık olur. İlk iki yılın aksine üçüncü yıl verim alamayacaksak da Galatasaray açısından bu kontratın yıllığı 7,5 milyona gelmiş olur ki hesabımıza uymaz. Keşke imkan olabilseydi 2+1 yıllığına imza atılsaydı, elbette oyuncu üç yıl kafası rahat olacağı için Galatasaray’ı seçti, onun da farkındayız. Kolombiyalı santrfor bu meblağların daha fazlasına imza atmaya alışkın olabilir Galatasaray Spor Kulübü profesyonel futbol takımında 5 milyon Euro garanti maaşlı oyuncu bulundurmaya pek alışkın değil.  Beş milyon Euro maaşın yalnız %15 stopajı Euro/TL 6.30 kurdan 4.725.000 TL yapıyor.  Sadece stopajı karşılamak için en az 70 bin Falcao tişörtü satmak gerekiyor, bu arada döviz kurlarının bir yıl sonra nereye gideceğini de kimse bilmiyor. Yaşı ilerlemiş ve kariyerinde ciddi sakatlıklara da duçar olmuş bir yıldızı performans kaybına karşı sigortalatmak ve bu sayede kulübün olası kaybını tazmin etmek düşünülmeli mi? Bana sorarsanız, kesinlikle…

Galatasaray’ın bugün ideal 11’ine mutlaka Falcao’yu yazıyoruz, kalan 10 futbolcumuzun yıllık net maaş ortalaması 2,5 milyon Euro, Falcao bunun iki katını alacak.  İşler iyi giderken gazetelerin spor sayfalarını “Florya’da bahar havası” başlıkları süslerken, istenen skorlar gelmezse bakışlar golcüye dönebilir.  Dahası “çuvalla para alıyor, o kurtarsın takımı” lafları soyunma odasında dönmeye başlarsa takım kimyası bozulur.  Parayı da geçtim, Falcao’nun popstar muamelesi görmesi, tüm ilginin ona dönmesi, seyircinin Kolombiyalıyı göklere çıkarırken takımda başka bir ya da iki oyuncuyu hedef alması da tatsızlık çıkarabilir. Tam bu noktada Fatih Terim hocamızın eline bakıyoruz, futbolun dilini akıcı konuşan yıldızlarla kurduğu bağa ve onları ortak hedefe götürme becerisine güveniyoruz.  Takım içi dengeler gözetilmezse, en büyük golcülerin nasıl yalnızlaşacağını Mario Jardel örneğiyle hatırlıyoruz.

Super Mario Jardel

Peki Falcao çok mu pahalı, maliyeti yanlış mı?  Bonservis ve imza parası ödenmediğini düşünülünce, üç yıllık paket 15 milyon Euro ediyor.  Jorge Mendes ve Ahmet Bulut’a ne kadar ödendiğini bilemediğimiz için bu detayı kenara park ediyoruz. Negredo, Slimani, Van Persie, Soldado gibi harici örneklerle birilerine nazire yapmaktansa Galatasaray’ın geçmişine bakalım.  Didier Drogba 1,5 sezon için net 10 milyon Euro aldı Galatasaray’dan, Bafétimbi Gomis üç sezon için 15,05 milyon Euro’ya maliyete imza atmıştı.  Yeni yıldızımızın maliyetinin bir kısmını Sayın Erden Timur öncülüğünde NEF İnşaat’ın karşılayacağını memnuniyetle öğrendik. Kolombiyalının yaratmasını umduğu rüzgarı da düşününce “neden olmasın?” diyor insan… Böyle bir potansiyele “hayır” demek kolay değil..   Nasıl anlatalım başka, kuyu derin değil, ip kısa


El también artillero de la Selección Colombia  (Kolombiya milli formasıyla FALCAO)

İpi uzatmak için dünya futbol piyasasında belli bölgeleri hinterland olarak seçmek, parlak yetenekleri herkesten önce keşfedecek ve onları global piyasaya sunacak organizasyonu kurmaktan başka çare yok…  Florya’da genç futbolcu yetiştirmek ve sportif başarıya bağlı gelirleri artırmak dışında ürün ve hizmetleriyle futbol ekonomisini tüketici lehine geliştirirken aynı zamanda büyütmek de gerekiyor.  Müşteri deneyimini adım adım planlayan bir marka olarak “Yıldızımız geldiğine göre forma ve tişört satarız” ezberini seslendirenleri ciddiye almamak şart.  Falcao’nun imaj hakları hakkında kulübün söz hakkı ya da payı var mı, Türkiye’de bir markanın reklam yüzü olursa ne kazanabiliriz, Galatasaray’ın düzenlediği tanıtım etkinliklerine Falcao’nun hangi sıklıkta katılacağı profesyonel bir şekilde düzenlenmiş mi?

