Henüz 13 yaşındayken Galatasaray Lisesi 7.sınıfta yeni bir Türkçe öğretmeniyle tanışmıştık, sıradan biri olmadığını anlamamız yarım saat falan sürmüştü.
Öncel TUNÇAY
Bana kalem erbabı olma fikrini aşılayan, beni cesaretlendiren ilk kişi odur.
Bir sınıf dolusu haylaza kelimelerden keyif alarak düşünce ve duyguları saman kağıda dökmeyi sevdiren kişi Öncel hocadır. Bu vesileyle kendisini rahmet ve minnetle anarım. Can bedende olduğu sürece kendisi kahramanım olarak benimle yaşayacaktır.
Yazmak beni rahatlatır, analitik ve hızlı düşünmenin anahtarıdır. Biriktirmeyi severim, eski yazılarımı yıllar sonra dönüp okumak hoşuma gider. Bu hayatta pek çok kıymetli insan tanıma şansım oldu. Bazıları beni yazmam konusunda teşvik ettiler, eksik olmasınlar.
Bu ve benzeri parçaları birleştirince blog açma fikri ne zamandır kafamdaydı ama nedense herkese “üşenme – erteleme – vazgeçme” diye öğüt veren bendeniz, tembelliğin tuzağından uzun süre kurtaramadım kendimi.
Nihayet yazdıklarımı biriktirmek ve lütfedip ilgi duyan başkalarıyla paylaşmak üzere adım atabildim.
Burada peşinen bir ikazda bulunmalıyım zira bazı yazıların 21.yüzyılın saniyelerle ölçülen dikkat seviyesine hiç uygun düşmediğini ve epey uzun olduğunu fark edeceksiniz. Sabrı ve zamanı kısıtlı okurlar kusura bakmasınlar ama tanınmak ve hatırlanmak için yazan biri olamadım hiç. Kanımca eğer Leonardo da Vinci, Johann Sebastian Bach, Isaac Newton, Mimar Sinan, Mustafa Kemal Atatürk ayarında dahiler değilsek ve dünyayı değiştirecek adımlar atma şansı bulmadan sıradan hayatlar yaşıyorsak aslında hepimiz kusurlu bedenlerde sorunlu ruhlardan ibaretiz. İnkar ettiğimiz doğanın parçasıyız, varlığımız ve yokluğumuz ne mavi gezegen ne de insanlık tarihi için bir kavşak ya da sıçrama tahtası sayılamaz ve aslında günü geldiğinde unutulmamızda da bir sakınca yok. Ben hatırlamak için yazıyorum, unutmamak için, eskiden olanı yeri geldiğinde yeniden yorumlamak için. …ve biliyorum hatırlamak bazen epey örseler insanı…
Dolayısıyla hafızada kalanlar, ileriye dönük düşünceler, eleştiriler, kırgınlıklar, umutlar tekmili birden bu mecrada.
Yazılı kültür için minik, benim için mühim bir adım.
Galatasaray Spor Kulübü üyesi sıfatıyla yer aldığı hiçbir seçimde Dursun Aydın Özbek’e oy vermedim. Ekibini yetersiz, vaatlerini geçersiz bulduğum da olmuştur ama 2022 seçiminde oy vermeme gerekçem Bay Fırat Develioğlu’nun müphem gelecek tahayyülüne ortak olmamaktı. Sayın Özbek 25 Mayıs 2024’te 3343 rekor oyla yeniden seçildi, dört ay evvel sarı ve kırmızı iki liste de benim oyumu alamamıştı.
Sandıklar kapanınca seçmenin mesaisi biter dolayısıyla Galatasaray’ın bekası, başarısı ve itibarını temel alacağı umulan hizmet dönemi başlar. Dursun Aydın Özbek ve diğer başkanların isabetli, ilkeli, Galatasaray hak ve menfaatlerine uygun icraatlarını kendimce desteklerim. Bunu da hiç saklamam. Örneğin Mecidiyeköy’ün rezidans projesine dönüşme iradesi, Galatasaray Adasındaki mülkiyet hakkımızın genişletilmesi, Sportif A.Ş. gelirlerinin TL bazında neredeyse beşe katlanması, bilhassa Kahramanmaraş-Hatay depremlerinden sonra bölgeye gösterilen olağanüstü ilgi ve destek takdir edilesi icraat sınıfına girer. Elbette hesapsızlık, tutarsızlık, israf, muhtelif iletişim hataları, denetimsizlik, laçkalık, spor kulübünün yetiştirici & geliştirici misyonundan peyderpey uzaklaşması gibi semptomlar nedeniyle beğenmediğim icraat grubu ağırlıktadır. Dolayısıyla Sayın Özbek’e oy vermemekte kendimce haklıyım, hiç de pişman olmadım.
Ben oy vermemiş olsam da kendisi Galatasaray Spor Kulübü başkanıdır. Genel kurul iradesiyle seçilmiştir, meşru yetki ve yasal sorumluluk sahibidir. Onu takdir etmesem bile Dursun Aydın Özbek genel vekalet ilişkisi gereği beni de temsil etmektedir. O bakımdan temsil kudretinin yüksek olmasını beklerim. En azından beni mahcup etmemesini arz ve talep ederim.
Bu girizgâh ertesinde kendisine olan mesafem anlaşılmış olsa gerek, bu noktadan sonraki satırları ise derin bir hayal kırıklığı ve mahcubiyet ile yazdığımı kendime not olarak buraya eklemek durumundayım.
Hep birlikte aynı cevapları vermemizi gönülden dilediğim
sorularla girelim konuya:
Kazanmak için her yol mübah mıdır?
Yasal ile meşru kavramları aynı
kapıya mı çıkar?
Futbolu zehirleyen illegal bahsin
örtülü reklamını yapan profesyonel futbol takımı olur mu?
Sponsor ilişkilerinde sık sık ofsayta
düşmek büyük bir kulüp için normal mi?
Üç gün önce henüz maçlarda göremediğimiz son dakika transferi Roland Sallai Florya’da poz verirken üzerindeki formanın sırtında meritking.news ibaresi gördük. Henüz KAP bildirimi ya da imza töreni yapılmamışken yeni bir sponsor olduğu haberi servis edildi.
MeritKing internette spor içeriği tüketen insanların sık sık karşısına çıkan yurt dışı menşeli bir bahis ve kumar sitesinin adıydı. “Paranın rengi olmaz” derler ama Galatasaray asırlık itibarına böyle bir hata için kara çalmazdı, dolayısıyla elbet makul bir açıklaması olmalıydı.
Türkiye’de makro iktidarın sahibi ve mutlak gücün tek
temsilcisi R.T. Erdoğan Kasım 2020’da ne demişti hatırlamamak olmaz:
“Paranın rengi, dini yoktur. Para paradır.”
Ülkemizdeki tüm mikro iktidar sahiplerinin onu örnek
aldığını, özellikle eleştiri ve itirazlara onun gibi tepki verdiğini hatırlayınca
biraz endişelendim.
Aynı akşam (14 Eylül 2024) Galatasaray profesyonel futbol takımı Çaykur Rizespor maçına sırtında meritking.news reklamıyla çıktı.
Kulübün resmi açıklamasına bakıldığında Forma sırt reklam, farklı
branşlarda tanıtım hakları karşılığında iki sezon için 14.060.000 Amerikan
Doları + KDV ödenecekmiş.
Buna göre futbolun payı 3.155.000 Amerikan Doları + KDV
olacakmış, kalan meblağın diğer branşlara gideceğini varsayabiliriz.
İlan edildiği şekliyle yeni partnerimiz Serwin Global
Solutions SDN BHD Malezya’da Iskandar Puteri şehrini adres göstermiş. https://serwinglobal.com/
adresine bakıldığında hiçbir detay bilgi yok, kurucusu belirsiz, sermaye yapısı
paylaşılmamış, yönetim kadrosu tanıtılmamış, çalışılan müşteri referanslarına
yer verilmemiş. Serwin Global 14 milyon
dolar sponsorluk dağıtabilen muhteşem spor portalından ise hiç bahsetmemiş,
enteresan?
Meblağ kadar şüphe de büyük olunca meritking.news adlı haber
portalına göz atmak gerekti. Manzara trajik,
en basit kontrol soruları bile drama dönüşmekte, şöyle ki:
Onlarca benzeri olan, künyesi bulunmayan, iletişim için adres veya e-posta veremeyen, içinde şu an tek bir harici reklam banner veya advertorial barındırmayan, vasatın epey altı toplama içerik sunan alelacele hazırlanmış izlenimi veren wordpress tabanlı bir haber portalının Türkiye’nin en muteber spor markası Galatasaray’a 14 milyon Amerikan doları + KDV sponsorluk katkısı vermesi ticari olarak mümkün müydü? Böyle bir gelir modeline iddia ettiği faaliyet alanıyla yasal ve meşru yollardan erişebilir miydi? Bu hayatın olağan akışına uygun muydu?
Haber portalı görünümlü bu adres besbelli illegal bahis ve
kumar sitesi #MeritKing’in klonu ve uzantısıymış.
Mevzuatı by-pass etmek için icat edilmiş hülle ile karşı karşıya
idik. Yasal olarak bu reklamın alınması için mevzuattaki imkanlar kullanılmış
ancak ahlaki açıdan meşruluğu çok tartışmalı bir iş yapılmıştı.
Yasadışı bahis kara paranın hakimiyetinde olan mecradır. Futbolun spor olmaktan çıkıp üzerine kumar oynanan fenomene dönüşmesine asli sebeptir. Dünya üzerinde spora dair anormal, açıklanamaz, çirkin tüm usulsüzlüklerin bir yerlerinde mutlaka yasadışı bahis üzerinden dönen milyarlarca dolardan pay kapma yarışının gölgesine rastlanacaktır.
Bu konuda daha detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler için birkaç link paylaşmak isterim.
