Aynı gemide miyiz?

Hafızası iyi olanlar için zor bir ülke burası, tekerrürden ibaret tarih sahnesinde sürekli “sar geri / al ileri” replay modunda aynı film izlettiriliyor bize…

Bilhassa parasal konularda işler sarpa sarınca, makro ekonomik göstergelerin bozulmasından ötürü toplumda görmezden gelinenlerin bile desteği lazım olunca en sık duyduğumuz repliklerden biridir “Aynı Gemideyiz

Her şey tıkırındayken ise “biiiz ve onlaaaar” haykırışları kulaklarımızda çınlar.  Herkes aidiyetine, kartvizitine, adamına ve parasına göre muamele görür.  Kimse başkasının derdiyle dertlenmez, empati kurmaz, komşu komşusunun aç mı tok mu olduğunu merak etmez.  Yok sayma ve ötekileştirme geminin kamaraları arasındaki sınıf farkını aşar, saygıdeğer yolcular ile ambardaki fareler ayrımına kadar uzanır.

Onlarca çocuğu bir yıl boyunca okutacak parayı bir haftalık yaz tatilinde harcayanlarla, tek evladını devlet okuluna göndermek için kendisinden bağış adı altında “kayıt parası” istendiğinde yutkunanlar birbirlerini asla görmez, bilmez, düşünmez. Aynı fatura kuyruğuna girmez, aynı etkinlikte yan yana bulunmazlar. Hani olmaz ya, kazara aynı semt pazarına gitseler bile malı iyi olanla, fiyatı ehven olan tezgahlar arasında ayrı gayrı düşerler.

Hakikaten aynı gemide miyiz yoksa bizim devasa gemiyi sığ ve karanlık sulara sürükleyenler kılavuz kaptanın teknesinde paralel bir hayat mı yaşıyorlar?

Aynı gemideyiz korosunun beş tip solisti bulunuyor.

  1. Başarısızlığına ortak, beceriksizliğine kılıf, propagandasına kalabalık arayan iktidar
  2. İktidarın yancıları, yalakaları, maaşlı adamları
  3. Milyarder seviyesindeki patronlar ve global ölçekte yüksek refah düzeyini mevcut düzene borçlu olanlar
  4. Aynı gemideyiz şarkısına iştirak etmez ya da detone olurlarsa iktidar tarafından yaftalanmaktan korkanlar
  5. Aynı gemide olduğumuza samimi olarak inananlar

Gördüğüm kadarıyla o aynı geminin güvertesinde üç popüler şarkı var

  • Tadımız kaçmasın, dolar her yerde yükseliyor, zararı hepimize
  • Mahallenin delisi Trump aklına eseni yapıyor, bu hakaret hepimize
  • Yenilmeyeceğiz, boyun eğmeyeceğiz, biz kazanacağız, eyyy Amerika vs.

Sırayla gidersek eğer:

  • İktidarın durumu çok net, karşılarında siyasi muhalefet ya da üzerlerinde TBMM ve yüksek yargı denetimi olmadığı için tek endişeleri toplumsal muhalefetin güçlü bir itirazda bulunma potansiyeli. Bunu önlemenin en kısa yolu “birlik ve beraberliğe her zamankinden çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde” dış güçler / şer yuvaları / ülkemiz üzerine oynanan oyunlar benzeri komplo teorileri anlatmak. İnananları “vatanperver”, inanmayanları “dış güçlerin piyonu”, “vatan haini” “terörist” “çapulcu” vs. diye ayrıştırmak ve kışkırtmak. Zaten iktidarın yancıları ve yalakaları da aslen bu ayrışma ve kamplaşma ateşine benzin dökmekle mükelleftir. 24 Haziran 2018 gecesi ruhsatsız silahlarla sağa sola ateş etmek bu mükellefiyetin parçasıdır örneğin!
  • Patronların ve süper müreffeh kesimin de oyun planı net. Bir kere bu grubun kişisel veya aile düzeyinde en ufak bir kaygıları, endişeleri bulunmuyor.  Euro, dolar, sterlin, swiss francs, külçe altın artık her neyse, dünyanın herhangi bir yerinde onları yaşatacak bir serveti eskilerin deyimiyle iddihar etmişler, kenara ayırmışlar.  Bulundukları konumu, yararlandıkları vergi aflarını, en ziyade müsaadeye mazhar olma imtiyazını, hukukun üstünlüğünü yok sayabilme ayrıcalığını bu iktidar 16 yıldır sağlıyor.  Riske girmeye gerek yok dolayısıyla gemi aynı, kamaralar birinci sınıf!
  • Erdoğan’ın kindar olduğunu bilenler, yükselmeyi umanlar, fark edilmekten ve ezilmekten korkanlar koro kalabalığının içinde, arka sıralarda “aynı gemideyiz” şarkısını terennüm ediyor.
  • Samimi olarak aynı gemide olduğumuzu inananlar ise memleketin dört bir yanında aynı anda dövizin yükseldiğini, hep birlikte fakirleşerek ülkeler liginde küme düştüğümüzü, Trump denen şımarık züppenin hepimizle alay ettiğini, el ele verirsek bu yangından sağ çıkacağımıza inanıyor. İyi niyetli güzel insanlar bunlar, üzülmeseler keşke..

