Riva’dan sonra Florya’dan önce

Yazmak üzere masa başına oturduğumda bu defa varoluşçu düşüncenin sembol ismi Søren Kierkegaard’ın unutulmaz cümlesi aklımda: “Hayat ancak geriye bakarak anlaşılır fakat ileriye doğru yaşanmalıdır” 

Kierkegaard içinde bulunduğumuz anda olan bitenin tam olarak anlaşılamayacağını çünkü zamanı durdurup insanın eksiksiz muhakeme yapabileceği bir an olmadığını savunur.  Aynı zamanda kişinin kendisi olabilmesinin hayata dair estetik, etik ve manevi seçimleri olduğunu da eserlerinde konu eder. 

Bu perspektifte Galatasaray Spor Kulübü tarafından 6 Temmuz 2024 tarihinde düzenlenen olağanüstü genel kurula bakmak, geriye dönüp anlamaya çalışmak, ileriye doğru yaşanacaklara dair bazı tespit ve uyarılarda bulunmak isterim.  Bu kez yalnız kendi görüşlerimi değil bir önceki hafta cumartesi günü kürsüye çıkan kulüp üyelerinin dile getirdiği bazı cümleleri de paylaşmak istiyorum.  Dolayısıyla elimizde geçmiş veriler, alınan kararlar ve o güne dair bazı söylemler olacak.

Konuyla yoğun ilgisi olmayanlar için kısa bir özet yapmak gerekirse kulüp üyeleriyle seçilmiş yönetimler arasında hukuken bir vekalet ilişkisi kurulur.  Vekiller (yönetim kurulu üyeleri) yetki verenlere karşı (kulüp üyeleri) her daim sorumludur.  Kulübün mülkiyetinde ve/veya kullanımında olan taşınmazlar üzerinde hak veya mükellefiyet kurmak ise ayrıca yetkilendirilme gerektiğinden seçilen her yönetim olağanüstü genel kurul çağrısı yapar, ihtiyacı olan yetkileri gündem maddeleri olarak sıralar ve genel kurulun karşısına çıkarak ihtiyacı anlatıp yetki almaya çalışır.  İstisnalar dışında (ki bu istisnalar genellikle somut çıkarımlardan ziyade şahsi mülahazalar içerir) yönetimler arzu ettikleri yetkiyi genel kuruldan alırlar.

Dolayısıyla değişmez tespitimizi tekrarlayalım. Gerek seçimleriyle gerek tespitleriyle gerekse de görmezden geldikleriyle Galatasaray’ın başına gelen her iyi veya kötü gelişmenin nihai sorumlusu genel kuruldur.

Sıkça şahit olduk ki “Madem seçtik güvenmeliyiz, seçilmişlerse ellerini kollarını bağlamak olmaz, cepheye giden komutan mühimmatsız bırakılmaz” benzeri ön kabullerle hareket edilmekte.  Oysa Galatasaraylıların üzerine derin düşünmediği bir konu var.  Sandıklar kurulduğunda Galatasaray’ın geleceğine dair ideal kompozisyonu oluşturmuyorlar, önlerine konanlardan birine oy atıyorlar.  Burada çok derin bir fark söz konusu.

Galatasaray SPOR Kulübü Yönetim Kurulu – 6 Temmuz 2024

Kulüp tarihinde en yüksek oyu almış yönetim şu anda iktidarda.  25 Mayıs 2024 tarihli son seçimde 3343 oy almış Dursun Aydın Özbek karşısında kim vardı?  Anayasa hukuku profesörü Süheyl Batum.  Eğer geçmişte bu seçimlere şan olsun diye girmiş, ciddiye alınmayacak adayları kenara koyarsak, ciddi bir aday liderliğindeki ekibin ilk kez bu kadar vasat kampanya yaptığına şahit olduk.  Bu son seçimdeki sarı listeye dair eleştiri değildir, anlatmak istediğim eğer mevcut yönetimin devamından yana değilseniz seçebileceğiniz tek liste onlardı.  Ya iktidarın kırmızısı ya alternatif itirazların sarısı… Hepsi bu! Beyaz oy pusulası ile mucize yaratamadığınız takdirde kendi kırmızınızı boyayamazsınız, alternatif sarının tonunu belirleyemezsiniz.  Verdiğiniz oy seçiminize işaret ediyor ama o seçim 1 oy farkla bitmemişse Galatasaray’ın geleceğini tek başınıza belirlemiyorsunuz.   Dolayısıyla temsile dair vekalet vermekle spesifik bir konuda tanımlı yetki vermek aynı kapıya çıkmıyor.  Neticeleri de benzer olmayabiliyor.

Galatasaray’ın mevcut başkan Dursun Özbek yeniden başkan seçildi. Özbek, toplam 3 bin 343 oy alarak başkan seçildi.

Kulüp yönetim kurulu toplantı tarihinden yaklaşık bir ay önce ilan etmek suretiyle ekte göreceğiniz geniş yetkileri talep etmişti.

https://www.galatasaray.org/haber/kulup/galatasaray-spor-kulubu-yonetim-kurulu-ndan-olaganustu-genel-kurul-toplantisi-na-cagri/55645

Gündem maddeleri ve görüşmeler kısmına geçmeden bir gerçeğin altını çok kalın çizmekte fayda görüyorum zira günlük değerlendirmeler ve hızlı değişen gündem arasında acı gerçek zaman zaman arka plana itiliyor.

GALATASARAY yıllarca isabetsiz kararlar ile yönetildiği, yeterince denetlenmediği, faaliyetlerinden sürekli zarar ettiği ve bu döngüyü kırmak için çok çalışmak yerine havanda su dövdüğü için gayrimenkullerini satma noktasına gelmiştir.  Onaylanan yetkilerin satış değil proje geliştirme olduğu anlatılsa da son tahlilde Riva tapusu artık bizde değildir, Florya tapusu da bizden çıkacaktır.  Başka bir deyişle Galatasaray piyasanın en elverişli koşullarında tok satıcı olarak keyfe keder masaya oturan taraf değildir bilakis son kurşunu bir an evvel namluya sürme paniği yaşadığını saklayamamaktadır.  Dolayısıyla ortaya fantastik bir mali çözüm alternatifi konmadıkça “bahse konu olan taşınmazlar kulüp bünyesinde kalsınlar, satılmasınlar, doğru zamanı bekleyelim” devri geçti.  Bu vaziyetin sorumlusu sevmediği dedesinden miras kalmış gibi hovardaca para harcayan yönetimler ve başarıyı satın alma hevesi sonucu zarar eden bilançoları ReReRe RaRaRa tezahüratlarıyla ibra eden üyelerdir.  Gayet iyi bilirim ki bu gerçeğin yüzümüze vurulmasından hoşlanmıyoruz ama özellikle UEFA Kupası zaferinden bu yana geçen 24 yıllık dönemi ikiye ayırırsak son 12 yıllık dönem kantarda menfi tarafa ağırlığını koyar.

Şöyle bir kabaca hatırlarsak; 31 Aralık 2012 itibariyle Kulübümüzün konsolide borç-alacak farkı -377 milyon TL, öz sermaye ise +335 milyon TL imiş. 2013 yılına girerken Riva, Florya tapuları elimizde, Galatasaray Adası işler vaziyette, stadımız yeni açılmış ve üyelerin/taraftarın desteğine sahip bir idare kadrosu var.  Gayet yönetilebilir durumdayız, Türkiye’deki makro ekonomik dengeler henüz sarsılmamış, daha iyi konuma gelebiliriz, önümüz açık.

Daha sonra har vurup harman savurma alışkanlığında yeni bir evreye geçiyoruz, kerameti kendinden menkul “bilanço büyüklüğü” lafı icat ediliyor, finans dehası olduğunu iddia eden figürler beliriyor.  Yönetimler değişiyor ama aynı hatalar ısrarla tekrarlanıyor, kötü niyetten şüphe edeceğimiz anlamsız işlemler yapılıyor.  2012-2024 arası herkesten fazla sayıda lig şampiyonlukları kazanıyoruz, UEFA CL katılım hakkı ve başka kulüplerin elde etmediği yüksek gelirlere ulaşıyoruz.  Bugünü etraflıca anlatmaya gerek yok, Sportif A.Ş.’de gelir tarafındaki çarpıcı iyileşmeye rağmen giderler halen çok yüksek ve özellikle amatör branşların yönetildiği kulüp tarafında ise durum epey tatsız.

Dönelim şimdi 6 Temmuz 2024 gündemine ve yetki konularına:

GALATASARAY ADASI

İstanbul’da Boğaziçi’nin incisi konumundaki Galatasaray Adası 1957’den beri kulübün tapulu mülkü olup sonradan yapılan deniz dolgu alanlarıyla güncel büyüklüğü 6.201 metrekareye ulaşmıştır.  Milli Emlak’ta bulunan iki parseli yıllarca ecrimisil ödeyerek kullandıktan sonra Temmuz 2022’de 30 yıllığına üst kullanım hakkı tapularını aldık.  Yönetimin bu hamlesi mülkiyet ve tasarruf hakkını genişleten doğru bir hamleydi. Ada için büyük idealimiz tapulu ana parselimize ek olarak diğer iki parselin de mülkiyetini tamamen ele almak olmalıdır.

Yönetim kurulu adanın virane konumundaki kısmını ihya etmek ve gerekli altyapı düzenlemeleri için 126 milyon TL harcama yapmak üzere yetki aldı.  Dikkat çekilmesi gereken iki nokta var.

Galatasaray Adası – Kuruçeşme

Devletin tam ve zamanında ödenen stopaj karşılığı amatör branşlarda ve tesisleşmede kullanılmak üzere iade ettiği tutarlar bu yatırım kaynaklarından biri olarak gösterilmiş.  Şu anda devletin bu katkısı tüm kulüpler için hatırı sayılır katma değer yaratsa da rahmetli Mustafa Cengiz başkan döneminde de var olan bu katkı önceden haber vermeksizin kesilmiş ve beklenti içinde olan tüm kulüpler zor durumda kalmıştı.  Günü kurtarmak için göreve getirilen Hazine ve Maliye bakanı beyefendinin sürekli icat çıkardığı dönemde tasarruf öngörüsü ile bu uygulama bir kez daha yürürlükten kaldırılabilir.  Yönetimin bu riski öngördüğünü ve B planını kurduğunu umuyorum.

İkinci konu ise her ne kadar üyeler 2015’te adanın sosyal tesis olmasını karara bağlamış olsa da, Galatasaray aslen bir SPOR kulübüdür ve eşi benzeri olmayan bir cazibe merkezi konumundaki adamızın en azından su sporlarının tüm faaliyet zararını ortadan kaldıracak ekstra geliri üretmesi makul ve haklı bir beklentidir.  Üyeler gündüz havuza girecek, akşam manzaralı yemek yiyecek ama SPOR kulübünde yüzme, kürek, yelken, sutopu para kaybetmeyi sürdürecek? Öyle bir dünya yok, en azından bize yok.  Sayın başkan sunumunda 1 milyon USD ekstra gelirden bahsetti, devamı / detayı gelmedi.  Aynı zamanda 1950’lerde Bebek’teki kürek tesisinden Ada’ya geçiş hikayemiz unutulmamalı, ana karargâh olmasa da su sporlarının ve sporcularımızın Ada ile irtibatı tümden kesilmemelidir.

KEMERBURGAZ

Futbolun yeni yuvası olan Kemerburgaz Metin OKTAY Tesisleri iki faz olarak ele alınmakta ama olayın özünde Florya’dan çıkış olduğu için eski yuvamızdaki inşaat planına bakmalıyız. İlan edildiği şekliyle tahmini başlangıç Eylül 2024, final Mayıs 2027

Başlangıç ihale midir yoksa temel atma mıdır belirsiz ama Kemerburgaz şu an hazır değil.  Başkana kalırsa profesyonel futbol takımımız Avrupa kampı dönüşünde artık Kemerburgaz’da idman yapacakmış.  Bu sezon şampiyonluk mücadelesi verecek takımımızın önüne yeni tesislerimizin bir engel olarak çıkmayacağından emin olunmalıdır.  Florya’nın çevresiyle birlikte insanı sarmalayan konforu olmayınca huzurlu çalışma ortamı sallanabilir. En azından tesisin neredeyse içinden geçen yüksek gerilim hattını insan sağlığını düşünerek biraz uzağa naklettirmenin teknik yolları kamuyla müzakere edilmelidir.  Kemerburgaz tesislerinin tamamlanması için Florya geliri, sponsorluk ve stopaj iadeleri adres olarak gösterilmiş. Malum ikazları tekrarlama gereği duymuyorum, eminim finansmanın kesintiye uğramaması için gereken tedbirler alınacaktır.