Faaliyetinden yıllardır zarar eden, bir türlü hesabını
bilmeyen, mahalle baskısıyla paniğe kapıldıkça daha çok harcama yapan
Galatasaray biraz dikkatli olabilseydi, kovduğu futbolcuların cebine para
koymasa ve kadrodan gönderdiği oyuncularına maaş ödemeseydi, sportif başarıdan
bağımsız sürdürülebilir gelir etmeyi başarabilseydi “paranın dini imanı
olmaz” demek zorunda kalmayacaktı! Fayda
/ maliyet kavramına yabancı, üretemediği başarıyı borç parayla satın almaya
çalışan Galatasaray önümüzdeki aylarda içine düşmesi muhtemel ödemeler dengesi
krizi için paranın ucunu gösteren herkesle masaya oturur muydu gerçekten? İllegal
faaliyetine muteber reklam mecrası arayanların tuzağına düşülmesi mümkün müydü?
Kültür simgesi, sporun beşiği Galatasaray bu olabilir miydi?
galatasaray.org resmi web sitesine bakınca görülüyor ki
Galatasaray Spor Kulübü aynı zamanda #Bilyoner ile de sponsorluk ilişkisi
içinde. Bilyoner Spor-Toto ve Milli Piyango’nun yasal bayiliğini almış, T.C’ye
vergi ödeyen, T.C. kanunlarına tabi yasal bir anonim şirket. Yasal ve
vergilendirilmiş kazanç sahibi #Bilyoner ve benzeri kurumların en büyük düşmanı
ve mücadele alanı illegal bahis ve kumar siteleri. Bunların etkinliğini
azaltmak için her yolu deniyorlar.
Sonra bir bakıyorlar ki iş ortakları mücadele ettiklerinin örtülü reklamına başlamış?? Türkiye’nin en saygın spor markasına sözleşmeli iş ilişkisine giriyorsunuz ama o marka sizin işkolunuzu çökertecek yapının ürettiği hülle haber portalının reklamını formasına koymuş? Sponsor ilişkilerinde garip işlere yakın dönemden başka bir örnek de adı sanı duyulmamış GKN Kargo ile 42 milyon TL tutarında sponsorluk alınacağının duyurulması ve imza töreniydi. Birkaç ay sonra anılan şirket konkordato ilan etti, dağ kadar borçlarına ek, taahhüt edilen meblağı ödeyecek mal varlığı olmadığı da ortaya çıktı. Elbette her ticari kuruluş sarsılabilir, zora girebilir veya batabilir ancak Galatasaray herkesle para ilişkisine giremez.
Kurumun itibarı ve markanın değeri açısından sponsor olacak kuruluşlar sanki onlara ticari kredi verecek banka hassasiyetiyle araştırılmalıydı. Eğer bu araştırma hakkıyla yapılmazsa gelir-gider dengenizi hançerlemiş olursunuz çünkü tahsil edemeyeceğiniz gelire göre reel harcama yapmak nakit akışınızı mahveder.
Meritking meselesi zamanlama olarak da çok tatsız bir döneme denk geldi. Tribün rantı üzerinden dönen organize işler ve karaborsa iddiaları yüzünden yıpranan, ortada somut delil yokken dahi yıpratılan bir yönetimin illegal bahis ve kumar siteleriyle flörtü şuursuzluk mu yoksa bir tür meydan okuma mı acaba?
Benim harici yorumum bu çaresizlikten kaynaklanan panik
halidir. Hesapsızca yükselen giderler,
her ay vadesi gelen yeni ödemeler derken ipin ucu kaçmıştır ve hızla yeni gelir
yaratarak dengeye gelmek elzemdir.
Dolayısıyla elinde parayla gelen sponsoru incelemek konusunda seçici
olmak mümkün değildir ve zaman kaybıdır!
Meritking.news işbirliği üzerine şüpheler ve eleştiriler yoğunlaşınca Galatasaray Spor Kulübü Başkan yardımcısı Niyazi Yelkencioğlu savunma pozisyonu aldı. Medyada yer aldığı kadarıyla son açıklaması şöyleymiş “bu para uzaydan gelmiyor, bu anlaşmayı uzaylılarla yapmadık”
Sn Yelkencioğlu Torino kulübü ile meritking arasında benzer işbirliğine girildiğini, Fenerbahçe’nin Pasha adlı sponsoru olduğunu söyleyerek kendi icraatlarını temize çekmeye çalışırken Galatasaray’a saldırmak için art niyetli bir çalışma olduğunu da eklemeden duramamış. Ankara’daki siyasi iktidarın kendini savunma mekanizmalarına ne kadar benziyor değil mi, çünkü iktidarın retoriği bulaşıcıdır.
Konuya tamamen yabancı olduğu halde müdafaaya koşan Niyazi
Yelkencioğlu’nun bilmediği veya anlayamadığı konulara gelelim. Öncelikle bahis
(betting) konusu her ülkenin iç hukuk düzeni içinde ele alınır, dolayısıyla
Torino ile yapılan işbirliği T.C. kanunlarına & federasyonlarına tabi
kulübümüz için ilginç bir örnek olsa da nihai ölçüt olamaz.
Fenerbahçe’yi hedef göstererek “bakın onların da sponsoru var, onlara da bir şey desenize” söylemi ise Aykut Kocaman’ın “Türk futbolunda hız sınırı aşılmış ama radar bir takıma tutulmuş esas dert orada” demesine benziyor. Hatırlanacak olursa Aziz Yıldırım da “şike yapmadım” diyememiş ama şikeyi Türkiye’ye Galatasaray’ın getirdiğini iddia edip mahkeme heyetine Sturm Graz maçımızı seyrettirerek herkesi güldürmüştü. Şunu unutmayalım ki etik değerler ve yönetim ilkeleri konusunda Fenerbahçe bizim için kerteriz olacaksa, Erzurumluların dediği gibi “ört ki ölem!” Kural şudur, eğer herhangi bir rakibimiz yasalara ve mevzuata aykırı iş yapıyorsa, sporun karar alıcılarının yaptırım gücü ve yargı denetimi yoluyla onları hizaya sokarsınız. Sui misal emsal olmaz, Galatasaray’ın tarihi sorumluluğu ise öncü ve iyi örnek olmaktır.
Kendisine hiç düşünmediğine emin olduğum bir pencere daha açayım. Akçeli konularda pozisyonunu anlatmakta zorluk çeken, şüphelerden sıyrılamayan, dedikoduların merkezine oturan bir marka kendisiyle gönül bağı kuranların itimadını sarsar. Bu durum da ürün ve hizmetlerin tercih edilmemesine, parlak projelerin bile güdük kalmasına yol açabilir. Yok yere saçma şeyleri gündemde tutmak yerine, mesela yeni tanıtılan GSPara uygulamasının talihsizliğe uğramamasına azami dikkat sarf etsinler. Peki nereden başlasınlar, mesela bu meritking.news işini masaya getirenlerle irtibatı derhal kessinler.
Yukarıdaki linkte belgenin 3.2.4 bölümünü özellikle tavsiye ederim.
Son tahlilde ne oldu? Eleştiriler, tepkiler, suç duyuruları gelince Galatasaray bu şüpheli (bence çirkin ve kabul edilemez) iş birliğini askıya aldığını duyurmak zorunda kaldı. Fahiş bir hatadan yüz çevirip, doğruya döndüklerini ummak isterim. Yazımızın başlığı “Gücün Karanlık Tarafına Geçmek” de olabilirdi, bu ricat sayesinde başlık tadil edildi.
Hepimiz biliriz ki çalışan insan hata yapar, normaldir. Proje
yaparsınız beklenen sürede tamamlanmaz, harici faktörler etki etmişse
beklenmedik bir sonuç değildir. Veri
setiniz eksiktir, yatırım fizibiliteniz tutmayabilir. İstemeden kusurlu bir iş yaparsınız,
düzeltmek için çaba sarf ederseniz kimse yüksek perdeden eleştirmez. Verimli çalışmıyorsunuzdur, gayret eder iyileştirirsiniz.
AMA yönetme sorumluluğu üstlenen seçilmişler bizi aptal yerine koymaya çalışırlarsa, hele eksi yazan hesapsız işlerini telafi etmek için panikle şüpheli karar ve eylemlere taraf olurlarsa o zaman iklim değişir, her türlü idari / mali / hukuki sonucuna da katlanmak zorunda kalırlar. Mesuliyetin getirisi olarak arada devasa bir fark var, bu yazı da farkı fark etsinler ve hab-ı gafletten uyansınlar diye kaleme alındı.
Galatasaray’da son dönemde olan biten izaha muhtaç garip olaylardan hicap duyuyorum, bu gidişatta bir payım olmaması beni asla rahatlatmıyor. Göz göre göre yapılan hatalar kadar, bu hatalara bağnaz bir tavırla sahip çıkanları ve en primitif tepkileri vererek kulübün vasatlaşmasına bilmeden yol açanları gördükçe üzüntüm katlanıyor. Sporun ne olduğunda ve hangi evrensel değerleri temsil etmesi gerektiğinde anlaşamıyorsak sıkıntı gerçekten büyük. Asgari ortak payda namına ahlaki bir zemin yoksa altımızda bu kulüp her yere sürüklenebilir, buna da asla razı gelinemez.
“İdealizm karın doyurmaz, rekabet için bol para lazım” diyen endüstriyel futbol meraklısı pragmatik zihinler topluma karşı hiçbir sorumluluğu olmayan, gençlere iyi örnek olma ve umut aşılama misyonunu tamamen bırakmış, kazanmak uğruna her türlü şüpheli ilişkiye taraf olmuş, kurucu değerlerinden uzaklaşmış, pusulası kırılmış ve kıblesi kalmamış, dolayısıyla başkalarının kolay hedefi ya da oyuncağı olmuş Galatasaray’a tahammül edebilirler mi? Bir daha… bir daha düşünsünler, tekrar muhakeme etsinler.
17 Eylül 2024 itibariyle mevcut yönetimin tamamen kontrolü kaybettiğini hissediyor, kulübün önündeki kritik eşikleri görünce endişeleniyor ama gidilecek yolu da ufukta seçemiyorum.
