Riva’dan sonra Florya’dan önce

Yazmak üzere masa başına oturduğumda bu defa varoluşçu düşüncenin sembol ismi Søren Kierkegaard’ın unutulmaz cümlesi aklımda: “Hayat ancak geriye bakarak anlaşılır fakat ileriye doğru yaşanmalıdır” 

Kierkegaard içinde bulunduğumuz anda olan bitenin tam olarak anlaşılamayacağını çünkü zamanı durdurup insanın eksiksiz muhakeme yapabileceği bir an olmadığını savunur.  Aynı zamanda kişinin kendisi olabilmesinin hayata dair estetik, etik ve manevi seçimleri olduğunu da eserlerinde konu eder. 

Bu perspektifte Galatasaray Spor Kulübü tarafından 6 Temmuz 2024 tarihinde düzenlenen olağanüstü genel kurula bakmak, geriye dönüp anlamaya çalışmak, ileriye doğru yaşanacaklara dair bazı tespit ve uyarılarda bulunmak isterim.  Bu kez yalnız kendi görüşlerimi değil bir önceki hafta cumartesi günü kürsüye çıkan kulüp üyelerinin dile getirdiği bazı cümleleri de paylaşmak istiyorum.  Dolayısıyla elimizde geçmiş veriler, alınan kararlar ve o güne dair bazı söylemler olacak.

Konuyla yoğun ilgisi olmayanlar için kısa bir özet yapmak gerekirse kulüp üyeleriyle seçilmiş yönetimler arasında hukuken bir vekalet ilişkisi kurulur.  Vekiller (yönetim kurulu üyeleri) yetki verenlere karşı (kulüp üyeleri) her daim sorumludur.  Kulübün mülkiyetinde ve/veya kullanımında olan taşınmazlar üzerinde hak veya mükellefiyet kurmak ise ayrıca yetkilendirilme gerektiğinden seçilen her yönetim olağanüstü genel kurul çağrısı yapar, ihtiyacı olan yetkileri gündem maddeleri olarak sıralar ve genel kurulun karşısına çıkarak ihtiyacı anlatıp yetki almaya çalışır.  İstisnalar dışında (ki bu istisnalar genellikle somut çıkarımlardan ziyade şahsi mülahazalar içerir) yönetimler arzu ettikleri yetkiyi genel kuruldan alırlar.

Dolayısıyla değişmez tespitimizi tekrarlayalım. Gerek seçimleriyle gerek tespitleriyle gerekse de görmezden geldikleriyle Galatasaray’ın başına gelen her iyi veya kötü gelişmenin nihai sorumlusu genel kuruldur.

Sıkça şahit olduk ki “Madem seçtik güvenmeliyiz, seçilmişlerse ellerini kollarını bağlamak olmaz, cepheye giden komutan mühimmatsız bırakılmaz” benzeri ön kabullerle hareket edilmekte.  Oysa Galatasaraylıların üzerine derin düşünmediği bir konu var.  Sandıklar kurulduğunda Galatasaray’ın geleceğine dair ideal kompozisyonu oluşturmuyorlar, önlerine konanlardan birine oy atıyorlar.  Burada çok derin bir fark söz konusu.

Galatasaray SPOR Kulübü Yönetim Kurulu – 6 Temmuz 2024

Kulüp tarihinde en yüksek oyu almış yönetim şu anda iktidarda.  25 Mayıs 2024 tarihli son seçimde 3343 oy almış Dursun Aydın Özbek karşısında kim vardı?  Anayasa hukuku profesörü Süheyl Batum.  Eğer geçmişte bu seçimlere şan olsun diye girmiş, ciddiye alınmayacak adayları kenara koyarsak, ciddi bir aday liderliğindeki ekibin ilk kez bu kadar vasat kampanya yaptığına şahit olduk.  Bu son seçimdeki sarı listeye dair eleştiri değildir, anlatmak istediğim eğer mevcut yönetimin devamından yana değilseniz seçebileceğiniz tek liste onlardı.  Ya iktidarın kırmızısı ya alternatif itirazların sarısı… Hepsi bu! Beyaz oy pusulası ile mucize yaratamadığınız takdirde kendi kırmızınızı boyayamazsınız, alternatif sarının tonunu belirleyemezsiniz.  Verdiğiniz oy seçiminize işaret ediyor ama o seçim 1 oy farkla bitmemişse Galatasaray’ın geleceğini tek başınıza belirlemiyorsunuz.   Dolayısıyla temsile dair vekalet vermekle spesifik bir konuda tanımlı yetki vermek aynı kapıya çıkmıyor.  Neticeleri de benzer olmayabiliyor.

Galatasaray’ın mevcut başkan Dursun Özbek yeniden başkan seçildi. Özbek, toplam 3 bin 343 oy alarak başkan seçildi.

Kulüp yönetim kurulu toplantı tarihinden yaklaşık bir ay önce ilan etmek suretiyle ekte göreceğiniz geniş yetkileri talep etmişti.

https://www.galatasaray.org/haber/kulup/galatasaray-spor-kulubu-yonetim-kurulu-ndan-olaganustu-genel-kurul-toplantisi-na-cagri/55645

Gündem maddeleri ve görüşmeler kısmına geçmeden bir gerçeğin altını çok kalın çizmekte fayda görüyorum zira günlük değerlendirmeler ve hızlı değişen gündem arasında acı gerçek zaman zaman arka plana itiliyor.

GALATASARAY yıllarca isabetsiz kararlar ile yönetildiği, yeterince denetlenmediği, faaliyetlerinden sürekli zarar ettiği ve bu döngüyü kırmak için çok çalışmak yerine havanda su dövdüğü için gayrimenkullerini satma noktasına gelmiştir.  Onaylanan yetkilerin satış değil proje geliştirme olduğu anlatılsa da son tahlilde Riva tapusu artık bizde değildir, Florya tapusu da bizden çıkacaktır.  Başka bir deyişle Galatasaray piyasanın en elverişli koşullarında tok satıcı olarak keyfe keder masaya oturan taraf değildir bilakis son kurşunu bir an evvel namluya sürme paniği yaşadığını saklayamamaktadır.  Dolayısıyla ortaya fantastik bir mali çözüm alternatifi konmadıkça “bahse konu olan taşınmazlar kulüp bünyesinde kalsınlar, satılmasınlar, doğru zamanı bekleyelim” devri geçti.  Bu vaziyetin sorumlusu sevmediği dedesinden miras kalmış gibi hovardaca para harcayan yönetimler ve başarıyı satın alma hevesi sonucu zarar eden bilançoları ReReRe RaRaRa tezahüratlarıyla ibra eden üyelerdir.  Gayet iyi bilirim ki bu gerçeğin yüzümüze vurulmasından hoşlanmıyoruz ama özellikle UEFA Kupası zaferinden bu yana geçen 24 yıllık dönemi ikiye ayırırsak son 12 yıllık dönem kantarda menfi tarafa ağırlığını koyar.

Şöyle bir kabaca hatırlarsak; 31 Aralık 2012 itibariyle Kulübümüzün konsolide borç-alacak farkı -377 milyon TL, öz sermaye ise +335 milyon TL imiş. 2013 yılına girerken Riva, Florya tapuları elimizde, Galatasaray Adası işler vaziyette, stadımız yeni açılmış ve üyelerin/taraftarın desteğine sahip bir idare kadrosu var.  Gayet yönetilebilir durumdayız, Türkiye’deki makro ekonomik dengeler henüz sarsılmamış, daha iyi konuma gelebiliriz, önümüz açık.

Daha sonra har vurup harman savurma alışkanlığında yeni bir evreye geçiyoruz, kerameti kendinden menkul “bilanço büyüklüğü” lafı icat ediliyor, finans dehası olduğunu iddia eden figürler beliriyor.  Yönetimler değişiyor ama aynı hatalar ısrarla tekrarlanıyor, kötü niyetten şüphe edeceğimiz anlamsız işlemler yapılıyor.  2012-2024 arası herkesten fazla sayıda lig şampiyonlukları kazanıyoruz, UEFA CL katılım hakkı ve başka kulüplerin elde etmediği yüksek gelirlere ulaşıyoruz.  Bugünü etraflıca anlatmaya gerek yok, Sportif A.Ş.’de gelir tarafındaki çarpıcı iyileşmeye rağmen giderler halen çok yüksek ve özellikle amatör branşların yönetildiği kulüp tarafında ise durum epey tatsız.

Dönelim şimdi 6 Temmuz 2024 gündemine ve yetki konularına:

GALATASARAY ADASI

İstanbul’da Boğaziçi’nin incisi konumundaki Galatasaray Adası 1957’den beri kulübün tapulu mülkü olup sonradan yapılan deniz dolgu alanlarıyla güncel büyüklüğü 6.201 metrekareye ulaşmıştır.  Milli Emlak’ta bulunan iki parseli yıllarca ecrimisil ödeyerek kullandıktan sonra Temmuz 2022’de 30 yıllığına üst kullanım hakkı tapularını aldık.  Yönetimin bu hamlesi mülkiyet ve tasarruf hakkını genişleten doğru bir hamleydi. Ada için büyük idealimiz tapulu ana parselimize ek olarak diğer iki parselin de mülkiyetini tamamen ele almak olmalıdır.

Yönetim kurulu adanın virane konumundaki kısmını ihya etmek ve gerekli altyapı düzenlemeleri için 126 milyon TL harcama yapmak üzere yetki aldı.  Dikkat çekilmesi gereken iki nokta var.

Galatasaray Adası – Kuruçeşme

Devletin tam ve zamanında ödenen stopaj karşılığı amatör branşlarda ve tesisleşmede kullanılmak üzere iade ettiği tutarlar bu yatırım kaynaklarından biri olarak gösterilmiş.  Şu anda devletin bu katkısı tüm kulüpler için hatırı sayılır katma değer yaratsa da rahmetli Mustafa Cengiz başkan döneminde de var olan bu katkı önceden haber vermeksizin kesilmiş ve beklenti içinde olan tüm kulüpler zor durumda kalmıştı.  Günü kurtarmak için göreve getirilen Hazine ve Maliye bakanı beyefendinin sürekli icat çıkardığı dönemde tasarruf öngörüsü ile bu uygulama bir kez daha yürürlükten kaldırılabilir.  Yönetimin bu riski öngördüğünü ve B planını kurduğunu umuyorum.

İkinci konu ise her ne kadar üyeler 2015’te adanın sosyal tesis olmasını karara bağlamış olsa da, Galatasaray aslen bir SPOR kulübüdür ve eşi benzeri olmayan bir cazibe merkezi konumundaki adamızın en azından su sporlarının tüm faaliyet zararını ortadan kaldıracak ekstra geliri üretmesi makul ve haklı bir beklentidir.  Üyeler gündüz havuza girecek, akşam manzaralı yemek yiyecek ama SPOR kulübünde yüzme, kürek, yelken, sutopu para kaybetmeyi sürdürecek? Öyle bir dünya yok, en azından bize yok.  Sayın başkan sunumunda 1 milyon USD ekstra gelirden bahsetti, devamı / detayı gelmedi.  Aynı zamanda 1950’lerde Bebek’teki kürek tesisinden Ada’ya geçiş hikayemiz unutulmamalı, ana karargâh olmasa da su sporlarının ve sporcularımızın Ada ile irtibatı tümden kesilmemelidir.

KEMERBURGAZ

Futbolun yeni yuvası olan Kemerburgaz Metin OKTAY Tesisleri iki faz olarak ele alınmakta ama olayın özünde Florya’dan çıkış olduğu için eski yuvamızdaki inşaat planına bakmalıyız. İlan edildiği şekliyle tahmini başlangıç Eylül 2024, final Mayıs 2027

Başlangıç ihale midir yoksa temel atma mıdır belirsiz ama Kemerburgaz şu an hazır değil.  Başkana kalırsa profesyonel futbol takımımız Avrupa kampı dönüşünde artık Kemerburgaz’da idman yapacakmış.  Bu sezon şampiyonluk mücadelesi verecek takımımızın önüne yeni tesislerimizin bir engel olarak çıkmayacağından emin olunmalıdır.  Florya’nın çevresiyle birlikte insanı sarmalayan konforu olmayınca huzurlu çalışma ortamı sallanabilir. En azından tesisin neredeyse içinden geçen yüksek gerilim hattını insan sağlığını düşünerek biraz uzağa naklettirmenin teknik yolları kamuyla müzakere edilmelidir.  Kemerburgaz tesislerinin tamamlanması için Florya geliri, sponsorluk ve stopaj iadeleri adres olarak gösterilmiş. Malum ikazları tekrarlama gereği duymuyorum, eminim finansmanın kesintiye uğramaması için gereken tedbirler alınacaktır.

Sayın başkan Avrupa’nın sayılı tesislerinden biri olacağımız iddiasında, proje olarak sunulan ile şu ana dek realizasyonun farkını göz ardı ederek ben de çıtayı 2020’de Melwood’dan Kirkby’e taşınan Liverpool olarak belirlemiş olayım.  https://www.thisisanfield.com/clubinfo/axa-training-centre-liverpool-fc-training-ground-kirkby/

ASLANTEPE VADİSİ

Stadımıza komşu 62 dönüm arazinin intifa hakkı alınmış, imar planı onaya sunulmuş, pek çok branşa hizmet verecek çok amaçlı bir tesis düşünülüyor. 10 bin kişilik basketbol salonu, 5 bin kişilik voleybol salonu, kapalı yüzme havuzu, kamp tesisleri hepsi bir arada olacak. Ali Sami YEN Spor Kompleksi isminin hakkını verecek bir yerleşke olmasını umarak şu an için heyecan verici ve çok olumlu bir gelişme olarak notlarımız arasına alalım.  Kasım 2025-Mayıs 2029 olarak takvimlendirilmiş inşaatın proje planının onaylanmasını ve inşaat ruhsatının alınmasını sonrasında 5 milyar TL olarak tahmin edilen tesis maliyetine ortak çıkacak markaları da umarım buluruz.   Yıllardır dile getirdiğim çalışma ofislerinin ve çalışanların stadyumdan çıkması, ayrı bir binaya taşınması da nihayet mümkün olacakmış.  Bu gerçekleştiği andan itibaren Kulüp ve iştiraklerinde çalışma disiplini ve iş performansının sadece mekana bağlı olarak artış göstereceğini bugünden söyleyebilirim.

