Florya’da bir yaz daha bitti

Ekim ayının beşi, İstanbul’da yazdan kalma bir gündü. Cıvalı termometreler 30 santigrat derece ile flört halindeyken transfer sezonunun kapanmasıyla Florya’da bugün resmen yaz mevsimi sona erdi. Biz yazın bittiğini takvimden değil dün Kasımpaşa’da aniden bastıran doludan zaten anlamıştık. Ne olduğunu özetlemeye çalışalım.

Menajerlerin viral marketing sahası olarak kullandığı medya aracılığıyla beklentileri sürekli yükseltilen, tutarsız ve sonuçsuz beyanlar üzerine haklı olarak öfkelenen, öfkeyi yatıştırmak umuduyla her fırsatta şımartılıp tatmin duygusunu yitiren ve nihayetinde transfer şampiyonu olmayı Ziraat Türkiye Kupası’ndan bile değerli bulduğuna inandığım doyumsuz transfer oburları bu mevsim umduklarını bulamadılar. Yalnız haklı oldukları bir taraf var, performans beklentisi açısından gidenler / gelenler terazisi bu yaz epey şaştı. Takımın özellikle orta sahadaki eksikleri ve canlandırılamayan hücum hattı muhtemelen sezon boyu baş ağrıtacak.

Transfer sezonunun başında tespit, öngörü ve önerilerimizi de kaleme almıştık her zamanki gibi gösterdiğimiz yol tercih edilemedi http://ilkercanalp.com/2020/07/28/futbol-basit-bir-oyundur-zor-olan-planlama/

Peki Galatasaray Sportif A.Ş. neden ihtiyacı olan transferleri yapamadı? İlk akla gelen cevap gayet sarih, futbol şirketimizin yeterli mali kaynağı yok. Neden yok? … çünkü Galatasaray kaynakları hiç bitmeyecekmiş zannedilerek yıllar yılı yağmalanmış bir kulüptür. Plansız senelerin, hesapsız işlerin, arkası getirilemeyen eylemlerin, sonuçsuz projelerin kulübüdür. 

Bilinmeyen hedefe gözü kapalı nişan alırmış gibi yapan sahte okçuların hamaset yarışmasından…

Yakın geçmişe gidelim, milyonların sevgilisi Ünal Aysal başkanımız har vurup harman savururken kulübün dönüm noktası olabilecek yılları bize Neverland’i anlatarak geçirdi. 2013-2014 mali döneminde 70,4 milyon € dönem zararına ulaşınca görevi bıraktı. UEFA’nın gazabını yeni gelen Dursun başkanımız tüm halisane çabasına rağmen göğüsleyemedi, uluslararası müsabakalardan men edildik. Sonra Dursun başkanımız da peş peşe hatalı iş ve eylemlerle zarar üreten bilanço modasına uydu, UEFA yeniden bizi görüşme odasına çağırdı.  Mustafa Cengiz başkanımız ve ekibi imkansız gibi görüneni başardı, men cezası almadık. Onun yerine Mondros mütarekesini andıran dört yıllık bir settlement agreement ile yurda döndük. Demem o ki ikinci gerekçe Made in Switzerland: “satmadan alamıyoruz”

Fatih Terim hocamız parasını verdikten sonra alınamayacak oyuncu olmadığını ama satmada başarısız olduğumuzu def’aten ifade etti.  Mesela bu yaz Brezilyalı stoper Maicon’u 1,43 milyon € bedelle Al-Nassr kulübüne sattık. Daha önce aynı oyuncu karşılığı 1,7 milyon € kiralama geliri de elde etmiştik.  Kulübümüze girişi 8 milyon € olduğuna göre 4,87 milyon Euro zarardayız.  Neredeyse gül cemalini unuttuğumuz tek bir oyuncudan ettiğimiz zarar, Sportif A.Ş.’nin dillere pelesenk olan bir yıllık kârından fazla!  Şimdi sorsak yönetimimiz “Maicon’u biz almadık, geldiğimizde kadrodaydı” der. Haklıdırlar, Maicon bir önceki dönemde alındı ama kurumlarda devamlılık esastır. Sizin aldığınız Falcao, Diagne, Babel de sizden sonrakilere kalacak.  Benim deyimimle Galatasaray’da tersine çalışan saadet zinciri var, her gelen yönetim bir önceki dönemin günahlarını sırtına vurarak yürüyor Golgota yokuşunu..  Hadi bir de iyi tarafından bakalım, moraller düzelsin.  Beli dönmeyen Maicon yılda 2,2 milyon Euro maaş alırdı, tıpkı selefi Aurélien Chedjou gibi… Transferin gözdesi Marcao 850 bin Euro’ya oynuyor aslanlar gibi!