Edebiyatın başyapıtlarından Dostoyevski’nin SUÇ ve CEZA adlı
romanının son cümlesi gibi:
“Bu yeni bir öykünün konusu olabilir, bu öykümüz ise
bitmiştir”
Yazmak üzere masa başına oturduğumda bu defa varoluşçu
düşüncenin sembol ismi Søren Kierkegaard’ın unutulmaz cümlesi aklımda: “Hayat
ancak geriye bakarak anlaşılır fakat ileriye doğru yaşanmalıdır”
Kierkegaard içinde bulunduğumuz anda olan bitenin tam olarak
anlaşılamayacağını çünkü zamanı durdurup insanın eksiksiz muhakeme yapabileceği
bir an olmadığını savunur. Aynı zamanda
kişinin kendisi olabilmesinin hayata dair estetik, etik ve manevi seçimleri
olduğunu da eserlerinde konu eder.
Bu perspektifte Galatasaray Spor Kulübü tarafından 6 Temmuz 2024 tarihinde düzenlenen olağanüstü genel kurula bakmak, geriye dönüp anlamaya çalışmak, ileriye doğru yaşanacaklara dair bazı tespit ve uyarılarda bulunmak isterim. Bu kez yalnız kendi görüşlerimi değil bir önceki hafta cumartesi günü kürsüye çıkan kulüp üyelerinin dile getirdiği bazı cümleleri de paylaşmak istiyorum. Dolayısıyla elimizde geçmiş veriler, alınan kararlar ve o güne dair bazı söylemler olacak.
Konuyla yoğun ilgisi olmayanlar için kısa bir özet yapmak
gerekirse kulüp üyeleriyle seçilmiş yönetimler arasında hukuken bir vekalet
ilişkisi kurulur. Vekiller (yönetim
kurulu üyeleri) yetki verenlere karşı (kulüp üyeleri) her daim sorumludur. Kulübün mülkiyetinde ve/veya kullanımında
olan taşınmazlar üzerinde hak veya mükellefiyet kurmak ise ayrıca
yetkilendirilme gerektiğinden seçilen her yönetim olağanüstü genel kurul çağrısı
yapar, ihtiyacı olan yetkileri gündem maddeleri olarak sıralar ve genel kurulun
karşısına çıkarak ihtiyacı anlatıp yetki almaya çalışır. İstisnalar dışında (ki bu istisnalar
genellikle somut çıkarımlardan ziyade şahsi mülahazalar içerir) yönetimler arzu
ettikleri yetkiyi genel kuruldan alırlar.
Dolayısıyla değişmez tespitimizi tekrarlayalım. Gerek seçimleriyle gerek tespitleriyle gerekse de görmezden geldikleriyle Galatasaray’ın başına gelen her iyi veya kötü gelişmenin nihai sorumlusu genel kuruldur.
Sıkça şahit olduk ki “Madem seçtik güvenmeliyiz, seçilmişlerse ellerini kollarını bağlamak olmaz, cepheye giden komutan mühimmatsız bırakılmaz” benzeri ön kabullerle hareket edilmekte. Oysa Galatasaraylıların üzerine derin düşünmediği bir konu var. Sandıklar kurulduğunda Galatasaray’ın geleceğine dair ideal kompozisyonu oluşturmuyorlar, önlerine konanlardan birine oy atıyorlar. Burada çok derin bir fark söz konusu.
Kulüp tarihinde en yüksek oyu almış yönetim şu anda iktidarda. 25 Mayıs 2024 tarihli son seçimde 3343 oy almış Dursun Aydın Özbek karşısında kim vardı? Anayasa hukuku profesörü Süheyl Batum. Eğer geçmişte bu seçimlere şan olsun diye girmiş, ciddiye alınmayacak adayları kenara koyarsak, ciddi bir aday liderliğindeki ekibin ilk kez bu kadar vasat kampanya yaptığına şahit olduk. Bu son seçimdeki sarı listeye dair eleştiri değildir, anlatmak istediğim eğer mevcut yönetimin devamından yana değilseniz seçebileceğiniz tek liste onlardı. Ya iktidarın kırmızısı ya alternatif itirazların sarısı… Hepsi bu! Beyaz oy pusulası ile mucize yaratamadığınız takdirde kendi kırmızınızı boyayamazsınız, alternatif sarının tonunu belirleyemezsiniz. Verdiğiniz oy seçiminize işaret ediyor ama o seçim 1 oy farkla bitmemişse Galatasaray’ın geleceğini tek başınıza belirlemiyorsunuz. Dolayısıyla temsile dair vekalet vermekle spesifik bir konuda tanımlı yetki vermek aynı kapıya çıkmıyor. Neticeleri de benzer olmayabiliyor.
Kulüp yönetim kurulu toplantı tarihinden yaklaşık bir ay önce
ilan etmek suretiyle ekte göreceğiniz geniş yetkileri talep etmişti.
Gündem maddeleri ve görüşmeler kısmına geçmeden bir gerçeğin
altını çok kalın çizmekte fayda görüyorum zira günlük değerlendirmeler ve hızlı
değişen gündem arasında acı gerçek zaman zaman arka plana itiliyor.
GALATASARAY yıllarca isabetsiz kararlar ile yönetildiği,
yeterince denetlenmediği, faaliyetlerinden sürekli zarar ettiği ve bu döngüyü
kırmak için çok çalışmak yerine havanda su dövdüğü için gayrimenkullerini satma
noktasına gelmiştir. Onaylanan yetkilerin satış değil proje
geliştirme olduğu anlatılsa da son tahlilde Riva tapusu artık bizde değildir,
Florya tapusu da bizden çıkacaktır.
Başka bir deyişle Galatasaray piyasanın en elverişli koşullarında tok
satıcı olarak keyfe keder masaya oturan taraf değildir bilakis son kurşunu bir
an evvel namluya sürme paniği yaşadığını saklayamamaktadır. Dolayısıyla ortaya fantastik bir mali çözüm
alternatifi konmadıkça “bahse konu olan taşınmazlar kulüp bünyesinde
kalsınlar, satılmasınlar, doğru zamanı bekleyelim” devri geçti. Bu vaziyetin sorumlusu sevmediği dedesinden
miras kalmış gibi hovardaca para harcayan yönetimler ve başarıyı satın alma
hevesi sonucu zarar eden bilançoları ReReRe RaRaRa tezahüratlarıyla ibra eden
üyelerdir. Gayet iyi bilirim ki bu
gerçeğin yüzümüze vurulmasından hoşlanmıyoruz ama özellikle UEFA Kupası
zaferinden bu yana geçen 24 yıllık dönemi ikiye ayırırsak son 12 yıllık dönem
kantarda menfi tarafa ağırlığını koyar.
Şöyle bir kabaca hatırlarsak; 31 Aralık 2012 itibariyle
Kulübümüzün konsolide borç-alacak farkı -377 milyon TL, öz sermaye ise +335
milyon TL imiş. 2013 yılına girerken Riva, Florya tapuları elimizde,
Galatasaray Adası işler vaziyette, stadımız yeni açılmış ve üyelerin/taraftarın
desteğine sahip bir idare kadrosu var.
Gayet yönetilebilir durumdayız, Türkiye’deki makro ekonomik dengeler
henüz sarsılmamış, daha iyi konuma gelebiliriz, önümüz açık.
Daha sonra har vurup harman savurma alışkanlığında yeni bir
evreye geçiyoruz, kerameti kendinden menkul “bilanço büyüklüğü” lafı icat
ediliyor, finans dehası olduğunu iddia eden figürler beliriyor. Yönetimler değişiyor ama aynı hatalar ısrarla
tekrarlanıyor, kötü niyetten şüphe edeceğimiz anlamsız işlemler yapılıyor. 2012-2024 arası herkesten fazla sayıda lig
şampiyonlukları kazanıyoruz, UEFA CL katılım hakkı ve başka kulüplerin elde
etmediği yüksek gelirlere ulaşıyoruz.
Bugünü etraflıca anlatmaya gerek yok, Sportif A.Ş.’de gelir tarafındaki çarpıcı
iyileşmeye rağmen giderler halen çok yüksek ve özellikle amatör branşların
yönetildiği kulüp tarafında ise durum epey tatsız.
Dönelim şimdi 6 Temmuz 2024 gündemine ve yetki
konularına:
GALATASARAY ADASI
İstanbul’da Boğaziçi’nin incisi konumundaki Galatasaray Adası 1957’den beri kulübün tapulu mülkü olup sonradan yapılan deniz dolgu alanlarıyla güncel büyüklüğü 6.201 metrekareye ulaşmıştır. Milli Emlak’ta bulunan iki parseli yıllarca ecrimisil ödeyerek kullandıktan sonra Temmuz 2022’de 30 yıllığına üst kullanım hakkı tapularını aldık. Yönetimin bu hamlesi mülkiyet ve tasarruf hakkını genişleten doğru bir hamleydi. Ada için büyük idealimiz tapulu ana parselimize ek olarak diğer iki parselin de mülkiyetini tamamen ele almak olmalıdır.
Yönetim kurulu adanın virane konumundaki kısmını ihya etmek ve gerekli altyapı düzenlemeleri için 126 milyon TL harcama yapmak üzere yetki aldı. Dikkat çekilmesi gereken iki nokta var.
Devletin tam ve zamanında ödenen stopaj karşılığı amatör
branşlarda ve tesisleşmede kullanılmak üzere iade ettiği tutarlar bu yatırım
kaynaklarından biri olarak gösterilmiş.
Şu anda devletin bu katkısı tüm kulüpler için hatırı sayılır katma değer
yaratsa da rahmetli Mustafa Cengiz başkan döneminde de var olan bu katkı
önceden haber vermeksizin kesilmiş ve beklenti içinde olan tüm kulüpler zor
durumda kalmıştı. Günü kurtarmak için
göreve getirilen Hazine ve Maliye bakanı beyefendinin sürekli icat çıkardığı
dönemde tasarruf öngörüsü ile bu uygulama bir kez daha yürürlükten
kaldırılabilir. Yönetimin bu riski
öngördüğünü ve B planını kurduğunu umuyorum.