MECİDİYEKÖY

Dar bir taban alanında yükselen çok katlı bina Galatasaray’ın en ilginç taşınmazı, bir türlü nihayete ermiyor ve muamma vasfını sürdürüyor. Hatırlayacaksınız binanın kaba inşaatı Sayın Özbek’in ilk başkanlık döneminde Denizbank’tan alınan 20 milyon USD kredi ile tamamlandı.  Sayın başkan o dönemde kredi almak için bankaya gittiklerinde daha önce Ünal Aysal’ın özel maksatla aldığı krediyi futbolcu transferinde kullanmasından şikayet aldıklarını anlatmıştı. Sayın Özbek deneyimli bir otelci olduğu için Mecidiyeköy’deki binanın best use case mantığında en iyi otel olarak değerlendirileceğini iddia etmiş hatta başkası almazsa ben yıllığı 5 milyon dolardan kiralarım demişti. O dönem kendisine Mecidiyeköy’ün tarihi yarımada, Boğaz kıyısı ya da havalimanına yakınlık gibi spesifik üstünlükleri olmadığı ve yakın çevredeki otel dolulukları hatırlatılmış ama başkan bildiğini okumuştu.  2018 Ocak’ta seçimi kaybedince mutlu son vaat etmeyen otel macerası bitti.  Akabinde Mustafa Cengiz döneminde kapalı otopark dahil pek çok seçeneğe de bakıldıktan sonra binayı Teknokent olarak değerlendirmenin daha feasible olduğuna karar verildi.  29 Eylül 2018’de Mustafa Cengiz yönetimi aynı 6 Temmuz 2024 gibi gayrimenkuller hakkında geniş yetkiler istedi. Olağanüstü genel kurul toplantı gündem özenli hazırlanmamıştı, tepeleme yığılı açık büfe tabağını anımsatıyordu, özellikle Ada ve Hasnun Galip sokaktaki kulüp binasına dair yetki taleplerine hayli tepki vardı.  Ancak beklenmediği şekilde Mecidiyeköy konusundaki yetkilere de “hayır” diyen üyeler, natamam haldeki binanın o şekilde kalmasını onaylayıp, gelir getirici faaliyetlere konu olmasına itiraz etmiş oldular.  Oysa Mecidiyeköy kulübümüz lehine en doğru şekilde değerlendirilmesi gereken ilk sıradaki mülktü.  Bu ret kararından nasıl bir fayda umulduğunu ben hiç anlayamamıştım, halen de anlamıyorum.  O gün gündemin 4.4. maddesi olup, oylamaya konu olan ilk gayrimenkulümüz olması hasebiyle muhalif kanadın gövde gösterisine kurban gitmiştir diyebiliyorum ancak.  Sandıkta kaybeden memnuniyetsiz grup genel kurul salonunda böylelikle rövanşı almış oldu.  Mecidiyeköy binası kaba inşaat haliyle ancak reklam panosu olacak vaziyette öyle atıl kaldı.

Burak Elmas seçildiğinde durduğu yerde işlevsiz duran binayı öğrenci yurdu olarak kullanma fikrini ortaya attı.  Gençlik ve Spor Bakanlığı ile el sıkışıldığı duyuruldu.  Devlete tonla borcu olan Galatasaray Kredi Yurtlar genel müdürlüğünden kira alabilmeyi hayal ediyor muydu gerçekten? Yönetmelikle düzenlenmekte olan özel yurt işletmesi olsa ne kazanabilirdik? Hayatımda duyduğum en manasız önerilerden biri olarak hatırlarım. Neyse ki Burak Elmas öncülüğündeki iki kalas bir heves devri genel kurul iradesiyle sona erdirildi. Bu anlaşılmaz öneri de tarihe gömüldü.

Sayın Dursun Özbek yeniden seçildiğinde, sanırım Erden Timur’un da yönlendirmesiyle rezidans projesi ortaya çıktı. Dön dolaş en makul öneri bulunduğuna dair genel bir kanaat olduğunu söylemek yanlış olmaz.  Ne yazık ki hikaye yine mutlu sonla bitemedi.

Plan tadilatları yapılmış, izinleri alınmış, mülkü bizim kaba inşaatı büyük ölçüde bitmiş Mecidiyeköy’ün tamamının birkaç saatte satıldığı Aralık 2022’de ilan edildi. Yönetimin PR ajansı gibi çalışan spor basını lansman törenine sonsuz övgüler düzdü. Mart 2023 genel kurulunda Dursun başkan satmaya çalıştığımız 56 daire daha var dedi. Satışı tamamlanan yalnız 103 daireden bahsetti.  Rakamlara takılmayalım ama sonradan caymamış olup satın alanlara henüz anahtarlarını veremedik çünkü görüldüğü kadarıyla bina ilerlemiyor.  İlerlemediği için 56 dairenin halen elimizde olduğu tekrar teyit edildi. Başkan da 6 Temmuz 2024 günü aleni olarak beceremedik, sözümüzü tutamadık demekten çekinmedi.  Bu şartlar altında Leo Residence projesinden bağımsız bölüm satın alanlar mali vecibelerini yerine getirmişlerse hepsine birer sabır beratı ve plaket vermek şık olacaktır.  Standart bir yatırımcı için manzara epey tatsız çünkü.

Net parsel alanı 1.669 metrekare olan Mecidiyeköy’de yapılan kısıtlı satışın Florya’da 41 dönüm arsanın tapusunu almamıza vesile olduğunu hatırlayalım. Buradan çıkan ders şu, emlak işinde katma değeri önce konum ve proje özellikleri belirler. 

FLORYA (ve aslında öncülü RİVA)

Sunumunda Sayın Özbek bu konuya girerken 41 dönümü bedeli mukabili satın alıp toplam tapulu mülkümüzü 63 dönüme çıkardığı için Sayın Faruk Süren’den tebrik aldığını söyledi.  Gerçekten de uzun zamandır kulüp elindeki öncelik hakkını kullanma imkanı yakalayamamış, Florya’daki mülkümüzü satın alma yoluyla genişletmemişti.  Dursun başkan gayet doğru iş yapmıştı.  Söylemediği neydi?  Galatasaray Florya’dan çıkacak imkanı bulamadığından Emlak Konut ile olan proje suya düşünce tereddüt etmeden 22 dönüm arazimizi 120 milyon TL + masrafları ödeyerek 2019 sonunda geri alan rahmetli başkan Mustafa Cengiz’i nasıl tenkit ettiğini ve geleceği göremediğini dile getirmedi.  Hatırlayın tapulu malını geri alan o dönem yönetimin ne hesapsızlığı ne iş bilmezliği kalmıştı. “Proje bütünlüğü bozuldu” diye iddialı cümlelerle pişmiş aşa su katıldığı anlatılıyordu. Ne oldu 2022’de, seçim kampanyasının yıldızı ve sözcüsü Erden Timur çıktı “iyi ki geri almışız ki bugün hamle şansımız var” dedi, Mustafa Cengiz döneminde emeği geçenlere teşekkür etti. 

Geçmişi geçmişte bırakırsak geldiğimiz nokta itibariyle Dursun başkana borçlanma yasağını by-pass ederek ve Ziraat Bankası’na şahsi kefaletini de vererek 1.085.000.000 TL kredi alıp Florya’da bize ait olmayan 41 dönümü daha bizim parsele kattığı için teşekkür etmeliyiz. Önceki dönemin doğrusunu misliyle büyütmüş oldu.

Sunumunda sayın başkan gerekçeleri sunarken “çok daha küçük olan Mecidiyeköy ve Kemerburgaz projelerinde kulüp olarak inşaat kabiliyetimizi tecrübe etme imkanı bulduk” ifadesi vardı. Şaşırtıcı ama biz işi yapamayacağımızı deneyerek anladık itirafı…  15 bin metrekare inşaatı tamamlayamadık, biz kim Florya’yı yapmak kim kabullenişi? Pazarlanması / satılması da ayrı bir uzmanlık dedi başkan, oysa iki yıl önce projeyi biz yapmalıyız fikri çok alkış ve destek almıştı.  Acaba o gün gayrimenkul satış ekibimiz mi vardı yoksa Erden Timur’un “o iş bende başkan” demesine mi güvendiniz? Siz hesabınızı bir kişi üzerine kuruyor olabilir misiniz? Eğer kuruyorsanız o kişiyle neden sonuna dek yol yürüyemediniz?   O gün lüks segment markalı konut (Armani, Kempinski gibi örnekler) vererek kazancı bizim olacak olacak, biz yapacağız, aracılar para kazanmayacak diye anlatan kimdi?   Ekonomik parametrelere göre kararlar elbet tadil edilebilir ama uzman olmayan dinleyicilerde kafalar epey karışık… Mecidiyeköy inşaatının satışlara rağmen bunca zamandır tamamlanamamasında ise nasıl bir yetersizlik, beceriksizlik veya tercih olduğu anlatılmadı. O zaman insanın aklına bin tür soru geliyor, mesela; inşaat satın almalardan kaynaklı ciddi bir gelir elde edilemediği için mi bitirilemiyor yoksa Galatasaray’ın inşaat konusundaki beceriksizliğine şahitlik etsin diye mi natamam bekletiliyor ? Ana fikir şu; herkesin gözüne batan bir başarısızlık ortadaysa dışarıdan fark edilmeyecek mücbir sebepleri net olarak anlatılmalıdır. İyi niyet iddiası ancak o takdirde ileri sürülebilir.

6 Temmuz günü Erden Timur da kürsüye çıktı, genel kuruldan birkaç gün önce Fatih Altaylı’nın YouTube yayınındaki tespit ve önerilerinin yanından bile geçmedi. Yönetim ile birlikte yeni bir önergeye imza attığını söyledi, kürsüye alkışlanmak ve helallik almak için çıkmış izlenimi verdi.  “Bu projeyi halen Galatasaray’ın kendi imkanlarıyla yapması fikrindeyim” sözünün arkasını doldurmadı.   Alışıldığının aksine hitabında bu kez Galatasaray’a direkt bir katkı göremedim, kulübün geleceğinde söz sahibi olmak istediği anlaşılıyor ama kartlarını bu kadar kapalı oynaması ona umduğu faydayı sağlamaz.  Kendine güvendiği anlarda / konularda daha net görüşleri kimseden çekinmeden dile getirmeli, aykırı görüşleri karşılamalı, tüm sorulara cevap verecek konumda olmalıdır.  Dahası Galatasaray’a büyük bir hizmette bulunma fırsatı da ayağına gelmiştir. 15 Haziran 2017 tarihli Riva ihalesinde en iyi üçüncü teklif onun da dahil olduğu ortaklığa aitti, bugün ise Florya ihalesinde en iyi teklifi NEF markasıyla olmasa da ilişkilerini kullanarak bulması şahane olmaz mıydı?

Florya projesinin temel hareket noktası yüklenici firmadan minimum 70 milyon USD avans alarak borç yapılandırma anlaşmasından çıkmak olarak dile getiriliyor, nimetleri de saymakla bitirilemiyor. 

Yılların başarısızlık tortusu olarak 2,3 milyar TL finansal borç biriktirmişiz, yapılandırma çerçevesinde güncel fiyatlamalarla yılda yaklaşık 35 milyon dolara denk gelen TL faiz ödüyormuşuz… Ödeme güçlüğü meydanda, peki yıllık yükümlülük 35 değil de 5 milyon USD olsa mevcut nakit akışıyla ödeyebilecek miydik?

Bankalar konsorsiyumu ile yapılan yapılandırma sözleşmesine göre Galatasaray birikmiş finans borcuna TL Ref + 1 değişken faiz ödemeyi kabul etmiş.   Hatırlanacak olursa politika faizi ekonomik gerçeklerin 180 derece tersine seyir göstererek %8,5’e kadar inmişti.  Akabinde akla zarar iktisat teorisi yazmaya çalışan kadrolar hızla tasfiye edildi, epistemolojik kopuş zırvası gündemden kalktı, politika faizi %50’ye kadar geldi.  Enflasyonun hiper sinyaller verdiği dönemde %8,5+1 ile borçlanmak nimetten farksızdı.  Faizini ödemeseniz bile TL borç olduğu yerde güneş görmüş kardan adam gibi eriyordu. Bugün Galatasaray borcuna %51 faiz öder durumda, heterodoks Lale Devri bitti, artık ödeme yükümlülüğünü gösteren taksimetre hızlı dönüyor.  Mevcut koşullarda bu faiz yükünün sürdürülemez olduğu doğrudur ama Galatasaray’ın ödeme güçlüğünün birinci sebebi faizin yüksekliği değildir.  Öncelikle bugün %51 faiz ile ticari kredi bulmak mümkün değil, zaten kulübümüz de hiçbir ürün ve hizmetine %51 zam yapmıyor. TL birim fiyatlara %100 hatta %200 zam yaparak kullanıcılara yansıtıyor yani enflasyonun üzerinde bir marj ile gelirini artırıyor.  Galatasaray’ın temel sorunu markasının potansiyelini tam kullanamaması, gelir kaynaklarını çeşitlendirememesi, maliyetlerini etkin yönetememesi, mutlu istisnalar hariç hemen her operasyonundan mali yıl sonu esas faaliyet zararı yazmasıdır.  Galatasaray ürün ve hizmetlerinin TL birim fiyatlarını enflasyona karşı koruyabilirken aynı zamanda kâr edebilen bir müessese olsaydı TL Ref + 1 ağır gelmezdi, bilakis fırsat bile olabilirdi.  Konu madem faizden açıldı, 2024 kışı ile birlikte politika faizinin ama hakiki ama suni geri çekildiğini de göreceğiz yani %51 kader değil, bu oran inecek.  Niye ineceğinin detayına girmeyelim, en basit ifadesiyle bu faiz hadleriyle ekonomi tıkandı, yatırım yapmak maceraya dönüştü. Hepsinden öte politika faizinin ekonomik gerçeklikle bağı koptu, politikacı faizi oldu.

Tam burada Riva’ya dönüp hafızaları tazeleyelim isterim.  1.176.000 m2 arazide nasıl çırak çıktığımızı Prof. Ahmet Özdoğan sunumunda tekrar hatırlattı, söyledikleri üzücüydü.  Yönetim kendisine cevap veremedi, maalesef tablo meydanda. Diyelim ki Riva projesinde 100 lira kazanç var, bunun %20’sini biz aldık. Öyle bir anlaşma yapılmış ki kaba inşaat üzerinden pay alıyoruz, ince inşaatın yarattığı katma değer tamamen başkalarına kalıyor. Dolayısıyla aslında total projeden reel payımız %20’nin de altına iniyor.  Nominal kârımızı azamiye çıkarmasını umduğumuz ve o dönem “o iş tamam” diye anlatılan emsal artışı beklentisinin de gerçekleşmediğini dinleyenlere hatırlatıyor Ahmet Özdoğan. Riva söz konusu olduğunda “ben inşaattan anlarım” diyenlerin hiçbiri bu milyarlık hatayı üstlenmiyor, biz zaten mütemadiyen para kaybederek ders alıyoruz. Umarım ders alıyoruzdur da kaybedenin hep Galatasaray olması ise çok dramatik.