Sayın başkan Avrupa’nın sayılı tesislerinden biri olacağımız iddiasında, proje olarak sunulan ile şu ana dek realizasyonun farkını göz ardı ederek ben de çıtayı 2020’de Melwood’dan Kirkby’e taşınan Liverpool olarak belirlemiş olayım.  https://www.thisisanfield.com/clubinfo/axa-training-centre-liverpool-fc-training-ground-kirkby/

ASLANTEPE VADİSİ

Stadımıza komşu 62 dönüm arazinin intifa hakkı alınmış, imar planı onaya sunulmuş, pek çok branşa hizmet verecek çok amaçlı bir tesis düşünülüyor. 10 bin kişilik basketbol salonu, 5 bin kişilik voleybol salonu, kapalı yüzme havuzu, kamp tesisleri hepsi bir arada olacak. Ali Sami YEN Spor Kompleksi isminin hakkını verecek bir yerleşke olmasını umarak şu an için heyecan verici ve çok olumlu bir gelişme olarak notlarımız arasına alalım.  Kasım 2025-Mayıs 2029 olarak takvimlendirilmiş inşaatın proje planının onaylanmasını ve inşaat ruhsatının alınmasını sonrasında 5 milyar TL olarak tahmin edilen tesis maliyetine ortak çıkacak markaları da umarım buluruz.   Yıllardır dile getirdiğim çalışma ofislerinin ve çalışanların stadyumdan çıkması, ayrı bir binaya taşınması da nihayet mümkün olacakmış.  Bu gerçekleştiği andan itibaren Kulüp ve iştiraklerinde çalışma disiplini ve iş performansının sadece mekana bağlı olarak artış göstereceğini bugünden söyleyebilirim.

MECİDİYEKÖY

Dar bir taban alanında yükselen çok katlı bina Galatasaray’ın en ilginç taşınmazı, bir türlü nihayete ermiyor ve muamma vasfını sürdürüyor. Hatırlayacaksınız binanın kaba inşaatı Sayın Özbek’in ilk başkanlık döneminde Denizbank’tan alınan 20 milyon USD kredi ile tamamlandı.  Sayın başkan o dönemde kredi almak için bankaya gittiklerinde daha önce Ünal Aysal’ın özel maksatla aldığı krediyi futbolcu transferinde kullanmasından şikayet aldıklarını anlatmıştı. Sayın Özbek deneyimli bir otelci olduğu için Mecidiyeköy’deki binanın best use case mantığında en iyi otel olarak değerlendirileceğini iddia etmiş hatta başkası almazsa ben yıllığı 5 milyon dolardan kiralarım demişti. O dönem kendisine Mecidiyeköy’ün tarihi yarımada, Boğaz kıyısı ya da havalimanına yakınlık gibi spesifik üstünlükleri olmadığı ve yakın çevredeki otel dolulukları hatırlatılmış ama başkan bildiğini okumuştu.  2018 Ocak’ta seçimi kaybedince mutlu son vaat etmeyen otel macerası bitti.  Akabinde Mustafa Cengiz döneminde kapalı otopark dahil pek çok seçeneğe de bakıldıktan sonra binayı Teknokent olarak değerlendirmenin daha feasible olduğuna karar verildi.  29 Eylül 2018’de Mustafa Cengiz yönetimi aynı 6 Temmuz 2024 gibi gayrimenkuller hakkında geniş yetkiler istedi. Olağanüstü genel kurul toplantı gündem özenli hazırlanmamıştı, tepeleme yığılı açık büfe tabağını anımsatıyordu, özellikle Ada ve Hasnun Galip sokaktaki kulüp binasına dair yetki taleplerine hayli tepki vardı.  Ancak beklenmediği şekilde Mecidiyeköy konusundaki yetkilere de “hayır” diyen üyeler, natamam haldeki binanın o şekilde kalmasını onaylayıp, gelir getirici faaliyetlere konu olmasına itiraz etmiş oldular.  Oysa Mecidiyeköy kulübümüz lehine en doğru şekilde değerlendirilmesi gereken ilk sıradaki mülktü.  Bu ret kararından nasıl bir fayda umulduğunu ben hiç anlayamamıştım, halen de anlamıyorum.  O gün gündemin 4.4. maddesi olup, oylamaya konu olan ilk gayrimenkulümüz olması hasebiyle muhalif kanadın gövde gösterisine kurban gitmiştir diyebiliyorum ancak.  Sandıkta kaybeden memnuniyetsiz grup genel kurul salonunda böylelikle rövanşı almış oldu.  Mecidiyeköy binası kaba inşaat haliyle ancak reklam panosu olacak vaziyette öyle atıl kaldı.

Burak Elmas seçildiğinde durduğu yerde işlevsiz duran binayı öğrenci yurdu olarak kullanma fikrini ortaya attı.  Gençlik ve Spor Bakanlığı ile el sıkışıldığı duyuruldu.  Devlete tonla borcu olan Galatasaray Kredi Yurtlar genel müdürlüğünden kira alabilmeyi hayal ediyor muydu gerçekten? Yönetmelikle düzenlenmekte olan özel yurt işletmesi olsa ne kazanabilirdik? Hayatımda duyduğum en manasız önerilerden biri olarak hatırlarım. Neyse ki Burak Elmas öncülüğündeki iki kalas bir heves devri genel kurul iradesiyle sona erdirildi. Bu anlaşılmaz öneri de tarihe gömüldü.

Sayın Dursun Özbek yeniden seçildiğinde, sanırım Erden Timur’un da yönlendirmesiyle rezidans projesi ortaya çıktı. Dön dolaş en makul öneri bulunduğuna dair genel bir kanaat olduğunu söylemek yanlış olmaz.  Ne yazık ki hikaye yine mutlu sonla bitemedi.

Plan tadilatları yapılmış, izinleri alınmış, mülkü bizim kaba inşaatı büyük ölçüde bitmiş Mecidiyeköy’ün tamamının birkaç saatte satıldığı Aralık 2022’de ilan edildi. Yönetimin PR ajansı gibi çalışan spor basını lansman törenine sonsuz övgüler düzdü. Mart 2023 genel kurulunda Dursun başkan satmaya çalıştığımız 56 daire daha var dedi. Satışı tamamlanan yalnız 103 daireden bahsetti.  Rakamlara takılmayalım ama sonradan caymamış olup satın alanlara henüz anahtarlarını veremedik çünkü görüldüğü kadarıyla bina ilerlemiyor.  İlerlemediği için 56 dairenin halen elimizde olduğu tekrar teyit edildi. Başkan da 6 Temmuz 2024 günü aleni olarak beceremedik, sözümüzü tutamadık demekten çekinmedi.  Bu şartlar altında Leo Residence projesinden bağımsız bölüm satın alanlar mali vecibelerini yerine getirmişlerse hepsine birer sabır beratı ve plaket vermek şık olacaktır.  Standart bir yatırımcı için manzara epey tatsız çünkü.

Net parsel alanı 1.669 metrekare olan Mecidiyeköy’de yapılan kısıtlı satışın Florya’da 41 dönüm arsanın tapusunu almamıza vesile olduğunu hatırlayalım. Buradan çıkan ders şu, emlak işinde katma değeri önce konum ve proje özellikleri belirler. 

FLORYA (ve aslında öncülü RİVA)

Sunumunda Sayın Özbek bu konuya girerken 41 dönümü bedeli mukabili satın alıp toplam tapulu mülkümüzü 63 dönüme çıkardığı için Sayın Faruk Süren’den tebrik aldığını söyledi.  Gerçekten de uzun zamandır kulüp elindeki öncelik hakkını kullanma imkanı yakalayamamış, Florya’daki mülkümüzü satın alma yoluyla genişletmemişti.  Dursun başkan gayet doğru iş yapmıştı.  Söylemediği neydi?  Galatasaray Florya’dan çıkacak imkanı bulamadığından Emlak Konut ile olan proje suya düşünce tereddüt etmeden 22 dönüm arazimizi 120 milyon TL + masrafları ödeyerek 2019 sonunda geri alan rahmetli başkan Mustafa Cengiz’i nasıl tenkit ettiğini ve geleceği göremediğini dile getirmedi.  Hatırlayın tapulu malını geri alan o dönem yönetimin ne hesapsızlığı ne iş bilmezliği kalmıştı. “Proje bütünlüğü bozuldu” diye iddialı cümlelerle pişmiş aşa su katıldığı anlatılıyordu. Ne oldu 2022’de, seçim kampanyasının yıldızı ve sözcüsü Erden Timur çıktı “iyi ki geri almışız ki bugün hamle şansımız var” dedi, Mustafa Cengiz döneminde emeği geçenlere teşekkür etti. 

Geçmişi geçmişte bırakırsak geldiğimiz nokta itibariyle Dursun başkana borçlanma yasağını by-pass ederek ve Ziraat Bankası’na şahsi kefaletini de vererek 1.085.000.000 TL kredi alıp Florya’da bize ait olmayan 41 dönümü daha bizim parsele kattığı için teşekkür etmeliyiz. Önceki dönemin doğrusunu misliyle büyütmüş oldu.

Sunumunda sayın başkan gerekçeleri sunarken “çok daha küçük olan Mecidiyeköy ve Kemerburgaz projelerinde kulüp olarak inşaat kabiliyetimizi tecrübe etme imkanı bulduk” ifadesi vardı. Şaşırtıcı ama biz işi yapamayacağımızı deneyerek anladık itirafı…  15 bin metrekare inşaatı tamamlayamadık, biz kim Florya’yı yapmak kim kabullenişi? Pazarlanması / satılması da ayrı bir uzmanlık dedi başkan, oysa iki yıl önce projeyi biz yapmalıyız fikri çok alkış ve destek almıştı.  Acaba o gün gayrimenkul satış ekibimiz mi vardı yoksa Erden Timur’un “o iş bende başkan” demesine mi güvendiniz? Siz hesabınızı bir kişi üzerine kuruyor olabilir misiniz? Eğer kuruyorsanız o kişiyle neden sonuna dek yol yürüyemediniz?   O gün lüks segment markalı konut (Armani, Kempinski gibi örnekler) vererek kazancı bizim olacak olacak, biz yapacağız, aracılar para kazanmayacak diye anlatan kimdi?   Ekonomik parametrelere göre kararlar elbet tadil edilebilir ama uzman olmayan dinleyicilerde kafalar epey karışık… Mecidiyeköy inşaatının satışlara rağmen bunca zamandır tamamlanamamasında ise nasıl bir yetersizlik, beceriksizlik veya tercih olduğu anlatılmadı. O zaman insanın aklına bin tür soru geliyor, mesela; inşaat satın almalardan kaynaklı ciddi bir gelir elde edilemediği için mi bitirilemiyor yoksa Galatasaray’ın inşaat konusundaki beceriksizliğine şahitlik etsin diye mi natamam bekletiliyor ? Ana fikir şu; herkesin gözüne batan bir başarısızlık ortadaysa dışarıdan fark edilmeyecek mücbir sebepleri net olarak anlatılmalıdır. İyi niyet iddiası ancak o takdirde ileri sürülebilir.

6 Temmuz günü Erden Timur da kürsüye çıktı, genel kuruldan birkaç gün önce Fatih Altaylı’nın YouTube yayınındaki tespit ve önerilerinin yanından bile geçmedi. Yönetim ile birlikte yeni bir önergeye imza attığını söyledi, kürsüye alkışlanmak ve helallik almak için çıkmış izlenimi verdi.  “Bu projeyi halen Galatasaray’ın kendi imkanlarıyla yapması fikrindeyim” sözünün arkasını doldurmadı.   Alışıldığının aksine hitabında bu kez Galatasaray’a direkt bir katkı göremedim, kulübün geleceğinde söz sahibi olmak istediği anlaşılıyor ama kartlarını bu kadar kapalı oynaması ona umduğu faydayı sağlamaz.  Kendine güvendiği anlarda / konularda daha net görüşleri kimseden çekinmeden dile getirmeli, aykırı görüşleri karşılamalı, tüm sorulara cevap verecek konumda olmalıdır.  Dahası Galatasaray’a büyük bir hizmette bulunma fırsatı da ayağına gelmiştir. 15 Haziran 2017 tarihli Riva ihalesinde en iyi üçüncü teklif onun da dahil olduğu ortaklığa aitti, bugün ise Florya ihalesinde en iyi teklifi NEF markasıyla olmasa da ilişkilerini kullanarak bulması şahane olmaz mıydı?

Florya projesinin temel hareket noktası yüklenici firmadan minimum 70 milyon USD avans alarak borç yapılandırma anlaşmasından çıkmak olarak dile getiriliyor, nimetleri de saymakla bitirilemiyor. 

Yılların başarısızlık tortusu olarak 2,3 milyar TL finansal borç biriktirmişiz, yapılandırma çerçevesinde güncel fiyatlamalarla yılda yaklaşık 35 milyon dolara denk gelen TL faiz ödüyormuşuz… Ödeme güçlüğü meydanda, peki yıllık yükümlülük 35 değil de 5 milyon USD olsa mevcut nakit akışıyla ödeyebilecek miydik?