İkinci konu ise her ne kadar üyeler 2015’te adanın sosyal
tesis olmasını karara bağlamış olsa da, Galatasaray aslen bir SPOR kulübüdür ve
eşi benzeri olmayan bir cazibe merkezi konumundaki adamızın en azından su
sporlarının tüm faaliyet zararını ortadan kaldıracak ekstra geliri üretmesi
makul ve haklı bir beklentidir. Üyeler
gündüz havuza girecek, akşam manzaralı yemek yiyecek ama SPOR kulübünde yüzme,
kürek, yelken, sutopu para kaybetmeyi sürdürecek? Öyle bir dünya yok, en
azından bize yok. Sayın başkan sunumunda
1 milyon USD ekstra gelirden bahsetti, devamı / detayı gelmedi. Aynı zamanda 1950’lerde Bebek’teki kürek
tesisinden Ada’ya geçiş hikayemiz unutulmamalı, ana karargâh olmasa da su
sporlarının ve sporcularımızın Ada ile irtibatı tümden kesilmemelidir.
KEMERBURGAZ
Futbolun yeni yuvası olan Kemerburgaz Metin OKTAY Tesisleri iki faz olarak ele alınmakta ama olayın özünde Florya’dan çıkış olduğu için eski yuvamızdaki inşaat planına bakmalıyız. İlan edildiği şekliyle tahmini başlangıç Eylül 2024, final Mayıs 2027
Başlangıç ihale midir yoksa temel atma mıdır belirsiz ama Kemerburgaz şu an hazır değil. Başkana kalırsa profesyonel futbol takımımız Avrupa kampı dönüşünde artık Kemerburgaz’da idman yapacakmış. Bu sezon şampiyonluk mücadelesi verecek takımımızın önüne yeni tesislerimizin bir engel olarak çıkmayacağından emin olunmalıdır. Florya’nın çevresiyle birlikte insanı sarmalayan konforu olmayınca huzurlu çalışma ortamı sallanabilir. En azından tesisin neredeyse içinden geçen yüksek gerilim hattını insan sağlığını düşünerek biraz uzağa naklettirmenin teknik yolları kamuyla müzakere edilmelidir. Kemerburgaz tesislerinin tamamlanması için Florya geliri, sponsorluk ve stopaj iadeleri adres olarak gösterilmiş. Malum ikazları tekrarlama gereği duymuyorum, eminim finansmanın kesintiye uğramaması için gereken tedbirler alınacaktır.
Stadımıza komşu 62 dönüm arazinin intifa hakkı alınmış, imar planı onaya sunulmuş, pek çok branşa hizmet verecek çok amaçlı bir tesis düşünülüyor. 10 bin kişilik basketbol salonu, 5 bin kişilik voleybol salonu, kapalı yüzme havuzu, kamp tesisleri hepsi bir arada olacak. Ali Sami YEN Spor Kompleksi isminin hakkını verecek bir yerleşke olmasını umarak şu an için heyecan verici ve çok olumlu bir gelişme olarak notlarımız arasına alalım. Kasım 2025-Mayıs 2029 olarak takvimlendirilmiş inşaatın proje planının onaylanmasını ve inşaat ruhsatının alınmasını sonrasında 5 milyar TL olarak tahmin edilen tesis maliyetine ortak çıkacak markaları da umarım buluruz. Yıllardır dile getirdiğim çalışma ofislerinin ve çalışanların stadyumdan çıkması, ayrı bir binaya taşınması da nihayet mümkün olacakmış. Bu gerçekleştiği andan itibaren Kulüp ve iştiraklerinde çalışma disiplini ve iş performansının sadece mekana bağlı olarak artış göstereceğini bugünden söyleyebilirim.
MECİDİYEKÖY
Dar bir taban alanında yükselen çok katlı bina Galatasaray’ın
en ilginç taşınmazı, bir türlü nihayete ermiyor ve muamma vasfını sürdürüyor.
Hatırlayacaksınız binanın kaba inşaatı Sayın Özbek’in ilk başkanlık döneminde
Denizbank’tan alınan 20 milyon USD kredi ile tamamlandı. Sayın başkan o dönemde kredi almak için
bankaya gittiklerinde daha önce Ünal Aysal’ın özel maksatla aldığı krediyi
futbolcu transferinde kullanmasından şikayet aldıklarını anlatmıştı. Sayın
Özbek deneyimli bir otelci olduğu için Mecidiyeköy’deki binanın best use
case mantığında en iyi otel olarak değerlendirileceğini iddia etmiş hatta
başkası almazsa ben yıllığı 5 milyon dolardan kiralarım demişti. O dönem
kendisine Mecidiyeköy’ün tarihi yarımada, Boğaz kıyısı ya da havalimanına
yakınlık gibi spesifik üstünlükleri olmadığı ve yakın çevredeki otel
dolulukları hatırlatılmış ama başkan bildiğini okumuştu. 2018 Ocak’ta seçimi kaybedince mutlu son vaat
etmeyen otel macerası bitti. Akabinde
Mustafa Cengiz döneminde kapalı otopark dahil pek çok seçeneğe de bakıldıktan
sonra binayı Teknokent olarak değerlendirmenin daha feasible olduğuna karar
verildi. 29 Eylül 2018’de Mustafa Cengiz
yönetimi aynı 6 Temmuz 2024 gibi gayrimenkuller hakkında geniş yetkiler istedi.
Olağanüstü genel kurul toplantı gündem özenli hazırlanmamıştı, tepeleme yığılı
açık büfe tabağını anımsatıyordu, özellikle Ada ve Hasnun Galip sokaktaki kulüp
binasına dair yetki taleplerine hayli tepki vardı. Ancak beklenmediği şekilde Mecidiyeköy
konusundaki yetkilere de “hayır” diyen üyeler, natamam haldeki binanın o
şekilde kalmasını onaylayıp, gelir getirici faaliyetlere konu olmasına itiraz
etmiş oldular. Oysa Mecidiyeköy
kulübümüz lehine en doğru şekilde değerlendirilmesi gereken ilk sıradaki
mülktü. Bu ret kararından nasıl bir
fayda umulduğunu ben hiç anlayamamıştım, halen de anlamıyorum. O gün gündemin 4.4. maddesi olup, oylamaya
konu olan ilk gayrimenkulümüz olması hasebiyle muhalif kanadın gövde
gösterisine kurban gitmiştir diyebiliyorum ancak. Sandıkta kaybeden memnuniyetsiz grup genel
kurul salonunda böylelikle rövanşı almış oldu.
Mecidiyeköy binası kaba inşaat haliyle ancak reklam panosu olacak
vaziyette öyle atıl kaldı.
Burak Elmas seçildiğinde durduğu yerde işlevsiz duran binayı öğrenci yurdu olarak kullanma fikrini ortaya attı. Gençlik ve Spor Bakanlığı ile el sıkışıldığı duyuruldu. Devlete tonla borcu olan Galatasaray Kredi Yurtlar genel müdürlüğünden kira alabilmeyi hayal ediyor muydu gerçekten? Yönetmelikle düzenlenmekte olan özel yurt işletmesi olsa ne kazanabilirdik? Hayatımda duyduğum en manasız önerilerden biri olarak hatırlarım. Neyse ki Burak Elmas öncülüğündeki iki kalas bir heves devri genel kurul iradesiyle sona erdirildi. Bu anlaşılmaz öneri de tarihe gömüldü.
Sayın Dursun Özbek yeniden seçildiğinde, sanırım Erden
Timur’un da yönlendirmesiyle rezidans projesi ortaya çıktı. Dön dolaş en makul
öneri bulunduğuna dair genel bir kanaat olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ne yazık ki hikaye yine mutlu sonla bitemedi.
Plan tadilatları yapılmış, izinleri alınmış, mülkü bizim kaba inşaatı büyük ölçüde bitmiş Mecidiyeköy’ün tamamının birkaç saatte satıldığı Aralık 2022’de ilan edildi. Yönetimin PR ajansı gibi çalışan spor basını lansman törenine sonsuz övgüler düzdü. Mart 2023 genel kurulunda Dursun başkan satmaya çalıştığımız 56 daire daha var dedi. Satışı tamamlanan yalnız 103 daireden bahsetti. Rakamlara takılmayalım ama sonradan caymamış olup satın alanlara henüz anahtarlarını veremedik çünkü görüldüğü kadarıyla bina ilerlemiyor. İlerlemediği için 56 dairenin halen elimizde olduğu tekrar teyit edildi. Başkan da 6 Temmuz 2024 günü aleni olarak beceremedik, sözümüzü tutamadık demekten çekinmedi. Bu şartlar altında Leo Residence projesinden bağımsız bölüm satın alanlar mali vecibelerini yerine getirmişlerse hepsine birer sabır beratı ve plaket vermek şık olacaktır. Standart bir yatırımcı için manzara epey tatsız çünkü.
Net parsel alanı 1.669 metrekare olan Mecidiyeköy’de yapılan
kısıtlı satışın Florya’da 41 dönüm arsanın tapusunu almamıza vesile olduğunu
hatırlayalım. Buradan çıkan ders şu, emlak işinde katma değeri önce konum ve
proje özellikleri belirler.
FLORYA (ve aslında öncülü RİVA)
Sunumunda Sayın Özbek bu konuya girerken 41 dönümü bedeli mukabili satın alıp toplam tapulu mülkümüzü 63 dönüme çıkardığı için Sayın Faruk Süren’den tebrik aldığını söyledi. Gerçekten de uzun zamandır kulüp elindeki öncelik hakkını kullanma imkanı yakalayamamış, Florya’daki mülkümüzü satın alma yoluyla genişletmemişti. Dursun başkan gayet doğru iş yapmıştı. Söylemediği neydi? Galatasaray Florya’dan çıkacak imkanı bulamadığından Emlak Konut ile olan proje suya düşünce tereddüt etmeden 22 dönüm arazimizi 120 milyon TL + masrafları ödeyerek 2019 sonunda geri alan rahmetli başkan Mustafa Cengiz’i nasıl tenkit ettiğini ve geleceği göremediğini dile getirmedi. Hatırlayın tapulu malını geri alan o dönem yönetimin ne hesapsızlığı ne iş bilmezliği kalmıştı. “Proje bütünlüğü bozuldu” diye iddialı cümlelerle pişmiş aşa su katıldığı anlatılıyordu. Ne oldu 2022’de, seçim kampanyasının yıldızı ve sözcüsü Erden Timur çıktı “iyi ki geri almışız ki bugün hamle şansımız var” dedi, Mustafa Cengiz döneminde emeği geçenlere teşekkür etti.