6 Temmuz’a dönersek ilginç bir şeye de şahitlik ettik. Yönetim kaleme aldığı gündemi daha görüşmeler başlamadan düzeltmek istedi. Yönetimin kaleme aldığı yetki talebi maddelerine genel kurul devam ederken tadil önergesi vermesi uzlaşı refleksi açısından takdir edilse de üzerine yıllardır düşünülen bir proje hakkında, o kadar yönetim kurulu üyesi ve profesyonelin hazırlıkta boşluklar bırakmış olması kısmi özensizliğe de maalesef işaret ediyor.

Olağanüstü genel kurul gündeminde tadilat önerenlere Tüzük maddesinin hatırlatılması ama birkaç dakika sonra kendi kaleme aldıkları gündemde değişiklik isteyen yönetimin yönergesinin okutturulmasını da not düşmek gerekir.  Olağanüstü genel kurulun yönetiminde de iktidarı önceleyen dengesiz ve kısmen tutarsız yönetim anlayışını da üzülerek hatırlıyoruz. Salonda farklı görüşleri savunan bloklar uzlaşı yerine çekişmeyi tercih etse nahoş olaylar yaşanabilirdi.  Divan başkanı olanca samimiyetiyle “acemiliğimi bağışlayın” dedi, Galatasaray genel kurulunda otoriteyi temsil eden biri için epey riskli bir ifade oldu.  Neyse ki günün sonunda her şey sulh ile tatlıya bağlandı.

Bilgilendirici olmayıp bir de üzerine tatsız olan konuşmalar da vardı elbette, sicil numarasına bakılınca üyelikte 40 yılı geride bırakmış olduğu anlaşılan bir beyefendi kürsüde “ben beklemek istemiyorum, iki sandık kurulur oyunu atan çeken gider, ben tüm konuşmaları dinlemek zorunda değilim, buradaki konuşmalardan dolayı da kimse fikrini değiştirecek değil” deyiverdi.  Gülünç doğrusu, sandığa ne gerek var canım, mektupla oy kullanılsın ya da yakın arkadaşa vekalet verilsin, senede bir bilemedin iki gününü ayırmaktan imtina eden ve zora gelemeyen mümtaz paşazadelere kolaylık sağlayalım. 

Ben Galatasaray meselelerine ortalama üzeri ilgi duyan bir üye olarak Florya konusunda net çekincelerim olmakla birlikte ama diğer konuları artı / eksi yönleriyle dinlemek üzere genel kurula katıldım.  Dilerim bu yazı o memnuniyetsiz üyemize de ulaşır, bakalım ne kadarını okuyunca hatırlayacak, anlayacak merak ediyorum. 

Oy verdiği yönetimin her icraatına sorgulamadan tam destek ya da oy vermediği ekibe her platformda inadına blokaj çift taraflı bağnazlıktır. Galatasaray’a sayılamayacak kadar zararı olacak marazi tercih ve tavırlardır. Galatasaray’ın kaderini etkileyecek konularda kulüp içi siyasete göre değil muhakeme ve vicdanınıza göre karar vermeye mecbursunuz.

Genel kurulda bir ara alevlenen konuşma sürelerini 5 dakika ile kısıtlama tartışmasına da değinmek istiyorum. Beş dakikalık süre sınırlaması Fenerbahçe örneğinde çalışmadığı görülen yanlış bir uygulamadır. Ne kadar iyi bir hatip olursanız olun, ne kadar ön hazırlık yaparsanız yapın 5 dakikada ne bir yılın icraatını ne de uzmanlık gerektiren konuları hakkıyla ele alamaz ve aktaramazsınız.  Tıpkı Fenerbahçe’de olduğu gibi slogan, duygu sömürüsü, holiganizm ya da yandaşlık içeren başı sonu belirsiz skeçler seyrederiz.  Her genel kurul çok bağıranın hatırlandığı Kadıköy panayırına döner. Sabır törpüsü haline gelen kürsü kalabalığı azaltmak, etkinliği artırmak mı istiyorsunuz? Yetkisi dahilinde otoritesini farklı yollardan gösterecek divan kurulu başkanının gündem dışı ya da sataşma/mugalata içeren boş konuşmalara müdahalesi size yetmiyor mu? İşte çözüm: GSTV’den ya da başka mecralardan naklen yayın uygulamasına son verin, tüm toplantıları basına kapatın, o zaman eşe dosta görünmek, sosyal medyada #trendtopic olmak ya da şahsi menfaat hesabı ile PR yapmak üzere kürsüye çıkacak olanlar varsa baştan elenecektir.  Genel kurul kaydını da 72 saat sonra video paylaşım sitesine (YouTube) koyarsınız, isteyen oradan akışı ya da kendini izler.  Niyet varsa her zaman çözüm bulmak mümkün ama yüz yüze ve aracısız eleştiri kültüründen taviz verirsek kayıp büyük olur.  Galatasaray demokrasisinden geriye kalanlar, kimi kör kimi sağır ama tesirsiz figüranların birbirlerine laf soktuğu otokrasiye evrilir.

Üyelerin genel durumuna dair tespiti o gün kürsüde Divan Kurulu eski başkanı Sn. Eşref Hamamcıoğlu da yaptı, vaziyeti “apati” kelimesiyle tarif etti.  İlgisizlik, kayıtsızlık manasına gelen sözcük gerçekten de üyelerin güncel durumuna ve maalesef sergilenen bazı arızalara tekabül ediyor.   897-949-970 diye öğleden sonra takviyeleriyle artan katılım bir türlü 1000 barajını aşamadı. Klişeler içinde boğulmuş bu ölü toprağını kaldırmak için şeffaflık, hesap verebilirlik, güven ve saygı üzerine eksikleri örnekleyerek konuşmasını sürdüren Hamamcıoğlu 2016 Riva genel kurulundan sonra imzalanan sözleşmenin yetersizliğine ve hukuk işlerinden sorumlu yönetim kurulu üyesinin dahi bilgisi dışında hazırlanmış olduğuna dikkat çekti. 

Pek çok konuda uzman olduğunu iddia eden ve her fırsatta sürekli konuşan başka bir divan üyemiz kürsüde Florya’daki projemizin emlak ederinin 4.000 USD/m2 geçmeyeceğini iddia etti.  TSKB’nin muhafazakâr tahminlerinin bile %40 altını dile getirmekten çekinmedi. Bir insanın kendi malının fiyatını aşağıya çekmek üzere kamuya açık ortamda bu şekilde ifadeler kullanması, hele Florya’yı mali beklentiler açısından hayal kırıklığı yaratan İtalyan futbolcu Zaniolo ile mukayese etmesi çok acayip.  Ben kendisine buradan sesleneyim. Florya semtinde yeşil alan kullanımında cömert, ultra lüks ve birinci sınıf inşaata sahip, güncel deprem yönetmeliğine tam uyumlu, bizim arazi ebatlarında bir kampüste inşa edilecek rezidans projesinde 2+1 bahçe katıyla ilgilenebilirim.  Metrekaresi maksimum 4.000 dolardan teklifleri heyecanla bekliyorum.  Beklediğim mükemmel teklif gelirse evde ya ikamet ederim ya da Bakırköy Belediyesi Meclis üyesi Ali Fatinoğlu’nun ölüsü 10.000 dolar dediği mülkü 9 binden Ali bey’e satarım. Satışa bağlı kazancın yarısını da amatör branşlara şartlı bağış olarak aktaracağımın sözünü bugünden veririm.  Bu arada Ali Fatinoğlu projeden 600 milyon dolar kazanabileceğimizi de elindeki verilere dayanarak ifade etti.

Hızlıca geçmişe dönelim, 2016’da 22 bin m2 Florya’nın 200 milyon USD getireceği müjdesini veren excel tablosu alkışlarla kabul edilmişti, gayrimenkuldeki değer artışı ve Türkiye’ye özgü dolar enflasyonu hesaba katılırsa 63 bin m2 üzerinden 600 milyon dolar getiri tahmininin kabaca sağlaması yapılabiliyor. 

Florya için 97 bin m2 satılabilir alan üretilecekmiş, TSKB verilerine göre 6.750 USD/m2 üzerinden tahmini değerlemesi yapılmış.  Hasılat paylaşımında yönetim 50/50 oranına razı izlenimi verirken Erden Timur da dahil olmak üzere herkes payımızın %65 ve üzerinde olabileceğini söylemekte.  Yönetimin 400 milyon dolar beklentisiyle, fikir beyan eden diğer yetkin kişilerin telaffuz ettiği meblağlar arasındaki farkın minimum 200 milyon dolar olduğu düşünüldüğünde 50/50 paylaşımını kabullenmenin çok tepki çekeceğini ve yönetimin burnundan getirileceğini tahmin etmek zor olmaz.  İnşaat maliyetini 1500 USD / m2 olarak alsak, 50/50 adaletsizliği daha net ortaya çıkıyor.  Üstelik Florya arazisi dümdüz, kot farkı gidermek gibi dertler yok. Ortada yüksek mühendislik gerektiren 40-50 katlı binalar yok, deniz doldurma, fore kazık gibi mecburiyetler yok.  Dört bilemedin beş katlı binalar yapılacak en fazla.   Finansal açıdan kritik bir operasyon ama mimari ve mühendislik açısından çözülmez bilmece değil. Finansal açıdan kritik konumu ise yalnızca yüksek inşaat maliyetlerinden değil, konut fiyatlarının dengesiz ve tutarsız seyrinden kaynaklanmakta.

Konut balonu hava kaçırırken…

Florya projesinden elde edilecek kazancın getirisi amatör branşlar için kullanılacak, ana paraya dokunmak genel kurulun iznine bağlı olacakmış.  Gayet güzel ama sorulmayan soru şu:  Bu meblağ hangi para birimi üzerinden tutulacak?  TL’nin getirisini harcarsanız enflasyonist ortamda ana paradan yemiş olursunuz, döviz getirisi derseniz o da görece düşük kalacağı için yüksek veya yükselecek beklentileri karşılamayabilir.  6 Temmuz gündeminde iki yıl önce güvence olarak takdim edilmiş olan bloke hesap ibaresini gündemden kaldırmış olmalarını Başkan mevcut durumda biriken para nemalandırılmadığı için TL faiz kaybına uğramaları ile açıkladı.  Dinleyenler ne anladı bilmiyorum ama bize dayatılan yapılandırma anlaşması koşulları nedeniyle bekletilen gelirlerinize faiz işletilmemesi ile gönüllü olarak bloke koydurduğunuz kendi hesabınızın getiri projeksiyonu aynı şey değildir.  Yapılandırma anlaşması yokken bloke hesap üç anahtarlı kasa misali olup biri bankada, biri seçilen yönetim kurulunda, biri de nihai yetki sahibi genel kurulun elinde olacaktır.  Üç anahtar aynı anda döndüğünde hesaba erişim mümkün olur.

6 Temmuz günü kürsüye gelenlerden deneyimli gazeteci ve başarılı YouTube yayıncısı Fatih Altaylı bloke hesapla yetinmeyip vakıf benzeri bir yapıyla kulüp kontrolünde daha özerk bir oluşum önerdi.  İhale sona erdikten sonra üstlenici şirketle yapılacak sözleşmenin genel kurul onayına sunulması, öncesinde bu bağlayıcı sözleşmenin uzman bir heyet tarafından didik didik incelenmesi fikrini ortaya attı, ki %100 haklıdır.  Garipsediğim konu ise yetki talebini “valla ben onaylayacağım, Florya Galatasaray’ın son asseti değildir. Galatasaray’ı satacak malı bitmez çok da dert etmeyin” diye onaylaması oldu.  Galatasaray finansal dönüşüm ve özgürleşme operasyonunu tapulu RİVA ve FLORYA üzerinden yürütmektedir.  Kullanımımızda olan diğer arazi ve mülklerin çoğunun tapusuna sahip değiliz.  Fatih Altaylı’ya sormak isterdim, Galatasaray en son ne zaman mülkiyet tapusu ile gayrimenkul sahibi olmuş?  Fikirler ayrışabilir ama kayıtlar bellidir.  Florya elden çıktıktan sonra Ada, Hasnun Galip Sokak’taki eski kulüp binası, Erenköy’de 3 daire dışında tapulu mülkümüz yoktur.  Aslında garipsediğim şu ki 2018’de lafları tartarak da olsa tefecilikle suçladığı ve siyasete yakınlığını her fırsatta çok eleştirdiği kişiye bu geniş yetkileri gönül rahatlığıyla vermesidir.  Koşullar değişince kararların sabit kalmaması mı desek yoksa dünya dönüyor, görüşler dönüşüyor mu desek. Bilemiyorum. 

Can kardeşim hukukçu Dr. Hikmet Koyuncuoğlu yönetime verilen yetkinin hem yönetim dönemleriyle hem zamanla sınırlı olduğunu hatırlatarak, asli sınırlama ve kuralların Tüzük içerisinde yer alması gereğine dikkat çekti.  Tüzük tadilinin sancılı süreç olması dışında hemfikirim, dahası yönetimlerin kural ve tahditlerden yana asla rahatsızlık duymaması gerekmekte.  Vekaletin getirdiği mesuliyet, şeffaflık ve asgari özen borcu regüle ortamda daha rahat karşılanacaktır.

“Benim buradaki konuşmaları dinlemeye ihtiyacım yok” diyen üyemizin kulakları çınlasın, yönetimin ilk sunumunda neden Florya projesini kulübün yapamayacağı etraflıca gerekçelendirilmişti. İpoteğin kalkması lüzumu, birikmiş finansal borcun faizinden kurtulmak, kurumlar vergisi ödeme riskini almamak bunlar makul tespitler. Hasılat paylaşımını savunmakta da sorun yok, problem ihale öncesi ve sonrası üstlenici şirketin haklarını savunurmuş gibi seri hatalar yapmamak…

İnşaat faaliyetinin risklerine dikkat çeken sayın başkan, en ufak riske girmemeliyiz diye ekliyor, istediğimiz yetkide hiçbir risk unsuru yok diyor. Risk deyince benim aklım yine gerilere gitti.  Hatırladınız mı Riva’da ilk seçilen firma teminatını yakıp aldığı ihaleden çekilmişti dolayısıyla ihale en yüksek ikinci teklifi veren Yılmaz İnşaat Taahhüt ve Tic. A.Ş.’de kalmıştı.