Bankalar konsorsiyumu ile yapılan yapılandırma sözleşmesine göre Galatasaray birikmiş finans borcuna TL Ref + 1 değişken faiz ödemeyi kabul etmiş.   Hatırlanacak olursa politika faizi ekonomik gerçeklerin 180 derece tersine seyir göstererek %8,5’e kadar inmişti.  Akabinde akla zarar iktisat teorisi yazmaya çalışan kadrolar hızla tasfiye edildi, epistemolojik kopuş zırvası gündemden kalktı, politika faizi %50’ye kadar geldi.  Enflasyonun hiper sinyaller verdiği dönemde %8,5+1 ile borçlanmak nimetten farksızdı.  Faizini ödemeseniz bile TL borç olduğu yerde güneş görmüş kardan adam gibi eriyordu. Bugün Galatasaray borcuna %51 faiz öder durumda, heterodoks Lale Devri bitti, artık ödeme yükümlülüğünü gösteren taksimetre hızlı dönüyor.  Mevcut koşullarda bu faiz yükünün sürdürülemez olduğu doğrudur ama Galatasaray’ın ödeme güçlüğünün birinci sebebi faizin yüksekliği değildir.  Öncelikle bugün %51 faiz ile ticari kredi bulmak mümkün değil, zaten kulübümüz de hiçbir ürün ve hizmetine %51 zam yapmıyor. TL birim fiyatlara %100 hatta %200 zam yaparak kullanıcılara yansıtıyor yani enflasyonun üzerinde bir marj ile gelirini artırıyor.  Galatasaray’ın temel sorunu markasının potansiyelini tam kullanamaması, gelir kaynaklarını çeşitlendirememesi, maliyetlerini etkin yönetememesi, mutlu istisnalar hariç hemen her operasyonundan mali yıl sonu esas faaliyet zararı yazmasıdır.  Galatasaray ürün ve hizmetlerinin TL birim fiyatlarını enflasyona karşı koruyabilirken aynı zamanda kâr edebilen bir müessese olsaydı TL Ref + 1 ağır gelmezdi, bilakis fırsat bile olabilirdi.  Konu madem faizden açıldı, 2024 kışı ile birlikte politika faizinin ama hakiki ama suni geri çekildiğini de göreceğiz yani %51 kader değil, bu oran inecek.  Niye ineceğinin detayına girmeyelim, en basit ifadesiyle bu faiz hadleriyle ekonomi tıkandı, yatırım yapmak maceraya dönüştü. Hepsinden öte politika faizinin ekonomik gerçeklikle bağı koptu, politikacı faizi oldu.

Tam burada Riva’ya dönüp hafızaları tazeleyelim isterim.  1.176.000 m2 arazide nasıl çırak çıktığımızı Prof. Ahmet Özdoğan sunumunda tekrar hatırlattı, söyledikleri üzücüydü.  Yönetim kendisine cevap veremedi, maalesef tablo meydanda. Diyelim ki Riva projesinde 100 lira kazanç var, bunun %20’sini biz aldık. Öyle bir anlaşma yapılmış ki kaba inşaat üzerinden pay alıyoruz, ince inşaatın yarattığı katma değer tamamen başkalarına kalıyor. Dolayısıyla aslında total projeden reel payımız %20’nin de altına iniyor.  Nominal kârımızı azamiye çıkarmasını umduğumuz ve o dönem “o iş tamam” diye anlatılan emsal artışı beklentisinin de gerçekleşmediğini dinleyenlere hatırlatıyor Ahmet Özdoğan. Riva söz konusu olduğunda “ben inşaattan anlarım” diyenlerin hiçbiri bu milyarlık hatayı üstlenmiyor, biz zaten mütemadiyen para kaybederek ders alıyoruz. Umarım ders alıyoruzdur da kaybedenin hep Galatasaray olması ise çok dramatik.

6 Temmuz’a dönersek ilginç bir şeye de şahitlik ettik. Yönetim kaleme aldığı gündemi daha görüşmeler başlamadan düzeltmek istedi. Yönetimin kaleme aldığı yetki talebi maddelerine genel kurul devam ederken tadil önergesi vermesi uzlaşı refleksi açısından takdir edilse de üzerine yıllardır düşünülen bir proje hakkında, o kadar yönetim kurulu üyesi ve profesyonelin hazırlıkta boşluklar bırakmış olması kısmi özensizliğe de maalesef işaret ediyor.

Olağanüstü genel kurul gündeminde tadilat önerenlere Tüzük maddesinin hatırlatılması ama birkaç dakika sonra kendi kaleme aldıkları gündemde değişiklik isteyen yönetimin yönergesinin okutturulmasını da not düşmek gerekir.  Olağanüstü genel kurulun yönetiminde de iktidarı önceleyen dengesiz ve kısmen tutarsız yönetim anlayışını da üzülerek hatırlıyoruz. Salonda farklı görüşleri savunan bloklar uzlaşı yerine çekişmeyi tercih etse nahoş olaylar yaşanabilirdi.  Divan başkanı olanca samimiyetiyle “acemiliğimi bağışlayın” dedi, Galatasaray genel kurulunda otoriteyi temsil eden biri için epey riskli bir ifade oldu.  Neyse ki günün sonunda her şey sulh ile tatlıya bağlandı.

Bilgilendirici olmayıp bir de üzerine tatsız olan konuşmalar da vardı elbette, sicil numarasına bakılınca üyelikte 40 yılı geride bırakmış olduğu anlaşılan bir beyefendi kürsüde “ben beklemek istemiyorum, iki sandık kurulur oyunu atan çeken gider, ben tüm konuşmaları dinlemek zorunda değilim, buradaki konuşmalardan dolayı da kimse fikrini değiştirecek değil” deyiverdi.  Gülünç doğrusu, sandığa ne gerek var canım, mektupla oy kullanılsın ya da yakın arkadaşa vekalet verilsin, senede bir bilemedin iki gününü ayırmaktan imtina eden ve zora gelemeyen mümtaz paşazadelere kolaylık sağlayalım. 

Ben Galatasaray meselelerine ortalama üzeri ilgi duyan bir üye olarak Florya konusunda net çekincelerim olmakla birlikte ama diğer konuları artı / eksi yönleriyle dinlemek üzere genel kurula katıldım.  Dilerim bu yazı o memnuniyetsiz üyemize de ulaşır, bakalım ne kadarını okuyunca hatırlayacak, anlayacak merak ediyorum. 

Oy verdiği yönetimin her icraatına sorgulamadan tam destek ya da oy vermediği ekibe her platformda inadına blokaj çift taraflı bağnazlıktır. Galatasaray’a sayılamayacak kadar zararı olacak marazi tercih ve tavırlardır. Galatasaray’ın kaderini etkileyecek konularda kulüp içi siyasete göre değil muhakeme ve vicdanınıza göre karar vermeye mecbursunuz.

Genel kurulda bir ara alevlenen konuşma sürelerini 5 dakika ile kısıtlama tartışmasına da değinmek istiyorum. Beş dakikalık süre sınırlaması Fenerbahçe örneğinde çalışmadığı görülen yanlış bir uygulamadır. Ne kadar iyi bir hatip olursanız olun, ne kadar ön hazırlık yaparsanız yapın 5 dakikada ne bir yılın icraatını ne de uzmanlık gerektiren konuları hakkıyla ele alamaz ve aktaramazsınız.  Tıpkı Fenerbahçe’de olduğu gibi slogan, duygu sömürüsü, holiganizm ya da yandaşlık içeren başı sonu belirsiz skeçler seyrederiz.  Her genel kurul çok bağıranın hatırlandığı Kadıköy panayırına döner. Sabır törpüsü haline gelen kürsü kalabalığı azaltmak, etkinliği artırmak mı istiyorsunuz? Yetkisi dahilinde otoritesini farklı yollardan gösterecek divan kurulu başkanının gündem dışı ya da sataşma/mugalata içeren boş konuşmalara müdahalesi size yetmiyor mu? İşte çözüm: GSTV’den ya da başka mecralardan naklen yayın uygulamasına son verin, tüm toplantıları basına kapatın, o zaman eşe dosta görünmek, sosyal medyada #trendtopic olmak ya da şahsi menfaat hesabı ile PR yapmak üzere kürsüye çıkacak olanlar varsa baştan elenecektir.  Genel kurul kaydını da 72 saat sonra video paylaşım sitesine (YouTube) koyarsınız, isteyen oradan akışı ya da kendini izler.  Niyet varsa her zaman çözüm bulmak mümkün ama yüz yüze ve aracısız eleştiri kültüründen taviz verirsek kayıp büyük olur.  Galatasaray demokrasisinden geriye kalanlar, kimi kör kimi sağır ama tesirsiz figüranların birbirlerine laf soktuğu otokrasiye evrilir.

Üyelerin genel durumuna dair tespiti o gün kürsüde Divan Kurulu eski başkanı Sn. Eşref Hamamcıoğlu da yaptı, vaziyeti “apati” kelimesiyle tarif etti.  İlgisizlik, kayıtsızlık manasına gelen sözcük gerçekten de üyelerin güncel durumuna ve maalesef sergilenen bazı arızalara tekabül ediyor.   897-949-970 diye öğleden sonra takviyeleriyle artan katılım bir türlü 1000 barajını aşamadı. Klişeler içinde boğulmuş bu ölü toprağını kaldırmak için şeffaflık, hesap verebilirlik, güven ve saygı üzerine eksikleri örnekleyerek konuşmasını sürdüren Hamamcıoğlu 2016 Riva genel kurulundan sonra imzalanan sözleşmenin yetersizliğine ve hukuk işlerinden sorumlu yönetim kurulu üyesinin dahi bilgisi dışında hazırlanmış olduğuna dikkat çekti. 

Pek çok konuda uzman olduğunu iddia eden ve her fırsatta sürekli konuşan başka bir divan üyemiz kürsüde Florya’daki projemizin emlak ederinin 4.000 USD/m2 geçmeyeceğini iddia etti.  TSKB’nin muhafazakâr tahminlerinin bile %40 altını dile getirmekten çekinmedi. Bir insanın kendi malının fiyatını aşağıya çekmek üzere kamuya açık ortamda bu şekilde ifadeler kullanması, hele Florya’yı mali beklentiler açısından hayal kırıklığı yaratan İtalyan futbolcu Zaniolo ile mukayese etmesi çok acayip.  Ben kendisine buradan sesleneyim. Florya semtinde yeşil alan kullanımında cömert, ultra lüks ve birinci sınıf inşaata sahip, güncel deprem yönetmeliğine tam uyumlu, bizim arazi ebatlarında bir kampüste inşa edilecek rezidans projesinde 2+1 bahçe katıyla ilgilenebilirim.  Metrekaresi maksimum 4.000 dolardan teklifleri heyecanla bekliyorum.  Beklediğim mükemmel teklif gelirse evde ya ikamet ederim ya da Bakırköy Belediyesi Meclis üyesi Ali Fatinoğlu’nun ölüsü 10.000 dolar dediği mülkü 9 binden Ali bey’e satarım. Satışa bağlı kazancın yarısını da amatör branşlara şartlı bağış olarak aktaracağımın sözünü bugünden veririm.  Bu arada Ali Fatinoğlu projeden 600 milyon dolar kazanabileceğimizi de elindeki verilere dayanarak ifade etti.

Hızlıca geçmişe dönelim, 2016’da 22 bin m2 Florya’nın 200 milyon USD getireceği müjdesini veren excel tablosu alkışlarla kabul edilmişti, gayrimenkuldeki değer artışı ve Türkiye’ye özgü dolar enflasyonu hesaba katılırsa 63 bin m2 üzerinden 600 milyon dolar getiri tahmininin kabaca sağlaması yapılabiliyor. 

Florya için 97 bin m2 satılabilir alan üretilecekmiş, TSKB verilerine göre 6.750 USD/m2 üzerinden tahmini değerlemesi yapılmış.  Hasılat paylaşımında yönetim 50/50 oranına razı izlenimi verirken Erden Timur da dahil olmak üzere herkes payımızın %65 ve üzerinde olabileceğini söylemekte.  Yönetimin 400 milyon dolar beklentisiyle, fikir beyan eden diğer yetkin kişilerin telaffuz ettiği meblağlar arasındaki farkın minimum 200 milyon dolar olduğu düşünüldüğünde 50/50 paylaşımını kabullenmenin çok tepki çekeceğini ve yönetimin burnundan getirileceğini tahmin etmek zor olmaz.  İnşaat maliyetini 1500 USD / m2 olarak alsak, 50/50 adaletsizliği daha net ortaya çıkıyor.  Üstelik Florya arazisi dümdüz, kot farkı gidermek gibi dertler yok. Ortada yüksek mühendislik gerektiren 40-50 katlı binalar yok, deniz doldurma, fore kazık gibi mecburiyetler yok.  Dört bilemedin beş katlı binalar yapılacak en fazla.   Finansal açıdan kritik bir operasyon ama mimari ve mühendislik açısından çözülmez bilmece değil. Finansal açıdan kritik konumu ise yalnızca yüksek inşaat maliyetlerinden değil, konut fiyatlarının dengesiz ve tutarsız seyrinden kaynaklanmakta.

Konut balonu hava kaçırırken…

Florya projesinden elde edilecek kazancın getirisi amatör branşlar için kullanılacak, ana paraya dokunmak genel kurulun iznine bağlı olacakmış.  Gayet güzel ama sorulmayan soru şu:  Bu meblağ hangi para birimi üzerinden tutulacak?  TL’nin getirisini harcarsanız enflasyonist ortamda ana paradan yemiş olursunuz, döviz getirisi derseniz o da görece düşük kalacağı için yüksek veya yükselecek beklentileri karşılamayabilir.  6 Temmuz gündeminde iki yıl önce güvence olarak takdim edilmiş olan bloke hesap ibaresini gündemden kaldırmış olmalarını Başkan mevcut durumda biriken para nemalandırılmadığı için TL faiz kaybına uğramaları ile açıkladı.  Dinleyenler ne anladı bilmiyorum ama bize dayatılan yapılandırma anlaşması koşulları nedeniyle bekletilen gelirlerinize faiz işletilmemesi ile gönüllü olarak bloke koydurduğunuz kendi hesabınızın getiri projeksiyonu aynı şey değildir.  Yapılandırma anlaşması yokken bloke hesap üç anahtarlı kasa misali olup biri bankada, biri seçilen yönetim kurulunda, biri de nihai yetki sahibi genel kurulun elinde olacaktır.  Üç anahtar aynı anda döndüğünde hesaba erişim mümkün olur.