Peki nasıl oluyor da dış güçler böyle fütursuzca Türkiye’nin dengeleriyle oynayabiliyor, bize operasyon çekiyorlar?  Madem çok güçlü bir devletiz, neden bu tip kirli oyunlara bağışıklığımız yok?  Dünyada nasıl bir yer işgal ediyoruz ki, alt tarafı sıcak para trafiği ve döviz kuru üzerinden alt üst oluyor ekonomimiz?  Nasıl oluyor da Pakistan rupisi, Tunus dinarı, Etiyopya birri hatta yaşanan insani drama üzülüp yardım gönderdiğimiz Myanmar kyatı TÜRK LİRASI kadar değer yitirmiyor ??

En basit ifadesiyle verimsiz bir ekonomiye sahibiz, ürettiklerimiz global pazarlarda katma değeri yüksek ürünler kategorisinde değil, cari açığımız endişe verici boyutta, ihracatımız içinde ithal girdilerin payı yüksek, son yıllarda dış borç stokunun GSYİH’ye oranı sürekli yükseliyor, dolayısıyla her yıl ödememiz gereken dış borç ve faizi artıyor.  2002’de 129 milyar USD olan dış borç, 2018’de 450 milyar doları aşmış durumda.  Bütçe açığına ek olarak, denge denetleme kurumları iyi işlemediği için toplanan vergilerin harcanma şekli ülkenin öncelikli ihtiyaçlarına ve 21.yüzyılın beklentilerine uygun olamıyor.  Dünyadaki tüm ülkeler kendi topraklarına doğrudan yatırım çekmek, uygun koşullarla borçlanmak için uğraşırken Türkiye “risk primini” yükselten acemi adımlar atarak herkesin tersine bir seyir izliyor.  Coğrafi olarak baktığımızda doğrudan yatırım ve ihracat pazarı olarak en cazip ülkelerle gerilim yaşıyor, dış ticaret konusunda denk bir ilişki kuramayacağımız ülkelere pek çok riski de üstlenerek yaklaşmaya çalışıyoruz.  Cazibe merkezi olabilecekken, ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamayacak konuma düşüyoruz.

Özel sektörün döviz pozisyonu ve borçluluğu korkutucu boyutta, bu borçların çoğunda hazine garantisi var, hane halkına düşen borçluluk hiç olmadığı kadar yüksek seviyede ve pek çok aile kredi kartlarının minimum ödemesini tutturduğu için geçinebiliyor.  Özalist ekonominin 1980’li yıllarda damarlarımıza zerk ettiği, dünyada serbest dolaşımdaki sermayenin bollaşmasıyla Erdoğan döneminde müptelası olduğumuz “tükettiğin kadar adamsın, satın alamıyorsan zavallısın” zehri sayesinde tatminsiz, savurgan ve bunlar yetmezmiş gibi vurdumduymaz kamu sektörünün müsrifliğini de finanse etmek durumunda olan uyuşturulmuş insanlarız.  Üretene, alın teri dökene, eli nasırlı olana olan saygı dahi azaldı.  Yıllardır övündüğümüz nüfusu genç dinamik ülkeyi çalınan sınav sorularıyla, göreve gelen her Milli Eğitim bakanının sistemi sil baştan değiştirmesiyle, artık iyi yetiştiremediğimiz öğretmenlere hissettiremediğimiz değerle, yozlaşan kültürel kodlarla, hayalleri çalınan çocuklarımıza aşılayamadığımız idealizm ile ziyan ettik, ediyoruz.  Bunun etkilerini önümüzdeki on yıllarda daha ağır hissedeceğiz.