Geçmişi geçmişte bırakırsak geldiğimiz nokta itibariyle Dursun
başkana borçlanma yasağını by-pass ederek ve Ziraat Bankası’na şahsi kefaletini
de vererek 1.085.000.000 TL kredi alıp Florya’da bize ait olmayan 41 dönümü
daha bizim parsele kattığı için teşekkür etmeliyiz. Önceki dönemin doğrusunu misliyle
büyütmüş oldu.
Sunumunda sayın başkan gerekçeleri sunarken “çok daha küçük olan Mecidiyeköy ve Kemerburgaz projelerinde kulüp olarak inşaat kabiliyetimizi tecrübe etme imkanı bulduk” ifadesi vardı. Şaşırtıcı ama biz işi yapamayacağımızı deneyerek anladık itirafı… 15 bin metrekare inşaatı tamamlayamadık, biz kim Florya’yı yapmak kim kabullenişi? Pazarlanması / satılması da ayrı bir uzmanlık dedi başkan, oysa iki yıl önce projeyi biz yapmalıyız fikri çok alkış ve destek almıştı. Acaba o gün gayrimenkul satış ekibimiz mi vardı yoksa Erden Timur’un “o iş bende başkan” demesine mi güvendiniz? Siz hesabınızı bir kişi üzerine kuruyor olabilir misiniz? Eğer kuruyorsanız o kişiyle neden sonuna dek yol yürüyemediniz? O gün lüks segment markalı konut (Armani, Kempinski gibi örnekler) vererek kazancı bizim olacak olacak, biz yapacağız, aracılar para kazanmayacak diye anlatan kimdi? Ekonomik parametrelere göre kararlar elbet tadil edilebilir ama uzman olmayan dinleyicilerde kafalar epey karışık… Mecidiyeköy inşaatının satışlara rağmen bunca zamandır tamamlanamamasında ise nasıl bir yetersizlik, beceriksizlik veya tercih olduğu anlatılmadı. O zaman insanın aklına bin tür soru geliyor, mesela; inşaat satın almalardan kaynaklı ciddi bir gelir elde edilemediği için mi bitirilemiyor yoksa Galatasaray’ın inşaat konusundaki beceriksizliğine şahitlik etsin diye mi natamam bekletiliyor ? Ana fikir şu; herkesin gözüne batan bir başarısızlık ortadaysa dışarıdan fark edilmeyecek mücbir sebepleri net olarak anlatılmalıdır. İyi niyet iddiası ancak o takdirde ileri sürülebilir.
6 Temmuz günü Erden Timur da kürsüye çıktı, genel kuruldan birkaç gün önce Fatih Altaylı’nın YouTube yayınındaki tespit ve önerilerinin yanından bile geçmedi. Yönetim ile birlikte yeni bir önergeye imza attığını söyledi, kürsüye alkışlanmak ve helallik almak için çıkmış izlenimi verdi. “Bu projeyi halen Galatasaray’ın kendi imkanlarıyla yapması fikrindeyim” sözünün arkasını doldurmadı. Alışıldığının aksine hitabında bu kez Galatasaray’a direkt bir katkı göremedim, kulübün geleceğinde söz sahibi olmak istediği anlaşılıyor ama kartlarını bu kadar kapalı oynaması ona umduğu faydayı sağlamaz. Kendine güvendiği anlarda / konularda daha net görüşleri kimseden çekinmeden dile getirmeli, aykırı görüşleri karşılamalı, tüm sorulara cevap verecek konumda olmalıdır. Dahası Galatasaray’a büyük bir hizmette bulunma fırsatı da ayağına gelmiştir. 15 Haziran 2017 tarihli Riva ihalesinde en iyi üçüncü teklif onun da dahil olduğu ortaklığa aitti, bugün ise Florya ihalesinde en iyi teklifi NEF markasıyla olmasa da ilişkilerini kullanarak bulması şahane olmaz mıydı?
Florya projesinin temel hareket noktası yüklenici firmadan
minimum 70 milyon USD avans alarak borç yapılandırma anlaşmasından çıkmak
olarak dile getiriliyor, nimetleri de saymakla bitirilemiyor.
Yılların başarısızlık tortusu olarak 2,3 milyar TL finansal borç biriktirmişiz, yapılandırma çerçevesinde güncel fiyatlamalarla yılda yaklaşık 35 milyon dolara denk gelen TL faiz ödüyormuşuz… Ödeme güçlüğü meydanda, peki yıllık yükümlülük 35 değil de 5 milyon USD olsa mevcut nakit akışıyla ödeyebilecek miydik?
Bankalar konsorsiyumu ile yapılan yapılandırma sözleşmesine göre Galatasaray birikmiş finans borcuna TL Ref + 1 değişken faiz ödemeyi kabul etmiş. Hatırlanacak olursa politika faizi ekonomik gerçeklerin 180 derece tersine seyir göstererek %8,5’e kadar inmişti. Akabinde akla zarar iktisat teorisi yazmaya çalışan kadrolar hızla tasfiye edildi, epistemolojik kopuş zırvası gündemden kalktı, politika faizi %50’ye kadar geldi. Enflasyonun hiper sinyaller verdiği dönemde %8,5+1 ile borçlanmak nimetten farksızdı. Faizini ödemeseniz bile TL borç olduğu yerde güneş görmüş kardan adam gibi eriyordu. Bugün Galatasaray borcuna %51 faiz öder durumda, heterodoks Lale Devri bitti, artık ödeme yükümlülüğünü gösteren taksimetre hızlı dönüyor. Mevcut koşullarda bu faiz yükünün sürdürülemez olduğu doğrudur ama Galatasaray’ın ödeme güçlüğünün birinci sebebi faizin yüksekliği değildir. Öncelikle bugün %51 faiz ile ticari kredi bulmak mümkün değil, zaten kulübümüz de hiçbir ürün ve hizmetine %51 zam yapmıyor. TL birim fiyatlara %100 hatta %200 zam yaparak kullanıcılara yansıtıyor yani enflasyonun üzerinde bir marj ile gelirini artırıyor. Galatasaray’ın temel sorunu markasının potansiyelini tam kullanamaması, gelir kaynaklarını çeşitlendirememesi, maliyetlerini etkin yönetememesi, mutlu istisnalar hariç hemen her operasyonundan mali yıl sonu esas faaliyet zararı yazmasıdır. Galatasaray ürün ve hizmetlerinin TL birim fiyatlarını enflasyona karşı koruyabilirken aynı zamanda kâr edebilen bir müessese olsaydı TL Ref + 1 ağır gelmezdi, bilakis fırsat bile olabilirdi. Konu madem faizden açıldı, 2024 kışı ile birlikte politika faizinin ama hakiki ama suni geri çekildiğini de göreceğiz yani %51 kader değil, bu oran inecek. Niye ineceğinin detayına girmeyelim, en basit ifadesiyle bu faiz hadleriyle ekonomi tıkandı, yatırım yapmak maceraya dönüştü. Hepsinden öte politika faizinin ekonomik gerçeklikle bağı koptu, politikacı faizi oldu.
Tam burada Riva’ya dönüp hafızaları tazeleyelim isterim. 1.176.000 m2 arazide nasıl çırak çıktığımızı Prof. Ahmet Özdoğan sunumunda tekrar hatırlattı, söyledikleri üzücüydü. Yönetim kendisine cevap veremedi, maalesef tablo meydanda. Diyelim ki Riva projesinde 100 lira kazanç var, bunun %20’sini biz aldık. Öyle bir anlaşma yapılmış ki kaba inşaat üzerinden pay alıyoruz, ince inşaatın yarattığı katma değer tamamen başkalarına kalıyor. Dolayısıyla aslında total projeden reel payımız %20’nin de altına iniyor. Nominal kârımızı azamiye çıkarmasını umduğumuz ve o dönem “o iş tamam” diye anlatılan emsal artışı beklentisinin de gerçekleşmediğini dinleyenlere hatırlatıyor Ahmet Özdoğan. Riva söz konusu olduğunda “ben inşaattan anlarım” diyenlerin hiçbiri bu milyarlık hatayı üstlenmiyor, biz zaten mütemadiyen para kaybederek ders alıyoruz. Umarım ders alıyoruzdur da kaybedenin hep Galatasaray olması ise çok dramatik.
6 Temmuz’a dönersek ilginç bir şeye de şahitlik ettik. Yönetim kaleme aldığı gündemi daha görüşmeler başlamadan düzeltmek istedi. Yönetimin kaleme aldığı yetki talebi maddelerine genel kurul devam ederken tadil önergesi vermesi uzlaşı refleksi açısından takdir edilse de üzerine yıllardır düşünülen bir proje hakkında, o kadar yönetim kurulu üyesi ve profesyonelin hazırlıkta boşluklar bırakmış olması kısmi özensizliğe de maalesef işaret ediyor.
Olağanüstü genel kurul gündeminde tadilat önerenlere Tüzük maddesinin hatırlatılması ama birkaç dakika sonra kendi kaleme aldıkları gündemde değişiklik isteyen yönetimin yönergesinin okutturulmasını da not düşmek gerekir. Olağanüstü genel kurulun yönetiminde de iktidarı önceleyen dengesiz ve kısmen tutarsız yönetim anlayışını da üzülerek hatırlıyoruz. Salonda farklı görüşleri savunan bloklar uzlaşı yerine çekişmeyi tercih etse nahoş olaylar yaşanabilirdi. Divan başkanı olanca samimiyetiyle “acemiliğimi bağışlayın” dedi, Galatasaray genel kurulunda otoriteyi temsil eden biri için epey riskli bir ifade oldu. Neyse ki günün sonunda her şey sulh ile tatlıya bağlandı.
Bilgilendirici olmayıp bir de üzerine tatsız olan konuşmalar da vardı elbette, sicil numarasına bakılınca üyelikte 40 yılı geride bırakmış olduğu anlaşılan bir beyefendi kürsüde “ben beklemek istemiyorum, iki sandık kurulur oyunu atan çeken gider, ben tüm konuşmaları dinlemek zorunda değilim, buradaki konuşmalardan dolayı da kimse fikrini değiştirecek değil” deyiverdi. Gülünç doğrusu, sandığa ne gerek var canım, mektupla oy kullanılsın ya da yakın arkadaşa vekalet verilsin, senede bir bilemedin iki gününü ayırmaktan imtina eden ve zora gelemeyen mümtaz paşazadelere kolaylık sağlayalım.
