Aldığı oy sayısını neredeyse %50 arttırarak Galatasaray Spor Kulübü başkanlığına ikinci kez seçilen Sayın Mustafa CENGİZ’i ve tüm değerli ekip arkadaşlarını tebrik ediyorum. Bugün törenle mazbatalarını aldılar. Artık önlerinde sayılı gün değil koskoca üç yıl var. Gerek kulübümüzün mevcut durumuna, gerekse sporun yarışmacı ruhuna uygun olarak bu çalışma döneminde iyi günler olacağı kadar, kötü günler de olacaktır. En keyifli günlerde ya da en zor zamanlarda doğru refleks göstermelerini, takım ruhuyla çalışmalarını ve birlikte çözüm üretebilmelerini dilerim.
Bu vesileyle bazı tespit ve beklentileri, beraberinde kişisel önerileri paylaşalım ve “hayırlı uğurlu olsun” demiş olalım.
20 Ocak 2018 seçimlerinin üzerinde çok da zaman geçmediği için o gün kaleme aldığımız tespit ve önerilerden farklı konulara değinmeye çalışacağım.
http://ilkercanalp.com/2018/01/24/galatasaray-spor-kulubunun-37-baskanina/
İlk dönemle ikinci dönemin arasındaki en büyük fark “görev süresi”
Dört aylığına göreve gelmenin zorluğu devralınan gündeme çok acele adapte olmak, işleri önceliklendirememek ve orta/uzun vadeli projelere başlayıp bitirecek zamanı bulamamaktı. Bu zorluk ortadan kalktı. Buna karşılık dört aylık yönetim kurulundan beklentiler kısıtlıydı, üzerlerinde baskı azdı, daha özgürce hareket edilebilirdi. Şimdi beklentiler çeşitlenip çoğalacak, sorumluluk artacak, “sayılı gün için geldiler daha ne yapsınlar” toleransı sona ereceği için mutlaka haklı/haksız bazı eleştiriler duyulacak ve en önemlisi artık kulüpteki sistemin merkezi ve parçası olunacak. Örneğin Mart 2019 mali genel kurulda Mustafa Cengiz dönemi incelenecek, ibra oyuna sunulacak. Mart 2018’dekine nazaran çok daha iyi bir sunum performansı beklenecek. Gelir/Gider dengesi ve nakit akışının çok bozuk olduğu dönemde mutlaka tasarruf kalemlerini ve yepyeni gelir kaynaklarını aynı anda uygulamaya sokmak gerekecek. Şampiyonlar Ligi için gün sayan taraftarın transfer beklentileri, bu yönde yaratabileceği mahalle baskısı, bir yandan UEFA yaptırımlarını içeren settlement agreement, bir tarafta SPK, TFF, diğer federasyonlar, amatör branşlar, yatırımlar, taşınmazlar, devlet, bürokrasi, medya vs.. Her babayiğidin omuzlayabileceği yük değil, Allah yardımcıları olsun.
Birkaç konuya sırayla değinelim isterim. Önce futbol ve amatör branşlar
Futbolda rahat olunan konu Fatih TERİM’in varlığı.. Florya’nın patronu olan hocanın mutlaka olası durumlara göre A,B,C planları vardır.
Şampiyon kadronun önümüzdeki sezon daha uyumlu ve tutarlı olacağını bekleyebiliriz ama bireysel performanslarda dalgalanmalar olabilir. Mesela Bafétimbi Gomis her sezon 29 gol atacak diye bir kural olmadığını hatırlamalıyız. Futbolda sıkıntımız UEFA & Champions League. UEFA’dan gelen settlement agreement ağır ve cebri şartlar içerecektir ama maalesef Lale Devrinin çoktan bittiğine biz camia olarak bir türlü ikna olamadığımız için, ithal acı reçeteye mecbur ve mahkumuz. Futbol takımının maaş yükü azalmalı, yine takımın yaş ortalaması düşmeli, Ozan Kabak – Celil Yüksel gibi bu yıl maç kadrosuna giren gençler daha çok dakika almalı… Bunlardan kaçış yok. Şampiyonlar Ligi grupları kurasına dördüncü torbadan gireceğiz, kısacası büyük hayaller kurmak için bu sezon pek uygun olmayabilir. Sabretmek ve Fatih Terim’e inan etmek gerekiyor.
Amatör branşlara gelince, daha iddiasız takımlar kurarak toplam maliyeti düşürmek en kolay seçenek gibi görünse de, iyi yöneticilik doğru hesap yapmakla başlar. Pek çok insanın gözden kaçırdığı realite şu, iki basketbol + iki voleybol dört A düzeydeki takımımızı hariç tutunca diğer tüm amatör branşlarımızın toplam gelir/gider farkı 2017 yılında -15,4 milyon TL. Başka bir deyişle bir yılda 15 milyon TL (bugünkü kurdan yaklaşık 2,8 milyon Euro) kaynak yaratılması halinde basketbol ve voleybol hariç tüm amatör branşların finansman sorunu çözülüyor. Galatasaray’ın yıllardır elde ettiği, ziyan ettiği, bulduğu, kaçırdığı toplam kaynaklar ve potansiyeli düşünüldüğünde bu meblağın bulunması o kadar da zor olmasa gerek. Bu sezon ligde play-off’a girmeyi dahi başaramayan erkek basketbol takımının tek başına -16,2 milyon TL zarar ettiği düşünülünce, finansal rehabilitasyonun ilk adresi kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Ülkedeki kısır rekabet ortamına ayak uydurmak uğruna yapılmış ve geri dönüşü olmayan yüksek harcamalardan bilhassa kaçınılmalı bu dönem. Şöyle örnek verelim, diyelim ki Sayın Ali Koç rakip kulübün başkanı olur ve sarı-lacivert bilançoya yüksek miktarda nakit enjekte ederse anlamsız bir paniğe kapılmanın alemi yoktur. Her ne kadar aynı kulvarlarda ter döken ezeli rakipler olsak da, her koyun kendi bacağından asılacaktır, bunu unutamayız. Hele ki paranın, sporda saadetin tek yolu ya da başarının mutlak garantisi olmadığını hiç unutmamalıyız.
Yükselen tehlike: POPÜLİZM
Sarı-kırmızı renklere gönül vermiş milyonlarca insanın, gurur duyacağı ve sahipleneceği bir yapı arzuladığını tahmin etmek zor değil. Bu yapı kurulmadan ne ekonomik büyüklüklerin, ne de gündeme damga vuran kamuoyu desteğinin sürdürülebilir olmadığı aşikardır. İyi veya kötü günde, kulübümüz taraftarlarımıza güven aşılamalı, farklı mecralarda etkileşimi artırmalı ve onların eşsiz katkısına müteşekkir olduğunu her platformda tekrarlamalıdır. Buraya kadar herhalde hepimiz hemfikirizdir.
Öte yandan dünyada yükselen dalga popülizm.. Avrupa siyasetinde Polonya ve Macaristan’ın başını çektiği popülizm kıtanın liberal ve hümanist değerlerine parmak sallar konuma geldi. Rusya’da karizmatik liderin estirdiği bir tür popülizm mevcut. Türkiye de bu rüzgardan fazlasıyla etkileniyor. Tam da “Türkiye’dir GALATASARAY” sloganından en çok uzak durmamız icap eden dönemdeyiz hatta “far beyond Turkey” benzeri bir anlayışla kendimizi bu delilikten sıyırmalıyız. Herkes uçurumdan atlamak üzere koşuyorsa, sürüden ayrılma vaktidir.
Sporda da paranın hükümranlık alanını genişletmesi, forma aşkı ve renklere sadakatin azalması, cefakar taraftarlar azalırken talepkar müşterilerin artması dengeleri değiştiriyor. Daha çok mecra, daha fazla medya, akıl dışı rating elde etme olanakları kişilerin ve kurumların başını döndürüyor. Pop art’ın babası Andy Warhol “bir gün herkes 15 dakikalığına dünya çapında meşhur olacak” dediğinde internet dahi mevcut değildi ama Warhol’un kehaneti bilhassa sosyal medya ile birlikte gerçek oldu.
Twitter üzerinde kaç dakika trending topic olarak kaldıkları, Instagram’daki fotoğraflarına hangi filtreleri koydukları, facebook’ta paylaşılan sahte mutluluk resimleri, maçlarda anı yaşamak yerine olan biteni telefonun minik kamerasına sığdırmaya çalışanlar, selfie çekenler vs..vs..
Pek çoğumuz çok çabuk sıkılıyoruz, tatmin duygusu yitirildi. Bazıları artık araştırmak ya da emin olmak istemiyor, bazen o büyük dalgaya kapılmak istiyor.. Değersiz ama popüler ürünler, kimlikler adeta kutsanabiliyor. Madalyonun öbür tarafı daha acıklı, şapka tersine döndüğünde tepkiyse tepki, linçse linç.. Dünyada her zaman haddinin bildirilmesi gereken birileri bulunabiliyor. Sadakat, vefa, sükunet, kadirşinaslık, incelik giderek müzelik kavramlara dönüşüyor. Bu rüzgar çok güçlü, girdap hepimizi içine çekiyor. Ama mevcut idari-mali-sportif koşullarda GALATASARAY tekinsiz bir buz tabakası üzerinde kramponla koşarken herkese çalım atmak zorunda, en sert rakibi de popülizm.. Birilerine “hayır” denmeli, herkesi memnun etmek olası değil.. Bazı sınırlamalara “evet” denmeli, belli alanlarda mütevazı davranılmalı. Hezeyana dönüşen şımarıklıkları göğsümüzde yumuşatmak zorunda değiliz, sene 2018 de olsa Baba Gündüz’ün dediğine atfen “şımarıkları sevmemeliyiz”
Hepimiz hislerimizle hareket eden taraftarlarız, isteriz ki en iyisi olsun, hemen olsun, hep sürsün ama büyük kurumlar sadece taraftar aklı ve hissiyatıyla yönetilemez. Mali riskler, hukuki yaptırımlar, pek çok kısıtlama ve kurallar bütünü mevcut. Hele ki bizim şartlarımızda, birilerinin kötü olmayı kabullenip gerçeği, yalnızca gerçeği, en saf ve çıplak gerçeği anlatıp gerekli tedbirleri tavizsiz alması ve adeta askeri disiplinle uygulatması gerekiyor. Sonuç olarak ucuz popülizmden uzak durmalıyız. Sığ popülizmden uzak durmalıyız. Büyük ve saygın kurumlar için popülizm yedi ölümcül günahtan biri gibidir.
Divan Kurulu ile ilişkiler: Seçim döneminde yapılması umulan GSTV’de dört adayın katılacağı ve canlı yayınlanacak açık oturum öncesi bir uyuşmazlık yaşandı. Sebepleri ve tarafları bir kenara bırakıp, bu örnekten yola çıkarak geleceğe bir mesaj bırakmak gerekiyor. Galatasaray’ın bunca eksiği, sıkıntısı, problemi olmasına rağmen sahip olduğu potansiyeli fırsat penceresine dönüştürme ihtimalini yok sayamayız Bu ihtimali gerçek kılmak maksadıyla kulübü idare eden yönetim kurulu ile en kıdemli üyelerin bir arada olduğu yüksek istişare organı eş güdüm içinde çalışmak zorundadır. Tarafların birbirlerine rüştünü ispatlama gibi bir mecburiyeti olmadığı gibi, her iki taraftan beklenti Galatasaray Spor Kulübü’nün kamuoyuna vereceği bütünlük mesajına imza atmaları olur ancak. Velev ki yönetim kurulu ile divan kurulu heyeti arasında usül ve üslup açısından farklar, bazı konularda görüş ayrılıkları var ya da teorik olarak bundan sonra doğması ihtimali bulunuyor. Bu durumda da Fransızların “cohabitation” ilkesi devreye girmelidir. Bu tabir Fransa’da halk tarafından seçilmiş siyasi erk sahipleri bir arada bulunmalarının zaruretini unutmayarak, anlaşmazlık konularını çekişmeye dönüştürmeyip ülke menfaatleri neyi gerektiriyorsa o şekilde pozisyon almaları manasına gelir. İki tarafın ilişkilerini sağlıklı yürütmesinin pragmatik faydaları da var. Türkiye siyasetine dönersek, örneğin 1965’te başbakan olan Süleyman Demirel Cumhuriyet Senatosu başkanı Şevki Atasagun ya da 1970’li yıllarda aynı makamdaki Tekin Arıburun ile zıtlaşmayı, didişmeyi mi tercih ederdi yoksa hükümet programına uygun icraatını sürdürürken onlarla 1961 Anayasası çerçevesinde doğru ilişkiler kurmayı mı ?
İki boş koltukla gerçekleşen TV yayınına dair sıkışık takvim, yoğun program, iletişim kazası, adaylar açısından seçime dönük risk algısının değişmesi her ne idiyse gerekçe artık konuyu “yaşandı bitti olmasaydı iyiydi” diyerek kapatıp rafa kaldırmak gerekiyor. Öte yandan Divan Kurulu yönetiminin fevkalade isabetli teklifi sonucu 4 adaylı açık oturum gerçekleşebilseydi, Türkiye’ye demokrasi-açık toplum-tartışma kültürü açısından müthiş bir örnek verecektik. Ankara’da siyasi liderlerin neredeyse birbirlerinin yüzüne bakmadığı, el sıkışmadığı, seçim dönemlerinde ağzına geleni söylediği ve asla topluca kameralar karşısında medenice tartışamadığı ülkede “demokrasinin kalesi” olduğumuzu sembolize edecek fırsatı ıskaladık. Her ne kadar Barcelona kendine Més que un club dese de, aslında tarihteki kökleri, eğitim kurumundan doğması ve ülke için yetiştirdiği seçkin simalarla “BİR KULÜPTEN FAZLASI” sloganı en çok Galatasaray’a yakışır. Katalanlar kusura bakmasınlar.
Seçim ve teşekkür konuşması:
Şimdi 26 Mayıs 2018 akşamı Tevfik Fikret salonuna dönüyoruz. Tam tamına 2525 oy almış kulüp başkanı olarak gururla kürsüye çıktınız sayın Başkanım, seçim sürecinde emek verenlere mutad teşekkür faslından sonra sanırım ilk cümle Prof.Dr. Ali URAS’tan alıntıydı. Zira yakın sayılabilecek geçmişimizde Galatasaray Lisesi (GSL) mezunu olmayan ilk kulüp başkanımız kendisidir, hürmet ve rahmetle anarım.
Dolayısıyla teşekkür konuşmanızda dile getirdiğiniz üzere 20 Ocak’ta sosyolojik deprem olmadı, kulübümüzde sosyologları göreve çağırmak için daha ilginç konular bulabiliriz hatta 26 Mayıs’ta tarihi bir ana tanıklık etmiş de sayılmayız. Konu seçmenin hür iradesi ve verili şartlara göre şekillenen rasyonel oy verme davranışıdır. Geçen Aralık ayında başarısızlığını kamufle etmek üzere baskın seçim kararı alan eski başkana, siz ve ekibiniz sayesinde 20 Ocak’ta “YETER” dendi. 26 Mayıs’ta da evvelce almış olduğunuz 1703 tepki oyunun çoğu tercih oyuna dönüşürken, eski başkanın ısrarla şansını zorlamasından rahatsız olan üyeler en istemedikleri seçeneğe mani olmak için tedbir amaçlı sizi desteklediler. Futbolda gelen şampiyonluğun Mustafa Cengiz yönetiminin hanesine yazıldığını da eklemeliyiz.
Teşekkür konuşmanızda ifade ettiğiniz şekliyle klişeler paramparça oldu, ezberler bozuldu, doğrudur ama geçmişi iyi hatırlayanlar için zaten o konular daha önce defalarca ters yüz edilmişti. Esasen en çok da kulüp dışında Galatasaraylı olmayanların kaşımayı pek sevdiği konuların içinin boş olduğu bu seçimde tekrar görüldü. Lunaparklardaki dönme dolabı andıran ve bizi hiçbir yere götürmeyen tartışmaların ne kadar temelsiz olduğu bilmiyorum kaçıncı kez ispatlandı ve sanırım camiamızın mensubu olmayanlar için bu da kafi gelmeyecektir.
Bilhassa geçmişi hatırlamakta fayda var çünkü geleceğe yürürken sırtımızda boş küfeler taşıyacak takatimiz kalmadı. Yıl 1979, Galatasaray Spor Kulübü’ne GSL mezunu Suphi BATUR ile Kabataş Erkek Lisesi mezunu cerrah Prof. Dr. Ali URAS seçimde yarışırlar. Genel kurul Ali URAS başkanımızı seçer, daha sonraki bir seçimde de yine Ali URAS başkanımız GSL mezunu Sayın Semih Haznedaroğlu’na üstünlük sağlayarak tekrar seçilir. Herkesin hatırlayacağı gibi kulübümüze unutulmaz hizmetlerde bulunur. Daha sonraki yıllarda Sayın Alp YALMAN, Sayın Faruk SÜREN, Sayın Adnan POLAT da aynı yoldan geçerek başkan seçilir ve Galatasaray’a hizmet ederler. Bence hatırlanması gereken bir husus da Prof.Dr. Ali URAS başkan seçilene dek tam beş kez başka yönetim kurullarında görev almıştı, 20.yüzyılda Galatasaray’da adeta Osmanlı’daki silsile-i meratip geçerliydi. Bu yazılı olmayan kaide gökten bir altın elma misali düşerek hayatımıza giren Sayın Ünal AYSAL ile bozuldu hatırlanacağı üzere…
Nasıl ki 2011’deki üç adaylı seçimde Ünal Aysal’a verilen 2998 oyun tamamını GSL mezunu üyelerin vermesi söz konusu değilse, nasıl ki 2010’daki iki adaylı seçimde Adnan Polat’a verilen 2944 oyun tamamını Mektepli olmayan üyeler vermediyse sizin de hak ederek aldığınız 2525 oyun dağılım ortalama seçmen demografisinden farklı olamaz. Bu hep böyleydi, böyle olmaya devam edecektir. Sanıldığının aksine Galatasaray’daki temel ayrışma aidiyet ya da diploma temelli değildir. Galatasaray’ı seçkin bir sosyal organizasyon olarak benimseyenlerle, sevdalısı oldukları bir spor kulübü olarak sahiplenenlerin birbiriyle pek uzlaşmayan tavır ve tercihleridir. Her iki kanadın ortak noktası ise en iyi olmak, en iyinin yanında durmaktır fakat bu konudaki algıları ve tarifleri oldukça farklıdır.
Görev sürenizi tamamlamanızı müteakip sizden sonraki başkanımız Ankara Fen Lisesi mezunu olabilir. Çaycuma Lisesi ya da Alman Lisesi (Deutsche Schule) mezunu da olabilir. Elbette Galatasaray Lisesi mezunu olması da gayet muhtemel. Kim bu ağır mesuliyeti omuzlamak için kendini hazır hissederse, ekibini kurarsa ve genel kurulun teveccühüne nail olursa o hepimizin başkanı olacaktır. Bunları siz de biliyorsunuz, Galatasaraylıların çoğu da biliyor, başkalarının kafasındaki kodlara göre söylem geliştirmek zorunda değiliz, hele siz hiç değilsiniz. Bilakis yeni dönemde artık “acaba mı?” şüphesini kenara atmak ve daha verimli sonuçlar için odak noktamızı bize bir şey kazandırmayan sorulardan en uzağa çekmek durumundayız. Günün sonunda Galatasaray Spor Kulübünün üyeleri Galatasaraylı bir başkan seçmiştir, ona olan güvenlerini dört adaylı seçimde salt çoğunluğu vererek göstermişlerdir. Sandıklar kapandığı andan itibaren oy rekabeti sona ermiş, 26 Mayıs’taki genel kurulu yöneten sevgili kardeşim Metin Sinan Aslan sonuçları ilan ettiği andan itibaren istisnasız HEPİMİZİN başkanı olmuşsunuzdur.
Bu hikayede olağanüstü bir yön yoktur ama Galatasaray demokrasisinden yine de dersler çıkarmak mümkün.. Tek bir örnekle yetineceğim, “falanca başkanın döneminde üye olanların sandıklarından şu istikamette oy çıkacak” gibi yorumlar gördüm, okudum. Şimdi bir an için harici kafalarda bol gölgeli koda geçiyorum, onlar gibi düşünüyorum. Nesnemiz 12.sandık olsun. Bu sandık rahmetli Özhan başkan döneminde kulübe üye olanlardan oluşmaktadır. Kafayı harici kısa dalgaya, IQ seviyesini 90’a çekmiştik haydi ezberden düşünelim: “Özhan başkan muhafazakar mektepliydi, illa ki kendine benzeyenleri üye yapmıştır, o sandıkta herhalde Dursun Özbek başarılı olur”
Şimdi fabrika ayarlarımıza ve kendi dalga boyumuza dönüp realiteye bakıyoruz. Malumunuz 4803 katılımın olduğu seçimde Sayın Mustafa CENGİZ 2525 oy ve %52,5 oranla seçildi. Eğer 24 Haziran’da bu oranı tuttursa ilk turda cumhurbaşkanı seçilirdi 🙂
Meşhur 12.sandıkta 308 oy kullanılmış, Mustafa başkana 201 oy çıkmış (oran %65) Sn.Dursun Özbek ise sadece 54 oy alabilmiş aynı sandıkta, genel performansının epey altında.. Şimdi ya bir dönemin muhafazakar mekteplileri dört ayda Mustafa Cengiz fanatiği olmuşlar ya da bu üyelerimiz de diğer benzerleri gibi normal, makul Galatasaraylılar.. Sözün özü şu “bütün genellemeler yanlıştır, Galatasaray’da daha da yanlıştır”
Bu seçimin yıllar sonra bile akılda kalacak yönü ise bence şudur: Mekteplilerin duygularını sömürerek kendilerine iktidar alanı açmaya çalışan malum oy simsarları ile, Galatasaray Liseliler aleyhinde haset ve kıskançlık üretip yaratmayı umdukları cepheleşmeden oy devşirmek isteyenler aynı anda göçük altında kalmıştır. Her iki grubun da Galatasaray’a katabileceği bir şey olduğuna inanmadığımdan, bu tip marjinal grupların kendi aralarında bölüne bölüne erimesini umuyor ve bekliyorum.
Sayın Başkanım,
Sizin ve ekibinizin önünde koskoca üç yıl var. Doğruları alışkanlık haline getirir, yıllardır tekrarlanan yanlışları kesip atarsanız bu kulüp sınıf atlayacaktır. Dahası diğer kulüplere, Türk sporuna hatta ülkenin tamamına ilham verecektir. Camianın desteği arkanızdadır, bu destekten faydalanmak ve daha da büyütmek yine sizlerin elindedir. Yolunuz, bahtınız açık olsun. Allah mahçup etmesin.