Zırt pırt değiştirilen kamu ihale kanunu ise iktidara yakın olan şahıs ve şirketler için hoş sürprizler içeriyor.  10 liraya ihale alıyorsun, 7 liraya alt taşerona veriyorsun, o denetlenmediği için malzemeden çalıyor, sen oturduğun yerde 3 lira kazanırken vatandaş da ekonomik ömrü kısa vasat hizmet alıyor. 1000 liraya ihale alıyorsun, teminat mektubu da vermişsin, sonra sudan sebeple ihale iptal oluyor, aynı iş başkasına 1600 liraya veriliyor.  Aradaki fark ne oluyor, belirsiz.

En güzeli ise “servet transferi amaçlı organize işler” dediğim mega yatırımlar.  Turgut Özal’ın yap-işlet-devret modelinin çok üzerinde tam bir Şark kurnazlığı var burada.  Seçim kampanyalarında AKP’nın ağzında sakız edip seçmenin gözüne, kulağına yapıştırdığı otoyol, tünel, şehir hastanesi, tren yolu köprüsü, maden, HES her neyse bir firmaya veriliyor. Firma devlet bankalarından yüklü kredi alıyor, sağladığı finansla işin müteahhitlik kısımını tamamlayıp hizmete açıyor.  Yüce devletimiz bu mega projelere araç geçiş garantisi, hasta yatış garantisi, kömür alış garantisi vs. veriyor.  Köprüden araba geçmedi, hastaneye yeterli hasta gelmedi mi aradaki farkı AMERİKAN DOLARI olarak devletimiz şirketlere takdim ediyor.  Bu şirketler yatırım riskine girmeden çatır çatır tahsilat yapıyor, bu cömertliğin ödülünü minnet borcu olarak kimlere geri veriyor, belirsiz.  Betona dayalı bir rant paylaşımına hangi iktisat kuralı kıymet verir, bilinemiyor.

Otoyollardan, köprülerden, tünellerden geçiş dövize endeksli.. Alışveriş merkezlerinde dükkan kiraları dövize endeksli.. Türk sporcuların Türk kulüplerinden aldığı ücretler Euro.. Hayatın her alanında, her şey dövize bağlı çünkü liraya güven yok.

Washington’un delisi Donald Trump iğrenç bir üslupla Türkiye’ye ayar verdiğinde “onların dolarları, bizim de Allahımız var” diyen kayınpeder, ekonomi yangın yeriyken vasat altı bir prezantasyonla alkış bekleyen damat, kıdem ve liyakat dışında belirlenmiş bürokratik kadrolar, tutarsız ve değişken ekonomi politikaları ile Türkiye tam bir açık hedef durumunda.

Patronların tutumu kapitalizmin doğal refleksidir. Yıllardır da değişmez. İşler iyi giderken, gürül gürül akan çeşmeden kovasını dolduran ve bir bardak suyu dahi paylaşmaktan imtina edenler, sular kesilince “hepimiz aynı gemideyiz” der ve krizi (susuzluğu) topluma ihale etmeye çalışırlar.

Peki ya zerre-i miskal kaale alınmayan anayasamızda vaaz edildiği şekliyle demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletini idare edenlerin durumu nedir?  Cumhuriyetin kazanımları olan üretim tesislerini önce kaderine terk edip sonra üç otuz paraya satacaksın, sana oy verene “millet” vermeyene “bölücü” gözüyle bakacaksın, defalarca ikaz edildiğin halde Pensilvanyalı hain şarlatanla yıllarca iş tutup dershane rantı üzerinden başlattığın kavga kan davasına dönüşünce “aldatıldık, kandırıldık, Allah affetsin” diyeceksin, kredibilitesini yitiren ülkede ekonomi şapa oturup $ 6, € 7, £ 8 lirayı aşınca #AynıGemideyiz ??