Maicon Pereira Roque

Bu yaz mevsimine dönersek alınanlara “hoş geldin” diyoruz, alınamayanlarla zaten işimiz olmaz ama Z raporu şöyle:

Babel’den kurtulamadık / Belhanda’yı satamadık / Falcao kontratından çıkamadık / Feghouli için karar veremedik / Diagne için uygun çözümü bulamadık / Çocuklarına parçalı formayla top oynadığını göstersin diye gelen ve vergi yüküyle yıllık maliyeti 6,66 milyon TL olan eski futbolcu ilk 11’de 66 numaralı formasıyla şans bulmakta. Orta saha rotasyonu eksik, rakibin dengesini bozacak hızlı kanat oyuncusu yok, iki stoperden biri sakatlanırsa çare Ryan Donk ?

Görüldüğü üzere bu yaz pek iyi geçmemiş, realist olmayan kontratlara ek olarak satabilme becerimiz de eksik.  Şimdiden adres yine Ocak ayı gösteriliyor, bu filmi o kadar çok izledik ki artık tat vermiyor.
Kaynak yok dedik, pandemi koşulları sürerken yarın da olmayacağını biliyoruz. Bir de aleyhimize gelişen şartlar söz konusu, örneğin elde etmeyi umduğumuz performans ve sportif gelir karşılığının üzerinde sözleşme bedelleri söz konusu olan meşhur dört silahşörleri ele alalım: Babel – Belhanda – Falcao – Feghouli KAP bildirimlerine göre bu dörtlünün vergisiz, primsiz, masrafsız, net, çıplak, sabit maaş maliyeti yılda  15,4 milyon Euro! Geçen yaz transferi sonu € kuru 6,38 TL idi, bugün 9,10 TL sularında gezindi.  Sadece saydığım dört oyuncunun kontratlarından kaynaklanan kur farkı bir yılda 42 milyon TL! Üç ay sonra döviz kurları ne olur, Mayıs 2021’de nereye varır, Allah bilir. Nakit akışımız zaten sıkıntılı, yapılandırma anlaşması sayesinde döviz cinsinden finansal borçları TL’ye çevirmiş olsak bile Euro üzerinden imzalanmış futbolcu sözleşmeleri nedeniyle sezon içinde takıma maaş ödeyemeyecek duruma gelme riski inkar edilemez.

TL karşısında şaha kalkan yabancı para birimi!

Bonservisle yatıp kiralama bedeliyle kalkılan, “Florya evimiz D’Avila babamız” diye menajerlerden hayırlı haberler beklenen dönemde çok da talihsiz bir gerçekle yüzleştik. Profesyonel futbol takımımız İskoçya’da aldığı mağlubiyetle UEFA Avrupa Ligi’ne ön elemede veda etti. Son üç yılda aldığımız başarısız sonuçlardan sonra bence Ibrox Stadium bir kırılma noktasıydı. 

Avrupa’nın en güçlü 20 kulübüyle aramızdaki mesafe her alanda açılırken, uluslararası rekabette son virajı döndük ve duvara çarptık. Oyunun dinamiklerinin nasıl dönüştüğünü, futbolun en ileri ülkelerindeki futbol yönetim mantalitesini tahlil edemediğimiz için zihnen küme düşmüş vaziyetteyiz.  Uzun yıllardır süregelen başarıyı üretme yerine borç harç satın alma hevesi, plansızlık, popülizm derken sürekli vasata teslim olduğumuzdan Türk olmayan takımları yenme hedefinden “fikren” uzaklaştık. Türkiye pek yakında UEFA sıralamasında 13.sıraya inecek ve Champions League / düşler sahnesi yolu bizim için kapanacak (veya çok zorlaşacak)  Avrupa’nın en büyük futbol markası Real Madrid ya da Arap sermayesinin yıldızlar karması PSG karşısında alınan farklı mağlubiyetler değil sorun.. Dengimiz dediğimiz Avrupa kulüplerine diş geçiremez olduk, bizden daha düşük bütçeli takımlara eleniyoruz. Tek sorun para değil, hiçbir zaman değildi ve bir umuda tutunmak istediğimiz dönemde Galatasaray bayrağını Avrupa’da en çok dalgalandırmış Fatih Terim 1-0 kaybedilen Kasımpaşa maçından sonraki basın toplantısında “Yorgunluğun altından kalkamadık. Bu çok açık. Demek ki perşembe pazar maçlarına devam etsek işimiz daha zordu. Haftada bire düştüğü için kupaya kadar maçı baştan sonra, dinamizm içerisinde oynayan bir takım olabiliriz” deyiverdi. 