Ben Galatasaray meselelerine ortalama üzeri ilgi duyan bir üye olarak Florya konusunda net çekincelerim olmakla birlikte ama diğer konuları artı / eksi yönleriyle dinlemek üzere genel kurula katıldım. Dilerim bu yazı o memnuniyetsiz üyemize de ulaşır, bakalım ne kadarını okuyunca hatırlayacak, anlayacak merak ediyorum.
Oy verdiği yönetimin her icraatına sorgulamadan tam destek ya da oy vermediği ekibe her platformda inadına blokaj çift taraflı bağnazlıktır. Galatasaray’a sayılamayacak kadar zararı olacak marazi tercih ve tavırlardır. Galatasaray’ın kaderini etkileyecek konularda kulüp içi siyasete göre değil muhakeme ve vicdanınıza göre karar vermeye mecbursunuz.
Genel kurulda bir ara alevlenen konuşma sürelerini 5 dakika ile kısıtlama tartışmasına da değinmek istiyorum. Beş dakikalık süre sınırlaması Fenerbahçe örneğinde çalışmadığı görülen yanlış bir uygulamadır. Ne kadar iyi bir hatip olursanız olun, ne kadar ön hazırlık yaparsanız yapın 5 dakikada ne bir yılın icraatını ne de uzmanlık gerektiren konuları hakkıyla ele alamaz ve aktaramazsınız. Tıpkı Fenerbahçe’de olduğu gibi slogan, duygu sömürüsü, holiganizm ya da yandaşlık içeren başı sonu belirsiz skeçler seyrederiz. Her genel kurul çok bağıranın hatırlandığı Kadıköy panayırına döner. Sabır törpüsü haline gelen kürsü kalabalığı azaltmak, etkinliği artırmak mı istiyorsunuz? Yetkisi dahilinde otoritesini farklı yollardan gösterecek divan kurulu başkanının gündem dışı ya da sataşma/mugalata içeren boş konuşmalara müdahalesi size yetmiyor mu? İşte çözüm: GSTV’den ya da başka mecralardan naklen yayın uygulamasına son verin, tüm toplantıları basına kapatın, o zaman eşe dosta görünmek, sosyal medyada #trendtopic olmak ya da şahsi menfaat hesabı ile PR yapmak üzere kürsüye çıkacak olanlar varsa baştan elenecektir. Genel kurul kaydını da 72 saat sonra video paylaşım sitesine (YouTube) koyarsınız, isteyen oradan akışı ya da kendini izler. Niyet varsa her zaman çözüm bulmak mümkün ama yüz yüze ve aracısız eleştiri kültüründen taviz verirsek kayıp büyük olur. Galatasaray demokrasisinden geriye kalanlar, kimi kör kimi sağır ama tesirsiz figüranların birbirlerine laf soktuğu otokrasiye evrilir.
Üyelerin genel durumuna dair tespiti o gün kürsüde Divan Kurulu eski başkanı Sn. Eşref Hamamcıoğlu da yaptı, vaziyeti “apati” kelimesiyle tarif etti. İlgisizlik, kayıtsızlık manasına gelen sözcük gerçekten de üyelerin güncel durumuna ve maalesef sergilenen bazı arızalara tekabül ediyor. 897-949-970 diye öğleden sonra takviyeleriyle artan katılım bir türlü 1000 barajını aşamadı. Klişeler içinde boğulmuş bu ölü toprağını kaldırmak için şeffaflık, hesap verebilirlik, güven ve saygı üzerine eksikleri örnekleyerek konuşmasını sürdüren Hamamcıoğlu 2016 Riva genel kurulundan sonra imzalanan sözleşmenin yetersizliğine ve hukuk işlerinden sorumlu yönetim kurulu üyesinin dahi bilgisi dışında hazırlanmış olduğuna dikkat çekti.
Pek çok konuda uzman olduğunu iddia eden ve her fırsatta sürekli konuşan başka bir divan üyemiz kürsüde Florya’daki projemizin emlak ederinin 4.000 USD/m2 geçmeyeceğini iddia etti. TSKB’nin muhafazakâr tahminlerinin bile %40 altını dile getirmekten çekinmedi. Bir insanın kendi malının fiyatını aşağıya çekmek üzere kamuya açık ortamda bu şekilde ifadeler kullanması, hele Florya’yı mali beklentiler açısından hayal kırıklığı yaratan İtalyan futbolcu Zaniolo ile mukayese etmesi çok acayip. Ben kendisine buradan sesleneyim. Florya semtinde yeşil alan kullanımında cömert, ultra lüks ve birinci sınıf inşaata sahip, güncel deprem yönetmeliğine tam uyumlu, bizim arazi ebatlarında bir kampüste inşa edilecek rezidans projesinde 2+1 bahçe katıyla ilgilenebilirim. Metrekaresi maksimum 4.000 dolardan teklifleri heyecanla bekliyorum. Beklediğim mükemmel teklif gelirse evde ya ikamet ederim ya da Bakırköy Belediyesi Meclis üyesi Ali Fatinoğlu’nun ölüsü 10.000 dolar dediği mülkü 9 binden Ali bey’e satarım. Satışa bağlı kazancın yarısını da amatör branşlara şartlı bağış olarak aktaracağımın sözünü bugünden veririm. Bu arada Ali Fatinoğlu projeden 600 milyon dolar kazanabileceğimizi de elindeki verilere dayanarak ifade etti.
Hızlıca geçmişe dönelim, 2016’da 22 bin m2 Florya’nın 200 milyon USD getireceği müjdesini veren excel tablosu alkışlarla kabul edilmişti, gayrimenkuldeki değer artışı ve Türkiye’ye özgü dolar enflasyonu hesaba katılırsa 63 bin m2 üzerinden 600 milyon dolar getiri tahmininin kabaca sağlaması yapılabiliyor.
Florya için 97 bin m2 satılabilir alan üretilecekmiş, TSKB verilerine göre 6.750 USD/m2 üzerinden tahmini değerlemesi yapılmış. Hasılat paylaşımında yönetim 50/50 oranına razı izlenimi verirken Erden Timur da dahil olmak üzere herkes payımızın %65 ve üzerinde olabileceğini söylemekte. Yönetimin 400 milyon dolar beklentisiyle, fikir beyan eden diğer yetkin kişilerin telaffuz ettiği meblağlar arasındaki farkın minimum 200 milyon dolar olduğu düşünüldüğünde 50/50 paylaşımını kabullenmenin çok tepki çekeceğini ve yönetimin burnundan getirileceğini tahmin etmek zor olmaz. İnşaat maliyetini 1500 USD / m2 olarak alsak, 50/50 adaletsizliği daha net ortaya çıkıyor. Üstelik Florya arazisi dümdüz, kot farkı gidermek gibi dertler yok. Ortada yüksek mühendislik gerektiren 40-50 katlı binalar yok, deniz doldurma, fore kazık gibi mecburiyetler yok. Dört bilemedin beş katlı binalar yapılacak en fazla. Finansal açıdan kritik bir operasyon ama mimari ve mühendislik açısından çözülmez bilmece değil. Finansal açıdan kritik konumu ise yalnızca yüksek inşaat maliyetlerinden değil, konut fiyatlarının dengesiz ve tutarsız seyrinden kaynaklanmakta.
Florya projesinden elde edilecek kazancın getirisi amatör branşlar için kullanılacak, ana paraya dokunmak genel kurulun iznine bağlı olacakmış. Gayet güzel ama sorulmayan soru şu: Bu meblağ hangi para birimi üzerinden tutulacak? TL’nin getirisini harcarsanız enflasyonist ortamda ana paradan yemiş olursunuz, döviz getirisi derseniz o da görece düşük kalacağı için yüksek veya yükselecek beklentileri karşılamayabilir. 6 Temmuz gündeminde iki yıl önce güvence olarak takdim edilmiş olan bloke hesap ibaresini gündemden kaldırmış olmalarını Başkan mevcut durumda biriken para nemalandırılmadığı için TL faiz kaybına uğramaları ile açıkladı. Dinleyenler ne anladı bilmiyorum ama bize dayatılan yapılandırma anlaşması koşulları nedeniyle bekletilen gelirlerinize faiz işletilmemesi ile gönüllü olarak bloke koydurduğunuz kendi hesabınızın getiri projeksiyonu aynı şey değildir. Yapılandırma anlaşması yokken bloke hesap üç anahtarlı kasa misali olup biri bankada, biri seçilen yönetim kurulunda, biri de nihai yetki sahibi genel kurulun elinde olacaktır. Üç anahtar aynı anda döndüğünde hesaba erişim mümkün olur.
6 Temmuz günü kürsüye gelenlerden deneyimli gazeteci ve başarılı YouTube yayıncısı Fatih Altaylı bloke hesapla yetinmeyip vakıf benzeri bir yapıyla kulüp kontrolünde daha özerk bir oluşum önerdi. İhale sona erdikten sonra üstlenici şirketle yapılacak sözleşmenin genel kurul onayına sunulması, öncesinde bu bağlayıcı sözleşmenin uzman bir heyet tarafından didik didik incelenmesi fikrini ortaya attı, ki %100 haklıdır. Garipsediğim konu ise yetki talebini “valla ben onaylayacağım, Florya Galatasaray’ın son asseti değildir. Galatasaray’ı satacak malı bitmez çok da dert etmeyin” diye onaylaması oldu. Galatasaray finansal dönüşüm ve özgürleşme operasyonunu tapulu RİVA ve FLORYA üzerinden yürütmektedir. Kullanımımızda olan diğer arazi ve mülklerin çoğunun tapusuna sahip değiliz. Fatih Altaylı’ya sormak isterdim, Galatasaray en son ne zaman mülkiyet tapusu ile gayrimenkul sahibi olmuş? Fikirler ayrışabilir ama kayıtlar bellidir. Florya elden çıktıktan sonra Ada, Hasnun Galip Sokak’taki eski kulüp binası, Erenköy’de 3 daire dışında tapulu mülkümüz yoktur. Aslında garipsediğim şu ki 2018’de lafları tartarak da olsa tefecilikle suçladığı ve siyasete yakınlığını her fırsatta çok eleştirdiği kişiye bu geniş yetkileri gönül rahatlığıyla vermesidir. Koşullar değişince kararların sabit kalmaması mı desek yoksa dünya dönüyor, görüşler dönüşüyor mu desek. Bilemiyorum.