1100 odalı saraylarda oturacaksın, Dersaadet’in muazzam saraylarına konacaksın, 300 odalı yazlık saray yaptıracaksın, siyah  Maybach – Lincoln – GMC koleksiyonu yapacaksın, dizi dizi özel uçakların olacak, altın varaklı koltuklar ve Hermès  çanta vazgeçilmezin olacak, tüm bu israfı “itibardan tasarruf olmaz” diye seçmene pazarlayacaksın, yandaşlarının milyarlık vergi borçlarını tek kalemde sileceksin, kamu bankalarını arka cebindeki cüzdana döndüreceksin, senin döneminde rüşvet iddiaları “45 mi 50 mi hatırlamıyorum” noktasına gelecek ama alt tarafı Amerikan banknotu senin ekonomini tarumar edince #AynıGemideyiz he ???

Bilim aşağılanacak, eleştiri küfür sayılacak, hakiki uzmanlara “hayatlarında iki koyun gütmemiş adamlar” denecek, dış politikaya yön verecek olanlar “monşer” ilan edilecek, en uslu duranlar üniversitelere rektör olacak, eğitimli olmak rahatsızlık unsuru sayılacak, hamlık-vasatlık-nobranlık-uyanıklık-ehliyetsizlik dört koldan pompalanacak, Türkiye’nin manevi itibarı yerle bir edilirken döviz kuru da dış ödemeler dengesini kemirmeye başlayınca #AynıGemideyiz ???

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran “iki ayyaş”, Lozan “mağlubiyet”, eski Türkiye’nin dış politikası “korkak, pısırık, sinik” ama ajandan bozma kıçı kırık bir rahibin bağımsız? yargıdan aldığı cezanın pazarlığını yapmak için ABD’ye giden heyet havalimanında tercüman bekliyor, üçün birini alarak geri dönüyor.  Durum kontrolden çıkınca, pikapta aynı plak dönmeye başlıyor:  #AynıGemideyiz

Döviz kuru bir günde %17 artış gösterince ilk aklına gelen şey aile büyüklerinin eczaneden satın aldığı ithal ilaçları stoklamak olan insanlarla, “cash is the king, dara düşenlerin mallarına çökme zamanı” diye düşünecek tefeciler ya da “milletin .mına koyacağız” kararlılığını daha da perçinleyen dolar bazlı ihale müptelası müteaahhit aynı gemide olabilir mi Allah aşkına ?!?

Elbette bir de “memleket ne krizler atlattı, bunu da atlatırız, şerbetliyiz” diyenler var.  Evelallah atlatırız, bize işlemez Yankee salvoları ama AKP’nin kurulmasına vesile olan kriz ortamını hatırlamakta fayda var sanki..

2001 krizi öncesinde yine ABD bu kez Irak işgaline dair planlar nedeniyle Ankara’nın ensesindeydi, ülkede hükümeti dört koldan sıkıştıran muhalefet partileri vardı.  Patronlar “ekonomi yönetiminin yanlışlarını vurgulayan” cümleleri çekinmeden kurardı.  Ana akım medyada hükümetin zayıflığı ve iş bilmezliği eleştirilebiliyordu.  Yüksek yargı organları daha bağımsızdı ve hükümetle olan mesafelerini koruma konusunda doğal bir reflekse sahiptiler. Sendikalı çalışan sayısı oran olarak daha fazlaydı, işçi mutsuz ve haklıydı, halkta siyasi fanatizm 2018’in %10’u bile olmadığı için pek çok insan “böyle yönetilmeyi hak etmiyoruz” diyordu, isyan eden esnaf Başbakanlık önünde yazar kasa fırlatıp buna rağmen yıllarca hapse atılmıyordu.

2018 yılının ikinci yarısında yine Washington ile pişti oynuyoruz ama bu kez hükümeti zorlayan muhalefet partisi yok, hatta iktidar bile siyasi parti olarak tezahür etmiyor. Sağ partilerin neredeyse tamamı tek adam Erdoğan’ın yancısı ve han-ı iştihadan düşecek kırıntılara talip zira ülkede siyasi rejim değiştiği için kazanan adam 1, diğerleri sıfır… Kendine “sol” diyen ama sosyal demokrasiden nasiplenmemiş CHP bu bozuk düzenin katalizörü ve devamlılığının sigortası haline gelmiş.  O kadar şuursuz ve pespaye bir haldeler ki, olağanüstü kurultay için imza toplama / imza sayma sarmalına girmişler. “Etkin ve gerçekçi bir muhalefet ortaya koyabilecek tek yapı HDP olabilir mi?” diye düşünenler de, partinin demode Kürt milliyetçiliği ile terör örgütüne olan mahkumiyet arasında sıkışarak tamamen sistem dışına itildiğini görüyorlar.