Falcao temalı reklam

Bunları merak etmek hatta talep etmek gerekmiyor mu? Şu kadar twitter takipçisi, bu kadar YouTube görüntülemesi bize ne kazandırdı? Her kulübün sakız gibi çiğnediği 25 milyon taraftar palavrasının “her Çinliye bir portakal satsak” nostaljisinden farkı ne?  Falcao 5 milyon Euro maaşı hak ediyor ama ciroda 1 milyar TL barajını aşan GSRAY Sportif A.Ş. yıllarca sürekli zarar ettikten sonra nihayet 2018-2019 mali yılında 30 milyon TL kâr açıklıyor. Bir yıllık çabanın sonucu elde edilen bu rakam Falcao’nun çıplak / net / vergisiz maaşından az..  Kısacası Galatasaray ince buz tabakası üzerinde kramponla koşuyor ve daima en doğru yere basmak zorunda.

Bir de bu işin kadro mühendisliği kısmı var. 31 Mayıs 2020’de sözleşmesi bitecek oyuncularımızı sıralayalım: Selçuk İNAN, Ryan DONK, Yuto NAGATOMO, MARIANO, NZONZI, SERI, Emre MOR, Florin ANDONE ve LEMINA… Yani önümüzdeki yaz yepyeni bir orta saha kuracağız, en az 6-7 oyuncu almak zorunda kalacağız. 1986 doğumlu Babel, Falcao, Muslera bir yıl daha yaşlanmış olacak. UEFA regülasyonu gereği AL/SAT dengesinde kimi satacağız? Benim favorim 2021’de sözleşmesi bitecek Younes Belhanda olur ama bugünden piyasayı yoklamakta fayda var. Yeşil sahaya dönersek bugün Muslera sahaya çıkamazsa kalecimiz yeni transferimiz Okan Kocuk.. Standart stoper ikilimizin arkasında Ahmet Çalık var ya da Ahmet CL esame listesinde yer almadığı için Ryan Donk ile savunmaya yama yapacağız. Birkaç pozisyonu yedekleyebilen istikrarlı Martin Linnes’e yer kalmadı, yazık oldu. 1986 doğumlu Mariano yoksa  Şener Özbayraklı, 1986 doğumlu Nagatomo olmazsa Ömer Bayram veya Emre Taşdemir kadroda yer bulacak.  Elbette dünya üzerinde 22 üst düzey oyuncusu olan çok az takım var ama bizim takımın üretken olması beklenen ön tarafı oyuna dair çok şey vaat ederken, arka taraf her an ağrısı tutacak dolgu diş gibi.. Bir de gelecek sezonlardan itibaren dayatılması muhtemel yabancı oyuncu sınırlaması saçmalığı var ki, TFF emir beklediği yerlerden herhalde uygulamanın esaslarını bekliyor ??

Geliniz  2019-2020 sezonu kadromuzdan T.C. pasaportlu bir 11 yapalım. Kaleci: Okan Kocuk Defans: Şener Özbayraklı – Ahmet Çalık – Emre Taşdemir – Ömer Bayram Orta Saha: Celil Yüksel – Jimmy Durmaz – Emre Mor – Atalay Babacan   Forvet: Yunus Akgün – Adem Büyük     Bu 11 Süper Lig’de kaçıncı olurdu acaba?  T.C. tabiyetindeki oyuncularla yabancıların arasındaki fark tehlikeli biçimde açılmış durumda, TFF de bunun farkında!  Potansiyeli en yüksek yerli oyuncumuz Emre Akbaba’nın yeşil sahalara randımanlı bir şekilde dönmesini umuyor, bir kez daha geçmiş olsun diyoruz.