6 Temmuz günü kürsüye gelenlerden deneyimli gazeteci ve başarılı YouTube yayıncısı Fatih Altaylı bloke hesapla yetinmeyip vakıf benzeri bir yapıyla kulüp kontrolünde daha özerk bir oluşum önerdi.  İhale sona erdikten sonra üstlenici şirketle yapılacak sözleşmenin genel kurul onayına sunulması, öncesinde bu bağlayıcı sözleşmenin uzman bir heyet tarafından didik didik incelenmesi fikrini ortaya attı, ki %100 haklıdır.  Garipsediğim konu ise yetki talebini “valla ben onaylayacağım, Florya Galatasaray’ın son asseti değildir. Galatasaray’ı satacak malı bitmez çok da dert etmeyin” diye onaylaması oldu.  Galatasaray finansal dönüşüm ve özgürleşme operasyonunu tapulu RİVA ve FLORYA üzerinden yürütmektedir.  Kullanımımızda olan diğer arazi ve mülklerin çoğunun tapusuna sahip değiliz.  Fatih Altaylı’ya sormak isterdim, Galatasaray en son ne zaman mülkiyet tapusu ile gayrimenkul sahibi olmuş?  Fikirler ayrışabilir ama kayıtlar bellidir.  Florya elden çıktıktan sonra Ada, Hasnun Galip Sokak’taki eski kulüp binası, Erenköy’de 3 daire dışında tapulu mülkümüz yoktur.  Aslında garipsediğim şu ki 2018’de lafları tartarak da olsa tefecilikle suçladığı ve siyasete yakınlığını her fırsatta çok eleştirdiği kişiye bu geniş yetkileri gönül rahatlığıyla vermesidir.  Koşullar değişince kararların sabit kalmaması mı desek yoksa dünya dönüyor, görüşler dönüşüyor mu desek. Bilemiyorum. 

Can kardeşim hukukçu Dr. Hikmet Koyuncuoğlu yönetime verilen yetkinin hem yönetim dönemleriyle hem zamanla sınırlı olduğunu hatırlatarak, asli sınırlama ve kuralların Tüzük içerisinde yer alması gereğine dikkat çekti.  Tüzük tadilinin sancılı süreç olması dışında hemfikirim, dahası yönetimlerin kural ve tahditlerden yana asla rahatsızlık duymaması gerekmekte.  Vekaletin getirdiği mesuliyet, şeffaflık ve asgari özen borcu regüle ortamda daha rahat karşılanacaktır.

“Benim buradaki konuşmaları dinlemeye ihtiyacım yok” diyen üyemizin kulakları çınlasın, yönetimin ilk sunumunda neden Florya projesini kulübün yapamayacağı etraflıca gerekçelendirilmişti. İpoteğin kalkması lüzumu, birikmiş finansal borcun faizinden kurtulmak, kurumlar vergisi ödeme riskini almamak bunlar makul tespitler. Hasılat paylaşımını savunmakta da sorun yok, problem ihale öncesi ve sonrası üstlenici şirketin haklarını savunurmuş gibi seri hatalar yapmamak…

İnşaat faaliyetinin risklerine dikkat çeken sayın başkan, en ufak riske girmemeliyiz diye ekliyor, istediğimiz yetkide hiçbir risk unsuru yok diyor. Risk deyince benim aklım yine gerilere gitti.  Hatırladınız mı Riva’da ilk seçilen firma teminatını yakıp aldığı ihaleden çekilmişti dolayısıyla ihale en yüksek ikinci teklifi veren Yılmaz İnşaat Taahhüt ve Tic. A.Ş.’de kalmıştı.

Firma %25 gelir oranı karşılığı 952 milyon TL teklif etmişti.

İhaleyi kazandığını zannettiğimiz ama sözleşme imzalamayan FEMA – KLV ortaklığı ise %38 gelir oranına karşılık 1.178.000.000 TL teklif vermişti.

Sözün özü Galatasaray olarak kazma vurulmadan 180,8 milyon TL eksiye gitmiştik.  Risk neydi, kurmadığınız oyunda o günkü kurdan 46,25 milyon Euro kaybeden olmaktı!

https://www.emlakkonut.com.tr/tr-TR/yogun-ilgi-goren-riva-ihalesi-sonuclandi

Kürsüdeki hitabında eski bakanlardan Prof Işın Çelebi hasılat paylaşımını süreçte birtakım zorluklarla muhatap olmamak adına doğru model olarak konumlarken, seçilecek çözüm ortağının iş deneyimine, finansal gücüne ve bunun belli parametrik değerlerle şartnamede yer alarak ihale komisyonunun buna göre karar vermesine değindi. Ayrıca İstanbul’daki deprem riskine dikkat çekerek yapılacak binaların temelinde sismik izolatör bulunmasının hem güven unsuru olacağını hem de binaların algılanan değerini artıracağını ifade etti. Teknokrat sıfatıyla en ince detaylara dikkat edilmesini salık vererek önerilerini ayrıca divana yazılı olarak sundu.

Riskten konu açılmışken yıllar sonra 6 Temmuz günü kürsüye gelen Adnan Polat başkanın cümlesini tekrarlamakta fayda var, diyor ki Sayın Polat:  “Sözleşmenin önemi konusunda dile getirilenlere katılıyorum ama sözleşmeyi genel kurul onayına getirmek müteahhit firmaların iştahını ortadan kaldırır. Konuyu çok iyi bilen bir komisyon bu işin üstesinden gelir”  İnşaat taahhüt işlerinde tecrübeli global müteşebbis kimliğiyle oyalanmadan yola çıkmayı öneren sayın başkana umulan faydayı sağlayamadığımız RİVA projesine özel 2016 yılından bir pasaj hatırlatmak isterim. 

“22 Ekim 2016’da düzenlenecek Olağanüstü Genel Kurul öncesi, Galatasaray Spor Kulübü Gayrimenkul Projeleri Değerlendirme Komisyonu raporunu açıkladı.

Yüksek Mühendis Mimar İrfan Aktar, Mühendis ve Gayrimenkul Uzmanı Firuz Soyuer, Dr. Yüksek Mühendis Mimar Doğan Hasol, İnşaat Yüksek Mühendisi Emre Aykar, Hukukçu Mehmet Dedeoğlu, Mali Müşavir Ömer İsmail Tanrıöver ve Gayrimenkul Geliştirici Erden Timur’dan oluşan komisyon hazırlamış olduğu ayrıntılı raporu Galatasaray Spor Kulübü Yönetim Kurulu’na sundu.  Komisyon’un öncelikli amacı, kulübümüzün Riva ve Florya arsalarına ilişkin verileri ve yürütülen çalışmaları inceleyip değerlendirmek ve söz konusu arsaların kulübümüz açısından en uygun şekilde değerlendirilebilmesi için görüş ve öneriler oluşturmaktır.”

Şimdi yukarıdaki muteber isimlerin deneyim ve uzmanlık seviyesini tartışmak abesle iştigal hatta saygısızlık olur ancak komisyonun iyi niyetli çabasına rağmen 1 milyon m2 yekpare araziden geliştirilen projede kazancımız %20 bile olamamaktadır. Sözün özü, her adımda genel kurul onayı ŞARTTIR.  İştahı kaçabilecek şirketler de kusura bakmasın, başka kupon arazi kovalasınlar.

Tam da bu noktada değerli hukukçu kardeşim Metin Sinan Aslan yönetimin belirleyeceği / tercih edeceği isimlerden oluşacak ihale komisyonunun aslında bağımsız olamayacağını kürsüde ifade etti.  Bunun yerine Divan kurulunun bu heyeti teşkil etmesini, böylelikle meşruiyet zeminin genişleyeceğini söyledi.  Sözleşme onayı genel kurula geldiğinde de Tüzük madde 145’e atıfla onay aranmasını ekledi.  Hem bu ifadelerine hem de gündeme ilişkin düzeltici / geliştirici önergelerin dışlanmamasına dair genel kurulu yöneten heyeti kurtaran akılcı müdahalesine tamamen katılıyorum.  Deneyimli uzman kişi müspet yönde nasıl fark yaratır, 6 Temmuz günü gösterdi, sağ olsun.

Benzer yaklaşımı Sayın Köksal Ünlü de kürsüde şöyle özetledi: “İtimat kontrole mani değildir” 

Ben peşi sıra şunu da eklemezsem olmaz, “itimat edilenin itibarını muhafaza etmek yandaşlıkla değil yanlışı kaynağında düzelttirmekle olur.”

Bu bağlamda Prof. Süheyl Batum ve Rezan Epözdemir gündem maddelerinin tadil edilmesi ve orta yolun bulunmasına emek verdiler, teşekkür etmeliyiz.

Borç yapılandırma anlaşması gereği bankalar gelirlerin %50’sine kaynağında el koyuyor diye herkes şikayetçi, en çok da Sayın Dursun Özbek buna adeta isyan ediyor. Peki neden bu anlaşmaya mecbur kalındı? Siz ilk kez göreve geldiniz de bu vahim durumu kötü bir sürpriz olarak karşınızda mı buldunuz?  Yıllar yılı zarar edeceği belli eksi yazan bütçeleri yapan kimlerdi? Daha Mart 2023’te konsolide 1 milyar TL faaliyet zararıyla ibra olan kimlerdi? Biraz daha geriye gidelim 2017 mali yılında 426 milyon TL konsolide zarar etti kulüp ve bağlı şirketleri, o günkü kurdan yaklaşık 95 milyon Euro ediyordu!  Bu manzaradaki payınızı hiç anlatmıyorsunuz sayın başkan? Bir mesuliyet, bir nedamet nişanesi görmüyoruz, başkaları batırmış şimdi ben her şeyi kurtaracağım hikâyesi o zaman boşa düşüyor.  Sevgi iklimi diye çıktığınız yolda en ufak terslik ihtimali karşısında düşmanlardan, husumetten bahsedince kendi kazanımlarınızı tersine çeviriyorsunuz. Hatadan dönüp kürsüde özür dilemeniz güzel, bu tarz sivri çıkışlardan itinayla uzak durmanız daha da güzel olacaktır.

Kürsüde “UEFA tepemizde, negatif öz sermaye durumundayız?  Bunu düzeltin diyorlar? Yapamazsak büyük ihtimalle cezaya muhatap olacağız?” dedi başkan…  BİST’te hisseleri işlem gören bir şirket için çok talihsiz hatta biraz manipülatif ifadeler değil mi bunlar?  Negatif öz sermayenin UEFA FFP çerçevesinde istenmediği doğru ama kimler yarattı bu manzarayı, siz kendi payınıza düşeni hatırlıyor musunuz? Negatifi en azından sıfıra getirmek için gayrimenkul projeleri dışında hangi sürdürülebilir tedbirleri yürürlüğe koydunuz, ne tip kurallar getirdiniz?

“Esareti prangayı kabul etmemiş neslin ahfadıyız” diyorsunuz sayın başkan, onu ekonomik özgürlüğü yitiren kararları alanlar ve onaylayanlar vaktinde düşünecekti.  Düşünselerdi halimiz olmazdı böyle. Keşke bu isabetli hatırlatmayı 8-9 yıl önce yapsaydınız.

Eylül 2023’te yine Dursun başkan şu ana dek Riva’dan 170 milyon dolar fayda elde edildiğini söyledi. Biz bu muazzam faydayı bilançolarda ayrı kalem ya da zamana yayılmış nakit akışı olarak göremesek de başkanın beyanına itimat ediyoruz ama dikkat ediniz bu katkıya rağmen borç alacak farkında kayda değer bir düşüş olmadı. Niçin olmadı derseniz Galatasaray hem faaliyetlerinden zarar ediyor, hem birikmiş borcun faizini ödüyor hem de yeni borçlanmalara ihtiyaç duyuyor. Yine de 25 Haziran 2024’te Sayın Özbek “borç yapılandırma anlaşmasından çıkınca Galatasaray’ın finansal yapısı mükemmel hale gelecek” diye bir demeç verdi.  Mükemmelin sözlükteki karşılığını biliyorum da, finansal borcu kalmamış ama faaliyeti eksi yaratan, idari ve hukuki riskleri, ticari borçları, verimsiz sözleşmeleri ve kırılgan bir gelecek tahayyülü olan kulüp dibine kadar siyasete / nepotizme / vasatlığa batmış memleket ortamında nasıl mükemmel olacak ben anlamıyorum.  Belki de benim kusurumdur, zamanla bu kusurumdan arınırım ama bu seferlik mükemmeli ben hayal edeyim.  Hiçbir taşınmaza dokunmadan Galatasaray’ın tüm finansal borçlarını bir kalemde sihirli değnekle yok ettik. Masaya da acil ihtiyaçlar için 1 milyar TL tutarında nakit bağış çeki bıraktık.  Taşınmaz, arsa, inşaat, beton, ihale, proje, TOKİ, müteahhit gibi kelimeleri kullanmadan kulübü nasıl yöneteceğini 5 yıllık kalkınma planı tadında bana anlatabilir mi mevcut yönetim?  Hiç zannetmiyorum, ipotek-rehin vs kalktığına göre yeni borç alırız denir, konu kapanır.  Hele ki Galatasaray’ın bir anda mali açıdan mükemmel duruma geldiği vaaz edildiğinde 300 milyon Euro maliyetli takım kurduracak derecede yoğun mahalle baskının geleceğine adım gibi eminim.