Komprador patronlarda okka altına gitme korkusu hiç olmadığı kadar büyük, değil hükümeti eleştirmek “övgüde eksik kalır mıyım” paranoyası ile beğendiği kıza yaranmaya çalışan birer Recep İvedik’e dönüşmüş durumdalar.  En bayağısından milliyetçi – mukaddesatçı boş hamaset ile ya uyutulan ya da gaza getirilen seçmenler çok sayıda, dahası süper güç olacağımıza, Osmanlı’nın dirileceğine falan inanan insanlar var.

Medya %90 Erdoğan’ın elinde ve kontrolünde, gazeteler-TV kanalları tek ses / tek yürek !  Yargı erki yaşadığı kriz ve bunalımlar sonucu bir tür memuriyet fonksiyonuna indirgenmiş izlenimi vermekte.  Sendikaların adı anılmaz oldu, gizli işsizlik ve Suriyeli kaçak işçi gerçeği ile terbiye edilen emekçiler yorgun ve suskun, isyan eden tekme tokat susturulur, grev kararı bile münafık olmak için kafi.  Sivil toplum zaten çok zayıf, OHAL görünürde kalktı ama aslında cep telefonu modellerinde olduğu gibi Pro Lite versiyonu sürekli kılındı. Bülent Ecevit’e yazar kasa fırlatan esnaf bugün dış güçlerin  ülkemiz üzerinde oyunlar oynadığını ve süper kahraman Erdoğan’ın White House başta olmak üzere bütün şer inlerine gireceğine inanıyor.  Bugün benzer bir eyleme yeltenen esnafı sarayın kapısında öyle bir derdest ederler ki, bir daha gün yüzü göremez.

Şurası çok net ki, 2001 – 2018 arasında köprünün altından çok sular aktı hatta köprü de yıkıldı, yenisi de dolara endeksli hazine garantili kamu ihalesi ya da PPP (public private partnership) modeli ile yapılır artık !

Velhasıl-ı kelam, bizim gemi karaya oturdu, yeniden yüzdürülmesi zaman alacak ve çok pahalıya mal olacak.  Bu ülke belki yoklukla, sefaletle imtihan olacak. Hepimiz bundan nasibimizi alacağız, kaçarı yok ama yine de #AynıGemideDeğiliz

Gemi bizim ama gemiye Avrupa Birliği tam üyelik hedefi ve ileri demokrasi ideali ile yön gösterip de gemiyi Afrika modeli başkanlık ile üçüncü dünyaya sürükleyen kılavuz kaptan ve avanesi gemiyi çeken kılavuz teknedeler.  Onların tuzu kuru hatta neredeyse tekneleri bile ıslanmaz.

İyi niyetli güzel insanlar üzülmeyin, gövdesi paslı, güvertesi kirli, dümeni arızalı, pervanesi dolara dolanmış olsa da gemi sonuçta bizim ve onlarla #AynıGemideDeğiliz

Galatasaray’da seçim: Renk aşkı mı koltuk hırsı mı?

26 Mayıs 2018 cumartesi günü Galatasaray Lisesi’nin koridorlarında oradan oraya koşturan insanlar göreceğiz, sınıflara sandıklar kurulacak ve farklı çevrelerde eleştirilse bile ülkemizdeki demokrasinin en canlı örneklerinden biri olan kulübümüzde olağan seçim yapılacak.

SARI listeyle 6602 sicil numaralı Sayın Dursun Aydın Özbek de başkan adaylarından biri ve diğer adaylardan çok daha iyi tanıyoruz onu.

Hatırlayan kaldı mı bilmiyorum ama Prof.Duygun Yarsuvat yönetiminde başkan yardımcısı olarak görev yaparak deneyim kazandığına inanılan Sayın Dursun Özbek 3D vaadi ile 2015’te kulüp başkanlığına seçilmişti.

Neydi 3D?  DİSİPLİN, DENETİM, DAYANIŞMA

http://www.milliyet.com.tr/dursun-ozbek-projelerini-acikladi–galatasaray-2058566-skorerhaber/   (arşivlik haber linkini tıklayıp dikkatle okumanızı öneririm)

Disiplin deyince aklıma, tahsil edemeyeceğini bildiği halde futbolculara astronomik cezalar tahakkuk ettirip, bunu bilanço kaleminde alacaklar hanesine koyması geliyor sayın başkanın.  Genel kurulda kürsüden kendisini eleştiren bazı üyelere disiplin cezası verdirmek için çabaladığını da unutamıyorum.

Dayanışma deyince aklıma, kulübün içinde yuvalanmış statükocu siyaset esnafı ile sırt sırta vererek yaptıkları ve bunun yarattığı manevi tahribat geliyor.

Denetim deyince aklıma, hem bizzat seçtiği Denetim Kurulunun hem de kendisinden sonra seçilen Denetim Kurulunun raporladığı ve net tüzük ihlali olan idari / mali uygunsuzluklar geliyor.  Bu somut tespitlere rağmen kulüp üyelerinin ibra kavramı konusundaki farklı görüşleri, duygusallıkları ya da affedicilikleri sayesinde mali genel kurulda aklandıktan hemen sonra kürsüde yumruk show yapması ise başkası adına utanmama yol açmış hazin bir fotoğraf karesi olarak hafızama kazınmıştır.

Dahası da var.

Yönetim kurulundan istifa eden Cüneyt Tanman / Tayfun Demir / Selim Arda Üçer / Fatih İşbecer dörtlüsü, ihtiyaç molasında taraftarla transfer sohbeti, sucuk-ekmek ziyafetleri, kişisel Galatasaray geçmişine dair kötü kurgulanmış hikayeler, üçlü çektirme denemeleri, Hamzaoğlu, Denizli, Riekerink, Tudor, abuk subuk transferler, Mehmet Özbek – Levent Nazifoğlu ikilisiyle havaya saçılan paralar, Tudor’un üzerine Lucescu’yu futbol aklı olarak getirme fikri, Sayın Can Topsakal’ın “basketbolu öğreniyorum” konulu maceraları, Sayın Nasuhi Sezgin’in “istifa ediyorum” deyip bir türlü görevden ayrılamaması, federasyonlar nezdinde sıfıra yakın etki düzeyi, bu yaz sezonunda seçim öncesi kesin sportif başarı zaruretine istinaden 10 yeni futbolcu için yıllara yayılmış toplam 130 milyon Euro borç taahhüdüne girilmesi, defalarca ikaz edilmesine rağmen kur riskinin bir türlü hedge edilmemesi, tefeci faizine boyun eğerek factoring firmalarına abone olunması, bol kepçe maaşlar, acayip primler / kontratlar, yüklü faturalar – belirsiz faturalar – karışık faturalar vs…vs…

Boğaz’ın incisi Galatasaray Adasını yıktıran, bildiği iş otelcilik konusunda yanlış fizibilite yapan, görev süresince bize en çok arsa-arazi-beton-inşaat anlatan ama anlattığı hesaplar bir türlü realize olmayan başkan…

Hafızası insana yüktür bazen, hani hatırlamaktan yorulursun bazı detayları, aslan gibi şampiyon da olmuşuz, mevsim bahar..

Olmuşla ölmüşe çare yok, haydi bunları unutalım, Dursun başkanımıza bir şans verip sıfırdan başlayalım” diyorum bu sefer de aklıma “sıfır borç” efsanesi geliyor.

http://www.galatasaray.org/haber/kulup/baskan-dursun-ozbekten-aciklamalar/33536   

Dursun Özbek döneminde SIFIR BORÇ hedefinin altyapısı hazırlandı mı acaba?  Keşke bu konuda Dursun başkana teşekkür edebilseydik…

Galatasaray Spor Kulübü ve bağlı şirketleri konsolide olarak sadece 2017’de 426 milyon Türk Lirası dönem zararına imza atmıştır, bu kırılması zor acıklı bir rekordur.

Dolayısıyla Riva-Florya projelerinin arsa bedeli olan 342 milyon TL de erimiştir, tükenmiştir, berhava olmuştur.

2014 yılında 498 milyon TL olan net kredi borcumuz, 2017’de ilk defa 1 milyar TL’yi aşmıştır.

Ayrıca Galatasaray sadece 2017’de, bir yıl içinde 192 milyon TL faiz ve finansman gideri ödemiştir.