Fatih TERİM

Bu yorgunluk neden bizi vuruyordu, takım neden gamsızlarla doluydu, neden en yeni transferimiz deli danalar gibi koşturup rakiple boğuşurken sözde yıldızlarımız kaçak güreşiyordu.  Onu anlatmadı Fatih hoca ama elenmemizin isabet olduğuna getirdi lafı? Kinaye de olsa, şaka da olsa, bir anlık öfke de olsa Galatasaray profesyonel futbol takımının teknik direktörü bunları söyleyemez, Avrupa FATİH’i hiç söylemez.  En az takım kadar yorgun Fatih hoca, Covid-19 sonrası yorgunluğu diyenler çıkabilir ama bana öyle geliyor ki her topu göğsünde yumuşatmaktan daralmış, hayal kırıklıkları biriktirmiş, içinde tutamıyor artık.. Belli ki yıpranmış ve kırgın ama ona çok ihtiyacımız var çünkü kulüpte başka lider profili yok.  Ona ihtiyacımız var ve saha kenarında aslanlar gibi dik durmalı, yalnızca sahaya odaklanıp takımının üzerinden bir an bile elini çekmemeli, maç bitmeden beş dakika önce soyunma odasına gitmemeli.. Dünkü maç uzatmalarda atılan golle 1-1 bitse “son anda skor bularak bir puanı kurtardık ama ben golü göremedim, koridordayım” demek zorunda kalabilirdi, sanırım öyle bir durumda kalmak istemezdi ve bunu bir daha düşünmesini rica ederim.

Peki gayrimemnun kalabalıkların şikayet etmeye hakkı var mı? YOK kardeşim, yok! Montpellier sonrası hiçbir kulüpte kalıcı olamayıp elden ele gezen sorumsuz Belhanda’ya acayip bir kontrat verilirken sormadın, hayatında daha önce bonservis ödenerek kulüp değiştirmemiş Feghouli’ye bir senelik görev süresi kalmış yönetim tarafından 5 yıllık kontrat verildiğinde sorun etmedin, kiralık Emre Mor için 1.325.000 Euro çöpe atılırken onun yeniden wonderkid olacağına inanıyordun, Turgay Ciner’in Çin’den bedava getirdiği Diagne için ara transferin son günü 13,5 milyon Euro bonservis ödenirken memnundun, şarkılardan fal tuttun EL TIGRE için kaç kere ama Falcao transferinden birkaç ay sonra borsada hisse satmak zorunda kalan futbol şirketinin içine yuvarlandığı çukuru düşünmedin.

Doymadın, hep daha fazlasını istedin. Şimdi önümüzdeki yıllar FEDA mı olur ÇİLE mi olur yine düşünmüyorsun, keşke biraz düşünsen çünkü yönetenler sen uzun vadeli düşünmediğin için seni çarçabuk mutlu etmek için çırpınmaktan başka çözüm bulamıyorlar veya işlerine öyle geliyor. “Bana ne kardeşim, bana mı sordular alırken – satarken” der misin, peki sen de haklısın ama netice değişmeyecek yalnızca öfken ve mutsuzluğun katmerlenecek.   Popülizm ve futbolun günahlarından ilk kez de bahsetmiyoruz hatta: http://ilkercanalp.com/2019/02/01/populizm-sarmali-ve-futbolun-gunahlari/

Biraz da yetki ve sorumluluk makamında olanlar düşünse” dersen seninle beraberim ama onlar heyecandan, panikten ya da bizim bilemediğimiz gündemlerin peşinde enerji sarf etmekten hakikat ile aralarına epey mesafe koymuş gibiler. Futbol şirketimizin en deneyimli ismi ve kulübümüzün ikinci başkanı Şubat 2020 Divan Kurulu toplantısında kürsüde: “gelecekte pahalı transferler olmayacaktır, genç kardeşlerimize yöneliyoruz” dedi.  Futbol tarihimizin muhtemelen en pahalı ve en histerik transferinden altı ay sonra dile getirildi bu cümle. Üç yıllık kapı gibi kontrat değil de, sanki üç aylık kiralık sözleşmesi imzalanmış gibi.. Neydi o meşhur şaşkınlık cümlemiz, “insan bazen hayret ediyor!”