Can kardeşim hukukçu Dr. Hikmet Koyuncuoğlu yönetime verilen yetkinin hem yönetim dönemleriyle hem zamanla sınırlı olduğunu hatırlatarak, asli sınırlama ve kuralların Tüzük içerisinde yer alması gereğine dikkat çekti. Tüzük tadilinin sancılı süreç olması dışında hemfikirim, dahası yönetimlerin kural ve tahditlerden yana asla rahatsızlık duymaması gerekmekte. Vekaletin getirdiği mesuliyet, şeffaflık ve asgari özen borcu regüle ortamda daha rahat karşılanacaktır.
“Benim buradaki konuşmaları dinlemeye ihtiyacım yok” diyen üyemizin kulakları çınlasın, yönetimin ilk sunumunda neden Florya projesini kulübün yapamayacağı etraflıca gerekçelendirilmişti. İpoteğin kalkması lüzumu, birikmiş finansal borcun faizinden kurtulmak, kurumlar vergisi ödeme riskini almamak bunlar makul tespitler. Hasılat paylaşımını savunmakta da sorun yok, problem ihale öncesi ve sonrası üstlenici şirketin haklarını savunurmuş gibi seri hatalar yapmamak…
İnşaat faaliyetinin risklerine dikkat çeken sayın başkan, en
ufak riske girmemeliyiz diye ekliyor, istediğimiz yetkide hiçbir risk unsuru
yok diyor. Risk deyince benim aklım yine gerilere gitti. Hatırladınız mı Riva’da ilk seçilen firma teminatını
yakıp aldığı ihaleden çekilmişti dolayısıyla ihale en yüksek ikinci teklifi
veren Yılmaz İnşaat Taahhüt ve Tic. A.Ş.’de kalmıştı.
Firma %25 gelir oranı karşılığı 952 milyon TL teklif etmişti.
İhaleyi kazandığını zannettiğimiz ama sözleşme imzalamayan FEMA – KLV ortaklığı ise %38 gelir oranına karşılık 1.178.000.000 TL teklif vermişti.
Sözün özü Galatasaray olarak kazma vurulmadan 180,8 milyon TL eksiye gitmiştik. Risk neydi, kurmadığınız oyunda o günkü kurdan 46,25 milyon Euro kaybeden olmaktı!
Kürsüdeki hitabında eski bakanlardan Prof Işın Çelebi hasılat paylaşımını süreçte birtakım zorluklarla muhatap olmamak adına doğru model olarak konumlarken, seçilecek çözüm ortağının iş deneyimine, finansal gücüne ve bunun belli parametrik değerlerle şartnamede yer alarak ihale komisyonunun buna göre karar vermesine değindi. Ayrıca İstanbul’daki deprem riskine dikkat çekerek yapılacak binaların temelinde sismik izolatör bulunmasının hem güven unsuru olacağını hem de binaların algılanan değerini artıracağını ifade etti. Teknokrat sıfatıyla en ince detaylara dikkat edilmesini salık vererek önerilerini ayrıca divana yazılı olarak sundu.
Riskten konu açılmışken yıllar sonra 6 Temmuz günü kürsüye gelen Adnan Polat başkanın cümlesini tekrarlamakta fayda var, diyor ki Sayın Polat: “Sözleşmenin önemi konusunda dile getirilenlere katılıyorum ama sözleşmeyi genel kurul onayına getirmek müteahhit firmaların iştahını ortadan kaldırır. Konuyu çok iyi bilen bir komisyon bu işin üstesinden gelir” İnşaat taahhüt işlerinde tecrübeli global müteşebbis kimliğiyle oyalanmadan yola çıkmayı öneren sayın başkana umulan faydayı sağlayamadığımız RİVA projesine özel 2016 yılından bir pasaj hatırlatmak isterim.
“22 Ekim 2016’da düzenlenecek Olağanüstü Genel Kurul öncesi,
Galatasaray Spor Kulübü Gayrimenkul Projeleri Değerlendirme Komisyonu raporunu
açıkladı.
Yüksek Mühendis Mimar İrfan Aktar, Mühendis ve Gayrimenkul
Uzmanı Firuz Soyuer, Dr. Yüksek Mühendis Mimar Doğan Hasol, İnşaat Yüksek
Mühendisi Emre Aykar, Hukukçu Mehmet Dedeoğlu, Mali Müşavir Ömer İsmail
Tanrıöver ve Gayrimenkul Geliştirici Erden Timur’dan oluşan komisyon hazırlamış
olduğu ayrıntılı raporu Galatasaray Spor Kulübü Yönetim Kurulu’na sundu. Komisyon’un öncelikli amacı, kulübümüzün Riva
ve Florya arsalarına ilişkin verileri ve yürütülen çalışmaları inceleyip
değerlendirmek ve söz konusu arsaların kulübümüz açısından en uygun şekilde
değerlendirilebilmesi için görüş ve öneriler oluşturmaktır.”
Şimdi yukarıdaki muteber isimlerin deneyim ve uzmanlık
seviyesini tartışmak abesle iştigal hatta saygısızlık olur ancak komisyonun iyi
niyetli çabasına rağmen 1 milyon m2 yekpare araziden geliştirilen projede
kazancımız %20 bile olamamaktadır. Sözün özü, her adımda genel kurul onayı
ŞARTTIR. İştahı kaçabilecek şirketler de
kusura bakmasın, başka kupon arazi kovalasınlar.
Tam da bu noktada değerli hukukçu kardeşim Metin Sinan Aslan yönetimin belirleyeceği / tercih edeceği isimlerden oluşacak ihale komisyonunun aslında bağımsız olamayacağını kürsüde ifade etti. Bunun yerine Divan kurulunun bu heyeti teşkil etmesini, böylelikle meşruiyet zeminin genişleyeceğini söyledi. Sözleşme onayı genel kurula geldiğinde de Tüzük madde 145’e atıfla onay aranmasını ekledi. Hem bu ifadelerine hem de gündeme ilişkin düzeltici / geliştirici önergelerin dışlanmamasına dair genel kurulu yöneten heyeti kurtaran akılcı müdahalesine tamamen katılıyorum. Deneyimli uzman kişi müspet yönde nasıl fark yaratır, 6 Temmuz günü gösterdi, sağ olsun.
Benzer yaklaşımı Sayın Köksal Ünlü de kürsüde şöyle özetledi:
“İtimat kontrole mani değildir”
Ben peşi sıra şunu da eklemezsem olmaz, “itimat edilenin itibarını muhafaza etmek yandaşlıkla değil yanlışı kaynağında düzelttirmekle olur.”
Bu bağlamda Prof. Süheyl Batum ve Rezan Epözdemir gündem
maddelerinin tadil edilmesi ve orta yolun bulunmasına emek verdiler, teşekkür
etmeliyiz.
Borç yapılandırma anlaşması gereği bankalar gelirlerin %50’sine kaynağında el koyuyor diye herkes şikayetçi, en çok da Sayın Dursun Özbek buna adeta isyan ediyor. Peki neden bu anlaşmaya mecbur kalındı? Siz ilk kez göreve geldiniz de bu vahim durumu kötü bir sürpriz olarak karşınızda mı buldunuz? Yıllar yılı zarar edeceği belli eksi yazan bütçeleri yapan kimlerdi? Daha Mart 2023’te konsolide 1 milyar TL faaliyet zararıyla ibra olan kimlerdi? Biraz daha geriye gidelim 2017 mali yılında 426 milyon TL konsolide zarar etti kulüp ve bağlı şirketleri, o günkü kurdan yaklaşık 95 milyon Euro ediyordu! Bu manzaradaki payınızı hiç anlatmıyorsunuz sayın başkan? Bir mesuliyet, bir nedamet nişanesi görmüyoruz, başkaları batırmış şimdi ben her şeyi kurtaracağım hikâyesi o zaman boşa düşüyor. Sevgi iklimi diye çıktığınız yolda en ufak terslik ihtimali karşısında düşmanlardan, husumetten bahsedince kendi kazanımlarınızı tersine çeviriyorsunuz. Hatadan dönüp kürsüde özür dilemeniz güzel, bu tarz sivri çıkışlardan itinayla uzak durmanız daha da güzel olacaktır.
Kürsüde “UEFA tepemizde, negatif öz sermaye durumundayız? Bunu düzeltin diyorlar? Yapamazsak büyük ihtimalle cezaya muhatap olacağız?” dedi başkan… BİST’te hisseleri işlem gören bir şirket için çok talihsiz hatta biraz manipülatif ifadeler değil mi bunlar? Negatif öz sermayenin UEFA FFP çerçevesinde istenmediği doğru ama kimler yarattı bu manzarayı, siz kendi payınıza düşeni hatırlıyor musunuz? Negatifi en azından sıfıra getirmek için gayrimenkul projeleri dışında hangi sürdürülebilir tedbirleri yürürlüğe koydunuz, ne tip kurallar getirdiniz?
“Esareti prangayı kabul etmemiş neslin ahfadıyız” diyorsunuz sayın başkan, onu ekonomik özgürlüğü yitiren kararları alanlar ve onaylayanlar vaktinde düşünecekti. Düşünselerdi halimiz olmazdı böyle. Keşke bu isabetli hatırlatmayı 8-9 yıl önce yapsaydınız.