Firma %25 gelir oranı karşılığı 952 milyon TL teklif etmişti.

İhaleyi kazandığını zannettiğimiz ama sözleşme imzalamayan FEMA – KLV ortaklığı ise %38 gelir oranına karşılık 1.178.000.000 TL teklif vermişti.

Sözün özü Galatasaray olarak kazma vurulmadan 180,8 milyon TL eksiye gitmiştik.  Risk neydi, kurmadığınız oyunda o günkü kurdan 46,25 milyon Euro kaybeden olmaktı!

https://www.emlakkonut.com.tr/tr-TR/yogun-ilgi-goren-riva-ihalesi-sonuclandi

Kürsüdeki hitabında eski bakanlardan Prof Işın Çelebi hasılat paylaşımını süreçte birtakım zorluklarla muhatap olmamak adına doğru model olarak konumlarken, seçilecek çözüm ortağının iş deneyimine, finansal gücüne ve bunun belli parametrik değerlerle şartnamede yer alarak ihale komisyonunun buna göre karar vermesine değindi. Ayrıca İstanbul’daki deprem riskine dikkat çekerek yapılacak binaların temelinde sismik izolatör bulunmasının hem güven unsuru olacağını hem de binaların algılanan değerini artıracağını ifade etti. Teknokrat sıfatıyla en ince detaylara dikkat edilmesini salık vererek önerilerini ayrıca divana yazılı olarak sundu.

Riskten konu açılmışken yıllar sonra 6 Temmuz günü kürsüye gelen Adnan Polat başkanın cümlesini tekrarlamakta fayda var, diyor ki Sayın Polat:  “Sözleşmenin önemi konusunda dile getirilenlere katılıyorum ama sözleşmeyi genel kurul onayına getirmek müteahhit firmaların iştahını ortadan kaldırır. Konuyu çok iyi bilen bir komisyon bu işin üstesinden gelir”  İnşaat taahhüt işlerinde tecrübeli global müteşebbis kimliğiyle oyalanmadan yola çıkmayı öneren sayın başkana umulan faydayı sağlayamadığımız RİVA projesine özel 2016 yılından bir pasaj hatırlatmak isterim. 

“22 Ekim 2016’da düzenlenecek Olağanüstü Genel Kurul öncesi, Galatasaray Spor Kulübü Gayrimenkul Projeleri Değerlendirme Komisyonu raporunu açıkladı.

Yüksek Mühendis Mimar İrfan Aktar, Mühendis ve Gayrimenkul Uzmanı Firuz Soyuer, Dr. Yüksek Mühendis Mimar Doğan Hasol, İnşaat Yüksek Mühendisi Emre Aykar, Hukukçu Mehmet Dedeoğlu, Mali Müşavir Ömer İsmail Tanrıöver ve Gayrimenkul Geliştirici Erden Timur’dan oluşan komisyon hazırlamış olduğu ayrıntılı raporu Galatasaray Spor Kulübü Yönetim Kurulu’na sundu.  Komisyon’un öncelikli amacı, kulübümüzün Riva ve Florya arsalarına ilişkin verileri ve yürütülen çalışmaları inceleyip değerlendirmek ve söz konusu arsaların kulübümüz açısından en uygun şekilde değerlendirilebilmesi için görüş ve öneriler oluşturmaktır.”

Şimdi yukarıdaki muteber isimlerin deneyim ve uzmanlık seviyesini tartışmak abesle iştigal hatta saygısızlık olur ancak komisyonun iyi niyetli çabasına rağmen 1 milyon m2 yekpare araziden geliştirilen projede kazancımız %20 bile olamamaktadır. Sözün özü, her adımda genel kurul onayı ŞARTTIR.  İştahı kaçabilecek şirketler de kusura bakmasın, başka kupon arazi kovalasınlar.

Tam da bu noktada değerli hukukçu kardeşim Metin Sinan Aslan yönetimin belirleyeceği / tercih edeceği isimlerden oluşacak ihale komisyonunun aslında bağımsız olamayacağını kürsüde ifade etti.  Bunun yerine Divan kurulunun bu heyeti teşkil etmesini, böylelikle meşruiyet zeminin genişleyeceğini söyledi.  Sözleşme onayı genel kurula geldiğinde de Tüzük madde 145’e atıfla onay aranmasını ekledi.  Hem bu ifadelerine hem de gündeme ilişkin düzeltici / geliştirici önergelerin dışlanmamasına dair genel kurulu yöneten heyeti kurtaran akılcı müdahalesine tamamen katılıyorum.  Deneyimli uzman kişi müspet yönde nasıl fark yaratır, 6 Temmuz günü gösterdi, sağ olsun.

Benzer yaklaşımı Sayın Köksal Ünlü de kürsüde şöyle özetledi: “İtimat kontrole mani değildir” 

Ben peşi sıra şunu da eklemezsem olmaz, “itimat edilenin itibarını muhafaza etmek yandaşlıkla değil yanlışı kaynağında düzelttirmekle olur.”

Bu bağlamda Prof. Süheyl Batum ve Rezan Epözdemir gündem maddelerinin tadil edilmesi ve orta yolun bulunmasına emek verdiler, teşekkür etmeliyiz.

Borç yapılandırma anlaşması gereği bankalar gelirlerin %50’sine kaynağında el koyuyor diye herkes şikayetçi, en çok da Sayın Dursun Özbek buna adeta isyan ediyor. Peki neden bu anlaşmaya mecbur kalındı? Siz ilk kez göreve geldiniz de bu vahim durumu kötü bir sürpriz olarak karşınızda mı buldunuz?  Yıllar yılı zarar edeceği belli eksi yazan bütçeleri yapan kimlerdi? Daha Mart 2023’te konsolide 1 milyar TL faaliyet zararıyla ibra olan kimlerdi? Biraz daha geriye gidelim 2017 mali yılında 426 milyon TL konsolide zarar etti kulüp ve bağlı şirketleri, o günkü kurdan yaklaşık 95 milyon Euro ediyordu!  Bu manzaradaki payınızı hiç anlatmıyorsunuz sayın başkan? Bir mesuliyet, bir nedamet nişanesi görmüyoruz, başkaları batırmış şimdi ben her şeyi kurtaracağım hikâyesi o zaman boşa düşüyor.  Sevgi iklimi diye çıktığınız yolda en ufak terslik ihtimali karşısında düşmanlardan, husumetten bahsedince kendi kazanımlarınızı tersine çeviriyorsunuz. Hatadan dönüp kürsüde özür dilemeniz güzel, bu tarz sivri çıkışlardan itinayla uzak durmanız daha da güzel olacaktır.

Kürsüde “UEFA tepemizde, negatif öz sermaye durumundayız?  Bunu düzeltin diyorlar? Yapamazsak büyük ihtimalle cezaya muhatap olacağız?” dedi başkan…  BİST’te hisseleri işlem gören bir şirket için çok talihsiz hatta biraz manipülatif ifadeler değil mi bunlar?  Negatif öz sermayenin UEFA FFP çerçevesinde istenmediği doğru ama kimler yarattı bu manzarayı, siz kendi payınıza düşeni hatırlıyor musunuz? Negatifi en azından sıfıra getirmek için gayrimenkul projeleri dışında hangi sürdürülebilir tedbirleri yürürlüğe koydunuz, ne tip kurallar getirdiniz?

“Esareti prangayı kabul etmemiş neslin ahfadıyız” diyorsunuz sayın başkan, onu ekonomik özgürlüğü yitiren kararları alanlar ve onaylayanlar vaktinde düşünecekti.  Düşünselerdi halimiz olmazdı böyle. Keşke bu isabetli hatırlatmayı 8-9 yıl önce yapsaydınız.

Eylül 2023’te yine Dursun başkan şu ana dek Riva’dan 170 milyon dolar fayda elde edildiğini söyledi. Biz bu muazzam faydayı bilançolarda ayrı kalem ya da zamana yayılmış nakit akışı olarak göremesek de başkanın beyanına itimat ediyoruz ama dikkat ediniz bu katkıya rağmen borç alacak farkında kayda değer bir düşüş olmadı. Niçin olmadı derseniz Galatasaray hem faaliyetlerinden zarar ediyor, hem birikmiş borcun faizini ödüyor hem de yeni borçlanmalara ihtiyaç duyuyor. Yine de 25 Haziran 2024’te Sayın Özbek “borç yapılandırma anlaşmasından çıkınca Galatasaray’ın finansal yapısı mükemmel hale gelecek” diye bir demeç verdi.  Mükemmelin sözlükteki karşılığını biliyorum da, finansal borcu kalmamış ama faaliyeti eksi yaratan, idari ve hukuki riskleri, ticari borçları, verimsiz sözleşmeleri ve kırılgan bir gelecek tahayyülü olan kulüp dibine kadar siyasete / nepotizme / vasatlığa batmış memleket ortamında nasıl mükemmel olacak ben anlamıyorum.  Belki de benim kusurumdur, zamanla bu kusurumdan arınırım ama bu seferlik mükemmeli ben hayal edeyim.  Hiçbir taşınmaza dokunmadan Galatasaray’ın tüm finansal borçlarını bir kalemde sihirli değnekle yok ettik. Masaya da acil ihtiyaçlar için 1 milyar TL tutarında nakit bağış çeki bıraktık.  Taşınmaz, arsa, inşaat, beton, ihale, proje, TOKİ, müteahhit gibi kelimeleri kullanmadan kulübü nasıl yöneteceğini 5 yıllık kalkınma planı tadında bana anlatabilir mi mevcut yönetim?  Hiç zannetmiyorum, ipotek-rehin vs kalktığına göre yeni borç alırız denir, konu kapanır.  Hele ki Galatasaray’ın bir anda mali açıdan mükemmel duruma geldiği vaaz edildiğinde 300 milyon Euro maliyetli takım kurduracak derecede yoğun mahalle baskının geleceğine adım gibi eminim.

Müessese kulüpleriyle yarışmak için kaynak gerekiyor diyor Sayın Özbek, kesinlikle doğru ama bugün harcadığımızdan kaç kat fazlasını harcayarak rekabet edebileceğiz?? Eczacıbaşı, ENKA ya da Anadolu Efes’in fark yarattığı tek alan para mı, gerçekten bundan emin miyiz?  Şöyle bir örnekle açıklayalım meramımızı. İçten yanmalı motorların temel prensibine göre gaz pedalına asılırsak daha çok yakıt tüketen otomobilimiz daha hızlı gider ama yoldaki araçlar aynı mı, şoförler benzer tecrübe ve kabiliyette mi?  Tüm şartlar eşit iken yalnız yeterli para harcayamadığımız için rekabette geri kaldığımızı düşünüyorsak bilinmelidir ki bu apaçık gaflettir.

Her durum ve şartta Galatasaray SPOR Kulübünün boş hayalleri bırakıp hakikat ile barışarak, asli faaliyetinden artı değer üretme (en azından zarar etmeme) kültürünü edinmesi gerekiyor.  Bunu konuşan neredeyse yok, hatırlayan / hatırlatan da pek az… Kürsüde “Ticari firma değiliz biz spor kulübüyüz” diyor başkan ama dilinden borç, faiz, ihale, arsa, emlak, inşaat, proje kelimeleri düşmüyor.  Transfer ticareti dışında sporla ilgili öncü ve vizyoner bir öneri duymadık ne kendisinden ne yönetiminden. Konuşmasında devamla “Sportif başarı sözünü tutmuş bir başkan olarak karşınızdayım” diyor ve referansı yine ve sadece futbol ama orası Sportif A.Ş. Genel kurulu değil… Sevgi iklimi diye kodlanan ve camiada karşılık bulan söylem bir anda içimizdeki savaşa evriliyor. Dolayısıyla hatlar tümden karışmış, beklentiler bulanıklaşmış. Korkarım ki #MayıslarBizimdir diye diye futbol topunun çevresinde mayıstan mayısa yaşayan ilgisiz üyeler de eklendiğinde Galatasaray silkinip kurtulması gereken varoluşsal bir krizin eşiğinde!  

Başkan her seferinde endişe duyulmaması adına farklı konularda “kimsenin şüphesi olmasın” diye vurgu yaptığında dikkat çekici şekilde şüpheleri tetikliyor. Geçmişi hatırlayanlar irkiliyorlar, anlıyorum her iktidar dikensiz gül bahçesi ister.  Oysa şüphe Tevfik Fikret’in deyimiyle nura doğru koşmaktır, şüphe akıllı insanlar için haktır. Galatasaraylı olarak şüpheden değil sizi şuursuzca ve asla sorgulamadan alkışlayanlardan korkun. Bugüne kadar Galatasaray’ın başına gelen her şeyi sorumlusu doğru ile yanlışı ayırma sorumluluğundan kaçanlardır.  Denk getirdiği her muktedirin yanına kapılanmak dışında hasleti olmayan şakşakçılardır.

Bu dikkat ve denge dağıtan kulüp içi siyaset vasatisi yetmezmiş gibi, Florya ya da Riva ölçeğinde projeler günümüz Türkiye’sinde Ankara siyasetine selam vermeden yürütülememektedir.  Mülk bizim, cebimizde 100 milyon Euro nakit olsa bile hukuk çerçevesinde tam bir teşebbüs hürriyetinden bahsedemeyiz, hayalperest olmanın alemi yok.  Korkarım ki biz siyasete leziz bir dilim vermeden Florya pastasını kesemeyeceğiz. Bu durumda pastayı kesen bıçak şahsi menfaatleri üzerinden tekliflere maruz kalacak, siyasetle pek samimi bir müteşebbiste mi yoksa yalnızca aldığı yetki üzerinden kılı kırk yaran ve siyaset ile çok mesafeli bir müzakerecide mi olsun derseniz benim görüşüm belli, hiç de değişmedi ama niyet ne olursa olsun akıbet gönlümüze göre olmuyor.

Geldik bu çoook uzun yazının sonuna, tekne palamarı çözüp limandan ayrıldıktan sonra bugün ne yapalım sorusu halen cevap bulmadı.  Biliriz ki kötümser rüzgardan şikayet eder, iyimser değişmesini bekler, gerçekçi olan ise yelkenlerini ayarlamaya koyulur.  Yetkiyi alan yönetimin en doğru adımları atmasının çok yakın takipçisi olmak, süreçte kusur, hata, noksan olmaması için tekerlek kırılmadan ikazda bulunmak, gerek bireysel gerek camia olarak her platformda Galatasaray’ın hak ve menfaatleri lehine baskı grubu olmak rotamızda yelkenleri rüzgarla şişirir.