Aslına bakarsanız Galatasaray’ın sorunu ne yıldız transferi, ne kiralık oyuncu kaprisi, ne defansif orta saha, ne 10 numara…  Galatasaray’a şahısların hevesinden veya yetersizliğinden ârî parametrik bir yönetim modeli gerekiyor, köklü bir değişim şart.  Yönetenlerin kafasına göre iş yapamadığı hatta konuşamadığı, yürütme erkinin kurallarla sınırlandığı, planlı bir dönüşüm rotasıdır bahsettiğim.  Bunun gerçek olabilmesi için de evvela iyi niyete dayalı açık müzakere olmadığından birbirine düşmüş görüntüsü veren kulüp üyelerinin SPOR kulübüne yaraşır hakiki konuları olgunca tartışabilmesi gerekiyor. Bugün kulübümüzde ekonomik darboğazdan evvel adı tam konmamış sosyolojik bir kriz var.  Sessiz çoğunluğun varlığı yokluğu belli değil, gürültücü kalabalık çok konuşuyor ama ne istedikleri belli değil, herkes kendince bir köşede pozisyon alma ve orada siper kazma derdinde.. Böyle olmaz, camia kavramının etimolojisine de ters, geleneğine de yabancı bu bencillik, düşüncesizlik ve şımarıklık. 

Kulübümüzdeki dönüşüm zarureti ve bunun kilometre taşları belki bir yazı dizisi olur ama bu kulüp eskiden başardıklarını hatırlayarak halen adım atabilir.  Cebimizdeki reçete 21. yüzyıla yabancı değil hatta bu kulübün kurucu iradesi bugün Türkiye’nin bir asır önünde belki de!  Tekrarlayalım, 2020-21 sezonunu şampiyon da tamamlayabiliriz, beşinci de olabiliriz ama konumuz asla bir yıla sığan saha neticeleri değildir.

Bizim için dünyanın en güzel yeri karlar altındayken…

“Florya’da yaz bitti” diye başladık ve görünen o ki kış sert geçecek, uzun sürecek ve bu kış Galatasaray değişecek.  Umarım sorunun kişilerde değil, derinde / temelde / modelde olduğunu anlayanlar ve somut bir planı olanlar değişimde rol alsınlar.

10 transfer / 10 hafta / Üç kırık kaburga

Çocukluğumuzun güzel oyunu futbola dair sevemediğim dönem transfer mevsimidir.

Genelde kulaktan dolma bilgi kırıntılarıyla futbolcuların büyük yıldız ya da işe yaramaz olduğu peşinen ilan edilir, kulüplerin geleceğini ipotek altına sokacak ölçüde havaya saçılan milyonlar pek önemsenmez, menajerlerin şişirdiği / muhabirlerin uçurduğu balon haberler medyayı kaplar, çoğu futbol seyircisinde histerik tepkiler görülür, attıkları imza kurumamış oyuncular ya anormal beklentilerin ya da  ölçüsüz tepkilerin hedefi olurlar. 
 
Bayram nedeniyle bu yıl sekiz gün uzamasını saymazsanız, aslında transfer dönemi 1001 sürprize gebe futbolun en bilindik, en sıradan dönemi…
Türkiye’de parası çok olan kulüpler çok harcar, zevahiri kurtarmak zorunda olan kulüpler hesapsızca harcar, arada birileri mutlaka yolunu bulur, kaç futbolcu alınırsa alınsın taraftarın bir kısmı da tatmin olmaz ve daha fazlasını ister.   
Yıllardır tekrarlanan ama nedense hatırlanmayan gerçek ise sahaya fiyat etiketleri ya da milyonluk kontratlar çıkmaz. İnsana yapılan maddi yatırımın amacı da, maksimum rating elde ederek transfer şampiyonluğuna ulaşmak olamaz.
 