Müessese kulüpleriyle yarışmak için kaynak gerekiyor diyor Sayın Özbek, kesinlikle doğru ama bugün harcadığımızdan kaç kat fazlasını harcayarak rekabet edebileceğiz?? Eczacıbaşı, ENKA ya da Anadolu Efes’in fark yarattığı tek alan para mı, gerçekten bundan emin miyiz?  Şöyle bir örnekle açıklayalım meramımızı. İçten yanmalı motorların temel prensibine göre gaz pedalına asılırsak daha çok yakıt tüketen otomobilimiz daha hızlı gider ama yoldaki araçlar aynı mı, şoförler benzer tecrübe ve kabiliyette mi?  Tüm şartlar eşit iken yalnız yeterli para harcayamadığımız için rekabette geri kaldığımızı düşünüyorsak bilinmelidir ki bu apaçık gaflettir.

Her durum ve şartta Galatasaray SPOR Kulübünün boş hayalleri bırakıp hakikat ile barışarak, asli faaliyetinden artı değer üretme (en azından zarar etmeme) kültürünü edinmesi gerekiyor.  Bunu konuşan neredeyse yok, hatırlayan / hatırlatan da pek az… Kürsüde “Ticari firma değiliz biz spor kulübüyüz” diyor başkan ama dilinden borç, faiz, ihale, arsa, emlak, inşaat, proje kelimeleri düşmüyor.  Transfer ticareti dışında sporla ilgili öncü ve vizyoner bir öneri duymadık ne kendisinden ne yönetiminden. Konuşmasında devamla “Sportif başarı sözünü tutmuş bir başkan olarak karşınızdayım” diyor ve referansı yine ve sadece futbol ama orası Sportif A.Ş. Genel kurulu değil… Sevgi iklimi diye kodlanan ve camiada karşılık bulan söylem bir anda içimizdeki savaşa evriliyor. Dolayısıyla hatlar tümden karışmış, beklentiler bulanıklaşmış. Korkarım ki #MayıslarBizimdir diye diye futbol topunun çevresinde mayıstan mayısa yaşayan ilgisiz üyeler de eklendiğinde Galatasaray silkinip kurtulması gereken varoluşsal bir krizin eşiğinde!  

Başkan her seferinde endişe duyulmaması adına farklı konularda “kimsenin şüphesi olmasın” diye vurgu yaptığında dikkat çekici şekilde şüpheleri tetikliyor. Geçmişi hatırlayanlar irkiliyorlar, anlıyorum her iktidar dikensiz gül bahçesi ister.  Oysa şüphe Tevfik Fikret’in deyimiyle nura doğru koşmaktır, şüphe akıllı insanlar için haktır. Galatasaraylı olarak şüpheden değil sizi şuursuzca ve asla sorgulamadan alkışlayanlardan korkun. Bugüne kadar Galatasaray’ın başına gelen her şeyi sorumlusu doğru ile yanlışı ayırma sorumluluğundan kaçanlardır.  Denk getirdiği her muktedirin yanına kapılanmak dışında hasleti olmayan şakşakçılardır.

Bu dikkat ve denge dağıtan kulüp içi siyaset vasatisi yetmezmiş gibi, Florya ya da Riva ölçeğinde projeler günümüz Türkiye’sinde Ankara siyasetine selam vermeden yürütülememektedir.  Mülk bizim, cebimizde 100 milyon Euro nakit olsa bile hukuk çerçevesinde tam bir teşebbüs hürriyetinden bahsedemeyiz, hayalperest olmanın alemi yok.  Korkarım ki biz siyasete leziz bir dilim vermeden Florya pastasını kesemeyeceğiz. Bu durumda pastayı kesen bıçak şahsi menfaatleri üzerinden tekliflere maruz kalacak, siyasetle pek samimi bir müteşebbiste mi yoksa yalnızca aldığı yetki üzerinden kılı kırk yaran ve siyaset ile çok mesafeli bir müzakerecide mi olsun derseniz benim görüşüm belli, hiç de değişmedi ama niyet ne olursa olsun akıbet gönlümüze göre olmuyor.

Geldik bu çoook uzun yazının sonuna, tekne palamarı çözüp limandan ayrıldıktan sonra bugün ne yapalım sorusu halen cevap bulmadı.  Biliriz ki kötümser rüzgardan şikayet eder, iyimser değişmesini bekler, gerçekçi olan ise yelkenlerini ayarlamaya koyulur.  Yetkiyi alan yönetimin en doğru adımları atmasının çok yakın takipçisi olmak, süreçte kusur, hata, noksan olmaması için tekerlek kırılmadan ikazda bulunmak, gerek bireysel gerek camia olarak her platformda Galatasaray’ın hak ve menfaatleri lehine baskı grubu olmak rotamızda yelkenleri rüzgarla şişirir.

Yeter ki Galatasaray’da veri ve bilgiler eğilip bükülmesin. Yalnız gerçekler anlatılsın, muktedir eliyle manipülatif propaganda somut bilgi aktarımı zannedilmesin. Galatasaraylılar da sadece sarı-kırmızın mağrur, muktedir, muzaffer ve her daim muteber kalması adına doğruyu bulma / en iyiyi seçme kaygısı taşısın. Biz hakikat ile barışarak mesuliyetimize uygun davrandığımız müddetçe kurgulayanı kim olursa olsun bizi kıstırmak istedikleri her tuzaktan er geç kurtulabiliriz, aksi durumu düşünmek dahi istemem.

Yeni seçilenler başta olmak üzere tüm yönetim kuruluna bol şans ve üstün başarılar dilerken, gayrimenkuller üzerine mesai yapıp imza atacak herkese hamiyet, basiret, feraset diliyorum. Tutarlı ve doğru kararlarınız destek bulacak, eksik ve yanlışlarınız size itinayla hatırlatılacaktır. Yolumuz, bahtımız açık olsun!

Galatasaray’ın 29 Eylül’ü

Galatasaray Spor Kulübü olağanüstü genel kurul toplantısı 29 Eylül 2018 cumartesi günü Haliç Kongre Merkezinde gerçekleşti.  Son derece yüklü ve hassas gündeme rağmen toplantıya iştirak eden üye sayısının 990 civarında kalması, en kritik oylamalarda salonda 600 kişinin ancak bulunması bir trajedi olsa da bu yazıya başlarken kanımca hatırlanması gereken ilk husus, derneklerde genel kurulların en üst karar organı olduğudur. Gündemli toplanan genel kurullarda hazır bulunan üyeler istedikleri şekilde ve özgürce irade beyanında bulunurlar.  Herhangi bir dernekte seçilmiş yönetim kurullarının da beğendikleri kararları ”yaşasın sağduyu!” deyip sevinçle karşılarken, yanlış bulduklarına “böyle iş olmaz” diye tepki duyma lüksü yoktur.  Zira seçilmişler, seçenlerin emanetçisidir.

İkinci husus ise sarı-kırmızı kürsüdeki ifade özgürlüğüdür.  Hukukun açıkça suç saydığı fiiller, Galatasaray’ın hak ve menfaatlerine aykırı dezenformasyon, iftira, hakaret, haysiyet cellatlığı ve seri şekilde yalan söylemek hariç tutulursa üyeler seçtikleri konuda veya ilgili gündem maddesinin sınırlarında kalmak kaydıyla tespit yapar, görüş bildirir, önerilerde bulunur. Kulübü emanet ettiği insanları övebilir ya da kıyasıya eleştirebilir.   Kürsüdeki dakikalarını iyi kullanamayan, canlı yayından istifade ederek reklam peşinde koşan, bomboş mugalata yapanlar zaten izleyicilerden (diğer üyelerden) olumsuz reaksiyon alacaklardır.

Yönetim kurulları ise, üyelerin yaptığı tüm konuşmaları, içerikleri ne kadar aykırı olursa olsun sakince dinlemeli, hukuki risk içerebilecek konularda açık ikazda bulunmalı, cevap hakkını kullanırken de anlık duygu değişimlerine mağlup olmadan her soruyu olabildiğince net yanıtlamalıdır.

Daha mali-idari-sportif-hukuki risklere / problemlere sıra gelmeden yukarıdaki iki husus bize yeniden hatırlatıyor, Galatasaray Spor Kulübünü yönetmek çok zordur. Ateşten gömlek, iğneli fıçı gibi benzetmeleri aşacak kadar meşakkatli bir mesaidir.  Akıllı, kültürlü, deneyimli, marifetli, varlıklı olmak yetmez.  Diplomalar, takdirnameler, maddi birikimler kafi gelmez.  Birinci sınıf stratejist olmanın yanısıra, çok sabırlı, kontrollü, planlı ve görev yükünü üstlenecek ölçüde fedakar olmak gerekir.

Galatasaray için 29 Eylül 2018’in özeti neydi derseniz, tek cümleyle toparlamak gerekirse:

Neleri neden talep ettiğini yeterince anlatamadığı ortaya çıkan yönetim ile anlaşılmaz biçimde geçmişte bol keseden dağıttığı yetkileri unutan ya da beklendiği üzere geçmişteki hatalarının nihayet farkına varan kulüp üyelerinin her oylamada aritmetik çarpışmasına sahne oldu

Bu özetten bize kalan da, Galatasaray’ın en önemli konularından birinin açık, tutarlı ve bilgiye dayalı iletişim olduğudur.  Bizde tarafların ana dili aynı olsa da, bazen bir şekilde anlaşamıyorlar.  Fikren ayrı noktalarda bulunmak değil bu, birbirlerini duymuyorlar, birbirlerine güvenleri eksik ve karşılaştırmalı reel veri yerine ucuz dedikodu ortalığa veba gibi yayılıyor her fırsatta.  Galatasaray’ın en büyük sorunu fikir ayrılıkları, görüş farklılıkları, yoğurdu yerken kaşığın nasıl tutulacağı tartışması olsaydı bundan kimse gocunmamalıydı.   Bizdeki sorun daha ziyade ezberden pozisyon alma, kamplaşma ve karşısındakinin yoğurduna kara çalma hevesine dönüşüyor zaman zaman.  Bu karanlık yolun sonu boynu bükük, güdük, kadük bir kulüp yapısıdır.  Bu yoldan dönmenin çaresi ise açık ve doğru iletişimdir.  Beden dilinden seçilen kelimelere, cümle yapısından ses tonuna, mecra seçiminden doğru içerikle desteklenmiş analitik yorumlara kadar çok sıkı çalışılmalı, iletişim gurusu olunamasa bile bu uğurda emek verilmelidir.

Üstelik yazının başında tarif edildiği şekliyle en üst karar organı olsa da, genel kurul Galatasaray için her zaman en doğru kararı veremeyebilir.  Katılım oranı, oylamada hazır bulunan insanların sayısı, medya manipülasyonu, kulüp içinde durmaksızın dönen dedikodu çarkları, belli amaca yönelik dezenformasyon çabası, dikkat dağınıklığı, bıkkınlık, bilgi eksiği, şahıslar hakkında peşin hüküm, yanlış anlama, kişisel yakınlıklara binaen taraflı yargılar, vs…  Tonla çeldirici sebep var yanlış karar vermek için.

Bunca olumsuz ihtimali ortadan kaldırmak mümkün olmasa da, etkilerini en aza indirgemek için ihtiyaç duyulan şey yine reel veri, somut bilgi ve açık iletişimdir.

İlan edilen gündem “torba yasa” diye eleştirildi hatırlayacaksınız, hiç katılmıyorum.  Hukukun içinin boşaldığı ülkemizde torba yasalarda birbiriyle zerre alakası olmayan onlarca konu sıkıştırılıyor.  Bir örneğini ekte link olarak paylaşıyorum, merak eden kalabalık içeriğe bakabilir.   http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/08/20180803-20.htm

29 Eylül 2018’de üyelerin önüne gelen gündemin tamamı Galatasaray için önemli konulardır fakat gündemin açık büfede tepeleme doldurulmuş bir tabağı andırdığı da aşikar…  Bu talepler kulübün ihtiyacıdır belki ama copy-paste yöntemiyle sıralanıp güncel duruma göre ele alınmadığı, önceliklendirilmediği ve meseleye toptan yaklaşıldığı izlenimi günler öncesi üyelerde oluşmuştu.  Üyeler cumartesi günü saat 10:00’da genel kurul salonuna girerken “avukata genel vekaletname mi veriyoruz, bu kadar yetkiye gerek var mı?” diye düşünüyorsa talepte bulunan taraf maça 1-0 mağlup başlıyor demektir.