Yeter ki Galatasaray’da veri ve bilgiler eğilip bükülmesin. Yalnız gerçekler anlatılsın, muktedir eliyle manipülatif propaganda somut bilgi aktarımı zannedilmesin. Galatasaraylılar da sadece sarı-kırmızın mağrur, muktedir, muzaffer ve her daim muteber kalması adına doğruyu bulma / en iyiyi seçme kaygısı taşısın. Biz hakikat ile barışarak mesuliyetimize uygun davrandığımız müddetçe kurgulayanı kim olursa olsun bizi kıstırmak istedikleri her tuzaktan er geç kurtulabiliriz, aksi durumu düşünmek dahi istemem.

Yeni seçilenler başta olmak üzere tüm yönetim kuruluna bol şans ve üstün başarılar dilerken, gayrimenkuller üzerine mesai yapıp imza atacak herkese hamiyet, basiret, feraset diliyorum. Tutarlı ve doğru kararlarınız destek bulacak, eksik ve yanlışlarınız size itinayla hatırlatılacaktır. Yolumuz, bahtımız açık olsun!

Florya’da bir yaz daha bitti

Ekim ayının beşi, İstanbul’da yazdan kalma bir gündü. Cıvalı termometreler 30 santigrat derece ile flört halindeyken transfer sezonunun kapanmasıyla Florya’da bugün resmen yaz mevsimi sona erdi. Biz yazın bittiğini takvimden değil dün Kasımpaşa’da aniden bastıran doludan zaten anlamıştık. Ne olduğunu özetlemeye çalışalım.

Menajerlerin viral marketing sahası olarak kullandığı medya aracılığıyla beklentileri sürekli yükseltilen, tutarsız ve sonuçsuz beyanlar üzerine haklı olarak öfkelenen, öfkeyi yatıştırmak umuduyla her fırsatta şımartılıp tatmin duygusunu yitiren ve nihayetinde transfer şampiyonu olmayı Ziraat Türkiye Kupası’ndan bile değerli bulduğuna inandığım doyumsuz transfer oburları bu mevsim umduklarını bulamadılar. Yalnız haklı oldukları bir taraf var, performans beklentisi açısından gidenler / gelenler terazisi bu yaz epey şaştı. Takımın özellikle orta sahadaki eksikleri ve canlandırılamayan hücum hattı muhtemelen sezon boyu baş ağrıtacak.

Transfer sezonunun başında tespit, öngörü ve önerilerimizi de kaleme almıştık her zamanki gibi gösterdiğimiz yol tercih edilemedi http://ilkercanalp.com/2020/07/28/futbol-basit-bir-oyundur-zor-olan-planlama/

Peki Galatasaray Sportif A.Ş. neden ihtiyacı olan transferleri yapamadı? İlk akla gelen cevap gayet sarih, futbol şirketimizin yeterli mali kaynağı yok. Neden yok? … çünkü Galatasaray kaynakları hiç bitmeyecekmiş zannedilerek yıllar yılı yağmalanmış bir kulüptür. Plansız senelerin, hesapsız işlerin, arkası getirilemeyen eylemlerin, sonuçsuz projelerin kulübüdür. 

Bilinmeyen hedefe gözü kapalı nişan alırmış gibi yapan sahte okçuların hamaset yarışmasından…

Yakın geçmişe gidelim, milyonların sevgilisi Ünal Aysal başkanımız har vurup harman savururken kulübün dönüm noktası olabilecek yılları bize Neverland’i anlatarak geçirdi. 2013-2014 mali döneminde 70,4 milyon € dönem zararına ulaşınca görevi bıraktı. UEFA’nın gazabını yeni gelen Dursun başkanımız tüm halisane çabasına rağmen göğüsleyemedi, uluslararası müsabakalardan men edildik. Sonra Dursun başkanımız da peş peşe hatalı iş ve eylemlerle zarar üreten bilanço modasına uydu, UEFA yeniden bizi görüşme odasına çağırdı.  Mustafa Cengiz başkanımız ve ekibi imkansız gibi görüneni başardı, men cezası almadık. Onun yerine Mondros mütarekesini andıran dört yıllık bir settlement agreement ile yurda döndük. Demem o ki ikinci gerekçe Made in Switzerland: “satmadan alamıyoruz”

Fatih Terim hocamız parasını verdikten sonra alınamayacak oyuncu olmadığını ama satmada başarısız olduğumuzu def’aten ifade etti.  Mesela bu yaz Brezilyalı stoper Maicon’u 1,43 milyon € bedelle Al-Nassr kulübüne sattık. Daha önce aynı oyuncu karşılığı 1,7 milyon € kiralama geliri de elde etmiştik.  Kulübümüze girişi 8 milyon € olduğuna göre 4,87 milyon Euro zarardayız.  Neredeyse gül cemalini unuttuğumuz tek bir oyuncudan ettiğimiz zarar, Sportif A.Ş.’nin dillere pelesenk olan bir yıllık kârından fazla!  Şimdi sorsak yönetimimiz “Maicon’u biz almadık, geldiğimizde kadrodaydı” der. Haklıdırlar, Maicon bir önceki dönemde alındı ama kurumlarda devamlılık esastır. Sizin aldığınız Falcao, Diagne, Babel de sizden sonrakilere kalacak.  Benim deyimimle Galatasaray’da tersine çalışan saadet zinciri var, her gelen yönetim bir önceki dönemin günahlarını sırtına vurarak yürüyor Golgota yokuşunu..  Hadi bir de iyi tarafından bakalım, moraller düzelsin.  Beli dönmeyen Maicon yılda 2,2 milyon Euro maaş alırdı, tıpkı selefi Aurélien Chedjou gibi… Transferin gözdesi Marcao 850 bin Euro’ya oynuyor aslanlar gibi!

Maicon Pereira Roque

Bu yaz mevsimine dönersek alınanlara “hoş geldin” diyoruz, alınamayanlarla zaten işimiz olmaz ama Z raporu şöyle:

Babel’den kurtulamadık / Belhanda’yı satamadık / Falcao kontratından çıkamadık / Feghouli için karar veremedik / Diagne için uygun çözümü bulamadık / Çocuklarına parçalı formayla top oynadığını göstersin diye gelen ve vergi yüküyle yıllık maliyeti 6,66 milyon TL olan eski futbolcu ilk 11’de 66 numaralı formasıyla şans bulmakta. Orta saha rotasyonu eksik, rakibin dengesini bozacak hızlı kanat oyuncusu yok, iki stoperden biri sakatlanırsa çare Ryan Donk ?

Görüldüğü üzere bu yaz pek iyi geçmemiş, realist olmayan kontratlara ek olarak satabilme becerimiz de eksik.  Şimdiden adres yine Ocak ayı gösteriliyor, bu filmi o kadar çok izledik ki artık tat vermiyor.
Kaynak yok dedik, pandemi koşulları sürerken yarın da olmayacağını biliyoruz. Bir de aleyhimize gelişen şartlar söz konusu, örneğin elde etmeyi umduğumuz performans ve sportif gelir karşılığının üzerinde sözleşme bedelleri söz konusu olan meşhur dört silahşörleri ele alalım: Babel – Belhanda – Falcao – Feghouli KAP bildirimlerine göre bu dörtlünün vergisiz, primsiz, masrafsız, net, çıplak, sabit maaş maliyeti yılda  15,4 milyon Euro! Geçen yaz transferi sonu € kuru 6,38 TL idi, bugün 9,10 TL sularında gezindi.  Sadece saydığım dört oyuncunun kontratlarından kaynaklanan kur farkı bir yılda 42 milyon TL! Üç ay sonra döviz kurları ne olur, Mayıs 2021’de nereye varır, Allah bilir. Nakit akışımız zaten sıkıntılı, yapılandırma anlaşması sayesinde döviz cinsinden finansal borçları TL’ye çevirmiş olsak bile Euro üzerinden imzalanmış futbolcu sözleşmeleri nedeniyle sezon içinde takıma maaş ödeyemeyecek duruma gelme riski inkar edilemez.

TL karşısında şaha kalkan yabancı para birimi!

Bonservisle yatıp kiralama bedeliyle kalkılan, “Florya evimiz D’Avila babamız” diye menajerlerden hayırlı haberler beklenen dönemde çok da talihsiz bir gerçekle yüzleştik. Profesyonel futbol takımımız İskoçya’da aldığı mağlubiyetle UEFA Avrupa Ligi’ne ön elemede veda etti. Son üç yılda aldığımız başarısız sonuçlardan sonra bence Ibrox Stadium bir kırılma noktasıydı. 

Avrupa’nın en güçlü 20 kulübüyle aramızdaki mesafe her alanda açılırken, uluslararası rekabette son virajı döndük ve duvara çarptık. Oyunun dinamiklerinin nasıl dönüştüğünü, futbolun en ileri ülkelerindeki futbol yönetim mantalitesini tahlil edemediğimiz için zihnen küme düşmüş vaziyetteyiz.  Uzun yıllardır süregelen başarıyı üretme yerine borç harç satın alma hevesi, plansızlık, popülizm derken sürekli vasata teslim olduğumuzdan Türk olmayan takımları yenme hedefinden “fikren” uzaklaştık. Türkiye pek yakında UEFA sıralamasında 13.sıraya inecek ve Champions League / düşler sahnesi yolu bizim için kapanacak (veya çok zorlaşacak)  Avrupa’nın en büyük futbol markası Real Madrid ya da Arap sermayesinin yıldızlar karması PSG karşısında alınan farklı mağlubiyetler değil sorun.. Dengimiz dediğimiz Avrupa kulüplerine diş geçiremez olduk, bizden daha düşük bütçeli takımlara eleniyoruz. Tek sorun para değil, hiçbir zaman değildi ve bir umuda tutunmak istediğimiz dönemde Galatasaray bayrağını Avrupa’da en çok dalgalandırmış Fatih Terim 1-0 kaybedilen Kasımpaşa maçından sonraki basın toplantısında “Yorgunluğun altından kalkamadık. Bu çok açık. Demek ki perşembe pazar maçlarına devam etsek işimiz daha zordu. Haftada bire düştüğü için kupaya kadar maçı baştan sonra, dinamizm içerisinde oynayan bir takım olabiliriz” deyiverdi. 

Fatih TERİM

Bu yorgunluk neden bizi vuruyordu, takım neden gamsızlarla doluydu, neden en yeni transferimiz deli danalar gibi koşturup rakiple boğuşurken sözde yıldızlarımız kaçak güreşiyordu.  Onu anlatmadı Fatih hoca ama elenmemizin isabet olduğuna getirdi lafı? Kinaye de olsa, şaka da olsa, bir anlık öfke de olsa Galatasaray profesyonel futbol takımının teknik direktörü bunları söyleyemez, Avrupa FATİH’i hiç söylemez.  En az takım kadar yorgun Fatih hoca, Covid-19 sonrası yorgunluğu diyenler çıkabilir ama bana öyle geliyor ki her topu göğsünde yumuşatmaktan daralmış, hayal kırıklıkları biriktirmiş, içinde tutamıyor artık.. Belli ki yıpranmış ve kırgın ama ona çok ihtiyacımız var çünkü kulüpte başka lider profili yok.  Ona ihtiyacımız var ve saha kenarında aslanlar gibi dik durmalı, yalnızca sahaya odaklanıp takımının üzerinden bir an bile elini çekmemeli, maç bitmeden beş dakika önce soyunma odasına gitmemeli.. Dünkü maç uzatmalarda atılan golle 1-1 bitse “son anda skor bularak bir puanı kurtardık ama ben golü göremedim, koridordayım” demek zorunda kalabilirdi, sanırım öyle bir durumda kalmak istemezdi ve bunu bir daha düşünmesini rica ederim.

Peki gayrimemnun kalabalıkların şikayet etmeye hakkı var mı? YOK kardeşim, yok! Montpellier sonrası hiçbir kulüpte kalıcı olamayıp elden ele gezen sorumsuz Belhanda’ya acayip bir kontrat verilirken sormadın, hayatında daha önce bonservis ödenerek kulüp değiştirmemiş Feghouli’ye bir senelik görev süresi kalmış yönetim tarafından 5 yıllık kontrat verildiğinde sorun etmedin, kiralık Emre Mor için 1.325.000 Euro çöpe atılırken onun yeniden wonderkid olacağına inanıyordun, Turgay Ciner’in Çin’den bedava getirdiği Diagne için ara transferin son günü 13,5 milyon Euro bonservis ödenirken memnundun, şarkılardan fal tuttun EL TIGRE için kaç kere ama Falcao transferinden birkaç ay sonra borsada hisse satmak zorunda kalan futbol şirketinin içine yuvarlandığı çukuru düşünmedin.

Doymadın, hep daha fazlasını istedin. Şimdi önümüzdeki yıllar FEDA mı olur ÇİLE mi olur yine düşünmüyorsun, keşke biraz düşünsen çünkü yönetenler sen uzun vadeli düşünmediğin için seni çarçabuk mutlu etmek için çırpınmaktan başka çözüm bulamıyorlar veya işlerine öyle geliyor. “Bana ne kardeşim, bana mı sordular alırken – satarken” der misin, peki sen de haklısın ama netice değişmeyecek yalnızca öfken ve mutsuzluğun katmerlenecek.   Popülizm ve futbolun günahlarından ilk kez de bahsetmiyoruz hatta: http://ilkercanalp.com/2019/02/01/populizm-sarmali-ve-futbolun-gunahlari/

Biraz da yetki ve sorumluluk makamında olanlar düşünse” dersen seninle beraberim ama onlar heyecandan, panikten ya da bizim bilemediğimiz gündemlerin peşinde enerji sarf etmekten hakikat ile aralarına epey mesafe koymuş gibiler. Futbol şirketimizin en deneyimli ismi ve kulübümüzün ikinci başkanı Şubat 2020 Divan Kurulu toplantısında kürsüde: “gelecekte pahalı transferler olmayacaktır, genç kardeşlerimize yöneliyoruz” dedi.  Futbol tarihimizin muhtemelen en pahalı ve en histerik transferinden altı ay sonra dile getirildi bu cümle. Üç yıllık kapı gibi kontrat değil de, sanki üç aylık kiralık sözleşmesi imzalanmış gibi.. Neydi o meşhur şaşkınlık cümlemiz, “insan bazen hayret ediyor!”