Peki Kolombiyalı yıldızımıza ne anlatalım Türkiye hakkında?  Bazı stadyumlardaki bozuk zeminleri ve kasap stoperleri, her stadyumda rastlanan vasat ve çifte standartlı hakemleri mutlaka anlatmak gerekiyor.  Birkaç dakikalık medya övgüsüne nail olmak için yıldız futbolcuyu gaddar tekmelerle durdurmaktan çekinmeyecek tipleri ya da sporculuk kariyerindeki ilk kırmızı kartı ona göstermek için karın ağrısı çekecek hakemleri nasıl anlatmalı acaba? Ekmek arası köfte misali, faul arası futbol oynandığını ve rekabetin sportif kaliteden öte medyatik itiş kakış üzerinden yürüdüğünü anlatmak gerekiyor. Şımarıkları sevmeyen ve her sezon zirveyi kovalayan bir kulüpte formanın hakkını verenlerin çok sevildiğini, sevilenlerin bir ömür Galatasaray’a manen bağlandıklarını zaten kendisi yaşayarak görecektir. Florya’ya adapte olması, hocası ile iyi anlaşması, takımdaki manevi iklime pozitif katkı yapması çok önemli..

Fatih TERİM

Elbette Radamel Falcao ligde penaltısız 20 gol atarsa, üzerine Şampiyonlar Ligi grubunda 3 tane araya sıkıştırsa her türlü tespit, endişe veya öngörülerin anlamsızlaşacağının da farkındayım, ki inşallah fazlası da olur. Hepimiz mest oluruz. Ne yazık ki transfer döneminde sergilenen ve görgüsüzlüğe varan şımarıklığın ya da sanal alemdeki maymunlukların şamarını yiyeceksek de bu Kolombiyalıdan olmasın çünkü faturasını ödeyemeyiz.

Dolayısıyla yüreğin huzur bulsun, kafan hiç karışmasın, ayağın düz bassın, heyecan kanını tutuştursun, vurduğun GOL olsun EL TIGRE..

Sen armanın / formanın hakkını verirsen, ömrüne sığmayacak kadar çok sever bu camia seni..

Kral ve sarayı 😉

Bienvenido a Estambul EL TIGRE

Popülizm sarmalı ve futbolun günahları

Tahminim o ki, Galatasaray Sportif A.Ş. yönetim kurulu üyeleri dün gece huzurlu uyudular, bu sabah rahatlamış uyandılar.  Her fırsatta kırıldıklarını, gücendiklerini üzerine basa basa dile getirdikleri sosyal medya salvoları ya da hezeyanı dindi. Artık serum almaya, hastanelerin acil servislerine taşınmaya gerek kalmadı. Muhtemelen bu sabah keyifli uyandılar, gülümseyerek “günaydın” dediler etraflarına.

Ne oldu da daraldıkları, bunaldıkları ve giderek çirkinleşen yaylım ateşi sona erdi? 

Şartlar değişince sonuçlar da başka yöne evriliyor, değişeni şöyle tarif edelim.

Medya aracılığıyla beklentileri sürekli yükseltilen, tutarsız ve sonuçsuz beyanlar üzerine haklı olarak öfkelenen, öfkeyi yatıştırmak umuduyla şımartıldıkça tatmin duygusunu yitiren ve nihayetinde sosyal medya üzerinde doymak bilmez transfer oburları olarak örgütlenen kitleye arzuladıkları dozda saf endorfin enjekte edildi.

Marcao duvar, Diagne buldozer, Mitroglou sanatkar, Luyindama canavar” derken bir anda herkesin ruh hali değişti.

Biz aslında bu filmi daha önce seyretmiştik ama futbol seyircisinin hafızası sinemaseverler kadar güçlü olmayabiliyor.

Yakın geçmişe dönelim birlikte.

Mayıs 2016’da yerden yere vuruluyordu Sayın Dursun Özbek yönetimi, Ağustos 2016’da ise dümeni düzeltmiş ve sakin sulara varmışlardı.  Yılın beşinci ayı ile sekizinci ayı arasında ne olmuştu peki??

Yedi futbolcu transfer edilmiş, Jan Olde Riekerink yönetiminde TFF Süper Kupa kazanılmıştı.  Seyircinin gönlü hoş edilince sorunlar konuşulmaz olmuştu.

Sezonda haftalar ilerledikçe hava bulutlandı, Mayıs 2017’de Sayın Özbek yönetimine tepkiler daha da sertleşmişti, hakarete varan cümleler pervasızca yazılır çizilir oldu.  Riekerink gönderilmiş, Igor Tudor getirilmişti.  BJK ligi şampiyon tamamlarken, hoca değiştiren Galatasaray 13 puan geride dördüncü sıradaydı.

