Dünyada üç akım giderek güçlenirken, özgürlükçü demokrasinin hatta insanlığın geleceğini nasıl etkileyeceği tartışılıyor. Bunlar;
- Popülizm ve otoriterleşme
- Kutuplaşma (polarizasyon)
- Kültürel kodlardan ve köklü değerlerden koparak vasatlaşma (mediokrasi)
Bu üçlüden ilki tamamen bir iktidar alanı daha doğrusu bunalımı. İkinci sıradaki hem iktidarın hem muhalefetin altına odun attığı büyük bir ateş. Üç numara ise iki tarafın da zaman içinde fark etmeden sürüklenebildiği kısırlık hali.
Ne yazık ki Galatasaray bu kötüye gidişten münezzeh korunaklı liman değil ve şaşırtıcı biçimde hızla irtifa kaybediyor. Sportif başarılar, alkışlar, popülarite hiçbiri bu aşınmayı saklayamıyor. Vaziyetten şikayet edip geçmişi hasretle yad edenlerin bu gidişatı tersine çevirmek üzere harekete geçmemesi de başka bir sıkıntı. Ne iktidarın planları ne diğer cenahtan önerilen çözümler sosyal sermayesi aşınmış, birbirine düşmüş, orta yerinden bölünmüş bir camiada tatbik edilemez. “Camia” fikri her şeyden önce bir arada olmak, yan yana durmak, karşıt fikirlere saygı duymak ve güven ortamında hayat bulabilir.
İktidarın net sorumluluğu olduğu kadar muhalif kanattan da beklenti sosyolojik ayrışma doğuracak hamleler yapılmamasıdır. Örneğin yirmili yaşların başındaki parlak gençleri kurşun askerlere dönüştürmeyi umanların, gençlerin üyelik başvurularından başlayarak tüm olan biteni manipüle etmeyi düşünebilmesi ya da üye olduktan sonra bu gençleri emir-komuta zinciri içinde yönetebileceklerine dair bitmeyen yanılgıları en çirkin fitne örnekleri arasında sayılmalı. Gençler büyüklerine saygıdan ya da yetişemedikleri dönemde olan biteni öğrenmek adına meraktan sizi dinliyor diye çizdiğiniz yörüngede ömür boyu dönen uydular olmazlar. Olmayacaklar. Dahası kulübün geleceği ve ümidi konumunda, pek çok bakımdan milli servet ayarındaki insan kaynağına “nereye düşmüşüz ya biz” dedirtip bıktırırsanız sonunda kaybeden Galatasaray olur. Bilsinler ki parmak hesabı yaparak gençleri ömür boyu saflarına kattıklarını düşünenler yarınlarda bizzat o gençlerin neredeyse tamamının parmakla göstereceği olağan şüpheliler haline gelecektir. Akıl, bilgi ve hür irade er geç kazanır çünkü ucuz komploların değil gerçeğin temsilcileridir.
Başka bir itiş kakış alanı da kulüpte fiilen görev yapanlar üzerinden şekillenir. Hepimizin malumu çok yönlü büyük organizasyonlar yalnız seçilmişlerin yarı zamanlı mesaisi ile yönetilemez. Görünür performansın çoğu atanmışların yani profesyonel emeğin eseridir. Organizasyon hakkında doğrudan söz sahibi olmayan muhalefetin, kulüp içinden bilgi / belge sızdırmaya çalışması, bu uğurda profesyonelleri bir tür casusluk faaliyetine zorlaması kulübe zarar verecektir. Üstelik bugün kulağınıza sufle veren profesyonel yarın sizin aleyhinize pozisyon alabilir hatta yarına kalmadan belki sizi yanıltıp tuzağa çekiyordur. Dürüstlük ilkesine bağlı çalışan profesyonelleri rahat bırakmak ve işlerini doğru yaptıkları durumlarda takdir ve teşekkürü esirgememek en doğrusudur zira atanmış kadrolar zaten iktidarlar tarafından yeterince hor kullanılmakta ve manen yıpratılmaktadır.
Seçilmiş yönetimler suni gündem yaratarak verdikleri sözü unutturmak ya da kulübün asli faaliyeti konusunda herhangi bir ileri adım atamadıklarını gölgelemek isteyebilirler. Muhalefetten beklenen misyonlardan biri kulübün hafızası olmak olsa gerek… Tutulmayan sözleri, tutturulamayan bütçeleri, elden uçup giden fırsatları hatırlatmanın yanı sıra, kulübün asli faaliyeti olan SPORUN her daim ana gündemde kalmasını garanti altına almak faydalı olacaktır. Nitelikli insan ve elit sporcu yetiştirmek, spordan değer üretmek, spor üzerine sürdürülebilir gelir modeli kurmak üzerine ilkeleri, dünyadaki başarılı örneklerle giderek açılan mesafemizi bize çalışkan ve takipçi muhalefet hatırlatsa fena mı olur?
“Elinizden tutan mı var, nedir bu camianın önündeki engel?” diye haricen sorulursa maalesef Galatasaray’da iki şey fazlasıyla noksan son yıllarda: Samimiyet ve tutarlılık… Sırf bu yüzden koskoca ülkeye ilham verebilecekken, kendi aramızda dahi farkındalığı artıramıyoruz. Buna üzüldüğümü belirtmeliyim ama düzeltme yolunu bulamadığımız sürece de üzülmekle kalırız, onu da gayet iyi biliyorum.