Kaçmaktan kovalamaya fırsat bulamadık” dedi konuşmasında Sayın Başkan, doğrudur.  Başkanların kulüpte her gün harcadığı 10-12 saatlik mesai çok hızlı geçer, maalesef umulan verimlilikte de geçmez.  Sadece temsil görevi, imza yetkisi, telefon görüşmeleri ve toplantılar dahi bu uzun mesainin aslan payını alır.  Demek ki ihtiyaç, kaçacak ve kovalayacak ekibin ayrılmasıdır. Ekibin ağırlıklı kısmı yangını söndürmeye çalışırken, bir kısmı da yeni yangın çıkmaması için tedbir alacak biçimde organize olmalıydı.  Galatasaray Spor Kulübünde tüm başkanlar yetki ve sorumlulukları paylaştırmalı, ekip arasındaki orkestrasyonu sağlamalı, gri alanları giderip anlaşmazlık ihtimalini azaltmalı, tereddütlerin doğabildiği karar anlarında ağırlığını koymalıdır.  Sayın Mustafa Cengiz’in dört aylık taze yönetimini uzun uzadıya eleştirmek insafsızlık olur ama yönetim kurulu da önümüzdeki 4 ayın temposunu ve hedeflerini, geride kalan dört aydan farklı programlamalıdır.

Gelelim gündemdeki maddelere ve genel kurulun verdiği kararlara:

Beyoğlu Hasnun Galip Sokak’taki eski kulüp binamız hakkında yönetim kurulu istediği yetkileri alamamıştır.  327 m2 taban alanı olan atıl durumdaki bina üzerinde yanılmıyorsam birikmiş borçlardan ötürü haciz bulunmakta. Konumu ve büyüklüğü gereği yüksek gelir yaratma potansiyeli ise soru işaretidir.  Pek çok üyenin duygusal bağı olan bina hakkında yenilik doğurucu bir işleme müsaade çıkmaması benim için asla sürpriz olmamıştır.

Galatasaray Adası ise, kamuoyunda en çok tartışılan, tabiri caizse üzerinde fırtınalar koparan en müstesna mülkümüz.  Bilhassa medya İstanbul’un incisi adanın nedense kulübümüzde kalmaması için adeta papatya falı açmakta.  Ada Galatasaraylıların hem duygusal olarak önem atfettiği, hem kulübün kudretinin sembolü olarak gördüğü mekan; hem de bugüne dek en çok kandırıldıkları, iyi niyetlerinin suistimal edildiği konudur. Bunun sorumlusu da Sayın Mustafa Cengiz ve yönetimi değildir.  Sayın Cengiz başkan seçildikten sonra ADA bir vasıf daha kazanmıştır.  Sayın başkana ve ekibine en çok haksızlık edilen konu haline dönüşmüştür.

Adayı Nişantaşı’nda büyük bir dükkanın yıllık kirasına denk bedele müstecire veren, önce BUZ sonra da SU’ya dönüştüren bu yönetim değildir.  Yetkisi yokken müstecirin kontratını beş yıl uzatan Sayın Mustafa Cengiz değildir.  Müstecire “kiracı” vasfı kazandıran hukuki düzenlemeyi yapan bu yönetim değildir.   Kanunsuz yapılaşmaya göz yuman, üyelerle alay etmeye kalkışmış Mehmet Koçarslan’la kadim dostluk kuran, hukuka intikal eden dosyaları yıllarca mahkemelerde hakkıyla takip etmeyen, ADA’yı bir sabah baskınıyla yıktıran da Mustafa Cengiz değildir.   Kira sözleşmesi sona erdiği halde adayı tahliye etmeyen kiracıya muhtelif davalar açan, ek olarak yüklü tazminat talebinde bulunan ise görevdeki bu yönetimdir.   Fakat bu yönetim ne yaparsa yapsın ADA hakkında istedikleri yetkiyi almaları zaten mümkün değildi.  Koçarslan’ın PR ajansı gibi çalışmayı marifet sayan Sözcü gazetesinde çıkan kaynağı belirsiz Beltur haberi ve adanın çevresinde bekçi gibi turlayan, oradaki varlık nedenleri de ikna edici biçimde açıklanamamış deniz zabıtası üyeleri belli ki ürkütmüştür.

Dahası, esas amaç tapusuna sahip olduğumuz 1 numaralı merkeze parsele ek olarak, ecrimisil ödediğimiz 2 ve 4 no’lu parseller için irtifak hakkı elde etmek yani mülkiyet anlamında ileri bir adım atmak olduğu halde, gündemi çok kalabalık tutan yönetim oylamaya katılan üyeler tarafından veto edilmiştir.  Bu karar da anormal ya da anlaşılmaz değildir ama umalım ki Galatasaray aleyhine menfi neticeleri olmasın.  Florya’daki üst kullanım hakkımızı uzatma konusunda önce ipe un seren, sonra da kum saati tükendikten sonra “kullanım süreniz dolmuştur” cevabını verenleri ben unutmadım!  Umalım ki hukuk hızlı işlesin, açılan tahliye davaları bir an evvel lehimize sonuçlansın.  ADA konusunda yetki alamamak yönetim kurulu açısından asli bir problem değildir ama ihtiyaç duyulmayan yetkilerin kullanılmayacağına dair verilen yazılı taahhüdün genel kurula katılan üyelerce dikkate alınmaması genel kurula hazırlık stratejisi açıdan bir yenilgi sayılmalıdır.

Mecidiyeköy’deki arsamız ve otel olması maksadıyla yapılan, kaba inşaatı tamamlanan bina hakkındaki karar ise, Ada ve Beyoğlu’ndan farklı olarak benim için anlaşılabilir bir karar olmadı.  Mecidiyeköy konusundaki yetkilere “hayır” diyen üyeler, şu anda natamam haldeki binanın bu şekilde kalmasına, gelir getirici faaliyetlere konu olmasına itiraz etmişlerdir.  Oysa Mecidiyeköy kulübümüz lehine en doğru şekilde değerlendirilmesi gereken ilk sıradaki mülktür.  Bu ret kararından nasıl bir fayda umulduğunu ben hiç anlayamadım.  Gündemin 4.4. maddesi olup, oylamaya konu olan ilk gayrimenkulümüz olması hasebiyle muhalif kanadın gövde gösterisine kurban gitmiştir diyebiliyorum ancak…  Karara istinaden Mecidiyeköy’den elde edilecek gelirle borçların azaltılması, sermaye artışı gibi finansal hamleler şu an yapılamayacaktır. Genel kurulun kararına en çok sevinenin de eski başkanımız Sayın Dursun Özbek olduğunu tahmin ediyorum, zira kendisinin taahhüt ettiği şekilde otelin Özbek Turizm A.Ş’ye senelik 5 milyon USD’den kiralanması ihtimali artık ortadan kalkmıştır 🙂

Burada yeri gelmişken hem bir konuya değinmek, hem de bir şehir efsanesini sorgulamak gerekiyor.  Seçimle iktidarın değiştiği yerlerde her zaman muhalif eylem ve söylemlere rastlanır.  Hele Galatasaray gibi birilerinin iktidar için sırasını beklermişçesine davrandığı camiada, “Bizde muhalefet olmaz, Galatasaray’da muhalefet yoktur” söylemi küçük çaplı bir şehir efsanesidir.  Biliyoruz ki muhalefetin varlığı demokrasinin gereği, karşıt fikirlerin kalitesi / kalibresi değişim ve ilerlemenin lokomotifidir.  Galatasaray üzerine alternatif fikirleri, farklı projeleri olan kişiler/gruplar olmasa, iktidar çalışma ve kendisini ispatlama azmini sürdüremez.  Dahası, iktidar sona erdiğinde yerine geçecek gücü toparlamak zaman kaybettirir.

Galatasaray’da iktidar koltuğu pek tatlı olsa da, yönetimler üretken, sorgulayıcı, dengeli, adil muhalif hareketleri, topa sert girmiş olsalar dahi, nimet olarak görmelidir.  Muhalif kişi ve grupların da, iktidarı yıpratmak ve zayıflatmak uğruna Galatasaray’ın itibarına gölge düşürmekten ve mücadeleyi nizami zeminin dışına taşımaktan özenle kaçınması şarttır.

Bu cümlelerin akabinde Galatasaray’daki temel farklılaşmanın diploma ya da alt kimlik olmadığına dair tespitimi tekrar etmek isterim.  Kamuoyunda sıkça terennüm edildiğinin aksine, Galatasaray’daki yarılma Liseliler – Liseli olmayanlar üzerinden okunursa yüzeysel ve hatalı neticelere varılır.  Bizdeki temel ayrım Galatasaray’ı sosyal kulüp olarak görenlerle, spor kulübü olarak sahiplenenler arasındaki görüş ve tercih farklarıdır.

113 yıllık kulübü ismini bilmediği gençlerin top koşturduğu elit bir sosyal kulüp olarak görenlerle, sosyal tesisleri de olan güzide bir spor kulübü olarak sevenlerin farkından bahsediyorum.  “Galatasaray’dan benim çıkarım ne?” diye soranlarla “Galatasaray’a nasıl faydalı olurum?” diye kendini paralayanlardır esas sınıflama.  “Ben değil biz” diyerek bilhassa öne çıkmayan mütevazı ruhlarla, her fırsatta “medyada boy göstermeye uğraşan” ucuz egolardır gerçek ayrım.   Eşi, dostu, arkadaşı, iş ortağı, maaşı, sermayesi, ihalesi için fikir ve pozisyon değiştirenlerle, “mevzubahis Galatasaray ise vicdanımdan başka rehber tanımam” diyenlerin kavgasıdır sarı-kırmızı…

Sayın Mustafa Cengiz ve yönetimi 29 Eylül 2018’i ve bundan sonrasını “Mektep diploması” üzerinden okursa doğru değerlendirme yapamayacak ve hataya düşeceklerdir.  İkinci tahminim de, bu kulüpte Galatasaray Lisesi üzerinden gerginlik yaratmak isteyenler ya da kulüp içi siyasi çekişmeleri tribünlere, medyaya, sokağa taşıyanlar eninde sonunda kaybedecektir. Uzun vadede hep kaybetmişlerdir, hiç şaşmaz.

Sosyolojik analiz denemesine ara verip, cumartesi gününün gündemine dönelim. Kemerburgaz’da yeni kamp tesisi inşa edilmesi planlanan parsel hakkında oylamaya katılan üyeler oy çokluğuyla onay vermiştir ama bu oylamada 145 üye ret oyu kullanmıştır ??  Galatasaray’a tahsis edilen arazideki gecekondu benzeri mandıradan günlük süt almadıklarına ya da aynı yerde maden ruhsatıyla çimento üretimi yapan şirketin ortağı olmadıklarına göre bu 145 üye ne amaçlamıştır, hakikaten merak ediyorum.  Florya’nın tapusu ve kullanım hakları bizim aktifimizden çıktığına göre, müteahhit firma Florya’yı boşaltmamız için gün sayarken, Kemerburgaz hakkında herhangi bir tasarrufta bulunamayacak isek idman tesislerimizi nereye taşımamız bekleniyordu?  Yeşilköy plajında, Maçka parkında ya da Validebağ korusunda mı idman yapsın futbol takımımız ?  Kemerburgaz hakkında cumartesi günü sorulmayan, en azından benim duymadığım sorular ise şunlardı:

  • Spor tesisi kurma amaçlı kullanımımıza verilen bu arazinin üzerindeki işgaller ve maden ruhsatını çözmek devletin işi midir yoksa kulübümüzün mü? Bu arazi neden “çöpsüz üzüm” olarak bize geçememektedir ?
  • Kot farkı 40 metre olduğuna göre, arazinin yapısından kaynaklanan hafriyat yükü ve yapılması planlanan tesisin ne kadar amaca uygun & kullanışlı olacağı hesaba katılıyor mu ?
  • En önemlisi, Florya Metin OKTAY Tesislerinde her şey Galatasaray Spor Kulübü’nün helal parasıyla, bu kulübü yıllardır yönetenlerin alın teri ve emeğiyle inşa edilmişti. Florya’dan çıkarken tesislerimiz yıkılacak ama Kemerburgaz’daki tesislerin sıfırdan tüm maliyeti kulübümüz tarafından üstlenilecektir. Neden bu anlaşma Sayın Özbek döneminde yapılırken, en azından yeni tesislerin kaba inşaatı yıkılan mülkümüze mukabil Emlak Konut tarafından üstlenilmemiştir ?  Zira adil bir değişim bunu gerektirmekteydi.
  • En kritik soru ise, bu tesisleri bihakkın inşa edecek bütçemiz, kaynağımız var mıdır? Benim bildiğim YOKTUR !

Diğer maddelerin aksine KEMERBURGAZ konulu 4.6. maddesinde gündemin eksik olduğunu düşünüyorum.  Bu araziyle ilgili TAKAS ve TRAMPA yetkisi de istenmeliydi zira Kemerburgaz’ın başımızı çok ağrıtacağını, beklentilerimize tam da uygun olmadığını hissediyorum.  Metrekare cinsinden eş değer ama daha problemsiz bir araziyle, eğer mümkün olursa takas edilmesinde şahsen fayda görürüm.