2017’de yaz mevsimi güze dönerken yine her şey değişti. Sayın Dursun Özbek yönetimi övgülere sıra numarası dağıtır hale geldi. Başkanın ismi “transfer baronu” olarak anılır olmuştu.  Tam 10 yabancı futbolcu transfer edilmiş, takımın omurgası değişmişti.  Yıllara yayılmış 130 milyon Euro tutarında taahhüt yükü gelmişti bilançoya ama kimsenin pek umurunda değildi.

Eylül’de Hırvat prensi gözüyle bakılan Tudor, Aralık ayında kovuldu.

21 Aralık 2017’de “bir hocadan çok daha fazlası” olan Fatih TERİM “Nerede Kalmıştık” diye bir tweet attı, ligin kaderi değişti.  Galatasaray 21.lig şampiyonluğunu kazandı.  Kulübümüz arada başkan da değiştirdi.

Filmi ileri saralım şimdi. Lig tarihine geçen gol kralı Bafétimbi Gomis gönderildikten sonra Galatasaray’ın santrfora ihtiyacı vardı, alınamadı.  Fatih Terim çalışma kültürünün uyuşmadığını sonradan ifade ettiği Eren Derdiyok’la idare etmeye çalıştı.  Görece kolay bir Şampiyonlar Ligi grubundan çıkılamadı.  Beş forveti olduğuna inanılan ve topu ceza sahasına kadar iyi kötü taşıyan Galatasaray profesyonel futbol takımı, net bir son vuruşçusu olmadığı için ligde puanlar kaybetti. Sportif A.Ş. yöneticileri hep ara transferi adres gösterdiler, “olacak” dediler, “anlaştığımız oyuncular” dediler, “inşallah” dediler.

4 Ocak 2019’da ara transfer dönemi açıldı, ilk birkaç gün daha önceden söz kesilmiş kiralık ya da bonservissiz en azından bir santrforla mutlaka anlaşılacağı beklentisi vardı ama Antalya kampına kimse gelmedi. Mevcut kadrodan tek santrfor Eren Derdiyok ve milli stoper Serdar Aziz ayıklandı. Florya Akademi’nin ürünü olan ve birinci sınıf stoper kumaşına sahip olduğunu ispatlamış 18 yaşındaki Ozan Kabak 11 milyon Euro bedelle Bundesliga’nın yolunu tuttu.  Kadronun skora katkı verebilen isimlerinden Garry Rodrigues kariyerinde dümeni yüksek maaş yönüne kırdı, Suudi Arabistan’a transfer oldu.

Sayın Mustafa Cengiz yönetimine ateş püskürüyordu sosyal medya… Yöneticilerin ne beceriksizliği kaldı, ne yetersizliği.. İstifa çağrıları yapan bile vardı.

Derken ara transfer döneminin son günü KAP bildirimleri yağmur gibi geldi. İki santrfor gerekirken tastamam iki santrfor alındı, savunma göbeği komple yenilendi.

Şimdi herkes sayın başkana ve Sportif A.Ş. yöneticilerine teşekkür ediyor, memnuniyetini bildiriyor.

Hep izlediğimiz bu filmin sonunu ise yine yönetmen Fatih Terim tayin edecek çünkü biliyoruz ki her transfer tutmuyor, para tek başına saadet getirmiyor.  Yeşil sahaya fiyat etiketleri, fiyakalı CV’ler ya da pahalı sözleşmeler çıkmıyor.  Futbolun pek çok değişkeni var ve hepsi yapımcıların kontrolünde değil. Bunu en sade biçimde ifade edenlerden biri de efsane Johan Cruyff bence..

Galatasaray Sportif A.Ş. yöneticilerinin en mutlu, en huzurlu günü olduğunu tahmin ettiğim bugün keyiflerini kaçırmak istemem ama bir hafta önce ateş püskürürken dünden beri şükranlarını bildiren, övgüler düzen kalabalığa uzaktan bakarak birkaç hatırlatmada bulunmak isterim.