Galatasaray’ın kurumlarında bilfiil hizmet etmek isteyen insanların en büyük endişesi “lekelenmek” daha doğrusu itibar suikastine uğramamak. Müşkülpesent olmakla nam salmış Galatasaraylılar birbirlerini kıyasıya eleştiriyorlar. Biliriz ki eleştirel bakış açısı olmadan ilerleme olmaz, sağlıklı ve tutarlı eleştiriler iyidir, seçilenleri ve yetki kullananları da zinde tutar ama dedikodu ve kara propaganda insanları bu görevlere talip olmaya hatta bir adım öne çıkmaya dahi çekinir hale getirebiliyor.
Bugün aklı başında, deneyimli, hayata realist pencereden bakan makul insanlar herhangi bir engelleri olmadığı halde mesuliyete talip olmak yerine “Galatasaraylıyım ama ben o işlerden mümkünse uzak durayım” diyebiliyor. Nedense her dönem isimleri üzerinde yalancı baharlar açan, kariyerlerinde zirve kovalayan varlıklı iş insanları “ben deli miyim o gayya kuyusuna atlayayım” benzeri cümleler kurarak servetlerinden yana endişe ettiklerini saklamıyor. Bu işlere soyunanlar ya çekeceği çileyi bilerek gözünü karartmış ya sıranın artık kendisine geldiğine inanmış ya da popüler bir kurumun yönetiminde statü edinerek yükselmeyi gözüne kestirmiş olanlar… Gözünü karartıp bu işe dalan fedakar isimlere elbette şükran borçluyuz, uzaktan bile hoş gelmeyen davulun sesi ile her gün burun buruna kalacaklar. Öte yandan kulübün yıllar içinde peyderpey sürüklenmekte olduğu nokta o kadar karanlık ki, değil gözü kara olmak; en karanlık köşelerde bile soğukkanlı kalıp çözüm odaklı olmak şart! Galatasaray’ı aydınlığa çıkaracak güçlü bir meşale, hedeften şaşmayacak istikrarlı bir pusula lazımsa eğer, bunun somut hali çok yoğun bir emekle hazırlanacak ve üzerine el sıkışıldıktan sonra herkesin adı soyadı gibi sahipleneceği dönüşüm stratejisidir.

Sivil toplum kuruluşlarında yönetmeye talip olanlar açısından ele alırsak bir şeyin yanlışlığını kestirmeden anlatmak kolay, niçin yanlış olduğunu farklı ilgi gruplarının anlayacağı şekilde aktarmak biraz daha zordur. Yanlışı en ince detayına kadar analiz edip doğru yolu göstermek epey zordur. İşte bundan ilerisi yani en zoru lazım bize: Tekrar aynı yanlışa düşülmesini engelleyecek ve ilgili konuda doğruları çoğaltacak kişiler, kurullar, kurallar ve değerler bütünü önermek / sahiplenmek. “Bu noktada tıkanıyoruz” demek isterdim ama biz daha o noktaya pek yaklaşamadık.
Dolayısıyla en iyilerin yer bulabildiği benzersiz La Scala sahnesi yok bizde, daha ziyade podyuma çıkanların puanlandığı ses yarışmasının jürileri gibi Galatasaray seçmeni.

Diliyorum bundan sonraki seçimler geleceğe dönük umut ışığını artırır, dedikodu ağını geliştiren değil reel projeleriyle üyelere ulaşan adaylar görürüz. Üyelere düşen ise mümkün olan en yüksek katılımla seçime iştirak etmek ve oy kullanmaktır. Kampanya döneminde yuvarlak cümleler, hamasi söylemler, çözümsüz eleştirilerden bıkmış olunduğunu göstermek ve adaylardan talepkar olmak gerekecektir.
Geldik üç makaleden oluşan bu yazı dizisinin sonuna. Alnı açık dürüst insanların her daim kendilerine sormaları gereken sorular var.
“Kazanırken ne kaybettik?”
“Kazanırken ne kadar kaybetmeye razıyız?”
“Başarıya giden her yol mübah olabilir mi?”
Başarı mutluluğun kadir-i mutlak anahtarı (master key) olamaz. Huzurlu ve mutluysanız, şevkle yaptığınız işten her gün keyif alıyorsanız zaten başarı sizi arar bulur. Eğer bir parça makul insanlarsanız, siz bir gün seçim kazanmak değil Galatasaray’a layık sürdürülebilir başarılar elde etmek istiyorsunuz. Dernekler kanuna göre seçilmekten, mazbata alıp fotoğraf çektirmekten, sağa sola kartvizit dağıtmaktan, kamuoyunda iyi kötü tanınmaktan öte hedefleriniz yok ise zaten Galatasaray’ın başına gelmiş geçmiş sıralı felaketlerden biri olarak tarihte yerinizi alırsınız. Küçük hesaplar uğruna sürekli birbirlerinin ayağına basan kifayetsiz muhterislerin, muhkem bir icraat dönemi boyunca muktedir olduğu nerede görülmüş ki? Kulübün özellikle 21.yüzyılda yaşadığı yıpranma ve kayıplar dikkate alındığında başarısızlık için pek çok zor koşul varit iken, ulaşılabilir başarı için de önce kendinizi iyileştirmiş olduğunuzdan emin olmanız şart… Aksi takdirde günün birinde sandıklara atılacak zarfların sayılması suretiyle elde edeceğiniz hiçbir şey yok. Asla da olmayacak. Kamuoyundan alacağınız yoğun tepki, şahsi ve ticari itibarınızın sarsılması, aile hayatınızda ağzınızın tadının kaçmasını saymazsak elbette…
Başladığımız gibi bitsin mini yazı dizisi.
Medice cura te ipsum, önce kendinle yüzleş doktor…