Aslına bakarsanız Galatasaray’ın sorunu ne yıldız transferi, ne kiralık oyuncu kaprisi, ne defansif orta saha, ne 10 numara…  Galatasaray’a şahısların hevesinden veya yetersizliğinden ârî parametrik bir yönetim modeli gerekiyor, köklü bir değişim şart.  Yönetenlerin kafasına göre iş yapamadığı hatta konuşamadığı, yürütme erkinin kurallarla sınırlandığı, planlı bir dönüşüm rotasıdır bahsettiğim.  Bunun gerçek olabilmesi için de evvela iyi niyete dayalı açık müzakere olmadığından birbirine düşmüş görüntüsü veren kulüp üyelerinin SPOR kulübüne yaraşır hakiki konuları olgunca tartışabilmesi gerekiyor. Bugün kulübümüzde ekonomik darboğazdan evvel adı tam konmamış sosyolojik bir kriz var.  Sessiz çoğunluğun varlığı yokluğu belli değil, gürültücü kalabalık çok konuşuyor ama ne istedikleri belli değil, herkes kendince bir köşede pozisyon alma ve orada siper kazma derdinde.. Böyle olmaz, camia kavramının etimolojisine de ters, geleneğine de yabancı bu bencillik, düşüncesizlik ve şımarıklık. 

Kulübümüzdeki dönüşüm zarureti ve bunun kilometre taşları belki bir yazı dizisi olur ama bu kulüp eskiden başardıklarını hatırlayarak halen adım atabilir.  Cebimizdeki reçete 21. yüzyıla yabancı değil hatta bu kulübün kurucu iradesi bugün Türkiye’nin bir asır önünde belki de!  Tekrarlayalım, 2020-21 sezonunu şampiyon da tamamlayabiliriz, beşinci de olabiliriz ama konumuz asla bir yıla sığan saha neticeleri değildir.

Bizim için dünyanın en güzel yeri karlar altındayken…

“Florya’da yaz bitti” diye başladık ve görünen o ki kış sert geçecek, uzun sürecek ve bu kış Galatasaray değişecek.  Umarım sorunun kişilerde değil, derinde / temelde / modelde olduğunu anlayanlar ve somut bir planı olanlar değişimde rol alsınlar.

Popülizm sarmalı ve futbolun günahları

Tahminim o ki, Galatasaray Sportif A.Ş. yönetim kurulu üyeleri dün gece huzurlu uyudular, bu sabah rahatlamış uyandılar.  Her fırsatta kırıldıklarını, gücendiklerini üzerine basa basa dile getirdikleri sosyal medya salvoları ya da hezeyanı dindi. Artık serum almaya, hastanelerin acil servislerine taşınmaya gerek kalmadı. Muhtemelen bu sabah keyifli uyandılar, gülümseyerek “günaydın” dediler etraflarına.

Ne oldu da daraldıkları, bunaldıkları ve giderek çirkinleşen yaylım ateşi sona erdi? 

Şartlar değişince sonuçlar da başka yöne evriliyor, değişeni şöyle tarif edelim.

Medya aracılığıyla beklentileri sürekli yükseltilen, tutarsız ve sonuçsuz beyanlar üzerine haklı olarak öfkelenen, öfkeyi yatıştırmak umuduyla şımartıldıkça tatmin duygusunu yitiren ve nihayetinde sosyal medya üzerinde doymak bilmez transfer oburları olarak örgütlenen kitleye arzuladıkları dozda saf endorfin enjekte edildi.

Marcao duvar, Diagne buldozer, Mitroglou sanatkar, Luyindama canavar” derken bir anda herkesin ruh hali değişti.

Biz aslında bu filmi daha önce seyretmiştik ama futbol seyircisinin hafızası sinemaseverler kadar güçlü olmayabiliyor.

Yakın geçmişe dönelim birlikte.

Mayıs 2016’da yerden yere vuruluyordu Sayın Dursun Özbek yönetimi, Ağustos 2016’da ise dümeni düzeltmiş ve sakin sulara varmışlardı.  Yılın beşinci ayı ile sekizinci ayı arasında ne olmuştu peki??

Yedi futbolcu transfer edilmiş, Jan Olde Riekerink yönetiminde TFF Süper Kupa kazanılmıştı.  Seyircinin gönlü hoş edilince sorunlar konuşulmaz olmuştu.

Sezonda haftalar ilerledikçe hava bulutlandı, Mayıs 2017’de Sayın Özbek yönetimine tepkiler daha da sertleşmişti, hakarete varan cümleler pervasızca yazılır çizilir oldu.  Riekerink gönderilmiş, Igor Tudor getirilmişti.  BJK ligi şampiyon tamamlarken, hoca değiştiren Galatasaray 13 puan geride dördüncü sıradaydı.

2017’de yaz mevsimi güze dönerken yine her şey değişti. Sayın Dursun Özbek yönetimi övgülere sıra numarası dağıtır hale geldi. Başkanın ismi “transfer baronu” olarak anılır olmuştu.  Tam 10 yabancı futbolcu transfer edilmiş, takımın omurgası değişmişti.  Yıllara yayılmış 130 milyon Euro tutarında taahhüt yükü gelmişti bilançoya ama kimsenin pek umurunda değildi.

Eylül’de Hırvat prensi gözüyle bakılan Tudor, Aralık ayında kovuldu.

21 Aralık 2017’de “bir hocadan çok daha fazlası” olan Fatih TERİM “Nerede Kalmıştık” diye bir tweet attı, ligin kaderi değişti.  Galatasaray 21.lig şampiyonluğunu kazandı.  Kulübümüz arada başkan da değiştirdi.

Filmi ileri saralım şimdi. Lig tarihine geçen gol kralı Bafétimbi Gomis gönderildikten sonra Galatasaray’ın santrfora ihtiyacı vardı, alınamadı.  Fatih Terim çalışma kültürünün uyuşmadığını sonradan ifade ettiği Eren Derdiyok’la idare etmeye çalıştı.  Görece kolay bir Şampiyonlar Ligi grubundan çıkılamadı.  Beş forveti olduğuna inanılan ve topu ceza sahasına kadar iyi kötü taşıyan Galatasaray profesyonel futbol takımı, net bir son vuruşçusu olmadığı için ligde puanlar kaybetti. Sportif A.Ş. yöneticileri hep ara transferi adres gösterdiler, “olacak” dediler, “anlaştığımız oyuncular” dediler, “inşallah” dediler.

4 Ocak 2019’da ara transfer dönemi açıldı, ilk birkaç gün daha önceden söz kesilmiş kiralık ya da bonservissiz en azından bir santrforla mutlaka anlaşılacağı beklentisi vardı ama Antalya kampına kimse gelmedi. Mevcut kadrodan tek santrfor Eren Derdiyok ve milli stoper Serdar Aziz ayıklandı. Florya Akademi’nin ürünü olan ve birinci sınıf stoper kumaşına sahip olduğunu ispatlamış 18 yaşındaki Ozan Kabak 11 milyon Euro bedelle Bundesliga’nın yolunu tuttu.  Kadronun skora katkı verebilen isimlerinden Garry Rodrigues kariyerinde dümeni yüksek maaş yönüne kırdı, Suudi Arabistan’a transfer oldu.

Sayın Mustafa Cengiz yönetimine ateş püskürüyordu sosyal medya… Yöneticilerin ne beceriksizliği kaldı, ne yetersizliği.. İstifa çağrıları yapan bile vardı.

Derken ara transfer döneminin son günü KAP bildirimleri yağmur gibi geldi. İki santrfor gerekirken tastamam iki santrfor alındı, savunma göbeği komple yenilendi.

Şimdi herkes sayın başkana ve Sportif A.Ş. yöneticilerine teşekkür ediyor, memnuniyetini bildiriyor.

Hep izlediğimiz bu filmin sonunu ise yine yönetmen Fatih Terim tayin edecek çünkü biliyoruz ki her transfer tutmuyor, para tek başına saadet getirmiyor.  Yeşil sahaya fiyat etiketleri, fiyakalı CV’ler ya da pahalı sözleşmeler çıkmıyor.  Futbolun pek çok değişkeni var ve hepsi yapımcıların kontrolünde değil. Bunu en sade biçimde ifade edenlerden biri de efsane Johan Cruyff bence..

Galatasaray Sportif A.Ş. yöneticilerinin en mutlu, en huzurlu günü olduğunu tahmin ettiğim bugün keyiflerini kaçırmak istemem ama bir hafta önce ateş püskürürken dünden beri şükranlarını bildiren, övgüler düzen kalabalığa uzaktan bakarak birkaç hatırlatmada bulunmak isterim.

Gerginliğinizi attınız üzerinizden, rahatladınız, yüzünüz güldü.  Her birinizin emeği var dolayısıyla buna memnun oldum ama şu anda popülizmin tatlı kucağına itilmek üzeresiniz.  Maalesef sizlerin gevşeme, oluruna bırakma, “transfer de yaptık daha ne istiyorsunuz?” deme lüksünüz bulunmuyor.  Önce futbol yönetiminin tarafları olarak bir masanın etrafında buluşmalı ve “Ligin ve Galatasaray’ın kaderini etkileyecek kadro düzenlemesi aylardır gündeminizdeyken niye son üç güne kaldığını” gayet demokratik bir ortamda açıkça tartışmalısınız.  Transferin akşam pazarında muhatap kulüplerden biri sorun çıkarsaydı, menajerler oyun oynasaydı, yazışmanız faksa takılsaydı ne olacaktı, hiç düşündünüz mü?  Misal, yeni transferlerin yetişmediği geçen haftaki Göztepe maçında sayısız gol kaçırarak ya da ıskartaya çıktığı halde ilk 11’de oynamak durumunda kalan Maicon’un bireysel hatasıyla puan kaybetsek bunu kamuoyuna nasıl izah ederdiniz? Birlikte düşünmeli ve analiz etmelisiniz.

İkinci olarak Seyrantepe – Florya koordinasyonunu maksimum düzeye çıkarmanız gerekiyor.  Siz Fatih hoca ile 2+3 yıl sözleşme uzatımıyla açık bir tercihte bulundunuz, kaderinizi TERİM ile birleştirdiniz. Dolayısıyla kader arkadaşı ve yoldaş olarak eşgüdüm halinde hareket edeceksiniz.  Hoca yönetilmesi zor bir profesyonel olabilir ama birlikte yürünmesi keyifli bir Galatasaraylı aynı zamanda.  Bırakacağınız her iktidar boşluğunu Hoca kendince dolduracaktır, bu size geçici bir konfor alanı da sağlayabilir ama Fatih Terim yalnızca takımına ve sahaya odaklandığında başarı garantili müthiş bir teknik direktör, bunu da biliyorsunuz.  İletişiminizde aracı kullanmayın, size laf taşıyanlara asla yüz vermeyin, Florya’ya kenardan çöreklenmeye kalkacak harici mahfillere (amiyane tabirle sinyalcilere) göz açtırmayın.

Üçüncü olarak muhtelif sebeplerle yeniden ajite olabilecek sosyal medya hezeyanına bir daha asla kapılmayın.  Hiçbir büyük kurum, dernek, vakıf, şirket, holding sosyal medyada estirilen sanal rüzgarlara göre yönetilemez.  Olsa olsa şirazesinden çıkması ve daha hızlı batması sağlanabilir.

Sporcuların maaşlarını ödeyen, menajer kaprisleriyle uğraşan, bankalarla kredi pazarlığına oturan, nakit akışı için her gün çözüm bulmak zorunda olan, İsviçre’de UEFA’ya santim santim hesap veren sizlersiniz.

Dışarıdan elma şekeri gibi görünen konuların, şöyle bir ısırıldığında ne kadar zehirli olabileceğini bilensiniz.

Dolayısıyla bugün sizi pohpohlayanların, alkışlayanların yarın “daha fazlasını” isteyeceğini biliyorsunuz ve o gün bu talep karşılanamadığında yine sizden kötüsü olmayacaktır.

Köklü ve saygın kurumlar için “ucuz popülizm” yedi ölümcül günahtan biridir adeta, uzak durmayı başarmak durumundasınız. Futbolu yöneten kurumlar, bize kredi veren kuruluşlar ve ölçülebilir veriler üzerinden karar alan tüm aktörler sizin rating ya da popülaritenize bakarak hareket etmez. Popülizmin büyüsüne kapılmak cazip geliyor olsa da, unutmayın ki sallanan sandalyeyi andırır popülist tavırlar… Hareket edersiniz, oyalanırsınız ama sonunda bir yere varılamaz.

Topun yuvarlak, sahanın dikdörtgen olduğu kadar çıplak bir gerçek de şu: Sürekli zarar eden / ettirilen ve ancak dış kaynak ile dönebilen şirketlerin yırtıcısı faiz, sırtlanı Dolar, akbabası Euro’dur.  Sportif A.Ş’nin ilk altı ayda karlılık açıklaması ve mali yılın sonunda 1 milyar TL ciro barajına ulaşacak olması memnuniyet verici olsa da düşürülemeyen faiz oranları, hedge edilememiş kur riski, gelirlerle sportif başarı arasındaki yüksek korelasyon, büyük borç yükü, tamamen erimiş öz kaynaklar ve taraftarın yarattığı mahalle baskısı insanın uykularını kaçıracak kadar ciddi bir açmaz olmayı sürdürüyor.

Yeni transferlerin en olumlu yönü yıllık garanti ücretlerin makul seviyelerde olmasıdır.  Uluslararası transfer piyasasında “convertible” denebilecek kalibrede ve yaşı genç oyunculara ödenen bonservis bedelleri yatırım olarak kabul edilebilir ancak hesapsız yüksek maaşlar hem takım içi dengelerin bozulmasına hem de performansı yetersiz oyuncuların elden çıkarılamamasına sebep olmaktadır.

UEFA ile imzalanan settlement agreement gereği bu mali yıl maksimum 20 milyon Euro, 2019-2020 sezonu maksimum 10 milyon Euro zararla kapanmak durumunda.  Dolayısıyla Galatasaray sportif hedeflerinden vazgeçmeden yeni bir maliyet platosuna erişmek zorundadır.  Yıllık garanti maaşlara adı konmasa da, üst sınır getirilmelidir.

Basit bir hesapla

  • 2,5 milyon € maaşlı 4 oyuncu
  • 2 milyon € maaşlı 3 oyuncu
  • 1,5 milyon € maaşlı 4 oyuncu ile

Yıllık garanti ücreti 22 milyon Euro olan ideal ilk 11 ve toplamda 40 milyon Euro’yu aşmayan tam kadro ile başarı kovalamak zorundayız.  Geçmiş yıllarda olduğu gibi 70-80 milyon Euro maliyetli kadroları artık taşıyamayız.