Gerginliğinizi attınız üzerinizden, rahatladınız, yüzünüz güldü.  Her birinizin emeği var dolayısıyla buna memnun oldum ama şu anda popülizmin tatlı kucağına itilmek üzeresiniz.  Maalesef sizlerin gevşeme, oluruna bırakma, “transfer de yaptık daha ne istiyorsunuz?” deme lüksünüz bulunmuyor.  Önce futbol yönetiminin tarafları olarak bir masanın etrafında buluşmalı ve “Ligin ve Galatasaray’ın kaderini etkileyecek kadro düzenlemesi aylardır gündeminizdeyken niye son üç güne kaldığını” gayet demokratik bir ortamda açıkça tartışmalısınız.  Transferin akşam pazarında muhatap kulüplerden biri sorun çıkarsaydı, menajerler oyun oynasaydı, yazışmanız faksa takılsaydı ne olacaktı, hiç düşündünüz mü?  Misal, yeni transferlerin yetişmediği geçen haftaki Göztepe maçında sayısız gol kaçırarak ya da ıskartaya çıktığı halde ilk 11’de oynamak durumunda kalan Maicon’un bireysel hatasıyla puan kaybetsek bunu kamuoyuna nasıl izah ederdiniz? Birlikte düşünmeli ve analiz etmelisiniz.

İkinci olarak Seyrantepe – Florya koordinasyonunu maksimum düzeye çıkarmanız gerekiyor.  Siz Fatih hoca ile 2+3 yıl sözleşme uzatımıyla açık bir tercihte bulundunuz, kaderinizi TERİM ile birleştirdiniz. Dolayısıyla kader arkadaşı ve yoldaş olarak eşgüdüm halinde hareket edeceksiniz.  Hoca yönetilmesi zor bir profesyonel olabilir ama birlikte yürünmesi keyifli bir Galatasaraylı aynı zamanda.  Bırakacağınız her iktidar boşluğunu Hoca kendince dolduracaktır, bu size geçici bir konfor alanı da sağlayabilir ama Fatih Terim yalnızca takımına ve sahaya odaklandığında başarı garantili müthiş bir teknik direktör, bunu da biliyorsunuz.  İletişiminizde aracı kullanmayın, size laf taşıyanlara asla yüz vermeyin, Florya’ya kenardan çöreklenmeye kalkacak harici mahfillere (amiyane tabirle sinyalcilere) göz açtırmayın.

Üçüncü olarak muhtelif sebeplerle yeniden ajite olabilecek sosyal medya hezeyanına bir daha asla kapılmayın.  Hiçbir büyük kurum, dernek, vakıf, şirket, holding sosyal medyada estirilen sanal rüzgarlara göre yönetilemez.  Olsa olsa şirazesinden çıkması ve daha hızlı batması sağlanabilir.

Sporcuların maaşlarını ödeyen, menajer kaprisleriyle uğraşan, bankalarla kredi pazarlığına oturan, nakit akışı için her gün çözüm bulmak zorunda olan, İsviçre’de UEFA’ya santim santim hesap veren sizlersiniz.

Dışarıdan elma şekeri gibi görünen konuların, şöyle bir ısırıldığında ne kadar zehirli olabileceğini bilensiniz.

Dolayısıyla bugün sizi pohpohlayanların, alkışlayanların yarın “daha fazlasını” isteyeceğini biliyorsunuz ve o gün bu talep karşılanamadığında yine sizden kötüsü olmayacaktır.

Köklü ve saygın kurumlar için “ucuz popülizm” yedi ölümcül günahtan biridir adeta, uzak durmayı başarmak durumundasınız. Futbolu yöneten kurumlar, bize kredi veren kuruluşlar ve ölçülebilir veriler üzerinden karar alan tüm aktörler sizin rating ya da popülaritenize bakarak hareket etmez. Popülizmin büyüsüne kapılmak cazip geliyor olsa da, unutmayın ki sallanan sandalyeyi andırır popülist tavırlar… Hareket edersiniz, oyalanırsınız ama sonunda bir yere varılamaz.