4.7. maddesi Aslantepe’de inşa edilecek çok amaçlı kapalı spor salonu için oylamaya katılan üyeler yönetim kuruluna talep edilen yetkileri verdiler.  Burada sorulması gereken ilk soru belli: “Bizim bu spor salonunu inşa ettirecek kaynağımız var mıdır?”  Cevap yine aynı, maalesef yoktur.  Hatırlanacağı üzere Türk Telekom Arena stadının açılır kapanır çatısını yapamayan kulübümüz, bu vecibesine karşılık Ali Sami Yen Spor Kompleksinde 15.000 kişilik çok amaçlı kapalı spor salonu yapmayı taahhüt etti.  Proje bedelinin anahtar teslimi 100 milyon USD’yi bulacağını varsayabileceğimiz bu büyük projede yatırımcı bulamazsak, başka bir deyişle spor salonunu yapamazsak başımıza ne gelecek?  Şartlar eskiye döndüğü için açılır-kapanır çatıyı yapmakla mı yetineceğiz yoksa bu eski yükümlülüğümüze ek olarak kallavi bir tazminat da ödeyecek miyiz?  “Spor salonu için Galatasaray’ın kasasından bir kuruş çıkmayacak” diyen eski başkanı sorgulamayanların içinden, bunu da merak eden çıkmadı nedense.

Geldik en ilginç gündem maddesine, yönetimin istediği yetkileri alabildiği 4.10. RİVA… Herkesin bildiği üzere yıllarca varlığıyla bize ferahlık veren, yıllarca tek başına borçlarımızı kapatacağı zannedilen RİVA 22 Ekim 2016 tarihindeki olağanüstü genel kurul toplantısında vedalaştığımız bir mülkümüzdü.  Çaresizlikten ötürü tapulu taşınmazını elden çıkarmak zorunda kalanların o günkü heyecanını, neşesini, coşkusunu hiç unutmayacağım!!

https://www.galatasaray.org/haber/kulup/riva-ve-floryaya-onay/33669

Hasılat paylaşımı yöntemiyle ve RERERE RARARA tezahüratlarıyla uğurlanan RİVA bugün kulübümüzün aktifleri içinde değildir, tapusu bizde değildir ama hatırlayın Sayın Özbek RİVA için satış yetkisi talep etmemişti.  Buna rağmen alınan sonuç “satış işlemi” ile aynı noktaya varmıştır.  Dolayısıyla yine satış yetkisi talep etmeyen Sayın Mustafa Cengiz’in “Galatasaray Spor Kulübü başkanının sözüne güvenmiyor musunuz?” serzenişinin üyeler nezdinde karşılığı pek yoktur.  Ayni sermaye  konusunun cumartesi günü üyeler arasında alerjik reaksiyonlara neden olması da bu yüzdendir. Biz ne başkanlardan ne sözler duyduk, çoğunun da sonu hüsran ve hayal kırıklığı oldu. O yüzden kulüp üyemiz Sayın Ayhan Özmızrak’ın Eylül ayı divan toplantısında pek güzel ifade ettiği şekilde: “Bizim sütten ağzımız yandı, yoğurttan bile yandı, o yüzden şimdi dondurmayı üfleyerek yeme durumundayız, kusura bakma başkan

Kurumlarda devamlılık esastır, önceki başkanların istediği yetkileri Mustafa Cengiz yönetimi de talep edebilir ama insanlarda da hafıza esastır. O insanlar ki yaşadıkları ve geride bıraktıkları sıkıntıları hatırlayarak direnir hayata.

RİVA’da 4.10. maddesine konu olan husus 8.423 m2 alanın okul yapılması amacıyla terk edilmesiydi.  Bu evvelce onaylanan projenin mütemmim cüzüdür, ayrılmaz parçasıdır. Üzerinde tartışılacak bir detay yoktur, bu terk geciktikçe proje başlamaz ve Galatasaray gelmesini umduğu gelirden mahrum kalır.  Dolayısıyla insan doğal olarak oy birliği bekliyor ama buna da karşı çıkan var. “Müteahhit firmayla alıp veremediği mi var acaba bazı üyelerin?” diye düşünürken, tekrar gündem maddesini okuyorum.

İmar planı, imar izni, ruhsat, terkin, devir, bağış kelimeleriyle istenebilecek yetkiye “ipotek-rehin-ifraz-tevhid-ayni sermaye-kiralama-inşaat-tefrişat” pek çok terim doldurulmuş. Terk edeceğimiz arazi parçasını kime ipotek edeceğiz, neresini bölüp nereyle birleştireceğiz, özel okul yapıp birine kiraya mı vereceğiz, devlet okulunu biz mi inşa edeceğiz diye başlayıp onlarca soru türetilebiliyor.  Uzmanlık alanı gayrimenkul olmayan üyelerin kafasını iyiden iyiye karıştırmanın sonucu diye düşünüyorum aleyhte kalkan elleri.

Florya hakkında herhangi bir yetkisi yokken Beştepe ziyareti sonucu Emlak Konut ile ön protokol imzalarken Sayın Dursun Özbek, keşke bu hassasiyet gösterilseydi?  Metnini görmediğimiz bir hasılat paylaşımı anlaşmasını TL üzerinden imzalamayı hararetle onaylarken üyeler keşke bu kadar titiz olunsaydı?  9 Temmuz 2011’de bu genel kurul, dönemin başkanı Sayın Ünal Aysal’a RİVA’nın tamamı için (1.176.000 metrekare) SATIŞ, DEVİR, TRAMPA, TAKAS yetkisini dahi kolayca verdi.  O gün bu satırların yazarı ve birkaç kişi dışında kimse Tüzüğün 145.maddesini hatırlatmadı.  Sayın Aysal istese 2011 ya da 2012’de Riva’yı topraktan satar ya da başka bir araziyle değiş tokuş edebilirdi ve kimsenin gık demeye hakkı olmazdı. Neyse ki Ünal başkan bu yetkisini o dönemde düşüncesizce kullanmamıştı.

Her ne kadar Sayın Mustafa Cengiz’in kürsü hitabı ve basın temaslarında mizah unsurunu ölçüsüz kullanmasını pek beğenmesem de, cumartesi günü verdiği ZÜĞÜRT AĞA sinema örneği çok yerindeydi.  22 Ekim 2016’da Riva-Florya için yetki talep edilen olağanüstü genel kurul toplantısında divanı yöneten İrfan Aktar’ın 47 olarak saydığı ama tahminimce 100 civarı “HAYIR” oyu veren üye vardı salonda, bugün kime sorsam “ben de yetki vermemiştim, bilinmeze gitti, ziyan oldu Riva-Florya” diyor. İnsan bazen hayret ediyor.

Gündemin 6. Ve 7. maddelerinde ise Basketbol ve Voleybol branşlarını yönetecek birer anonim şirket kurmak üzere yetki istendi. Benzer yetkileri Sayın Ünal Aysal da gündeme getirmişti.  Sporun özüne vakıf insanların ilk soracakları soru şudur: “Bunlar sıradan sermaye şirketi olmadığına göre, bu şirketleşme modelindeki oyun planınız nedir?”

Ödenmiş sermayenin 100 bin TL ya da 1 milyon TL olmasının bu aşamada herhangi bir anlamı yoktur.  Mühim olan, hangi sağlam ve somut gerekçelerle bu iki branş Dernek bünyesinden çıkartılacaktır?  Sadece finansal verilere bakılarak bu iki branşın yıllardır zarar ettiği ve Dernek bilançosuna ağır kayıplar verdirdiğini söylemek yanlış olmaz.  Son 10 sezonda basketbol ve voleyboldaki takımlarımızın yarattığı gelir-gider farkı 155 milyon USD zarar olarak kayıtlara geçmiştir. Öte yandan bu kulüp pek çok şirket kurarak “kurumsallaşacağını” zannettiği halde, hakikatin tam ters istikamette tecelli ettiğini de biliyoruz.  Yıllar yılı kurulan şirketlerin hiç biri zarar sarmalından çıkamadı, dahası Galatasaray Spor Kulübü genel kurulunun denetimi dışına çıkan bu ortamlarda neler olup bittiğini de tam olarak bilemiyoruz.  Grup içi maliyet transferleri, ilişkili şirketlerin birbirlerine borçlanmaları ve pek çok husus geçmişte yönetim kurullarının kısa vadeli hedef ve çıkarlarına göre şekillendi, bu kararların ne kadar isabetli olabildiği çoğu zaman sorgulanamadı.

Kısa vadede amatör branşların en büyük umudu, profesyonel futbolda tam ve zamanında ödenen stopajları belli koşullarla spor kulüplerine iade ederek devletin geliri kıt bu branşlara temin edeceği can suyudur.  Revize edilen 2018 bütçesinde amatör branşların gelirlerinde bu tahakkukların da gerçekleşeceği varsayılmıştır. Her ne kadar ilgili bakanlıktan bu konuda bir mukteza talep edilmişse de, uzun vadede devletin kamu yararına dernek (Galatasaray SK) ile kurulacak bu anonim şirketler arasında fark gözetebileceğini düşünüyorum.  Stopaj katkısının sonsuza dek sürmeyeceğini de hesaba katarsak bu branşlarla ilgili şirket kurmadan önce, sporcu seçiminden – yaş gruplarındaki idman metodlarına, çalıştırıcıların standartlarından federasyonlardaki temsil konularına dek basketbol ve voleybola dair kapsamlı bir stratejik plan gerekiyor. Gerekiyordu ama yönetim bu konuda bir sunum yapmadı.  Bu müstesna planın tatbiki için ayrı bir kurumsal yapının neden gerekli olduğu ayrıntılı biçimde izah edilebilmeliydi. Eğer böyle bir yol haritası yoksa, bu talebi onaylamak için gerekçe bulamayan kulüp üyelerine kimsenin darılma hakkı yoktur.  Bu oylamada hazirun “HAYIR” oyu vererek kanımca makul ve tutarlı bir karar vermiştir.

Gündemin 8.maddesinde ise kulübümüzün ve Galatasaray Sportif A.Ş’nin mali yıllarının birleştirilmesi (konsolide edilmesi) öneriliyordu. Nihayet kimsenin karşı çıkmayacağı bir madde bulmuştuk ancak bu idari kararın kaçınılmaz sonucu olarak Tüzük maddesinin redakte edilmesi gerekiyordu. Başka bir deyişle, tüzük maddesi değişecekti ve bu sefer Tüzük metninin iki maddesi çarpıştı.  Biri 87/34 yani mevzuata uyum çerçevesinde yönetime inisiyatif tanıyan madde, diğeri 166 yani tüzük değişikliğinin ancak bu amaçla düzenlenmiş toplantılarda gerçekleşmesi ve aranan istisnai nisap oranlarını belirten maddeydi.  Görüşlerden biri yönetimin kulübün faydasına ve mevzuatın da imkan verdiği değişikliği yaparak tüzüğü güncellemesi, diğeri ise hukukun temel ilkelerinden biri olan usulün esasa mukaddem olduğuydu.  Toplantının hakimi konumundaki divan başkanı Avukat Metin Sinan Aslan usulen bu gündem maddesinin görüşülmesini münasip bulmadı ve toplantıyı açmadan önce inisiyatif kullanarak müzakere sırasından çıkardı. Hemen solunda oturan hukukçu Prof. Murat Develioğlu da hukuk tekniği açısından gerekçeyi açıkladı.  Her ne kadar İstanbul Üniversitesi’ndeki lisans eğitiminde hukuk dersleri alsam da, sonra Açık Öğretim Fakültesi’nde Adalet bölümünü bitirsem de hukukçu vasfına sahip değilim.  Hem Metin Sinan Aslan’ın, hem Murat Hoca’nın izahatı bana makul geldi ama mali yılları birleştirme fırsatını da kaçırdık, bütçe disiplini açısından çok anahtar bir hamle olacaktı.   Cumartesi günü usul somut faydayı mağlup etti ama ilk fırsatta bu değişiklik “usulünce” gerçekleştirilmelidir.

Hukukçu demişken, sayın başkanımız hitabında “yarım hukukçu” olduğunu söyleyiverdi. Doğrudur, Mülkiye mezunu olup kamu sektöründe yöneticilik yapan insanlar mevzuat hakkında deneyim ve birikim sahibi olurlar, hukuk özneleri ve anlaşmazlıklar hakkında mantıklı çözümlemelerde bulunurlar.  Öte yandan kürsü performansı açısından “yarım hukukçu” ifadesi biraz sıkıntılı.  Öyle ya, sizi dinleyenler arasında köklü üniversitelerde kürsü sahibi akademisyenler, ana bilim dalı başkanları, sektörün deneyimli / cevval avukatları hatta Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanı olabilir.  Birkaç tane hukuk fakültesi açıp / kapayacak kadar hukukçunun olduğu yerde mesleki espri yapmak risklidir, insanlar alınganlık gösterebilir, hatırlanacağı üzere kürsüye daha sonra gelenlerin bazıları da “tam hukukçu” olduklarının altını çizmişlerdir.