Transfer mevsimleri ve lig başlangıçları olarak Galatasaray’ın yakın geçmişini kısaca hatırlayalım.
Mayıs 2017’de tüm şimşekleri üzerine çeken, adeta ablukaya alınan kulüp başkanı Dursun Özbek ve yönetimi, Ağustos 2017 sonunda hani neredeyse övgülere sıra numarası dağıtır hale geliverdiler.
Arada ne olduğunu biliyoruz, 10 yabancı futbolcu transfer edildi, takımın omurgası büyük ölçüde değişti, lig başlangıcı ilk üç maçta üç galibiyet gelirken, 10 gol karşılığı 9 puan elde edildi.
Peki geçen sezonu hatırlıyor musunuz?
Mayıs 2016’da yine çok eleştirilen hatta yerden yere vurulan Sayın Dursun Özbek ve arkadaşları, Ağustos 2016 sonunda dümeni düzeltmişlerdi.
O üç aylık dönemde de 7 futbolcu transfer edilmiş,  Riekerink yönetiminde TFF Süper Kupa kazanılmıştı.
 
Bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle Süper Ligde 10 hafta geride kaldı, maratonun neredeyse üçte biri tamamlandı diyebiliriz.  Galatasaray bu on haftalık dönemde 7 galibiyet, 2 beraberlik (Antalyaspor / Fenerbahçe) ve 1 mağlubiyet (Trabzonspor) ile lider konumda.  Lig yarışında yeterince kilometre yapıldığına göre, bu yaz döneminde alınan futbolculara dair oluşan taze izlenimleri değerlendirmek için uygun zamandır, gelin sırayla bakalım.
 
GOMIS: Takımın enerjisi hatta ruhu olabilecek oyuncu, üst düzey golcü.. Çalışıyor, didiniyor, sahada ekmeğinin peşinde. Aleyna Tilki’den “O sen olsan bari” şarkısını seviyor, galiba beklediğimiz santrfor gerçekten o. Keşke 26-27 yaşındayken alabilseymişiz. Yalnız şu var ki, takımın gol umuduyken ve sahada ter dökerken vakitsiz / lüzumsuz kenara alınması oyuncuyu küstürebilir, Tudor’la aralarında yükselecek gerilimi Hırvat hoca yönetemez.  Gomis’in alternatifi Eren Derdiyok’un futbolu unutmuş görüntüsü düşünüldüğünde, büyük boy nazar boncuğu ile gezmesi elzem görünmekte.
 
MARIANO:  Yıllardır sağ bek diye izlediğimiz oyuncuların aslında sağ bek olmadığına bizi ikna etmiş görünüyor, işini yapıyor, teknik ve mücadeleci.. İleri çıktığında da etkili sağ açık performansı verecek kadar ayaklarına hakim Brezilyalı futbolcu.  
 
FERNANDO: İlk 10 haftaya bakacak olursak “yılın transferi”… Saha görüşü, alan kontrolü, rakibi yıldırması, pas arası yaparak top çalmaları, oyun kuran pasları ile bölgesine alınabilecek en iyi isimlerden biri olduğunu gösterdi.  Arkaya fazla gömülmediği dakikalarda pırıltısı artıyor.  Taraftarda yıllardır süren Melo hasretini dindirebilir.  Hani Yıldırım Demirören ile karşılaşsa elini sıkmamazlık etmez, kibarca tokalaşır, düzgün bir İngilizce ile lafını sokar, yürür gider gibi geliyor insana. Nazar değmesin, kadroda kesinlikle alternatifi yok.  Sürekli formda olmalı, daima ilk 11’de bulunmalı çünkü takımın kilit taşı.
 
MAICON: Kariyeri Brezilya ve Portekiz’de geçen stoper ilk defa ana dilinin konuşulmadığı farklı bir futbol ikliminde, aslında adaptasyon süreci devam ediyor diyelim. Gamsız Kamerunlu Aurélien Chedjou ile elbette mukayese edilmez ama 90 dakika içinde ağır hatta savruk göründüğü anlar da var.  Yanındaki stoperlerden net olarak daha iyi fakat sahadaki konumu itibariyle geçilmez bir kale gibi olması gerekiyor, zamanla daha iyi olmaması için sebep yok. İleri çıkışlarında gayet etkili olabildiğini de eklemeden geçmeyelim.
 
BELHANDA: Doğuştan yetenekli olduğuna itiraz edilemez ama son yıllarda değiştirdiği kulüplerde istenmedi. Kariyeri net biçimde düşüşe geçecekken kimsenin ödemediği bonservis bedelini ödeyen Galatasaray ile 4 yıllık kontrat imzaladı.  Erken konuşmak yanlış olur ama süper kreatif bir 10 numara olmadığını, formda bir Sneijder olamayacağını, top rakipteyken etkisiz olduğunu kabul etmek gerekiyor.  Saha içi performansını olduğundan parlak gösteren bazı istatistikler ileri sürülse de, kritik pozisyonu ve ona bağlanan umutlar düşünüldüğünde naçizane futbol kantarımda “yanlış seçim – hesapsız transfer”
 
N’DIAYE: Hevesli, mücadeleci, korkusuz orta saha oyuncusu ama Galatasaray’ın aradığı 8 numara değil çünkü oyunun temposunu eline alabilecek bir oyun olgunluğuna sahip değil.. Sahada ani parlamalarla göze hoş gelen işler yapan, seyircileri heyecanlandıran bir oyuncu, öte yandan oyun aklı kısıtlı, kontrolsüz ve herhangi bir 90 dakikada kırmızı karta en yakın oyuncularımızın başında geliyor. Badou N’Diaye 27 yaşında, 2012 yılında Selçuk İnan da 27 yaşındaydı. İki 8 numarayı aynı yaştaki performanslarıyla mukayese edersem tercihim net Selçuk İnan olur.  Performansı kenara koyarsak, N’Diaye transferindeki izaha muhtaç ilişkiler ve ortaya çıkan akıl dışı maliyet ise benim gözümde “şüphe uyandıran işlem” kategorisinde
 
FEGHOULI:  Premier League kulübü West Ham’dan gelen 28 yaşındaki Cezayirli oyuncuya bonservis ödeyen ilk kulüp Galatasaray, kontratı 5 yıllık, maaşı da yüksek.. Potansiyeli olan, hızlı ve becerikli kanat oyuncusu, dilerim çabuk adapte olur ve takıma büyük katkıda bulunur.  Sağdan yüklenen, genelde rakibi çökerten takımı görünce keşke sol ayaklı olsaymış demekten de alamıyor insan kendini.  Trabzon deplasmanında gördüğü kırmızı kart, saha içi terbiyesizlikten ziyade itilip kakılan takım arkadaşına sahip çıkma öfkesi olarak görülmeli.. Performans sürekliliği ise gelecek haftalarda netleşecek, ülkedeki futbol ikliminin Sofiane’yi oyundan düşürmemesini dileyelim.
 
DENAYER:  Galatasaray’a gelmek için adeta çırpındığı için taraftarın çok sevdiği Belçikalı Jason kardeşimiz, 17-18 yaşlarındayken dikkat çekmiş olabilir.  Galatasaray’da bir önceki döneminde vasat stoper / kötü sağ bek tadı bırakmıştı.  Yerinde oynatılmadığına dair eleştiriler de hatırlanacaktır.  İngiltere’de forma bulamadığı için tekrar Galatasaray’a geldi. Kafa topuna çıkamamak ve pozisyon alamamak gibi ciddi defolarının yanı sıra, sezon boyunca “Denayer tipi sevimli hatalar” a çok rastlayacağız gibime geliyor.  Kiralık olması iyi, bonservisi alınıp yatırım yapılacak futbolcu değil.
 
LATOVLEVICI:  Juventus uzun süre peşinden koştuğumuz Asamoah’ı bırakmadığı için Florya’ya kapağı atan Tudor’un eski öğrencisi.  31 yaşındaki Romanya patentli sol bek her haliyle standart bir futbolcu.  Kontratının sonunda Galatasaray’dan ayrılacak ve iz bırakması beklenmeyen futbolcular serisinden.  Mevcut kadroda Martin Linnes ile çekişiyor, anlık form durumu kimin forma giyeceğini belirler.
 
CARRASSO:  Galatasaray bir türlü Türkiye’de ikinci kaleci bulamadığı için transfer edilen Fransız file bekçisi kariyeri ve deneyimiyle güvenilir bir seçenek olabilir.  Ligimizde haksız rekabet unsuruna dönüşen Muslera’nın performansı ve devamlılığı düşünülürse, yabancı kontenjanını idman maçlarının kalecisi olarak doldurarak Galatasaray macerasını tamamlar.
 
 
10 yabancı transferle takviye edilen kadronun ilk 10 haftaki performansı sınıfı geçer, ligdeki sıralaması liderlik, peki neden 10.haftada gelen ilk mağlubiyetle omuzları düştü bazı Galatasaraylıların?   Niçin birileri aniden umutsuzluğa kapıldı, söylenmeye başladı, ne oldu da eleştiri dozu geometrik olarak arttı ?
Bu genetik bir problem mi, kötü bir alışkanlık mı yoksa izledikleri filmin mutsuz sonunu tahmin etme sıkıntısı mı?
Takımın gerileyen total performansı, iyi işleyen A planına rakiplerin daha sıkı önlem alması, UEFA ön eleme maçları için sezonu erken açan Galatasaray’a diğer takımların fizik güç olarak yetişmesi dışında üç temel sebep sıralanabilir.  Bu üç sebep, Mayıs ayında ünvan maçına hazırlanan boksörün iyileştirmek zorunda olduğu üç kırık kaburga gibi..
 
1- IGOR TUDOR
Karabükspor’un başındayken takımına özellikle iç sahada oynattığı etkili futbol ve sosyal medyada estirilen rüzgar neticesi 15 Şubat 2017’de Galatasaray ile 1,5 yıllık sözleşmeye imza attı.  Hırvat hocanın başarılı olup olamayacağı ilk günlerde merak edilirken, cevabın “1-2 kaybedilen Kayserispor maçı kazanılsaydı Riekerink bey gönderilir miydi?” sorusunda gizli olduğunu düşünüyordum.  Kısacası anlık kararlarla sağa sola savrulan yönetim tarzı düşünüldüğünde, ikisinin de cevabı “hayır” idi benim için.  
Igor Tudor, 14’ü geçen sezon olmak üzere Galatasaray’ın başında 24 süper lig maçına çıktı.  Bu yaz takımı hazırladı, Östersunds faciasına imza attı, süper lige ise fırtına gibi girdi.  10 yeni transferle omurgasını değiştirdiği takımıyla arası iyi görünüyor.  
Gel gelelim Igor Tudor her daim koşturmak istediği takımını hafta içi iyi hazırlarken, 90 dakikanın ilk düdüğüyle beraber heyecanlı bir amatöre dönüşüyor.  Teklediği anlarda A planına müdahale edememesi, kader maçlarının kırılma anlarında kendini “yok” yazdırması, anlaşılmaz oyuncu değişiklikleri, saha kenarındaki hali / tavrı, maç sonu açıklamalarıyla taktik uzmanı olmadığı, oyunu okuyamadığı izlenimi veriyor.  Orta sıralara razı bir takımda ya da her şeyin tıkır tıkır işlediği bir düzende bu zaaf belki tolere edilebilir ama şampiyonluk dışında çaresi olmadığını bilerek ince bir buz tabakasının üzerinde kramponla çapraz koşular yapan Galatasaray’da buna yer yok.
Teşbihte hata olmaz dersek; hedef maçlardaki teknik adamlık performansıyla vatandaşı Slaven Bilic’e, teknik adamlık söylemi olarak Türk futbolunun antik döneminden Branko Stankovic’e, saha kenarındaki hal ve tavırlarıyla oyundan alınmasına içerlemiş kilolu stopere benziyor.  Galiba problem, Igor Tudor’un Hırvatistan ve İtalya gibi iki önemli futbol ekolünde oyuncu olarak bulunmuş çalışkan bir antrenör olmasına rağmen çok boyutlu rekabetin kaygan zemininde ayakta kalacak becerikli yönetici ve üst düzey teknik direktör olamaması. 
Yolun başlarında olan 39 yaşındaki Tudor bir gün başarılı bir teknik direktör olur mu bilmem ama Mayıs 2018’de sona erecek kontratının uzatılmaması Sayın Dursun Özbek’in doğru tercihlerinden biridir.  Süper Ligde sezon sonu alınacak dereceden bağımsız, Galatasaray Sportif A.Ş. aldığı idari ve mali risklerin karşılığında ulaşabileceği en iyi teknik kadro ile çalışmalıdır, bu kişiler Tudor ve ekibi olamaz. Öte yandan lig yarışının ortasında ve kulüp seçimlerine 7 ay kalmışken asla hoca değişikliği yapılmamalı, sezon mutlaka Tudor ile tamamlanmalıdır.  Yönetim kurulunun kısa vadede yapması gereken tek değişiklik Tudor’a Hırvatça bilen çok iyi bir tercüman bulması, İngilizce kelime haznesi kısıtlı olan hocayı “Mert ile yaratıcı tercüme denemeleri” azabından kurtarması olur.
 