Topun yuvarlak, sahanın dikdörtgen olduğu kadar çıplak bir gerçek de şu: Sürekli zarar eden / ettirilen ve ancak dış kaynak ile dönebilen şirketlerin yırtıcısı faiz, sırtlanı Dolar, akbabası Euro’dur.  Sportif A.Ş’nin ilk altı ayda karlılık açıklaması ve mali yılın sonunda 1 milyar TL ciro barajına ulaşacak olması memnuniyet verici olsa da düşürülemeyen faiz oranları, hedge edilememiş kur riski, gelirlerle sportif başarı arasındaki yüksek korelasyon, büyük borç yükü, tamamen erimiş öz kaynaklar ve taraftarın yarattığı mahalle baskısı insanın uykularını kaçıracak kadar ciddi bir açmaz olmayı sürdürüyor.

Yeni transferlerin en olumlu yönü yıllık garanti ücretlerin makul seviyelerde olmasıdır.  Uluslararası transfer piyasasında “convertible” denebilecek kalibrede ve yaşı genç oyunculara ödenen bonservis bedelleri yatırım olarak kabul edilebilir ancak hesapsız yüksek maaşlar hem takım içi dengelerin bozulmasına hem de performansı yetersiz oyuncuların elden çıkarılamamasına sebep olmaktadır.

UEFA ile imzalanan settlement agreement gereği bu mali yıl maksimum 20 milyon Euro, 2019-2020 sezonu maksimum 10 milyon Euro zararla kapanmak durumunda.  Dolayısıyla Galatasaray sportif hedeflerinden vazgeçmeden yeni bir maliyet platosuna erişmek zorundadır.  Yıllık garanti maaşlara adı konmasa da, üst sınır getirilmelidir.

Basit bir hesapla

  • 2,5 milyon € maaşlı 4 oyuncu
  • 2 milyon € maaşlı 3 oyuncu
  • 1,5 milyon € maaşlı 4 oyuncu ile

Yıllık garanti ücreti 22 milyon Euro olan ideal ilk 11 ve toplamda 40 milyon Euro’yu aşmayan tam kadro ile başarı kovalamak zorundayız.  Geçmiş yıllarda olduğu gibi 70-80 milyon Euro maliyetli kadroları artık taşıyamayız.

Ülke ekonomisinin durumu ve taraftarın alım gücü de hayati önemdedir ve gelişen koşullara adaptasyon becerisi gerektirir.

Haziran ayında sezonluk kombine satan Galatasaray, Ağustos ayındaki kur patlamasından sonra aynı tempoda kombine satabilir miydi yoksa tüketici güven endeksi düştükçe ertelenebilir bir talep miydi Türk Telekom Stadı koltukları ?  Aldığınız 380 milyon TL tutarındaki sendikasyon kredisi ile borç stoğunda yabancı paradan Türk Lirasına / kısa vadeden uzun vadeye dönüşüm sağlarken en doğru zamana denk gelinmesinin olumlu etkisini unutmuş olamazsınız.  Dolayısıyla harici ekonomik koşulların da müspet yönde gelişmeyeceği ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır.

Futbola dönersek bu sezonu şampiyon olarak tamamlamak ve önümüzdeki yıl yine Devler Sahnesinde boy göstermek Galatasaray için hayati önemdedir.  Siz takımın eksiklerini giderecek transferlere imza attınız, Florya’da Fatih Terim güvencemiz berdevam ama mücadele saha dışında da sürecek.

81 gün önce istifaya davet ettiğimiz TFF Hukuk Kurulu halen görevde, Demirören federasyonu iş başında.  Hedef aldığımız hakemler paye aldı, MHK aynen devam ediyor. 22. Lig şampiyonluğumuzun sarı-kırmızılı renkler için sıçrama tahtası olacağının rakipler farkında.  Kulübümüzü sağa sola şikayet edenler, Emre Akbaba transferinde araya girip fiyat yükseltenler, kaynağı belirsiz gelir kaynaklarını bol bol kullandıkça şımaran yeni yetmeler vazgeçmeyecek.  

Bilirim bu ülkede herkesin kolayına geliyor kurnaz taktikler ve son dakika hamleleri fakat 105 x 68 m. futbol sahasına sığmayan çok katmanlı bir futbol stratejisi hazırlamak zorundasınız.  Türkiye Futbol Federasyonu sözde değil özde değişmelidir ve bunu Ankara siyasetinden bekleyemeyiz.  Yeni federasyonda kaç Galatasaraylı olacağının pazarlığından bahsetmiyorum, futbolu global kodlarına hakim kaç tane ahlaklı insanın hangi organizasyon yapısında yer alacağını kurgulamalı & teklif etmeli Galatasaray…

“Yerli ve milli futbol” diye pazarlanacak yabancı oyuncu sınırlamasına karşı geliştirilecek argüman ya da kısıtlama gelirse kadronun kalibrasyonu mutlaka masadaki dosyalardan biri olmalıdır.