Ne demiştik yazının başında, “Galatasaray Spor Kulübünü yönetmek çok zordur”.  Bir metne bağlı kalmadan kürsüde irticalen konuşmak da aynı biçimde zordur.   Bu vesileyle divanı yöneten kardeşim Metin Sinan Aslan’a ve ekibinde yer alan Prof. Murat Develioğlu, Avukat Aslı Geçgil, Avukat Kemal Kumkumoğlu ve Avukat Bora İkiler’e emekleri için teşekkür etmiş olalım.

Gündemin 9 ve 10.maddeleri üyelik aidatlarıyla ilgiliydi.  Üyelerin her yıl ödemekle mükellef olduğu aidatın 300 TL’den 400 TL’ye yükselmesi normal bir taleptir. İki yıl önce 500 TL olmasını önermiş biri olarak, bence herhangi bir sorun yok ve zaten büyük ekseriyetle kabul edildi.   Bir sefere mahsus tahsil edilen üyeliğe giriş ödentisinde ise %100 zam talebi 111 oya karşı 114 oyla kabul edildi. Buradaki ilk sorun, kulübümüze üye olmak isteyen binlerce kişiyi ilgilendiren bir mevzu sadece 225 kişiyle oylanmıştır ve iki kişi karar değiştirse farklı bir sonuç alınabilecekti.  Galatasaray’da genel kurullara katılım konusu kanayan yara olmayı sürdürmektedir, bunu tedavi etmek için her türlü fikir acilen tartışılmalıdır.   Net biçimde ortada olan şudur, bu kulübün taze kana ve yeni heyecana ihtiyacı vardır. Ortak aklı besleyecek, Galatasaray’ın saygınlığına yakışacak yeni üyelere ihtiyacı vardır.  Üye olduğu halde bir şekilde uzak duran ya da kulübün demokratik süreçlerinden soğumuş insanları geri kazanma ihtiyacı vardır.  Şahsi fikrim, Galatasaray Spor Kulübü 2019 yılının ilk ayında Tüzük tadil kongresine gitmelidir, tedaviye kulübün anayasasından başlamalıdır.

Prensip olarak olası tüm tüzük tadil taleplerinin üçe ayrılmasının faydalı olacağına inanıyorum.

1) Mevzuata uyum, iyi yönetim ve etkin denetim hedefine yönelik iyileştirmeler

2) Tüzük metni içindeki uyumsuzlukların ya da fiili durumlara çözüm getiremeyen eksiklerin giderilmesi   (örnek: -baskın basanındır- diye tek taraflı seçim kararı alan başkanların elindeki zamanlama kozunu geri almak)

3) Kulübe üye alımı gibi özel nitelikte yenilik doğurucu hükümler

Birinci ve ikinci gruptaki tüzük tadilatı üyelere doğru anlatıldığı takdirde, kahir ekseriyetin oyuyla geçerlilik kazanacaktır.

Üçüncü gruptaki değişiklik ise öncelikle sabır, empati ve olgun tartışma kültürü gerektirir ki, dönem dönem bu konuda sıkıntı yaşanacağını tahmin etmek yanlış olmaz.

Dokuzuncu madde gereği A grubu için 600 TL olan giriş ödentisi 1.200 TL’ye, E grubu için 10.000 TL olan giriş ödentisi 20.000 TL’ye yükselmiştir.  Oransal olarak tüm üyelik gruplarında aynı oranda zam yapılmıştır.  Bir önceki fiyat güncellemesi 2003 senesinde yapıldığı için hangi mali parametreye bakarsanız bakın %100 artışın fahiş olduğu iddia edilemez.  Buraya kadar mesele yok.

Mesele nedir peki?  A grubu ile E grubu arasındaki 16,6 kat fark oransal olarak sabit kalsa da, nominal fark artmış, dışarıdaki adaletsizlik duygusu perçinlenmiştir.  Dahası artışlar, bu yaz başvuran üyelere de tatbik edilecektir.  Kulübümüzde üyelikler 2019 yılından itibaren hüküm doğuracağı için hukuken bu uygulama doğrudur ama acaba adil midir?  Bir an için kendinizi üyelik başvurusu yapmış biri olarak düşünün.  Şahsi tasarruflarınızdan 10.000 Türk Lirasını bir kenara ayırdınız, iki referans üye imzası bulup başvurdunuz, Sicil Kurulu bu yıl önüne gelen 1032 adet E grubu başvuru içinde sizi üyeliğe ehil ve layık buldu. Cumartesi günü rakam 20 bin TL’ye çıktı ve sizin hesabınız şaştı.  Galatasaray Spor Kulübü genel kurulu “tuzu kurular koalisyonu” değildir, olmak mecburiyetinde de değildir.  Artış kararı doğru mudur, doğrudur.  Eşit biçimde tatbik edilmiş midir, evet.  Adil midir, emin değilim.  Nasıl ki yıllık aidat 2019’dan itibaren 400 TL’ye yükselmişse, bu yaz başvuranların da başvuru anındaki mali vecibelerden mesul tutulmasını isterdim.  Ha alınan karar teknik olarak yanlış mıdır, değildir ama üye olarak benim içime tam sinmemiştir.

Üyelikler konusunda iki genel geçer kabule sahibim.  İlki A grubu ile E grubu arasındaki 16,6 kat farkın sürdürülemez hale geldiği ve net olarak azaltılması gereğidir.  Bu konuyu hem kulübün geçmiş müktesebatı hem de zamanın ruhu açısından çok sağlam gerekçelendirebiliyorum kendimce. İkincisi de üye sayısının ya da giriş ödentilerinin her ne kadar bilançoda finansal karşılığı olsa da, kaderimizi değiştirecek mali kaynak ya da kreatif mali çözüm olarak sunulmasının hatalı olduğudur.   Varsayalım ki bizim üyelik giriş ödentimiz standart 1905 TL olsun ama her sene belli sayıda kulübün işleyişine sınıf atlatacak, milyon dolarlık projeler realize edecek, dünyanın farklı coğrafyalarında manevi itibarı olan mümtaz Galatasaraylıları kazanalım.  Bu hipotez gerçekleşse, kazancımız kıyas kabul etmeyecek biçimde daha büyük olurdu.

En sona gündemin 5.maddesini bıraktım. Revize bütçe talebi ve mali sunum. Sıkıcı gayrimenkul konuları, sakız gibi uzayan saatler, olağanüstü genel kurul gündemine sadık kalmayan manasız konuşmalar, öfke patlamaları, ölçüsüz tepkiler arasında kürsüye Kuzey Avrupalı soğukkanlılığıyla biri çıktı ve yıllardır görmediğim şekilde sunumunu yaptı.  Başkan Yardımcısı Sayın Kaan Kançal günün tüm telaşını ve stresini sanki yaşamamış gibi kürsüye geldi, excel tablolardaki rakamları okumadı, finansal analist gibi yorumladı.  Bütçe disiplinini süslü laflarla anlatmadı, kulübün günlük işleyişindeki aksaklıkların ilacı olarak reçete etti.  Mart 2018’de kabul edilen ve şirazesinden tamamen çıkmış bütçenin iyimser ve hatalı varsayımlarını hiç etrafından dolanmadan itiraf etti, eksikleri anlattı, risklerden bahsetti, uzun vadeli çözümü nerede gördüğünü izleyicilere aktardı.  Birkaç yanlış kelime seçimi ve dil sürçmesi dışında, yıllardır görmediğim şekilde berrak, anlaşılır ve tane tane anlattı her şeyi.  Genel kurullarda uzaktan gördüğüm, bu yönetimde görev alana dek hep geri planda kalmayı tercih etmiş birinin kulüp için nasıl bir değer olabileceğini gördük.  Günün yıldızı henüz dört aylık yöneticilik deneyimi bulunan Sayın Kaan Kançal oldu diyebiliriz.

Rakamlara geldiğimizde ise durum içler acısı… Kulübümüzün 2018 yılında 239 milyon TL faiz ve finansman gideri ödemek durumunda kalacağını öğrendik.  Dikkat buyurun, kulüpten bahsediyorum içinde Sportif A.Ş. ve futbol yok!  Bir üyemizin kürsüde değindiği gibi, kulübün içinden çıkan şirketler kulübü yemeye başladılar.  Grup içi faiz yükü diye bir gider kalemine sahibiz, yapılan sunuma göre rakamsal karşılığı tam 62 milyon TL!! Kulüp ve şirketler arasındaki borç/alacak ilişkisine konu olan faiz oranını sorgulayan çıkmadı ama, oysa merak edilmeli.  “Bir cepten alıp diğerine koyuyoruz, kurcalamayın” diyecek kimse çıkacağını zannetmiyorum.

Geriye dönüp baktığımızda AIG ile dünya kulübü olma hayallerinden, yanlış şirketleşme modeline; giderlerde savurganlıktan gelir kalemlerinin ziyan edilmesine dek yıllardır sürdürülen denetimden uzak, keyfi ve plansız yönetimlerin bizi getirdiği nokta budur.  Buradan dönülebilir mi bilmiyorum ama eğer acı reçeteye razı olmak şartıyla bunu denemezsek sonumuz Medeni Kanunun 87/3 maddesinde bellidir. Geçen yıl kürsüden de paylaştım Galatasaraylılarla, borç ödemede acze düşme hali derneklerin kendiliğinden kapanma gerekçesidir maalesef!   “Galatasaray’a bir şey olmaz” mantalitesinden herkes derhal sıyrılmak zorundadır.  Başka spor kulüplerinin bizden daha kötü durumda olması, Galatasaraylılar için mazeret ya da avuntu olamaz.

Çok çetin şartlarda sürdürülen mücadele, yıllar içinde birikerek gelen sıkıntılarla olabilecek en sancılı aşamaya geldi.  Sayın Kançal’ın sunumunda dikkat edenler olmuştur mutlaka, mali yıllar bazında öz kaynakların nasıl eridiğini anlattı.  Benim değerlendirmelerime göre Galatasaray’ın yakın geçmişteki dönüm noktası 2012 yılıdır.  31 Aralık 2012 itibariyle bu kulübün konsolide borç-alacak farklı 377 milyon TL iken, öz kaynakları +335 milyon TL idi.  Gayet yönetilebilir bir boyuttaydı borçlar ve dümeni nurlu ufuklara kırmak mümkündü.  Kulüp başkanımız Sayın Ünal Aysal o dönem bunu tercih etmedi, kerameti kendinden menkul “bilanço büyüklüğü” söylemiyle bize hayali bir Neverland çizdi.  2014 yılında o mali yıla eşlik eden trajik finansallar eşliğinde aniden görevi bıraktı.  2012’de dümeni kırabilecek gemi, bugün 1,2 milyar TL borç-alacak farkı ve eksi (620) milyon TL öz kaynak ile hem karaya oturdu, hem de gemide yangın var.  Mevcut yönetim bugün finansal çözümleri kurgularken elinde hiç olmadığı kadar az opsiyon kaldığı için, şapkadan tavşan değil itfaiyeci kostümü giymiş tavşanlar çıkarmak zorunda.   Allah yardımcıları olsun.

Bu çok uzun ama sıkıcı olmadığını umduğum yazıyı Sayın Başkanımıza ve yönetim kurulumuza naçizane bir tavsiye ile bitirmek isterim.  Sizler kulübün acı gerçeklerine en yakın insanlarsınız. Kararların sorumluluğu, imzanın ağırlığı, rakamların felaketi hepsi günlük hayatınızın parçası.  Standart bir üyeden çok çok daha fazla bilgiye sahipsiniz. Bu bilgiler sizi üzüyor, yıpratıyor, bezdiriyor olabilir. Normal insanların taşıyacağından çok daha fazla strese maruz kaldığınızı da tahmin ediyoruz, biliyoruz. Yine de bu olumsuzluklar fevri davranışlara, anlık parlamalara, kontrolü yitirmeye neden olmamalıdır. Öfke bir hitabet sanatı değildir, gerilim bir iletişim yöntemi olamaz. Herkesi memnun etmek mümkün olamayacağı gibi, herkesin ucundan çekiştirdiği bir iş planı da sağlıklı işlemez. Her daim sakin, soğukkanlı ve en başta üzerinde anlaştığınız oyun planına sadık kalmalısınız. En mesnetsiz, en incitici eleştiriye bile sabırla yaklaşmalısınız. Temsil ettiğiniz kulübe layık olmak için kendinizden fedakarlık yapmanız gereken anlar da olacaktır.  Müşkül bir durum farkındayım ama bilhassa emanetçisi olduğunuz genel kurulla zıtlaşmak, inatlaşmak, neticesi Galatasaray’a fayda sağlamayacak kısır çekişmelere girmek gibi bir lüksünüz ne yazık ki yoktur. Olmayacaktır da.  Daha önceki yönetimlerin de yoktu, bunu ihmal edenler bedel ödemek zorunda kaldı. Onca emeğinize sadece yaratılan algı yüzünden yazık olsun istemiyorsanız, iletişimi doğru yönetmek durumundasınız.

Son sözü, Osmanlı devletinin banisi ve ilk lideri Osman Gazi’ye nasihat eden Şeyh Edebalı’ya bırakalım, kıssadan hisse olsun.

EY OĞUL, ARTIK BEYSİN !

Bundan sonra öfke bize, uysallık sana

Güceniklik bize, gönül almak sana

Suçlamak bize, katlanmak sana

Geçimsizlikler, anlaşmazlıklar bize, adalet sana

——–    ——–

Ey Oğul, bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana….