Cumhuriyet 100 yaşında?

Takvimler yalan söylemez, 29 Ekim 1923’ten bu yana 100 yıl geçmiş. 

Bir asır önce Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın “en büyük eserim” dediği Cumhuriyetin TBMM’de ilanıyla, kaçınılmaz sonu engellenemediğinden kaderini yabancılara terk etmiş bir imparatorluktan; tarih sahnesine çok hızlı giriş yapacak yepyeni, bağımsız bir ülke doğuyordu.

Gazi Mustafa Kemal Paşa

Bugün Cumhuriyetin 100.yılı kimilerine göre sönük, kimilerine göre olduğu kadar kutlanıyor ama bu yazının ana fikri acaba Cumhuriyet gerçekten 100 yaşında mı ya da yüzüncü yaşını görebildi mi, onu tartışmak…

Tarih yalnız kronolojiden ibaret değildir, takvimler yalan söylemese de bağlamından koparılan kavramlar ya da geçmişi unutan insanlar ile tarihin akışı başka yöne evrilir.  İsimler aynı kalır, geleneklere sözde bağlılık vardır ama elde kalan boş bir kutuyu andırır.  Herkes içinde kendince bir şeyler olduğunu iddia etse de kutunun esas muhteviyatı zamana yenilmiş yahut kaybolmuştur.

Cumhuriyet kavramının ne olduğu kurucusunun sözleri ve eylemleri üzerinden okumak en doğrusudur zira Cumhuriyet başka Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere bir avuç cesur, idealist, fedakâr, vatanperver ve iyi eğitimli subayın muasır medeniyet tahayyülü olarak ortaya çıktı.  Burada sözü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya bırakmak en doğrusudur:

Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin tatminiyle ilgili bulunmuyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.”

Yukarıdaki satırlarda şahsi menfaatlerinin peşinde koşarak servet ve şöhret edinmeye çalışan standart bir politikacıya değil, ömründen uzun ideallere tutunmuş bir devrimcinin zihin haritasına bakıyoruz.  Dolayısıyla Atatürk’ün yalnızca 57 yaşında ve son iki yılı ağır hastalıkla boğuşarak geçirdiği 15 yıl sonunda vefatı Cumhuriyetin ilk kaybıdır.  Fani bedeninin toprak olacağını bilerek, ilelebet payidar kalacağına inandığı Türkiye Cumhuriyeti’ni başta gençler olmak üzere aziz milletine emanet eden liderin ölümü neden bu kadar önemli peki?

Sözü yine Ulu Önder’e bırakalım:

Ben zannediyorum ki, millet fertlerinin hiçbirinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı. Millete ait meziyetleri yalnız şahıslara bırakan anlayış, eski idarelerin sistem ve usul meselesinden doğuyordu. Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin kuruluş şekli, sadece bir şahsın menfaatlerini ve arzularını tatmine yönelmiş idi. Şahısların bu arzu ve emellerine hizmet eden millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden asla payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete yüklenirdi. Bugün bu hâl mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi dünyaya göstermişse, fazlalık bende değil, bugünkü idarenin niteliğindedir. Bu şekil mevcut oldukça, bu mevkie çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz.

Sizden olan bir şahsa, sizden fazla ehemmiyet vermek, her şeyi milletin bir ferdinin şahsiyetinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir toplumun meselelerinin aydınlatılması ve belirtilmesini yüksek bir topluluğun tek bir şahsiyetinden beklemek elbette ki lâyık değildir, elbette ki lâzım değildir.”

Şüpheye yer bırakmayacak şekilde Atatürk madden, manen, fikren lokomotifi olduğu Cumhuriyet idealini kendi şahsının ürünü saymıyor, başarı ve itibarı milletiyle paylaşıyor, görünürde TEK ADAM olarak sürüklediği kuruluş dönemine rağmen iktidarın bir tek kişiye dayalı olduğu sistemin ülkeye fayda getirmeyeceğini ortaya koyuyor.

Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerini de içine alacak şekilde asırlardır Türklerin tarih sahnesinde meclis, istişare, şura geleneğiyle öne çıktığını iyi bellemiş Mustafa Kemal daima Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kendisinden öne koymuştur. 

Bunun en büyük delili ise Kurtuluş Savaşı’nın kaderinin değiştiği 5 Ağustos 1921 tarihli TBMM toplantısıdır.  TBMM oy birliği ile Mustafa Kemal Paşa’ya Başkumandanlık Kanunu gereği olağanüstü yetkiler verdi.  Her sözü emir telakki edilecek, koşulsuz ve derhal uygulanacaktı. Gazi Mustafa Kemal her kulu yoldan çıkaracak bu olağanüstü yetkilerin üç ay ile sınırlı olmasını talep etmişti. Çulu, çarığı, atı, silahı olmayan ve kaçaklar nedeniyle mevcudu azalmış bir orduyu her türlü acil tedbiri alarak düşmanın karşısına çıkarma vazifesi ona aitti.   Her ne kadar o gün Paşa lehine kürsüden ateşli destek konuşmaları vardıysa da, girilen bu yolun sonu belirsizdi.

Mustafa Kemal’e tanınan olağanüstü geniş yetkiler üçer aylık sürelerle üç kez uzatıldı. Dördüncü uzatma konusu 20 Temmuz 1922’de TBMM’de görüşüldü. Orduyu sevk ve idare konusunda isabetli kararlarına rağmen Mustafa Kemal’in bir tür askeri diktatör, yerli Napoléon Bonaparte olacağını düşünenler dahi vardı.

Başkomutan

Mustafa Kemal TBMM kürsüsünde kendisine duyulan itimat için mebuslara teşekkür ettikten sonra sözlerine devam etti: “Kemal-i iftiharla ve büyük bir memnuniyetle arz ederim ki, bugün ordumuzun kuvve-i mâneviyesi en âli derecededir… Bu sebeple artık böyle bir salâhiyeti idame etmeye lüzum ve ihtiyaç kalmadığı kanaatindeyim” 

Başkomutan ordusunun manen en üst seviyede, madden düşmana denk olduğunu ilan ederek Tekâlif-i Milliye’den tam 11 ay sonra hedefe ulaşmış olarak olağanüstü yetkilerini iade etmeyi kendi önermiştir.

Her sözü emir telakki edilen, çevresinde “vur de vuralım, öl de ölelim” sadakat duygusunda güçlü figürler varken Türklerin en büyük mareşali neden elindeki olağanüstü yetkileri artık ihtiyaç kalmadığı için TBMM’ye iade etmiş olabilir.  Sözü yine Gazi Paşa’ya bırakmak lazım gelir:

Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi, millî davamızda benim de emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevî şahsiyetine atfediniz. Ben, milletin bu yüksek, manevî şahsiyeti içinde bir naçiz fert olmakla bahtiyarım. Efendiler, millet bütünüyle manevî bir şahıs halinde ve bir birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve bu yüce birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan kaldırdı.”

Ben o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim sahasına dahil işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana alimler doğru yolu göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.”

Buraya kadar yazılanın özeti şu:   Mustafa Kemal ATATÜRK hükümdar, padişah, askeri diktatör olmasını bekleyenlerin aksine her şeye vakıf ve hakim kadir-i mutlak olmadığını, milletin çalışkan ve faydalı bir ferdi olmaktan öte bir paye aramadığını, kendisinden önde Meclis bulunduğunu, her ne başarmışsa HEP BİRLİKTE kotarıldığını anlatmış ve hayatını idealleri doğrultusunda halkına armağan etmiştir.

Henüz Cumhuriyetin 15.yaşında, 10 Kasım 1938’de hayata gözlerini yumar Ulu Önder, eserini tamamlayamamış her büyük sanatkârın talihsizliği onu da bulmuştur.  Eseri onu sevdiğini söyleyenlerin elinde eğilip bükülmüş, daha sonra onu sevmediklerini saklama gereği duymayanların insafına terk olunmuştur. 

Atatürk’ün cenazesi top arabası üzerinde

Kurucusu olduğu Cumhuriyet Halk Fırkası – CHF (bugünkü CHP ile uzaktan yakından alakası olmayan kurucu irade temsilcisi) 1 Haziran 1939’da yeni Tüzüğünü kabul eder.  Buna göre Türkiye Cumhuriyeti’nin müessisi Kemal ATATÜRK ebedi başkan, İsmet İnönü ise değişmez genel başkan olarak belirlenir.  Değişmez(?) genel başkan ancak vefatı, vazife ifa edemeyecek ağır hastalığı ya da istifası ile inhilal edilebilirdi.  Atatürk’ü TABU haline getiren ve hayatında arzu etmediği kutsal baba rolünü ona ilk biçen güya onu en çok sevenlerdi.  Peki ATATÜRK 1939 Kurultayı’nda olsa ne derdi, daha önce dediklerini hatırlayalım mı?

Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülât önünde, belki gâyelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.”

Dolayısıyla CHF Atatürk’ü yaşayan bir ilericilik ve devrimcilik pusulası olarak kullanmak yerine aziz hatırasını mumyalayıp dolaba kaldırarak ilk büyük gaflete imza atmıştı.  Bugünkü CHP’nin o partiyle yalnızca isim benzerliğinden nasiplenmeye çalışan acayip bir organizasyon olduğunu hatta CHP kısaltmasındaki C harfinin artık Cumhuriyete tekabül etmediğini de bilvesile not düşmüş olalım.

Atatürk’ün yeri doldurulamaz boşluğunda II. Dünya Savaşı belasından İsmet Paşa’nın usta manevralarıyla uzak durmayı başaran ülke, maalesef başka sahalarda Cumhuriyet ikliminden uzaklaşıyordu.  1942’de Varlık Vergisi ile Türkiye gayrimüslim vatandaşlarına ağır ve haksız bir iktisadi ayrımcılık dayatıyor, sermayenin Türkleştirilmesi adı altında yeni salınan ağır vergileri ödeyemeyenler Erzurum-Aşkale çalışma kampına sürülüyordu. Cumhuriyet idaresinde demek ki herkese yer yoktu, sınıfsız toplum ideali makbul vatandaş sayılmayanları dışlama sevdasına dönüşmüştü.

1946’da Türkiye’de genel seçim yapıldı.  Daha önce çok partili hayata geçme denemeleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı.  1946’da seçimler akla, mantığa ve vicdana aykırı biçimde AÇIK OY & GİZLİ SAYIM esasına göre yapıldı ve tek parti olan CHF seçimi kazandığını ilan etti.  Oysa halk (seçmen) bu sonuçları asla içine sindiremeyecekti, Cumhuriyet fikrinin eşitlik ve adalet iddiası ağır zarar görmüştü.

1946 Seçimleri

1950’de Demokrat Parti %53,5 oy alarak tek başına iktidara geldi. İsmet İnönü liderliğindeki CHP %39,9 oy alabilmişti.  Oy farkının aksine TBMM temsilinde devasa fark vardı.  Demokrat Parti 416 sandalye kazanırken, kurucu iktidarın devamı CHP yalnızca 69 vekil ile temsil edilecekti.  Atatürk’e tesir etmeyen iktidar zehri Aydınlı toprak ağasını kolayca  yoldan çıkardı. Öyle bir ötekileştirme başladı ki, seçim kampanyalarında İsmet İnönü’nün asker kaçağı olduğu bile Anadolu’da kulaktan kulağa yayılacaktı?  1903 Kara Harp Okulu dönem birincisi topçu teğmen, 1906 Harbiye dönem birincisi yüzbaşı, Kurtuluş Savaşı Garp Cephesinin muzaffer Kumandanı Ferik (Korgeneral) rütbeli İsmet Paşa asker kaçağı ha?  Görülüyor ki Anadolu’daki cehalet ve yobazlık şeytanını Atatürk bile yenememişti.

İsmet İNÖNÜ

Yıllar içinde Başvekil Adnan Menderes rövanş için sırasını bekleyen bilenmişlerin temsilcisine dönüşecekti, öyle ki devlet radyolarında isim isim okunan Vatan Cephesi rezilliğine de imza atacaktı.  DP döneminin bir unutulmaz olayı da 6-7 Eylül 1955 saldırılardır.  Atatürk’ün Selanik’teki evine karşı düzmece bombalı saldırının kasıtlı olarak bir gazeteye servis edilmesiyle tetiklenen olaylarda İstanbul dışından da takviye edilen vandal sürüsü İstanbul’daki gayrimüslimlerin kiliselerine ve mezarlarına kadar saldırarak korkunç bir pogrom tezgahlamışlardı.  Sonuç olarak Rumlar, Yahudiler, Ermeniler kaç asırdır burada yaşamış olurlarsa olsunlar, ellerindeki nüfus kağıdı ne olursa olsun bu ülkede kendilerine yer olmadığını anladılar.  Çoğu gitti, giderken İstanbul yaşam kültürünü de yanlarında götürdüler, bize bugünkü garabet kaldı.  Cumhuriyet her vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlayamıyordu, Sünni müslüman, Türk ve devletine sadık olmayanın evine yas girerdi.

Halk Demokrat Parti’den yaka silkmişti ve muhtemelen 1961 seçimlerinde iktidar el değiştirecekti ama Türk Silahlı Kuvvetleri beklemedi, 27 Mayıs 1960’da yönetime el koydu.  Temsil ettiği sağ siyaseti güdük bırakan muhteris Adnan bey olarak tarihe geçecekken, idam edildiği için kült bir kahramana dönüşen demokrasi şehidi Menderes efsanesi böyle doğdu.  Cumhuriyet halkın idaresiydi ama asker müsaade ettiği kadar oluyordu demek ki…

Siyasi partiler fikir ve düşünceyi temsil eden organizasyonlar olmayı bırakıp sandıklarda blok oy almak için aşiretlerle pazarlık ederken, Cumhuriyetin hür irade kavramı ayaklar altına alınıyordu.

En kötü ve başarısız memurlar sürgün yeri olarak Doğu Anadolu’ya gönderildiğinde, Cumhuriyetin üvey evlatları olduğu yöre halkının yüzüne vurulmuş oluyordu.

Kanun gereği kapatılmış tekke ve zaviyelerin bakiyesi konumundaki tarikat ve cemaat yapılanmaları siyasetin manevi yönlendiricisine dönüşürken, Laiklik ilkesi kağıt üzerinde bir teferruata dönüşüyordu.  Cemaat yurtlarında kimi çocuklar intihar ederken, kimileri diri diri yanarken, bazıları taciz ve tecavüze uğrarken adaletin kör, toplumun sağır oluşu Cumhuriyet idaresinin başka bir yönü olan sosyal devlete güveni yıktı.

Süleyman Demirel’in deyimiyle “mütedeyyin vatandaşlar çocuklarını okula göndersin” diye açılan İmam Hatipler sayı olarak arttıkça, ihtiyacın çok ötesine geçtiğinde hem Tevhid-i Tedrisat Kanunu çiğneniyor hem de belli bir siyasi görüşün arka bahçesine dönüşmelerinin yolu açılıyordu.  28 Şubat kafasıyla başını örten kızların akademik özgürlük alanı olan üniversitelere alınmaması yeni bir yarılmaya yol açıyor, hem eğitim hürriyeti çiğneniyor hem de kızların mağduriyetinden ekmek yemek isteyenlere fırsat doğuyordu.

İzmir İktisat Kongresi’nde devletçilik ağırlıklı, hür teşebbüse kapıyı kapatmayan, eksikleri gidermek üzere üretim ve verimlilik hedefinden bahseden ekonomik yapı ithal ikameci ve köşe dönmeci modele evrilirken gelir dağılımı bozuluyor, alım gücü düşüyor, stratejik sektörler terk edilerek ekonomik bağımsızlık ideali yok ediliyordu.  Onca imkansızlığa rağmen Osmanlı’dan kalan 107,5 milyon altın lira borç milli borç 1928-1954 arası dek taksit taksit ödenirken bugün Cumhuriyetin pek çok kazanımı üç otuz paraya satılmasına rağmen bugün 475 milyar dolar dış borcumuz var.

12 Eylül 1980 askeri darbesi Türkiye’de filizlenen bazı düşünce akımlarını ve sivil toplum örgütlerini tamamen yok etti.  Kenan Evren liderliğindeki askeri cunta sağ siyaseti epey biçerken, sol çizginin üzerinden adeta buldozerle geçti.  Bir tek siyasal islamcı akımlar neredeyse hasarsız atlattılar bu süreci ve siyasal islamcılığın iktidar yürüyüşü aslında 1980’de başladı.

“Cumhuriyet fazilettir” idealizminden “Benim memurum işini bilir” sırıtkanlığına 1983 seçimleriyle geçtik.  Köşe dönmeci, iş bitirici zihniyet Cumhuriyet’in devlet adabını epey törpüledi.  Tüketim toplumu olmanın yeni erdem kabul edilmesi, toplumdaki hırs ve hasedi farklı açılardan körükledi.  Vazifesini hakkıyla yapan namuslu insanların alay konusu olduğu bir dönemin kapıları ardına dek açıldı.

Bir zamanlar “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” döneminde Almanca, Fransızca, İngilizce ve Macarca konuşan 14 yaşındaki Nermin Budapeşte’deki Türk Büyükelçiliği’nin kapısına dayanıp “Benim babam Türk’tü. Ben Türkçe bilmiyorum. Türkiye’de okumak istiyorum. Param yok. Beni Türkiye’ye gönderin” diyebiliyordu.  Yıl 1935, Türkiye Cumhuriyeti büyükelçisi kıza tren bileti alıyor, cebine para koyup Ankara’ya gönderiyordu. Sahip çıkılan kızdan hocaların hocası Prof. Nermin Abadan Unat çıkıyordu mesela.  Hasan Âli Yücel önderliğinde 1948 yılında Harika Çocuk kanunu ile en yetenekli gençler Avrupa’daki en iyi imkanlara devlet eliyle ulaştırılıyordu çünkü Atatürk öyle yapmıştı.

Prof. Nermin ABADAN UNAT

Daha Cumhuriyet resmen ilan edilmeden 1923’te Avrupa’ya devlet bursuyla gönderilen genç Sadi’ye (Ord. Prof. Sadi Irmak) tren istasyonunda ulaştırılan telgrafında ne diyordu Gazi Paşa?:
Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum; alevler olarak geri dönmelisiniz!”

Ağır çalışma şartları, hastanelerdeki şiddet olayları ve yetersiz gelir nedeniyle yurt dışına gitme yolları arayan genç doktorlarına ne dedi bu ülkenin lideri, “Giderlerse gitsinler”! KPSS sınavından yüksek not alan, mülakat tuzaklarında eleniyordu.  Kamu kurumlarında yasal staj yapmak için bile partinin tavsiye ettiği gençlerin şansı vardı.  Cumhuriyet liyakat üzerine kurulmuştu ancak yıllar içinde layık olan değil yandaş ve yalaka olanlara talih kuşu kondu.

Cumhuriyet artık kimsesizlerin kimsesi, genç yeteneklerin hamisi de değildi.  Cumhuriyet adamına göre muamelenin resmi adı olmuştu.

“Köylü milletin efendisidir” sözü hızla unutuldu.  “Tütün ekmeyin, haşhaş yasak” türevi dış baskılar, özelleştirme hamlesi ile gelen çöküş, topraksızlaştırılan çifti, emeğinin karşılığını alamayan hayvan sahipleri, kaybolan doğal kaynaklar derken bugün çiftçilerin çocukları topraktan uzak duruyor.  Atatürk Orman Çiftliği arazisindeki deneysel tarım ve hayvancılık pratikleri “bu araziyi nasıl yağmalarız” fırsatçılığına yenildi.  Köyden kente göçü başarı hikayesi olarak anlatan iktidarlar, Türkiye’deki şehirleşmenin büyük kentlere adapte olamamış çeperde mega köyler yarattığını hep inkar etti.

“Ankara’da hakimler var” diyebilme idealiyle yola çıkan Cumhuriyet’in ilerleyen yıllarında hukuk sistemi adaletten ayrıldı, kamu vicdanını tatmin etmeyen kararlar alındı.  Mahkemelerin iş yükü arttı, dava süreleri uzadı.  Adalet Sarayı inşa edenler Anayasa’daki şekliyle hukuk devletini bir türlü hatırlayamadı.  Yargı bağımsızlığı bitti, “Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyorum, saygı da duymuyorum” diyenler asrın lideri oldular.

Cumhuriyet kulların hanedana tabi olduğu dönemi bitirdi, yurttaşlık kavramını getirdi. Soy sop değil hak edenin ilerleyeceği rejimdi, Cumhuriyet en çok fırsat eşitliğiydi.  İslamköylü çoban Süleyman Demirel İTÜ’de mühendislik tahsili görüyor, Robert College mezunu Bülent Ecevit ile siyasette yarışabiliyordu.  Cumhuriyet olmasa Kayseri’de esnaflık yapmaktan öteye gidemeyecek Abdullah Gül beyefendi Exeter’de okuyup devletin en tepesine yürüyebiliyordu.  Cumhuriyet olmasa muhtemelen babasının dizinin dibinde Rize’den bile çıkamayacak R.Tayyip Erdoğan büyük dedesinin hayal bile edemeyeceği her makama gelebiliyordu. 

ERDOĞAN ve GÜL

Cumhuriyet en çok fırsat eşitliğinden uzaklaştı, bugün ailenizin parası yoksa iyi bir eğitim alamazsınız.  Bugün partide tanıdığınız yoksa kamuda istihdam edilmeniz istisnai bir durumdur. Bugün artık doğduğunuz mahalleyi aşmanız, anne babanızdan daha iyi bir yaşam standardına kavuşmanız pek ufak bir ihtimaldir.

Anayasanın 2.maddesine göre TÜRKİYE demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.  Hangisinden geriye ne kaldı? Yargı mensuplarının işaret ettiği ve rahatsızlık duyduğu rüşvet çarkı, sümüklü vaizin peşine takılıp yarım yamalak darbeye kalkışan üniformalı hainler, keyfe keder iptal edilen seçimler, kayyım atanan belediyeler, karma eğitimin bile günah diye tartışılmaya açılması, milletvekili seçilenin keyfi olarak hapishaneden salıverilmemesi, atanamayan öğretmenin inşaatta öldüğü sosyal devlet… Hangisini söyleyelim.

Bir cumhuriyet düşünün ki vatandaşları ülkelerinde neler döndüğünü mafya liderinden dinledi aylar boyunca. Siyasetçileri, gazetecileri alenen tehdit etti çünkü herkesin birbirine karşı açığı vardı. Başka devletlerden ricacı olundu botokslu mafyayı susturmak için. Bu mudur hukuk devleti?

İçişleri bakanı değişince birden daha önce dokunulmaz olan çetelerin üzerine gidiliyor, her yerden bir çete lideri fırlıyor, çete liderleriyle herkesin fotoğrafı çıkıyor, bazıları çetecilere “dava arkadaşımız” demekten utanmıyor. 

Yemin töreni ertesinde oy verenlerin unutulduğu milletvekilliği mesleğe dönüşmüş vaziyette.  Kiminin yalısı yatı, kiminin ihalesi fabrikası olabiliyor.  Bir bakan yönettiği kuruma kocasının şirketinden fahiş fiyatla mal satıyor ve yargılanmak şöyle dursun, makamından çiçeklerle uğurlanıyor.

2002-2022 yılları arasında Türkiye’de 2 trilyon 563 milyar Amerikan doları vergi toplanmış, 63,5 milyar dolar değerinde özelleştirme yapılmış.  Bu kadar devasa bir kaynak adil, ahlaklı ve akılcı kullanılsa ilkokul öğrencilerinin velilerinden çamaşır suyu ya da tuvalet kağıdı için bağış toplanır mıydı, SMA hastası çocukların aileleri üst geçitlerde bağış dilenmek zorunda kalır mıydı, devlet üniversite öğrencilerinin yurt ihtiyacını çözemez miydi?  Oysa deprem vergileri nerede diye sorgulandığında “bizim bunların hesabına vermeye vaktimiz yok” diyen zihniyet artık revaçta!

YURTTA SULH CİHANDA SULH ilkesi ve genç Türkiye’nin dış politikası nedense çekingenlik ve zaaf zannedildi.  Bu ülke komşusu Suriye’deki iç savaşı açıkça tahrik etti, diktatör Esad karşısında birtakım kılıksız adamları destekledi, ateş büyüdü ve sonunda milyonlarca çaresiz insan güney sınırlarımıza akın etti.  “Şam’daki Emevi camiinde namaz kılacağız” diye çıkılan yolun sonunda bugün sayısı bilinmeyen bir sığınmacı kitlesi Türkiye sınırları içinde ve onları Avrupa Birliği karşısında pazarlık kozu olarak kullanma hevesindeyiz. Kayıt dışı istihdamı seven patronların sömüreceği bir kitle olarak da elimizin altında tutuyoruz ama nasıl bir sosyal patlama riskinin üzerinde oturduğumuzu kimse bilmiyor.

Tüm bu laçkalaşma, gevşeme, gerileme ve çürüme bu uzun yazının en başında ATATÜRK’ün dile getirdiği ve kaçınmaya çalıştığı TEK ADAM düzeninde ivme kazanmaktadır. 

1920’lerde “Tek benim sözüm muteberdir, şahsım dışında makam yoktur” dese binlerce kişinin “emrindeyiz Paşam” diyeceği Mustafa Kemal’in milli iradeyi TBMM’de topladığı, her kararı tartışarak aldığı, olağanüstü başkumandanlık yetkilerini dahi üçer aylık onayla kullandığı unutuldu. 

Tarihimizde şura, istişare, meşveret, meclis… türlü adlarla maruf tüm siyasi katılım mekanizmaları terk edildi. Yeni saltanat tesis edilirken, tüm denge / denetleme mekanizmaları yok edildi. Saltanatta ULUSAL EGEMENLİK modeline geçmiş ülke, 16 Nisan 2017’de mühürsüz zarflar ve işbirlikçi çapsız muhalefet eşliğinde başka bir saltanata dümen kırdı!

Türkiye TBMM’de doğmuşken şimdilerde yürütme üzerindeki kontrolü tamamen kalkan, kanun yapma yetkisi kararnamelerle çalınan, bütçe bile onaylayamayan göstermelik bir parlamento var artık.. Bugün TBMM 600 vekile ve yüzlerce memura boşa maaş ödenen, millete derman olamayan kuru bir binadan ibarettir.

23 Nisan 1920’de halkı sömürenler milli iradenin tecelli edeceği MECLİS’le tasfiye edildi. Şimdi hilafet kokulu yeni neo-Osmanlıcılığı meşru göstermek dışında vasfı olmayan meclis var.

TÜRKİYE bir dönem ekonomik çıkarları ve askeri güç dengeleri gereği BATI bloku yanında saf tutarken, bugün ümmetçi hayaller, şahsi servetler ve dış baskılar ile nereye savrulacağına karar vermeye çalışıyor.  “Bu can bu bedende oldukça….” diye başlayan her cümle öyle ya da böyle sonunda boşa düşüyor.   Mukayeseleri sevmem ama ATATÜRK cumhurbaşkanı iken Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki konsolosluk binasında vahşi bir cinayet işlense ve cesedi yok etseler ne olurdu?  Meseleyi mesele etmeyip üzerini mi kapatırdık, yoksa Vahhabinin ipliğini pazara çıkarıp bedel mi ödetirdik?

Sözün özü, Atatürk’ün fani bedeninin toprak altına girmesiyle birlikte aşınmaya ve ilkeleri sulandırılmaya başlayan Cumhuriyet 1950’ler ile birlikte rövanşist zihniyetin taarruzuna maruz kalmış ve özellikle son 20 senede kurucu değerlerinden ve rotasından tamamen uzaklaşarak şahsa münhasır tanımsız bir idareye dönüşmüştür.

1923 yılından bu yana 100 sene geçmiştir ama Cumhuriyet’in 100 yaşına ulaştığı dev bir soru işaretidir.

Bugün Cumhuriyet’in 100. Yılını kutlamamak için her bahaneye sığınılmaktadır ve şunu da tespit edelim AKP epey talihli bir organizasyondur.   Bir zamanlar içtikleri su ayrı gitmeyen The Cemaat ile dershane rantı üzerinden kapıştıktan sonra Pensilvanya’da yuvalanan alçakları önce Paralel Devlet sonra FETÖ olarak ilan ettiler.  Başkanlık sistemi yeterli kamuoyu desteğini alamamışken 15 Temmuz 2016 ihaneti birden ülkedeki iklimi değiştirdi. 15 Temmuz siyasette kartların yeniden karılmasına sebep olmuş ve Cumhur ittifakının temelleri atılmıştır.  Hemen ardından Nisan 2017 referandumu ve 9 Temmuz 2018’de ilk Cumhurbaşkanlığı kabinesi…

2019 yılında ekonomide alarm zilleri çalarken 2020 yılı başında Coronavirus mazereti yetişmiştir. Ekonomi toparlanamazken 6 Şubat depremi 100 milyar dolarlık zarar bütçesiyle yeni bir mazeret olmuş, yeni vergilerin de kapısını açmıştır.  29 Ekim 2023 kutlamak içlerinden gelmezken, Hamas’ın İsrail’deki sivillere saldırısı, karşılığında İsrail’in ölçüsüz devlet terörü ile Gazze’deki masumlara ölüm yağdırması ile yeni bir mazeret daha elde edilmiştir.

Fakat her türlü HAMAS’et ardında Cumhuriyetin nimetlerinden sonuna dek faydalanmış ama Devrimsiz Atatürk / Atatürksüz Cumhuriyet hedefine uygun çalıştığını hiç de gizleme ihtiyacı duymayan bir iktidar vardır. 

100 yıllık reklam arası da diyen çıkar mı acaba ???

Cumhuriyetçilik değil sandıkçılık, Milliyetçilik değil ümmetçilik, Laiklik değil İslamcılık, Devrimcilik değil emperyal hayalcilik, Halkçılık değil “biz ve onlar kamplaşması” artık geçer akçe olmuştur. Dahası 80 yılın ziyan edildiği ve tüm kazanımların son 20 yıldaki olağanüstü başarılara dayalı olduğunu iddia eden sahte, boş ama bir kısım seçmeni tavlayan anlatı söz konusu… Propaganda makinesi öyle büyük ki, başka bir ülkede ayıbın büyüğü olarak nitelenecek hikayeleştirme bizde seçim malzemesi oluyor.

https://www.yuzuncuyil.gov.tr/YirmiYil

Türk milletinin Cumhuriyet idealine ve kurucu değerlere ne kadar sahip çıktığı, dahası bunları ne kadar anlayıp içselleştirdiği ise ayrı bir tartışma konusudur. Kanımca -sarı saçlım mavi gözlüm- seviyesindeki basmakalıp Atatürkçülük de, sebebi belirsiz, boş ezbere ve fitneye dayalı Cumhuriyet karşıtlığı da aynı bilgisizlikten doğmaktadır.

Son sözü tarihin hep haklı çıkardığı Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bir kez daha yanılmaması temennisiyle NUTUK’taki son sözlerine bırakalım.

Mustafa Kemal ATATÜRK askeri manevraları izlerken

“…Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.

Türk Milleti!

Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.

Ne mutlu Türk’üm diyene!”

Havalanan Uçak ile Batan Geminin Panoraması

Bu yıl değişen kulüp tüzüğü gereği mali yıl artık takvime değil sportif döneme özgü izlenecek.  Kulübümüz de tıpkı futbol şirketleri gibi her yıl 1 Haziran günü mali yıla başlayıp ertesi senenin 31 Mayıs’ında yılı kapatacak.  Bu değişimin doğal sonucu olarak olağan mali genel kurul toplantıları artık Mart ayında değil sonbaharda yapılacak.  14 Ekim 2023 günü gerçekleşecek toplantı da geçişe tanıklık edecek ara dönem olan 1 Ocak-31 Mayıs 2023 arası 5 aylık faaliyet ve hesapların sunulması amacını taşıyor.

Tam bu noktada sportif sezonlara dayalı gelir gider dengesinin konsolide takip edilmesi ve mali yılların eşitlenmesi gerekliliğini ilk kez dile getirenlerin ve bunun için epey uğraşanların başında gelen İstanbul Sanayi Odası eski başkanlarından Kulüp Divan üyemiz Sayın Hüsamettin Kavi’yi rahmetle anmak isterim.  Olgun tavrı, nezaketi ve bilgeliğinden çok istifade etmiştim, kendisiyle olan sohbetlerimi özlüyorum.

Galatasaray Spor Kulübü üyelerine faaliyet kitapçığını ve mali sonuçları online platformda sundu.  Bu konulara ilginin giderek azaldığını net biçimde gözlemliyorum, dolayısıyla raporları bihakkın inceleyen pek az üye olduğuna eminim.  “Merakı olup incelemeye vakti olmayanlar için Galatasaray’ın 5 aylık performansı ve son dönemdeki gelişmeleri ele almaya niyetlendim” demek isterdim ama aslında bunlar benim kendime notlarım, zamana yenilmemek ve unutmamak için… Herkesin kendi kahramanlık hikayesini anlattığı ve alkış beklediği dönemde sapla samanı, propaganda ile hakikati ayırmak için yazıyorum.  Yazdıkça hatırlıyorum, hatırladıkça benzerlik ve farkları görüyorum, gördükçe anlıyor ve sorguluyorum.  Bu da hafızayı ayakta tutuyor, muhakemeyi güçlendiriyor.  Manipülasyona müptela kitlelerin kalabalık gürültüsü içinde, dingin bir köşe yaratma çabası da denebilir.  Geçmişi unuttuğumuzda yakınımızdaki tehlikelerin farkında olmayız ve kaybedeceğimiz bazı şeyleri geri almamıza zaman müsaade etmez.

Konumuza dönecek olursak futbol topunun kale çizgisiyle olan fırtınalı aşkı algılarımızın ayarlarıyla her zaman oynuyor.  Galatasaray profesyonel futbol takımı sezona gayet iyi başladı. Ligin ilk 8 maçında 2,75 puan ortalamasıyla gidiyoruz.  Ön elemeleri kazasız belasız geçip ait olduğumuz UEFA Şampiyonlar Ligi A grubuna demir attık.  Old Trafford’da (The Theater of Dreams) alınan galibiyetle keyfimiz yerinde, nazar değmesin.  Üstelik takım maksimum performansına ulaşmadı henüz, gidecek yolumuz varılacak menzilimiz var çok şükür…

Profesyonel futbol Sportif A.Ş. bünyesinde yönetiliyor, Süper Lige GALATASARAY A.Ş. olarak tescilliyiz.  14 Ekim günü ise Kulübün (Derneğin) üyeleri toplanacak ve oy vererek iş başına getirdikleri yönetimin performansına bakacaklar.  Dolayısıyla önceliğimiz üyesi olduğumuz Galatasaray Spor Kulübü olacak, bakalım 2023 yılının ilk 5 ayında neler yaşanmış.

Maalesef yazının girizgahındaki ılıman iklim burada sona eriyor, buradan sonraki satırlarda winter is coming…

Galatasaray SPOR Kulübü (DERNEK) bu yılın ilk 5 ayında tam 196.585.058 TL Brüt Zarar yazmış.  Brüt zarar kabaca malı satış fiyatınız ile maliyetiniz arasındaki fark diyelim.  Kar-Zarar tablosunun daha ilk satırında patlıyor bomba!  Geçen yılın 12 ayında 106 milyon TL brüt zarar varken, bu yıl ilk 5 ayda %85 daha fazla zarar var.  Bu verinin içinde futbol yok, faiz / finansman gideri yok, yatırım maliyeti yok, genel yönetim giderleri yok.  Futbol dışı branşlarda sahaya çıkmak üzere takımlar kurmuşuz, teknik kadrolara ödemeler yapmışız, amortisman benzeri giderler doğal olarak mevcut ve karşılığında gelir elde etmişiz.  Fark (-) 196,5 milyon TL.  Akıl alır gibi değil, spor yapmamışız da parayı sobada yakmışız gibi bir netice var ortada.

Elbette kulübün genel yönetim giderleri, başka diğer giderleri de eklenince esas faaliyet zararımız 269,7 milyon TL.  Sadece 5 ayda bu zarar? Geçen yıl 12 aylık zararı beş ayda 59 milyon TL sollayıp geçmişiz. 

Yatırım faaliyetlerinden gelirler yani sporla ilgili olmayan değerlemeler ya da yatırım dönüşleri eklenince tablo hafiften düzeliyor.  Üzerine geçmiş yıla nazaran çok ağır görünmeyen finansman gideri ekleniyor.   Beş aylık dönem zararı 105 milyon TL’ye iniyor!  “Bu beş aylık dönemde döviz kuru bizi perişan etmiştir” ezberine sığınmak isteyenlere kötü haber, 1 Ocak-31 Mayıs arası döviz ortalama %9 yükselmiş.

Gelelim BÜTÇE konusuna.  Yönetimler her sene genel kurula bütçe getiriyor ve onaylatıyor.  Genel kurulda genelde ezbere kalkıyor eller zira bütçe üzerine kafa patlatmak yorucu…

Şimdi biraz geriye dönüyoruz, 30 Temmuz 2022… Yeni göreve gelen Sn. Dursun Aydın Özbek başkanlığındaki yönetim bütçesini sunuyor, akabinde geniş yetkiler talep ediyor. Bu satırların yazarı kürsüde temelde şu mesajları veriyor dinleyen maksimum 428 kişiye.

  • Bütçe ve planlama konusunda merkezi bir disipline ve olgun geleneklere sahip değiliz
  • Hazırladığınız bütçe kalemleri arasındaki sapmalar ve değişimler, bütçe varsayımları hakkında hiçbir bilgi vermemişsiniz
  • Devraldığınız bütçe 40 milyon TL eksiyle gidiyor, bunu düzeltmek en azından izlemek için elinizde yöntemler var.  Lütfen gayretle takip edin, bu açığı kapatmaya çalışın
  • 2019, 2020 ve 2021’de bu kulüp faaliyetinden zarar etmemiştir, sportif faaliyeti finanse etmek için yeni borç almaya gerek duymamışlardır.  Lütfen bu disipline geri dönün.
  • Hazırladığınız bütçenin tutmama ihtimali gayet kuvvetlidir! Lütfen ay ay, hafta hafta takip edin.  İşin ucunu bir kaçırdınız mı sonu felakete varır.
  • Destek faaliyet konumundaki şirketler zarar edemez, bunlarla ilgili derhal net karar alınmalıdır.
  • Döviz cinsinden harcama yaparken çok hasis davranın, ülkenin makro dengeleri alarm veriyor, kurun nereye gideceği belirsiz.

Ben Albus Dumbledore ya da Nostradamus değilim, ailemde müneccim de yok.  Kahin ekonomist Nouriel Roubini olma iddiam da olamaz ama yine de bir bakalım neler olmuş.

Bütçenin gelir tarafında yılın ilk 5 ayı için Kulüp Merkezi ve ADA sayesinde 3,3 milyon TL gelir fazlası yaratmışız, ki bu güzel haber.  Detaya indiğimizde amatör branşlarda hesaplanan %5 eksik gelir var ama bu kontrol edilebilir seviye olarak kabul edilmelidir.

GİDER tarafında ise durum hiç iç açıcı değil.  Bütçelenenden 23,3 milyon TL fazla gider yapmışız.  Sportif branşlar ilk 5 ayda bütçenin %16 üzerinde harcama yaparken, giderleri rahat takip edilecek spor okullarında mesela %30 sapma söz konusu.

Yani ilk 5 aya bakıldığında faaliyetler özelinde değerlendirirsek bütçe tutmamış. 

Elbette 11 Ekim 2023 tarihli divan kurulunda Levent Yaz’dan bayrağı devralan muhasip üye Sn. İsmail Sarıkaya bütçeyi başka türlü takdim etti.  Yukarıda belirtildiği üzere kur farkı beklenenden az gerçekleştiği için, faizler de anılan dönemde raydan çıkmadığı için genel kurula onaylatılmış 358 milyon TL yerine 352 milyon TL zarar ederek bütçe dahilinde gittiklerini söyledi.  Teknik olarak söylediği doğrudur ama bakış açısı sağlıksız ve tehlikelere açıktır.  Kulüp yönetimleri hükümleri altında bulunan operasyonun / faaliyetin dizginlerini ellerinde tutmalılar.  Zira döviz kuruna global finans piyasaları, politika faizine siyaset karar veriyor. O alanda herhangi bir tesirimiz yok, ülkenin tamamı gibi aynı alamete binmiş seyir halindeyiz. Üstelik yerel seçimden sonraki içerideki acı reçete beklentisine ek olarak bölgesel gerginliklerin petrol arzına etkisi, varil başına fiyatların artışı, bunun Türkiye’nin cari açığına dolayısıyla döviz talebine etkisi derken enflasyonla birlikte kur riski halen açık yara gibi…

Konsolide verilere de bakalım.

Üyelerimizin alkışlarla ve büyük beğeniyle ibra ettiği 2022 yılı 1 milyar TL toplam faaliyet zararıyla kapanmıştı.

2023 yılı ilk beş ayında Galatasaray Spor Kulübü ve tüm iştirakleri toplamda 799 milyon TL faaliyet zararına ulaşmış!  Sayın İsmail Sarıkaya bu veriyi yine Divan’da aktarırken taşınmazların yeniden değerlemesiyle ulaşılan gelirleri referans göstererek dönemi aslında kârlı kapattığımızı söylüyor.  İfade teknik olarak yanlış değil ama biz faaliyetimizden cayır cayır zarar ettiğimiz sürece manası yok.

Örneğin futbol şirketimiz Sportif A.Ş. yılın ilk 5 ayında 581 milyon TL dönem zararına ulaşmış.  Referans açısından geçen yıl 12 ayda 609,8 milyon TL zarar edilmişti.

Üzerine fırtınalar kopan, resmi hesaplardan kişisel husumetlerin püskürdüğü Galatasaray Mağazacılık A.Ş. yılın ilk 5 ayında 257 milyon TL ciroya karşılık sadece 2.590.239 TL kâr elde edebilmiş.  2022 yılını da üzerine koyduğunuzda 17 ayda toplam 19,9 milyon TL kâr var ortada. 17 ay boyunca kocaman bir organizasyon, değerli bir marka çalışıyor.  Personel, yatırımlar, kampanyalar, siparişler, satışlar, mesailer, tasarımlar, lansmanlar ve bize kalanla İstanbul Levent’te 1+1 rezidans dairesi alabiliyoruz.

Bu performans üzerine ne başarı hikayeleri anlatılıyor, “Dönemimizde 355 milyon TL EBITDA yarattık” diyor istifa eden ekip ama resmi verilerde bu meblağın izini süremiyoruz.  Perakendecilik şirketimizin geleneksel ciro / kâr denklemine baktığımızda bunun olabilirliğini nasıl tarif edelim.  ARZU Film prodüksiyonu Neşeli Günler filminden unutulmaz bir sahnede Şener Şen pazarlama dehasını şu cümleyle taçlandırır.  “Ürünlerimizi İngiltere kralı, rahmetli başkan Kennedy, Taçsız Kral Pele, Beckenbauer, kaleci Maier, Nadia Comaneci, Brigitte Bardot hatta Fenerbahçeli Cemil kullanıyor.”  Hesap oraya çıkıyor. Oysa gerçekten çok başarılı olduklarını düşünüyor ve emeklerinin ziyan, ortaya çıkardıkları değerin zayi olduğuna inanıyorlarsa; twit atmak yerine kapsamlı bir faaliyet raporu ortaya koyar ve dönemlerinde olan biteni anlatırlardı. Ellerinde iyi örnek de vardı üstelik, 2021’de görevi bırakan yönetim perakendecilik faaliyetiyle ilgili 60 sayfa gayet güzel bir çalışmayla veda etmişti. Sorardınız mesela o dönemden Kaan Kançal’a, anlatırdı yaptıklarını.. o kadar da zor değil?

Mağazacılık şirketinden istifa edenlerin gizli bir ajandası var mı bilmem, içinden çıktıkları yönetimi topa tutmak için mühimmat biriktirmişler midir ilgilenmem ama üslup şık değil, bireysel serzenişlerine kulübün resmi mecrasını alet etmeleri çok ayıp… Gerçekleşmemiş verileri uluorta paylaşıp manipülatif bilgiyi dağıtıma sokmaları riskli… Birtakım iddialar ileri sürüp “buradan istifa ettim ama diğer görevlerimde kalıyorum” demek ise gülünç!

İstifa demişken, Sn. Levent Yaz’ın istifasındaki iddia daha kayda değerdi.  Bazı iştiraklerin bütçelerinin yönetim kuruluna gelmediğini, talep edilen kimi açıklamaların yapılmadığını söylemişti.  Buradaki tahminlerim daha kırıcı olur ve Galatasaray’a zarar verebilir, konuyu burada kapatmış olalım.

30 Temmuz 2022’de GSTV’yi örnek vererek net bir görüş ortaya koymuştum. Galatasaray faaliyetinden zarar etme defterini kapatmalıdır ama herhangi bir mali yılda zarar edecekse yelkenden ya da atletizmden zarar edebilir.  Sportif branşlar hariç hiçbir iş kolu zarar edemez.  Ana faaliyete destek konumundaki bu operasyonlar ya rehabilite edilir, ya outsource edilir ya da tasfiye edilir. 

GSTV yılın ilk 5 ayında 408 bin TL ciro yapmış ve sıkı durun 11,5 milyon TL zarar etmiş.  Geçen yıl 12 ayda 6 milyon TL zarar etmişti, bunu neredeyse ikiye katlamış 5 ayda.  Software yatırımı olmuş, kablolama yapılmış.  Herhalde bu maliyetlerden ötürü zarar söz konusu çünkü personel tablosuna baktığınızda şirketin sıfır çalışanı görünüyor.  Toplam 5,7 milyon TL değerinde varlığı olan şirket, özgün içerik üretmekte zorlandığı ve reklam geliri elde edemediği TV kanalını inatla web ve mobil platformda faaliyet gösterecek şekilde dönüştürmediği için para kaybetmeyi sürdürüyor.  Bu şirketin yönetim kurulu üyelerine sormak isterim, “ne yaptığınızın ve buna değmeyeceğinin farkında mısınız?”

Kulübümüzün Sportif A.Ş.’ye olan borcu 2.172.877.394 TL’ye ulaşmış.  Önceki yönetim dönemlerinde her ay Divan kurulu kürsülerinden didik didik sorgulanan bu meblağ, Sayın Özbek seçildiğinden beri konuşulmaz oldu.  Sebebi çok açık, eskiden eleştirenlerin artık oy verdikleri yönetimi sıkıştırmak istememesidir.  Adamına göre muamele ve çifte standart Galatasaray’a fayda getirmez, bu notu da eklemiş olalım. 

31 Aralık 2021’de idari personel sayımız 432 iken 31 Mayıs 2023’de 480’e yükselmiş. Bu artışın gerekçelerine dair veri yok elimizde ancak çalışanların becerileri, yetkinlikleri ve aidiyetleri sürekli izlenmelidir.  Çalışanların mutlu ve verimli çalıştığı bir organizasyon olma hedefinden ayrılmamalıyız. Bununla birlikte sürekli artış gösteren kıdem tazminatı ya da kullanılmamış izin karşılıkları maliyet kalemi olarak kontrol altında tutulmalıdır.  Eminim ki grubumuzun İnsan Kaynakları Direktörlüğü bu konuyu parametrik olarak ele alıp inceleyecektir.

Güzel şeylerden de bahsedelim, en azından okuyanlara moral olsun.

Finansal yeniden yapılandırma anlaşmasının ödemesiz dönemi 31 Mayıs 2022’de sona ermişti. 2023 yılı Şubat ve Mayıs aylarında faiz ödemeleri anlaşma kurallarına uygun olarak yapılmış.

Bilindiği üzere Florya’da bize ait olmayan 40 dönüm araziyi bedelini ödeyerek satın aldık. Bu doğru bir operasyondu, krediyle yapılan bu alışverişten kaynaklı borcumuzu da ödemişiz.  Hatırlanacak olursa Florya’daki tapulu mülkümüzü Emlak Konut’a bedeli mukabili devretmiştik. Gelir paylaşımı işbirliği gerçekleşmeyince faiziyle / masrafıyla ödeyip tapulu parseli geri almıştık.  O dönemin yönetimi yerden yere vurulmuştu, “proje bütünlüğü bozuldu” denmişti.  Oysa şimdi geri alım sayesinde üzerine bize ait olmayan 40 dönümü daha alarak çok daha verimli bir projeye yürüyoruz. 

Bu operasyon için kullandığımız 1.085.000.000 TL krediyi TL Ref +5,5 faizle kullanmışız.  Bankalar konsorsiyumu ile yapılan ve beğenilmeyen yeniden yapılandırma anlaşmasının faizi TL Ref + 1,5 idi.  Yeniden tespitle sormuş olalım: GSRAY Sportif A.Ş. ayarında yıllarca zarar etmiş, öz sermayesi erimiş, belirsizlikler içinde, uluslararası risklere tabi, profesyonelce yönetilmeyen başka bir şirket bu koşullarda bankayla borç yapılandırma anlaşması yapabilir miydi?  Bankanın kapısından bile geçemezdi.  Bu anlaşma kamu otoritesinin, hükümetin, devletin (adına ne derseniz) kulüplere sağladığı ciddi bir imkan ve imtiyazdı.  Politika faizi ısrarla düşük tutulduğu dönemde çok avantajlıydı, bugün %30 politika faizine rağmen halen avantajlı sayılır zira bulabilirseniz eğer ticari kredi faizleri %45’lerden %60’lara varan maliyetlerdedir.  Artı değer üreten stabil bir gelir modelimiz olsa TL cinsinden anlaşmada kalmak aşağıdaki geri ödeme tablosuna ve enflasyonist beklentilere göre halen iyidir ama bir seferlik yüksek nakit girişi olacaksa borçları kapatıp çıkmak da iyi bir opsiyon olacaktır.

Uzun yazımızın son bölümünü Sportif A.Ş’nin bize gösterdiği yeni ufuk çizgisi ve Sayın Erden Timur’a ayırmak isterim.

Sn. Timur Nisan ve Eylül aylarındaki Divan Kurulu toplantılarında futbola dair vizyonu ve hedefleri ortaya koyan iki güzel sunum yaptı.  Bireysel olarak bu konuya çok odaklandığı, pek çok kişiden fikir aldığı ortada.  Böylesi çalışmaları seven ve destekleyen biri olarak beğendiğimi söylemeliyim, hemfikir olmadığım birkaç nokta olsa da ortaya bir strateji koymak başlı başına bir ileri adımdır.  Eksik olan ise futbola dair bir strateji çizilmeye çalışılırken, Galatasaray Spor Kulübünün diğer branşları hakkında böyle bir çalışmanın var olmaması, en azından üyelerle paylaşılmamasıdır.  Divan üyelerinin futbol sunumunu alkışlarken “üyesi olduğumuz kulübün diğer branşları nasıl bir yol izleyecek?” diye sormaması da bu kurulun artık Galatasaray’a yön gösteremediğinin delili mahiyetindedir. FUTBOL kendine bir yol haritası çizip defineye ulaşmaya çalışırken, Dernek bulunduğu yeri daha derin kazmakla meşgul gibi.  Kulüp yönetimine seçilmiş olanlara hatırlatmak isterim, sizin ilgi alanınız voleybol, kürek, atletizm, basketbol veya yelken olmalıdır.  Futbol Sportif A.Ş. bünyesindedir, doğru yere odaklandığınızdan emin olunuz!

Tam bu noktada gayet sakil şekilde sürdürülmeye çalışılan atanmış-seçilmiş tartışmasına girelim.  Bir kere kör kıskançlık ile bir yere varılmaz, haset ederek kendi kaderinizi güzelleştiremezsiniz.  İkinci olarak seçilmiş, atanmış hatta dışarıda kalan olarak GALATASARAY’a hizmet etmenin türlü yolları ve dereceleri vardır. Bir taşı şuradan alıp oraya koyana müteşekkir olunmalıdır.  Hele ki mevcut yönetimi sevenler ve destekleyenler Erden Timur’u “atanmış” diye kendilerince küçümsüyorlarsa, bilsinler ki seçimi Erden Timur sayesinde kazandılar.  Hatırlayınız, kampanya döneminde çok akıllı bir strateji ile başkan adayı mevzi gerisine çekildi.  Kampanya sözcüsü konumundaydı Erden Timur, seçmen hem onun basketbolda yarattığı olumlu havaya hem kampanya dönemindeki samimi heyecanına hem de gayrimenkul projelerinde işler yürürken deneyimlerini Galatasaray lehine kullanacak olmasına oy verdi.  Erden Timur’u atanmış diye eleştirenlere soru, Erden bey karşı listede yer alsa bugün kulüp başkanı kim olurdu?  Yaratılmak istenen ayrım manasız olduğu kadar hafızaların da ne kadar zayıf olduğunun göstergesi…

Sayın Erden Timur Eylül ayında Kemerburgaz tesislerimizin şantiyesinde yapılan Divan toplantısında bir sunum yaptı ve inanılmaz şeyler anlattı.  Ortalama 75-80 milyon Euro iş hacmi yaratan Sportif A.Ş’nin 2023-2024 mali yılını 218 milyon EURO ciro ile yani yaklaşık 6,3 milyar TL ile kapatmasını beklediklerini söyledi. Avrupa’nın en büyük 20 kulübü listesini zorlamak anlamına geliyordu bu söylem.

Türk futbol şirketlerinde 2 milyar TL barajı geçen mali yıl Fenerbahçe tarafından 2,06 ile aşılmıştı.  Şimdi biz 3-4-5 pas geçip 6 milyar liranın üzerine çıkacaktık. Dünya rekorlarını birer santim geliştiren Sergei Bubka gibi değil de, ağırlıkları beşer onar artıran Naim Süleymanoğlu gibi olacağız anlamına gelir bu.

İşaret ettiği içinde bulunduğumuz mali yılın ilk çeyrek sonuçları da KAP üzerinden yeni açıklandı.  Öncelikle hasılat (ciro) infilak ederek 1,488 milyar TL’ye gelmiş.  Müthiş bir performans bu, bir önceki yılın aynı dönemine nazaran 5 kattan fazla bir meblağdan bahsediyoruz. Faaliyetten kaynaklı 200 milyon TL kâr, geçen yılın aynı dönemine göre yüklü bir faizi kazancımızdan ödemişiz yani borç ödemek için borca girmemişiz ve dönem 98 milyon TL kâr ile kapanmış.  Brüt zarar döneminden pozitif EBITDA’ya geçmişiz. Çok sevindirici gelişmeler, devamı da gelsin diyoruz.

Örneğin Fenerbahçe Futbol A.Ş. bizim 200 milyon TL faaliyet kârına karşı, (-137) milyon TL zarar yazmış ancak bonservis satış gelirine 1 milyar TL’nin üzerine rakam yazınca dönemi muazzam bir performansla tamamlamışlar.  İlginç olan Şampiyonlar Liginde mücadele eden lig şampiyonu Galatasaray’ın mağazacılık geliri Haziran-Ağustos arası 3 aylık dönemde Fenerium’dan biraz geride kalmış. (438 milyon TL’ye karşılık 405 milyon TL) 

Bu arada spor kulüplerinde gelirler üzerindeki dönemsellik ilkesini de unutmamak gerekir. Diyelim ki sezonluk 1 milyar TL geliriniz, 1 milyar TL de gideriniz olsun. Buna rağmen gelirin düşük, giderin yüksek olduğu çeyreklerde nakit akışını yönetmekte zorlanır ve kredi arayışına girersiniz. Örneğin yaz mevsimi bereketlidir, peşin oyuncu satmışsanız gelirini bilançoya yazarsınız. Kombineler satışa çıkar, seyirciler size kaynak aktarır. Turnuva katılım bedellerinin bir kısmı ödenir. Geçmişten bir örnek, 2019-2020 ilk 3 aydaki dönem kârı 79,5 milyon TL idi ve aynı dönemin hasılatına oranı %37’nin biraz üzerindeydi. Dönemin Euro/TL’nin kuru ise 6,45.

Eylül ayında Kemerburgaz’daki divan toplantısında hedeflenen 218  milyon Euro toplam iş hacmi içinde 121 milyon Euro commercial revenue (ticari gelir) ve 53 milyon Euro matchday income (maç günü geliri) olacağını da kırılım olarak gösterdi.  53 milyon Euro stadyum gelirini de çok iddialı bulmakla birlikte esas önemsediğim konu ticari gelirler oldu.  Türkiye’de maddi getiri yalnızca sportif başarıya endeksleniyor, oysa marifet top çizgiyi geçmezken bile yaratıcı fikirler üzerine bina edilmiş sağlam iş modelleri ile sürdürülebilir gelir elde etmektir.

Ticari gelirden ne kastediyoruz?  Kabaca bakarsak markalı ürün ve hizmet satışları, sponsorluklar, isim hakkı gelirleri, reklam gelirleri, third party proje gelir payları vs. gibi kalemleri kapsıyor.  121/218 dengesine baktığımızda hedeflenen muazzam gelirin yaklaşık %56’sı ticari faaliyetlerden elde edilecek anlamı çıkıyor. 

Oransal değerlendirildiğinde Avrupa’nın ilk 20 kulübü arasında yer alan Atletico Madrid ve Inter’den fersah fersah daha iyi skor. Sıkı durun Juventus, Arsenal, Chelsea’den de iyi bir oran.  Real Madrid bile toplam gelirinin %45-%50’sini ticari gelirden elde ediyor.  Peki %56 ile kim rakibimiz… On yıllardır Deutsche Telekom, Audi, Allianz, adidas gibi devlerle nikahlı yaşayan kusursuz işletme Bayern München!  Türkiye’de yayın gelirlerinin diğer beş büyük lige göre çok geride olmasının bu oranda etkisi olsa da 121 milyon Euro ve %56 ticari gelir payı inanılmaz…
Herkesin heyecanlandığına eminim ama bu tutarın kırılımını kalem kalem görmek isterim.  İçinde gayrimenkul kökenli bir gelir var mı, futbolcu satışlarından elde edilecek gelir nerede gösterilecek, onları anlamak önemli.  O detaylı kırılımdan ve gerçekten sadece tarife uygun ticari gelirlerin dahil edildiğinden emin olmadan benim için bu meblağ “inanılır” seviyenin epey üzerinde… 121 milyon Euro bir sezonluk performans olarak realize olsa bile Erden Timur’a teşekkür edilmelidir, takdirde bonkör davranılmalıdır. Hele ki “bu başarılı çizgi sürdürülebilir mi?” sorusunun cevabı sportif başarıyla direkt bağlantılı olmayan ticari gelirlere dayanarak “EVET” olarak gelirse kapasite olarak artık başka bir lige çıkmışız demektir ki, Sayın Erden Timur ekonomi dergilerine kapak olur, tribünlerde ismine besteler yapılır. O bakımdan bu 121 milyon Euro’yu çok ince dilimler halinde irdelemek her üyenin hedefi olmalıdır. Bunu yaparken de doğru soruları ortaya koyabilmek önemli, mesela kulübün yakın zamanda övünerek ilan ettiği bir sıralamayı paylaşalım.

Bu tabloya göre 2023 yılının Ağustos ayında sosyal medyada en çok konuşulan / en sık etkileşim alan kulüp GALATASARAY, dünya genelinde ilk beşe baktığınızda ikisi Ronaldo ve Messi sayesinde konuşulan kulüpler, ikisi İspanya’nın dev futbol ikonları.. Soru ise şu: “Biz bu etkileşimden ne elde ettik, bilançolara ne yansıdı?” Yoksa konuşuldu, tartışıldı ve geçip gitti mi?

Buraya kadar yazılanların kendimce özeti şu, 9,5 milyar TL toplam yükümlülük kargosuyla birlikte Sportif A.Ş. uçağı pistten başarılı şekilde havalanmış gibi ve yükseliyor.  Dernek gemisi ise pervaneleri faize dolanmış su almaya ve batmaya devam ediyor.  Genel kurula gelen üyeler Derneğin faaliyetine bakıyor ama Sportif A.Ş. futbolcularının attığı gollere göre hareket ediyor. Yönetimleri bağlayan Tüzüğün amir hükümleri ise sevgi ikliminde nostaljiye dönüşmüş durumda.

En ilginç olan ise artık kimse finansal sonuçlarla ilgilenmiyor çünkü itiraf edilmese de herkes gayrimenkul projelerinin nihayete ermesini, tapuların yeni sahiplerine geçmesini, paraların da kasaya girmesini bekliyor.  “Riva, Florya, Mecidiyeköy projelerinden nasılsa çok büyük kazanç elde edilecek, endişelenmeye lüzum yok” diyenlere tekrar hatırlatmak isterim ana faaliyetimizden değer üretmeyi öğrenmediğimiz sürece daima bıçak sırtında yaşayacağız zira bu camia ilgisiz ve duyarsız davrandığı yıllar boyunca çok yanlış refleksler edindi.  Top çizgiyi ya da çemberi geçince yönetimler cici, sportif başarı gelmeyince vur abalıya…

Son zarları attıktan sonra artık Galatasaray’ın bütçesiyle, bilançosuyla kumar oynama devri bitecek.  Şımarık istekler, oluru olmayan talepler, akla zarar deneysel projeler, taraftarın mahalle baskısı, fizibilitesiz yatırımlar hepsinin sonu gelmek zorunda.  Yaratılan fondan sağlanan fayda kadar faaliyetimiz olacak eğer doğru refleksleri edinmezsek…

O güne kadar nasıl Mart 2023’de açık vereceği belli Dernek bütçesini onayladıysanız, konsolide 1 milyar TL senelik faaliyet zararını alkışladıysanız cumartesi günü de alkış, oy birliğiyle ibra, RE RE RE RA RA RA

Ne de olsa, we have Icardi they don’t 🙂