Son olarak mesleki ahlak konusunda giderek zayıflayan spor medyasında size dost görünen tescilli ikiyüzlülere aldanmayınız.  Her mevsim deri değiştirse bile, yılan huyundan vazgeçmez.  Sizden haber atlatmak için şekilden şekle girenler, Galatasaray’ın kurumsal itibarını hedef alacak en akıl almaz asparagaslara imza atanlar olacaktır. Hep de böyle olmuştur.

Popülizme kapılmadan, idari ve mali disiplinden asla ayrılmadan, 22.lig şampiyonluğu hedefine kenetlenerek bir ve bütün halde hareket etmelisiniz.  Bunu başarabildiğiniz takdirde milyonlarca insanın yüzünü yine güldürecek, Galatasaray’a gerçek anlamda hizmet etmiş olmanın hazzını yaşayacaksınız.

Bugün KAP bildirimleriyle mest olanlar, yarın sizi yine kıyasıya eleştirebilir.  Oysa Galatasaray’ın kalıcı ve sürdürülebilir başarısı tüketimden üretime dönen köklü bir paradigma değişikliğiyle mümkündür.

Florya Akademi devrimi Fatih Terim hocamızın gözetiminde sürdürülmelidir.  Yeni transferlere kimsenin lafı yok ama Atalay Babacan, Yunus Akgün, Gökay Güney gibi gençler bizim en kıymetlilerimiz olmayı sürdürecektir.  17 resmi maçta kendini gösteren 18 yaşındaki evladımız Ozan Kabak sayesinde, muhtemelen ligin gol kralı olacak canavar santrfor Mbaye Diagne’yi alabildik, asla unutamayız.  Aynı Ozan Kabak 2017’de N’Diaye transferinin promosyonu niyetine Osmanlıspor’a verilseydi, kaçırdığımız fırsatı hiç bilemeyecektik.

Bir yıl önce Kasımpaşa’nın Çin’den bonservissiz transfer ettiği Diagne’ye biz 10 milyon Euro saydık.  Altı ay önce Portekiz’den Chaves kulübünün 900 bin Euro’ya aldığı Marcao’ya 4 milyon Euro vererek kadromuza kattık.  Oyunculardan memnun kalacağız, inşallah sergileyecekleri performansla bu bedellerin hakkını verecekler.

Ama gelin Diagne gibi parlayamamış potansiyel oyuncuları Çin’den getiren biz olalım, Marcao gibi gençleri Atletico Paranense’de oynarken keşfedelim, Ozan Kabak’ın yükselişini yaşıtlarına ve daha alt yaş gruplarına rol model olarak sunalım.

Sizden önceki başkanlar ve yöneticiler transfere akıttıkları para ile aldıkları övgüler eşliğinde aslında başarıyı satın alan üretimsiz / sürdürülemez modele saplanıp kaldılar.

Siz üretime dayalı ve fırsat maliyetini doğru yerden yakalayan bir modele geçebilecek misiniz?

Önünüzdeki “challenge” budur.

Başaramazsanız bugün sizi saran ılık popülizm rüzgarı altında kalacağınız bir çığa dönüşebilir, oturduğunuz koltuklar birer iğneli fıçı olur.

Her birinizin hissettiğine eminim ki; seçildiğiniz andan itibaren makamınızda güçlüsünüz çünkü kudretli Galatasaray’ı temsil ediyorsunuz, yalnız değilsiniz çünkü sizi destekleyen ve başarmanız için dua eden Galatasaraylılar var. Elbette eleştiri & denetimden azade değilsiniz çünkü yine sizi dikkatle izleyen Galatasaraylılar var.  Bunu asla aklınızdan çıkarmamanızı rica ederim.

Zamana sığan ve sığmayan tüm çalışmalarınız için, sarf ettiğiniz emek için teşekkür ediyorum. Ailelerinizden çaldığınız zamanları asla unutmuyorum, onlar da fedakarlık ediyorlar, haklarını helal etsinler.

Yolunuz açık olsun, sezon sonu Türkiye yine sarı-kırmızı bayraklarla donansın.