Bankaların ve finans kurumlarının gölgesinde spor yapar konuma düşürülen Galatasaray’ın 2014’te 62 milyon TL faiz / finansman gideri ödendiği hatırlandığında, üç yılda bu yükün üçe katlandığı anlaşılmaktadır.  Bu felaket döngüsünün kaçınılmaz neticesi olarak maalesef 2018 yılında en az 250 milyon TL faiz ve finansman gideri ödenecektir yani iyimser tahminle Galatasaray konsolide gelirinin üçte birini finans sektörüne ödeyecektir!

Riva-Florya arazilerini değerlendirme yetkisini garantilemek için 10 Ekim 2016’da SIFIR BORÇ taahhüdü ile yüreklere su serpmiş Sayın Dursun Özbek, bugünlerde “bana da borcunuz var” diyebilmektedir.

“BEN” dediği aslen Özbek Turizm A.Ş. olduğu için, alacağına faiz de talep ettiğini hatta bununla ilgili yeni faturalar düzenleyip kulübe gönderdiğini unutmadan ekleyelim.

Bu ne yaman çelişkidir, sayın eski başkanımız herkesi balık hafızalı mı zannetmektedir bilinmez ama 20 Ocak 2018’de kaybettiği seçimden sonra tekrar aday olmasını içerideki parasını kısa yoldan kurtarma çabası olarak yorumluyorum, buradan Galatasaray’ı ilgilendiren herhangi bir kahramanlık hikayesi, asil gaye, kutlu hedef, erdemli tavır çıkartamıyorum.  Kusura bakmasın.

Madem Tüzükten kaynaklanan hakkını kullanıp yeniden aday olmuş, sayın başkana dört net sorum var:

– Hani nasıl derler “evlerden ırak”, Allah esirgesin cümlemizi, yaptıklarınız yapacaklarınızın teminatı mıdır ?  

– Fenerbahçeli olmasından ziyade Galatasaray aleyhtarlığı ile medyada pozisyon elde etmiş, Yıldırım Demirören’in yaveri kurnaz gazeteci İbrahim Seten‘in yönettiği medya kampanyası sizi yeniden kulüp başkanlığına taşırsa, Fikret Orman’ın eski iş ortağı nevzuhur şahsiyet Serdar Güzelaydın‘ı Galatasaray Sportif A.Ş’nin tepesine yerleştirecek misiniz?

– Malumunuz TCMB siyasi ve ekonomik risklerden olumsuz etkilenip yükselen döviz kurunu kontol altına alabilmek için borç verme faizini 3 puan artırdı. Basından okuduğumuz kadarıyla siz de eksik olmayın 30 milyon Euro ile geliyormuşsunuz? Bu para HİBE midir? Eğer hibe değilse, faiz oranı bize en son kaça olur ?!?!??

– Seçim kampanyanızın öne çıkan mesajlarından biri de yeni transferleri müjdeleyen “yine uçaklar inecek” cümlesidir. UEFA kapısında sizden önceki Ünal AYSAL’ın açtığı finansal gedikleri savunmak zorunda kalmış, Financial Fair Play regülasyonlarına hakim biri sıfatıyla; bugün İsviçre’den Mondros mütarekesini andıran bir settlement agreement bekleyen Galatasaray’da bu uçaklar nereye ve nasıl inecek?  Hani diyorum ki acaba hevesinizi köreltmek için size bir flight simulator armağan etsek kulübün gariban çek defterini rahat bırakır mısınız?

Elbette Sayın Özbek bu dört soruyu görmezden gelip Galatasaray 5.0 projeler bütününü anlatmayı tercih edebilir ama kulübümüzün önceki dört tarihsel aşamasını da herhalde bir ara izah edecektir?

Konuyu toparlayacak olursak, bu seçimde GRİ renkli oy pusulası, KIRMIZI renkli oy pusulası, BEYAZ renkli oy pusulası geçerli seçenekler arasında sayılabilir.

Naçizane tavsiyem, yaptıkları ile anlattıkları arasında birkaç ışık yılı mesafe bulunan adaylardan her daim ısrarla sakınınız !

Ne bu seçimde, ne de başka seçimlerde…    İster 26 Mayıs’ta, ister 24 Haziran’da!

SON SÖZ:  Hafızanıza sahip çıkın, aldanmayın ve unutmayın!