2- YEDEK KULÜBESİ
Şampiyonluğun en güçlü adayı Galatasaray, ligin en zayıf yedek kulübelerinden birine sahip.  Uzun lig maratonlarında ilk 11’ler değil, en azından 18 kişilik kadroların yarıştığı düşünülürse bu dezavantaj tüm Galatasaraylıların kafasını kurcalıyor.   Oyuna girmek için sıra bekleyenlerin “hamle oyuncusu” olmamasının dışında, geçtiğimiz sezonları hatırlayan taraftarların çoğu kulübe gediklilerinin yüzünü görmeye bile tahammül edemiyor.  Yabancı oyuncu sınırı ve mali koşullar nedeniyle kulübeyi kısa vadede değiştirmek mümkün olmadığına göre, bu kısırlık ve geçimsizlik önemli riskler barındırmakta.  Galatasaray’ın tek ciddi kulvarda mücadele etmesi, enerjisini bölmek zorunda kalmaması ise bu riskin görünür tek ilacı şu anda.
 
3- YÖNETİM KURULU
Geçtiğimiz iki sezonda futbola dair skandala varan kararlara imza atan mevcut kulüp yönetimi, bu yaz transferlerde isabet oranı olarak yüzleri güldürdü.  Florya’dan uzaklaştırılan kardeş Mehmet Özbek, Levent Nazifoğlu faciasından sonra Cenk Ergün çizgisi derken çıtayı yükselttiler.  Östersunds krizine pahalı transfer merhemi sürüldü, lig başlayınca algı olumlu yönde değişti.  Takımın rüzgarıyla teknenin tüm yelkenleri dolarken, haftalar geride kalıp da kıyıdan uzaklaştıkça rüzgar sertleşiyor.  Hava bulutlanmaya başladı.  Sahadaki sorunları futbol direktörü ve Tudor çözecek, yönetim mayın tarlasından şarkılar söyleyip geçerken nakit akışını da çözecek.   Fakat ülke futboluna has bir kangren var ki, bununla mücadele etmek tecrübe, strateji ve kararlılık istiyor.  Süper Ligde hiç olmayan hakemlik standardına, çok bariz biçimde Galatasaray aleyhtarı kamuoyu yaratma kampanyası eklendi.  İstiklal marşı söyleyemeyen yabancı futbolcu vurgusu, oluşan puan farkının sun’i olduğuna dair imalar, rakip takımdaki oyuncunun aldığı müsabakadan men cezasının Galatasaray derbisine olan mesafesinin ince ince hesaplanması, spor kulübünü siyaset çukuruna çekmek için klasik akıl oyunları ve iftiralar, hakemlerin Galatasaray’ı durdurmak için koşullanmış birer engel gibi algılanmaya başlaması, Florya’daki sporcuların “neler oluyor dışarıda” sorularına fazla takılması gibi olumsuzluklar peş peşe geliyor.  Çok bağıranın daha çok duyulduğu, kapı arkasında iş bitirenin ayıplanmadığı , kirli futbol düzeninin rezil aktörlerinin halen itibar görebildiği ülkede spor yapmak, adil rekabetten yana olmak hiç kolay değil.  Dolayısıyla Florya’daki pahalı insan kaynağının dizginlerini elden kaçırmaksızın, rekabette belden aşağı vuranlara karşı tedbirler almak gerekiyor.
Ve bu tedbirler Florya’da barbekü partisi vermek ya da Florya’ya postu serip komik motivasyon konuşmaları yapmak değil… 
Mesela kitle iletişimi konusunu “stratejik üstünlük” kozu haline getirmeyi düşünerek başlayabilir Galatasaray yönetimi…
 
Galatasaray güçlü yönlerini ön plana çıkarır, kırık kaburgalarına sert yumruklar almazsa 21.lig şampiyonluğunu kazanacaktır.
Şartlar öyle getirdi ve şampiyonluk öyle bir hedef haline geldi ki, Galatasaraylıların kupa beklentisinin dizeleri: “biz sana mecburuz, bilemezsin”