Ülke ekonomisinin durumu ve taraftarın alım gücü de hayati önemdedir ve gelişen koşullara adaptasyon becerisi gerektirir.

Haziran ayında sezonluk kombine satan Galatasaray, Ağustos ayındaki kur patlamasından sonra aynı tempoda kombine satabilir miydi yoksa tüketici güven endeksi düştükçe ertelenebilir bir talep miydi Türk Telekom Stadı koltukları ?  Aldığınız 380 milyon TL tutarındaki sendikasyon kredisi ile borç stoğunda yabancı paradan Türk Lirasına / kısa vadeden uzun vadeye dönüşüm sağlarken en doğru zamana denk gelinmesinin olumlu etkisini unutmuş olamazsınız.  Dolayısıyla harici ekonomik koşulların da müspet yönde gelişmeyeceği ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır.

Futbola dönersek bu sezonu şampiyon olarak tamamlamak ve önümüzdeki yıl yine Devler Sahnesinde boy göstermek Galatasaray için hayati önemdedir.  Siz takımın eksiklerini giderecek transferlere imza attınız, Florya’da Fatih Terim güvencemiz berdevam ama mücadele saha dışında da sürecek.

81 gün önce istifaya davet ettiğimiz TFF Hukuk Kurulu halen görevde, Demirören federasyonu iş başında.  Hedef aldığımız hakemler paye aldı, MHK aynen devam ediyor. 22. Lig şampiyonluğumuzun sarı-kırmızılı renkler için sıçrama tahtası olacağının rakipler farkında.  Kulübümüzü sağa sola şikayet edenler, Emre Akbaba transferinde araya girip fiyat yükseltenler, kaynağı belirsiz gelir kaynaklarını bol bol kullandıkça şımaran yeni yetmeler vazgeçmeyecek.  

Bilirim bu ülkede herkesin kolayına geliyor kurnaz taktikler ve son dakika hamleleri fakat 105 x 68 m. futbol sahasına sığmayan çok katmanlı bir futbol stratejisi hazırlamak zorundasınız.  Türkiye Futbol Federasyonu sözde değil özde değişmelidir ve bunu Ankara siyasetinden bekleyemeyiz.  Yeni federasyonda kaç Galatasaraylı olacağının pazarlığından bahsetmiyorum, futbolu global kodlarına hakim kaç tane ahlaklı insanın hangi organizasyon yapısında yer alacağını kurgulamalı & teklif etmeli Galatasaray…

“Yerli ve milli futbol” diye pazarlanacak yabancı oyuncu sınırlamasına karşı geliştirilecek argüman ya da kısıtlama gelirse kadronun kalibrasyonu mutlaka masadaki dosyalardan biri olmalıdır.

Son olarak mesleki ahlak konusunda giderek zayıflayan spor medyasında size dost görünen tescilli ikiyüzlülere aldanmayınız.  Her mevsim deri değiştirse bile, yılan huyundan vazgeçmez.  Sizden haber atlatmak için şekilden şekle girenler, Galatasaray’ın kurumsal itibarını hedef alacak en akıl almaz asparagaslara imza atanlar olacaktır. Hep de böyle olmuştur.

Popülizme kapılmadan, idari ve mali disiplinden asla ayrılmadan, 22.lig şampiyonluğu hedefine kenetlenerek bir ve bütün halde hareket etmelisiniz.  Bunu başarabildiğiniz takdirde milyonlarca insanın yüzünü yine güldürecek, Galatasaray’a gerçek anlamda hizmet etmiş olmanın hazzını yaşayacaksınız.

Bugün KAP bildirimleriyle mest olanlar, yarın sizi yine kıyasıya eleştirebilir.  Oysa Galatasaray’ın kalıcı ve sürdürülebilir başarısı tüketimden üretime dönen köklü bir paradigma değişikliğiyle mümkündür.

Florya Akademi devrimi Fatih Terim hocamızın gözetiminde sürdürülmelidir.  Yeni transferlere kimsenin lafı yok ama Atalay Babacan, Yunus Akgün, Gökay Güney gibi gençler bizim en kıymetlilerimiz olmayı sürdürecektir.  17 resmi maçta kendini gösteren 18 yaşındaki evladımız Ozan Kabak sayesinde, muhtemelen ligin gol kralı olacak canavar santrfor Mbaye Diagne’yi alabildik, asla unutamayız.  Aynı Ozan Kabak 2017’de N’Diaye transferinin promosyonu niyetine Osmanlıspor’a verilseydi, kaçırdığımız fırsatı hiç bilemeyecektik.

Bir yıl önce Kasımpaşa’nın Çin’den bonservissiz transfer ettiği Diagne’ye biz 10 milyon Euro saydık.  Altı ay önce Portekiz’den Chaves kulübünün 900 bin Euro’ya aldığı Marcao’ya 4 milyon Euro vererek kadromuza kattık.  Oyunculardan memnun kalacağız, inşallah sergileyecekleri performansla bu bedellerin hakkını verecekler.

Ama gelin Diagne gibi parlayamamış potansiyel oyuncuları Çin’den getiren biz olalım, Marcao gibi gençleri Atletico Paranense’de oynarken keşfedelim, Ozan Kabak’ın yükselişini yaşıtlarına ve daha alt yaş gruplarına rol model olarak sunalım.

Sizden önceki başkanlar ve yöneticiler transfere akıttıkları para ile aldıkları övgüler eşliğinde aslında başarıyı satın alan üretimsiz / sürdürülemez modele saplanıp kaldılar.

Siz üretime dayalı ve fırsat maliyetini doğru yerden yakalayan bir modele geçebilecek misiniz?

Önünüzdeki “challenge” budur.

Başaramazsanız bugün sizi saran ılık popülizm rüzgarı altında kalacağınız bir çığa dönüşebilir, oturduğunuz koltuklar birer iğneli fıçı olur.

Her birinizin hissettiğine eminim ki; seçildiğiniz andan itibaren makamınızda güçlüsünüz çünkü kudretli Galatasaray’ı temsil ediyorsunuz, yalnız değilsiniz çünkü sizi destekleyen ve başarmanız için dua eden Galatasaraylılar var. Elbette eleştiri & denetimden azade değilsiniz çünkü yine sizi dikkatle izleyen Galatasaraylılar var.  Bunu asla aklınızdan çıkarmamanızı rica ederim.

Zamana sığan ve sığmayan tüm çalışmalarınız için, sarf ettiğiniz emek için teşekkür ediyorum. Ailelerinizden çaldığınız zamanları asla unutmuyorum, onlar da fedakarlık ediyorlar, haklarını helal etsinler.

Yolunuz açık olsun, sezon sonu Türkiye yine sarı-kırmızı bayraklarla donansın.

10 transfer / 10 hafta / Üç kırık kaburga

Çocukluğumuzun güzel oyunu futbola dair sevemediğim dönem transfer mevsimidir.

Genelde kulaktan dolma bilgi kırıntılarıyla futbolcuların büyük yıldız ya da işe yaramaz olduğu peşinen ilan edilir, kulüplerin geleceğini ipotek altına sokacak ölçüde havaya saçılan milyonlar pek önemsenmez, menajerlerin şişirdiği / muhabirlerin uçurduğu balon haberler medyayı kaplar, çoğu futbol seyircisinde histerik tepkiler görülür, attıkları imza kurumamış oyuncular ya anormal beklentilerin ya da  ölçüsüz tepkilerin hedefi olurlar. 
 
Bayram nedeniyle bu yıl sekiz gün uzamasını saymazsanız, aslında transfer dönemi 1001 sürprize gebe futbolun en bilindik, en sıradan dönemi…
Türkiye’de parası çok olan kulüpler çok harcar, zevahiri kurtarmak zorunda olan kulüpler hesapsızca harcar, arada birileri mutlaka yolunu bulur, kaç futbolcu alınırsa alınsın taraftarın bir kısmı da tatmin olmaz ve daha fazlasını ister.   
Yıllardır tekrarlanan ama nedense hatırlanmayan gerçek ise sahaya fiyat etiketleri ya da milyonluk kontratlar çıkmaz. İnsana yapılan maddi yatırımın amacı da, maksimum rating elde ederek transfer şampiyonluğuna ulaşmak olamaz.
 
Transfer mevsimleri ve lig başlangıçları olarak Galatasaray’ın yakın geçmişini kısaca hatırlayalım.
Mayıs 2017’de tüm şimşekleri üzerine çeken, adeta ablukaya alınan kulüp başkanı Dursun Özbek ve yönetimi, Ağustos 2017 sonunda hani neredeyse övgülere sıra numarası dağıtır hale geliverdiler.
Arada ne olduğunu biliyoruz, 10 yabancı futbolcu transfer edildi, takımın omurgası büyük ölçüde değişti, lig başlangıcı ilk üç maçta üç galibiyet gelirken, 10 gol karşılığı 9 puan elde edildi.
Peki geçen sezonu hatırlıyor musunuz?
Mayıs 2016’da yine çok eleştirilen hatta yerden yere vurulan Sayın Dursun Özbek ve arkadaşları, Ağustos 2016 sonunda dümeni düzeltmişlerdi.
O üç aylık dönemde de 7 futbolcu transfer edilmiş,  Riekerink yönetiminde TFF Süper Kupa kazanılmıştı.
 
Bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle Süper Ligde 10 hafta geride kaldı, maratonun neredeyse üçte biri tamamlandı diyebiliriz.  Galatasaray bu on haftalık dönemde 7 galibiyet, 2 beraberlik (Antalyaspor / Fenerbahçe) ve 1 mağlubiyet (Trabzonspor) ile lider konumda.  Lig yarışında yeterince kilometre yapıldığına göre, bu yaz döneminde alınan futbolculara dair oluşan taze izlenimleri değerlendirmek için uygun zamandır, gelin sırayla bakalım.
 
GOMIS: Takımın enerjisi hatta ruhu olabilecek oyuncu, üst düzey golcü.. Çalışıyor, didiniyor, sahada ekmeğinin peşinde. Aleyna Tilki’den “O sen olsan bari” şarkısını seviyor, galiba beklediğimiz santrfor gerçekten o. Keşke 26-27 yaşındayken alabilseymişiz. Yalnız şu var ki, takımın gol umuduyken ve sahada ter dökerken vakitsiz / lüzumsuz kenara alınması oyuncuyu küstürebilir, Tudor’la aralarında yükselecek gerilimi Hırvat hoca yönetemez.  Gomis’in alternatifi Eren Derdiyok’un futbolu unutmuş görüntüsü düşünüldüğünde, büyük boy nazar boncuğu ile gezmesi elzem görünmekte.
 
MARIANO:  Yıllardır sağ bek diye izlediğimiz oyuncuların aslında sağ bek olmadığına bizi ikna etmiş görünüyor, işini yapıyor, teknik ve mücadeleci.. İleri çıktığında da etkili sağ açık performansı verecek kadar ayaklarına hakim Brezilyalı futbolcu.  
 
FERNANDO: İlk 10 haftaya bakacak olursak “yılın transferi”… Saha görüşü, alan kontrolü, rakibi yıldırması, pas arası yaparak top çalmaları, oyun kuran pasları ile bölgesine alınabilecek en iyi isimlerden biri olduğunu gösterdi.  Arkaya fazla gömülmediği dakikalarda pırıltısı artıyor.  Taraftarda yıllardır süren Melo hasretini dindirebilir.  Hani Yıldırım Demirören ile karşılaşsa elini sıkmamazlık etmez, kibarca tokalaşır, düzgün bir İngilizce ile lafını sokar, yürür gider gibi geliyor insana. Nazar değmesin, kadroda kesinlikle alternatifi yok.  Sürekli formda olmalı, daima ilk 11’de bulunmalı çünkü takımın kilit taşı.
 
MAICON: Kariyeri Brezilya ve Portekiz’de geçen stoper ilk defa ana dilinin konuşulmadığı farklı bir futbol ikliminde, aslında adaptasyon süreci devam ediyor diyelim. Gamsız Kamerunlu Aurélien Chedjou ile elbette mukayese edilmez ama 90 dakika içinde ağır hatta savruk göründüğü anlar da var.  Yanındaki stoperlerden net olarak daha iyi fakat sahadaki konumu itibariyle geçilmez bir kale gibi olması gerekiyor, zamanla daha iyi olmaması için sebep yok. İleri çıkışlarında gayet etkili olabildiğini de eklemeden geçmeyelim.
 
BELHANDA: Doğuştan yetenekli olduğuna itiraz edilemez ama son yıllarda değiştirdiği kulüplerde istenmedi. Kariyeri net biçimde düşüşe geçecekken kimsenin ödemediği bonservis bedelini ödeyen Galatasaray ile 4 yıllık kontrat imzaladı.  Erken konuşmak yanlış olur ama süper kreatif bir 10 numara olmadığını, formda bir Sneijder olamayacağını, top rakipteyken etkisiz olduğunu kabul etmek gerekiyor.  Saha içi performansını olduğundan parlak gösteren bazı istatistikler ileri sürülse de, kritik pozisyonu ve ona bağlanan umutlar düşünüldüğünde naçizane futbol kantarımda “yanlış seçim – hesapsız transfer”
 
N’DIAYE: Hevesli, mücadeleci, korkusuz orta saha oyuncusu ama Galatasaray’ın aradığı 8 numara değil çünkü oyunun temposunu eline alabilecek bir oyun olgunluğuna sahip değil.. Sahada ani parlamalarla göze hoş gelen işler yapan, seyircileri heyecanlandıran bir oyuncu, öte yandan oyun aklı kısıtlı, kontrolsüz ve herhangi bir 90 dakikada kırmızı karta en yakın oyuncularımızın başında geliyor. Badou N’Diaye 27 yaşında, 2012 yılında Selçuk İnan da 27 yaşındaydı. İki 8 numarayı aynı yaştaki performanslarıyla mukayese edersem tercihim net Selçuk İnan olur.  Performansı kenara koyarsak, N’Diaye transferindeki izaha muhtaç ilişkiler ve ortaya çıkan akıl dışı maliyet ise benim gözümde “şüphe uyandıran işlem” kategorisinde
 
FEGHOULI:  Premier League kulübü West Ham’dan gelen 28 yaşındaki Cezayirli oyuncuya bonservis ödeyen ilk kulüp Galatasaray, kontratı 5 yıllık, maaşı da yüksek.. Potansiyeli olan, hızlı ve becerikli kanat oyuncusu, dilerim çabuk adapte olur ve takıma büyük katkıda bulunur.  Sağdan yüklenen, genelde rakibi çökerten takımı görünce keşke sol ayaklı olsaymış demekten de alamıyor insan kendini.  Trabzon deplasmanında gördüğü kırmızı kart, saha içi terbiyesizlikten ziyade itilip kakılan takım arkadaşına sahip çıkma öfkesi olarak görülmeli.. Performans sürekliliği ise gelecek haftalarda netleşecek, ülkedeki futbol ikliminin Sofiane’yi oyundan düşürmemesini dileyelim.
 
DENAYER:  Galatasaray’a gelmek için adeta çırpındığı için taraftarın çok sevdiği Belçikalı Jason kardeşimiz, 17-18 yaşlarındayken dikkat çekmiş olabilir.  Galatasaray’da bir önceki döneminde vasat stoper / kötü sağ bek tadı bırakmıştı.  Yerinde oynatılmadığına dair eleştiriler de hatırlanacaktır.  İngiltere’de forma bulamadığı için tekrar Galatasaray’a geldi. Kafa topuna çıkamamak ve pozisyon alamamak gibi ciddi defolarının yanı sıra, sezon boyunca “Denayer tipi sevimli hatalar” a çok rastlayacağız gibime geliyor.  Kiralık olması iyi, bonservisi alınıp yatırım yapılacak futbolcu değil.
 
LATOVLEVICI:  Juventus uzun süre peşinden koştuğumuz Asamoah’ı bırakmadığı için Florya’ya kapağı atan Tudor’un eski öğrencisi.  31 yaşındaki Romanya patentli sol bek her haliyle standart bir futbolcu.  Kontratının sonunda Galatasaray’dan ayrılacak ve iz bırakması beklenmeyen futbolcular serisinden.  Mevcut kadroda Martin Linnes ile çekişiyor, anlık form durumu kimin forma giyeceğini belirler.
 
CARRASSO:  Galatasaray bir türlü Türkiye’de ikinci kaleci bulamadığı için transfer edilen Fransız file bekçisi kariyeri ve deneyimiyle güvenilir bir seçenek olabilir.  Ligimizde haksız rekabet unsuruna dönüşen Muslera’nın performansı ve devamlılığı düşünülürse, yabancı kontenjanını idman maçlarının kalecisi olarak doldurarak Galatasaray macerasını tamamlar.
 
 
10 yabancı transferle takviye edilen kadronun ilk 10 haftaki performansı sınıfı geçer, ligdeki sıralaması liderlik, peki neden 10.haftada gelen ilk mağlubiyetle omuzları düştü bazı Galatasaraylıların?   Niçin birileri aniden umutsuzluğa kapıldı, söylenmeye başladı, ne oldu da eleştiri dozu geometrik olarak arttı ?
Bu genetik bir problem mi, kötü bir alışkanlık mı yoksa izledikleri filmin mutsuz sonunu tahmin etme sıkıntısı mı?
Takımın gerileyen total performansı, iyi işleyen A planına rakiplerin daha sıkı önlem alması, UEFA ön eleme maçları için sezonu erken açan Galatasaray’a diğer takımların fizik güç olarak yetişmesi dışında üç temel sebep sıralanabilir.  Bu üç sebep, Mayıs ayında ünvan maçına hazırlanan boksörün iyileştirmek zorunda olduğu üç kırık kaburga gibi..
 
1- IGOR TUDOR
Karabükspor’un başındayken takımına özellikle iç sahada oynattığı etkili futbol ve sosyal medyada estirilen rüzgar neticesi 15 Şubat 2017’de Galatasaray ile 1,5 yıllık sözleşmeye imza attı.  Hırvat hocanın başarılı olup olamayacağı ilk günlerde merak edilirken, cevabın “1-2 kaybedilen Kayserispor maçı kazanılsaydı Riekerink bey gönderilir miydi?” sorusunda gizli olduğunu düşünüyordum.  Kısacası anlık kararlarla sağa sola savrulan yönetim tarzı düşünüldüğünde, ikisinin de cevabı “hayır” idi benim için.  
Igor Tudor, 14’ü geçen sezon olmak üzere Galatasaray’ın başında 24 süper lig maçına çıktı.  Bu yaz takımı hazırladı, Östersunds faciasına imza attı, süper lige ise fırtına gibi girdi.  10 yeni transferle omurgasını değiştirdiği takımıyla arası iyi görünüyor.  
Gel gelelim Igor Tudor her daim koşturmak istediği takımını hafta içi iyi hazırlarken, 90 dakikanın ilk düdüğüyle beraber heyecanlı bir amatöre dönüşüyor.  Teklediği anlarda A planına müdahale edememesi, kader maçlarının kırılma anlarında kendini “yok” yazdırması, anlaşılmaz oyuncu değişiklikleri, saha kenarındaki hali / tavrı, maç sonu açıklamalarıyla taktik uzmanı olmadığı, oyunu okuyamadığı izlenimi veriyor.  Orta sıralara razı bir takımda ya da her şeyin tıkır tıkır işlediği bir düzende bu zaaf belki tolere edilebilir ama şampiyonluk dışında çaresi olmadığını bilerek ince bir buz tabakasının üzerinde kramponla çapraz koşular yapan Galatasaray’da buna yer yok.
Teşbihte hata olmaz dersek; hedef maçlardaki teknik adamlık performansıyla vatandaşı Slaven Bilic’e, teknik adamlık söylemi olarak Türk futbolunun antik döneminden Branko Stankovic’e, saha kenarındaki hal ve tavırlarıyla oyundan alınmasına içerlemiş kilolu stopere benziyor.  Galiba problem, Igor Tudor’un Hırvatistan ve İtalya gibi iki önemli futbol ekolünde oyuncu olarak bulunmuş çalışkan bir antrenör olmasına rağmen çok boyutlu rekabetin kaygan zemininde ayakta kalacak becerikli yönetici ve üst düzey teknik direktör olamaması. 
Yolun başlarında olan 39 yaşındaki Tudor bir gün başarılı bir teknik direktör olur mu bilmem ama Mayıs 2018’de sona erecek kontratının uzatılmaması Sayın Dursun Özbek’in doğru tercihlerinden biridir.  Süper Ligde sezon sonu alınacak dereceden bağımsız, Galatasaray Sportif A.Ş. aldığı idari ve mali risklerin karşılığında ulaşabileceği en iyi teknik kadro ile çalışmalıdır, bu kişiler Tudor ve ekibi olamaz. Öte yandan lig yarışının ortasında ve kulüp seçimlerine 7 ay kalmışken asla hoca değişikliği yapılmamalı, sezon mutlaka Tudor ile tamamlanmalıdır.  Yönetim kurulunun kısa vadede yapması gereken tek değişiklik Tudor’a Hırvatça bilen çok iyi bir tercüman bulması, İngilizce kelime haznesi kısıtlı olan hocayı “Mert ile yaratıcı tercüme denemeleri” azabından kurtarması olur.
 
2- YEDEK KULÜBESİ
Şampiyonluğun en güçlü adayı Galatasaray, ligin en zayıf yedek kulübelerinden birine sahip.  Uzun lig maratonlarında ilk 11’ler değil, en azından 18 kişilik kadroların yarıştığı düşünülürse bu dezavantaj tüm Galatasaraylıların kafasını kurcalıyor.   Oyuna girmek için sıra bekleyenlerin “hamle oyuncusu” olmamasının dışında, geçtiğimiz sezonları hatırlayan taraftarların çoğu kulübe gediklilerinin yüzünü görmeye bile tahammül edemiyor.  Yabancı oyuncu sınırı ve mali koşullar nedeniyle kulübeyi kısa vadede değiştirmek mümkün olmadığına göre, bu kısırlık ve geçimsizlik önemli riskler barındırmakta.  Galatasaray’ın tek ciddi kulvarda mücadele etmesi, enerjisini bölmek zorunda kalmaması ise bu riskin görünür tek ilacı şu anda.
 
3- YÖNETİM KURULU
Geçtiğimiz iki sezonda futbola dair skandala varan kararlara imza atan mevcut kulüp yönetimi, bu yaz transferlerde isabet oranı olarak yüzleri güldürdü.  Florya’dan uzaklaştırılan kardeş Mehmet Özbek, Levent Nazifoğlu faciasından sonra Cenk Ergün çizgisi derken çıtayı yükselttiler.  Östersunds krizine pahalı transfer merhemi sürüldü, lig başlayınca algı olumlu yönde değişti.  Takımın rüzgarıyla teknenin tüm yelkenleri dolarken, haftalar geride kalıp da kıyıdan uzaklaştıkça rüzgar sertleşiyor.  Hava bulutlanmaya başladı.  Sahadaki sorunları futbol direktörü ve Tudor çözecek, yönetim mayın tarlasından şarkılar söyleyip geçerken nakit akışını da çözecek.   Fakat ülke futboluna has bir kangren var ki, bununla mücadele etmek tecrübe, strateji ve kararlılık istiyor.  Süper Ligde hiç olmayan hakemlik standardına, çok bariz biçimde Galatasaray aleyhtarı kamuoyu yaratma kampanyası eklendi.  İstiklal marşı söyleyemeyen yabancı futbolcu vurgusu, oluşan puan farkının sun’i olduğuna dair imalar, rakip takımdaki oyuncunun aldığı müsabakadan men cezasının Galatasaray derbisine olan mesafesinin ince ince hesaplanması, spor kulübünü siyaset çukuruna çekmek için klasik akıl oyunları ve iftiralar, hakemlerin Galatasaray’ı durdurmak için koşullanmış birer engel gibi algılanmaya başlaması, Florya’daki sporcuların “neler oluyor dışarıda” sorularına fazla takılması gibi olumsuzluklar peş peşe geliyor.  Çok bağıranın daha çok duyulduğu, kapı arkasında iş bitirenin ayıplanmadığı , kirli futbol düzeninin rezil aktörlerinin halen itibar görebildiği ülkede spor yapmak, adil rekabetten yana olmak hiç kolay değil.  Dolayısıyla Florya’daki pahalı insan kaynağının dizginlerini elden kaçırmaksızın, rekabette belden aşağı vuranlara karşı tedbirler almak gerekiyor.
Ve bu tedbirler Florya’da barbekü partisi vermek ya da Florya’ya postu serip komik motivasyon konuşmaları yapmak değil… 
Mesela kitle iletişimi konusunu “stratejik üstünlük” kozu haline getirmeyi düşünerek başlayabilir Galatasaray yönetimi…
 
Galatasaray güçlü yönlerini ön plana çıkarır, kırık kaburgalarına sert yumruklar almazsa 21.lig şampiyonluğunu kazanacaktır.
Şartlar öyle getirdi ve şampiyonluk öyle bir hedef haline geldi ki, Galatasaraylıların kupa beklentisinin dizeleri: “biz sana mecburuz, bilemezsin” 

Transfer değil temizlik zamanıdır

Süper Lig’de ilk yarı sona eriyor.
Bu yazı kaleme alındığında Galatasaray liderin 11 puan gerisinde, ikinci sıradaki takım bugün kazanırsa onların da 10 puan gerisine düşülecek.
Teknik direktör değişikliğinin takıma bir etkisi olmamış görünüyor.
Kadronun yaş ortalaması 30’a doğru yelken açmış.  Pek çok yetersiz, gelişime kapalı veya kulüple bağı zayıfladığı anlaşılan oyuncumuz var.
Lig yarışında önümüzde bulunan iki ezeli rakibimizin, bizim kadromuzdan transfer etmek isteyebileceği 3 ya da 4 oyuncu olduğunu düşünüyorum, kalanları sıfır bonservisle bile almak istemezler gibime geliyor.
Kısacası Mayıs ayında ilk ikide yer alma şansımız çok düşük.
UEFA Avrupa Ligi’nde Serie A’nın formsuz ekibi LAZIO ile oynayacağız, Kastamonuspor veya Kayserispor performansı tekrarlanmaz diye umalım.  Lazio’yu elesek bile daha ileri gidemeyeceğimiz maalesef ortada.  “Globally convertible” diyebileceğimiz yine çok az oyuncumuz mevcut.
Görünen o ki geçen sezonun üç kupalı takımının miadı dolmuştur.
Bu takımın eksiklerini kapatmak üzere ara transfer döneminde yeni futbolcular almak yalnızca borç parayla bütçede yeni gedik açmaya yarayacaktır.
Mevcut takım üzerine bir yapı inşa etmek, kılıç kesiğine yara bandı yapıştırmaktan öteye gitmeyecektir.
Sayın Mustafa Denizli’nin çalıştırdığı son kulüp takımı da muhtemelen Galatasaray olacaktır.
Dolayısıyla hem takımın, hem hocanın Galatasaray’da uzun vadeli bir geleceği yoktur.
Ara transfer döneminde başkalarının kurtulmak istediği veya yüksek maliyetli oyuncuları almak yerine, kadrodaki bazı isimlerle yollar ayrılmalıdır.  Alıcısı çıkan satılmalı, olmuyorsa kiraya verilmeli hatta kimsenin istemediği ama Florya’nın havasını bozan isimler de kadro dışı bırakılmalıdır.
Galatasaray’da devam etmek isteyen bazı oyuncularımıza yeni ve daha düşük maliyetli kontratlar önerilmelidir.
Zira son yıllarda Galatasaray (işveren) fakirleşirken, futbolcular (çalışanlar) zenginleşmiştir.
İş dünyasının ve ekonominin gerçeklerine terstir bu durum.
Kısacası 2016-2017 ve devamındaki sezonlara göre sakin kafayla plan yapılmalı, bu sezon gözden çıkarılmalıdır.
Biliyorum “UEFA transfer yasağı getirirse, şimdiden kadroya takviye yapmak doğru olur” diye düşünenler var.  Transfer yasağı gelirse eğer, elimizdeki yetersiz futbolcu yığınından hiç kurtulamayız.  Oyuncu gitmek istemez, alıcı Galatasaray’ın zor durumunu masaya getirir.
UEFA Galatasaray’ı Avrupa kupalarına katılmaktan men ederse, bugünkü pahalı kontratlara zaten tahammül edemeyiz.
Üstelik İsviçre’de UEFA yetkililerine “biz devraldığımız borcu ve zararı azaltmak için uğraşıyoruz, bakın şu kadar tasarruf yaptık, bize yeni bir şans verin” savunması da çöker.
TRANSFER değil TEMİZLİK zamanıdır, bu gerçekle yüzleşmek yalnız için birkaç gün kalmıştır.