Eylül 2023’te yine Dursun başkan şu ana dek Riva’dan 170 milyon dolar fayda elde edildiğini söyledi. Biz bu muazzam faydayı bilançolarda ayrı kalem ya da zamana yayılmış nakit akışı olarak göremesek de başkanın beyanına itimat ediyoruz ama dikkat ediniz bu katkıya rağmen borç alacak farkında kayda değer bir düşüş olmadı. Niçin olmadı derseniz Galatasaray hem faaliyetlerinden zarar ediyor, hem birikmiş borcun faizini ödüyor hem de yeni borçlanmalara ihtiyaç duyuyor. Yine de 25 Haziran 2024’te Sayın Özbek “borç yapılandırma anlaşmasından çıkınca Galatasaray’ın finansal yapısı mükemmel hale gelecek” diye bir demeç verdi. Mükemmelin sözlükteki karşılığını biliyorum da, finansal borcu kalmamış ama faaliyeti eksi yaratan, idari ve hukuki riskleri, ticari borçları, verimsiz sözleşmeleri ve kırılgan bir gelecek tahayyülü olan kulüp dibine kadar siyasete / nepotizme / vasatlığa batmış memleket ortamında nasıl mükemmel olacak ben anlamıyorum. Belki de benim kusurumdur, zamanla bu kusurumdan arınırım ama bu seferlik mükemmeli ben hayal edeyim. Hiçbir taşınmaza dokunmadan Galatasaray’ın tüm finansal borçlarını bir kalemde sihirli değnekle yok ettik. Masaya da acil ihtiyaçlar için 1 milyar TL tutarında nakit bağış çeki bıraktık. Taşınmaz, arsa, inşaat, beton, ihale, proje, TOKİ, müteahhit gibi kelimeleri kullanmadan kulübü nasıl yöneteceğini 5 yıllık kalkınma planı tadında bana anlatabilir mi mevcut yönetim? Hiç zannetmiyorum, ipotek-rehin vs kalktığına göre yeni borç alırız denir, konu kapanır. Hele ki Galatasaray’ın bir anda mali açıdan mükemmel duruma geldiği vaaz edildiğinde 300 milyon Euro maliyetli takım kurduracak derecede yoğun mahalle baskının geleceğine adım gibi eminim.
Müessese kulüpleriyle yarışmak için kaynak gerekiyor diyor Sayın Özbek, kesinlikle doğru ama bugün harcadığımızdan kaç kat fazlasını harcayarak rekabet edebileceğiz?? Eczacıbaşı, ENKA ya da Anadolu Efes’in fark yarattığı tek alan para mı, gerçekten bundan emin miyiz? Şöyle bir örnekle açıklayalım meramımızı. İçten yanmalı motorların temel prensibine göre gaz pedalına asılırsak daha çok yakıt tüketen otomobilimiz daha hızlı gider ama yoldaki araçlar aynı mı, şoförler benzer tecrübe ve kabiliyette mi? Tüm şartlar eşit iken yalnız yeterli para harcayamadığımız için rekabette geri kaldığımızı düşünüyorsak bilinmelidir ki bu apaçık gaflettir.
Her durum ve şartta Galatasaray SPOR Kulübünün boş hayalleri bırakıp hakikat ile barışarak, asli faaliyetinden artı değer üretme (en azından zarar etmeme) kültürünü edinmesi gerekiyor. Bunu konuşan neredeyse yok, hatırlayan / hatırlatan da pek az… Kürsüde “Ticari firma değiliz biz spor kulübüyüz” diyor başkan ama dilinden borç, faiz, ihale, arsa, emlak, inşaat, proje kelimeleri düşmüyor. Transfer ticareti dışında sporla ilgili öncü ve vizyoner bir öneri duymadık ne kendisinden ne yönetiminden. Konuşmasında devamla “Sportif başarı sözünü tutmuş bir başkan olarak karşınızdayım” diyor ve referansı yine ve sadece futbol ama orası Sportif A.Ş. Genel kurulu değil… Sevgi iklimi diye kodlanan ve camiada karşılık bulan söylem bir anda içimizdeki savaşa evriliyor. Dolayısıyla hatlar tümden karışmış, beklentiler bulanıklaşmış. Korkarım ki #MayıslarBizimdir diye diye futbol topunun çevresinde mayıstan mayısa yaşayan ilgisiz üyeler de eklendiğinde Galatasaray silkinip kurtulması gereken varoluşsal bir krizin eşiğinde!
Başkan her seferinde endişe duyulmaması adına farklı konularda “kimsenin şüphesi olmasın” diye vurgu yaptığında dikkat çekici şekilde şüpheleri tetikliyor. Geçmişi hatırlayanlar irkiliyorlar, anlıyorum her iktidar dikensiz gül bahçesi ister. Oysa şüphe Tevfik Fikret’in deyimiyle nura doğru koşmaktır, şüphe akıllı insanlar için haktır. Galatasaraylı olarak şüpheden değil sizi şuursuzca ve asla sorgulamadan alkışlayanlardan korkun. Bugüne kadar Galatasaray’ın başına gelen her şeyi sorumlusu doğru ile yanlışı ayırma sorumluluğundan kaçanlardır. Denk getirdiği her muktedirin yanına kapılanmak dışında hasleti olmayan şakşakçılardır.
Bu dikkat ve denge dağıtan kulüp içi siyaset vasatisi
yetmezmiş gibi, Florya ya da Riva ölçeğinde projeler günümüz Türkiye’sinde
Ankara siyasetine selam vermeden yürütülememektedir. Mülk bizim, cebimizde 100 milyon Euro nakit
olsa bile hukuk çerçevesinde tam bir teşebbüs hürriyetinden bahsedemeyiz,
hayalperest olmanın alemi yok. Korkarım
ki biz siyasete leziz bir dilim vermeden Florya pastasını kesemeyeceğiz. Bu
durumda pastayı kesen bıçak şahsi menfaatleri üzerinden tekliflere maruz
kalacak, siyasetle pek samimi bir müteşebbiste mi yoksa yalnızca aldığı yetki
üzerinden kılı kırk yaran ve siyaset ile çok mesafeli bir müzakerecide mi olsun
derseniz benim görüşüm belli, hiç de değişmedi ama niyet ne olursa olsun akıbet
gönlümüze göre olmuyor.
Geldik bu çoook uzun yazının sonuna, tekne palamarı çözüp limandan ayrıldıktan sonra bugün ne yapalım sorusu halen cevap bulmadı. Biliriz ki kötümser rüzgardan şikayet eder, iyimser değişmesini bekler, gerçekçi olan ise yelkenlerini ayarlamaya koyulur. Yetkiyi alan yönetimin en doğru adımları atmasının çok yakın takipçisi olmak, süreçte kusur, hata, noksan olmaması için tekerlek kırılmadan ikazda bulunmak, gerek bireysel gerek camia olarak her platformda Galatasaray’ın hak ve menfaatleri lehine baskı grubu olmak rotamızda yelkenleri rüzgarla şişirir.
Yeter ki Galatasaray’da veri ve bilgiler eğilip bükülmesin. Yalnız gerçekler anlatılsın, muktedir eliyle manipülatif propaganda somut bilgi aktarımı zannedilmesin. Galatasaraylılar da sadece sarı-kırmızın mağrur, muktedir, muzaffer ve her daim muteber kalması adına doğruyu bulma / en iyiyi seçme kaygısı taşısın. Biz hakikat ile barışarak mesuliyetimize uygun davrandığımız müddetçe kurgulayanı kim olursa olsun bizi kıstırmak istedikleri her tuzaktan er geç kurtulabiliriz, aksi durumu düşünmek dahi istemem.
Yeni seçilenler başta olmak üzere tüm yönetim kuruluna bol şans ve üstün başarılar dilerken, gayrimenkuller üzerine mesai yapıp imza atacak herkese hamiyet, basiret, feraset diliyorum. Tutarlı ve doğru kararlarınız destek bulacak, eksik ve yanlışlarınız size itinayla hatırlatılacaktır. Yolumuz, bahtımız açık olsun!
GALATASARAY profesyonel futbol takımı 26 Mayıs 2024 tarihinde sezondaki 33. galibiyetini alıp 102 puana ulaşarak yine şampiyon oldu. Başta Okan Buruk ve teknik heyet olmak üzere sahada ter dökenlere ve idari, mali tüm kulüp organizasyonunu yönetenlere müteşekkiriz. Biten sezondaki maç başına 2,68 puan ortalamasının uzun yıllar tekrarlanabileceğini sanmıyorum.
Sezon boyunca oyundaki tutku ve zirvedeki kıyasıya rekabetten çok TFF-MHK-PFDK üçlüsünün tutarsızlıkları ve “ligin sportif gerçekliği yok” söylemi dillendirildi. On yıldır süper ligde şampiyon olamayan Fenerbahçe ve başarısızlığını kabullenemeyen asabi başkanı her fırsatta yeni komplo teorileri ortaya attı ama kendilerine puan getiren hakem kararlarını, en kritik anlarda kazandıkları komik penaltıları, Türk Ceza Kanunu kapsamında saldırganlaşan oyuncularına verilmeyen cezaları hiç konuşmadılar. Herkesin keseri kendine yonttuğundan bu konularda makul ve tarafsız bir terazi de maalesef bulunmuyor, ülke futbolu da bu yüzden aynı sığ ve çamurlu suda çırpınıyor.
Ligi üçüncü
sırada tamamlayan Trabzonspor şampiyonun 35 puan gerisinde kalırken,
üçüncülüğün geleneksel adayı BJK ise tam 46 puan fark yedi. Olmayan sportif gerçeklik tam da buradadır, ligimiz
Soğuk Savaş dönemindeki çift kutuplu dünyaya dönüşmüştür. Zirvede iki kulüp ve zirveye dürbünle bakan diğerleri…
Sonuç olarak Galatasaray bileğinin hakkıyla şampiyon olarak amacına ulaşmış,
37. hafta deplasmanda Galatasaray’ı yenme başarısı gösteren Fenerbahçe de hevesini
alıp tatmin olmuştur. Stratejik amaçlara
dönük sportif hedeflerin karşısında hasımlık üzerine kurulan kindar heveslerin bulunması
iki kulüp arasındaki önemli bir ayrımdır.
2023 ve 2024
yıllarını şampiyon unvanı ile tamamlayan Galatasaray 2025 yılında 25. Lig şampiyonluğu
ve beşinci yıldız hedefiyle sezonu açacak.
Back to back iki şampiyonluğun arasında temel bir fark var. 2021-2022 Burak Elmas faciasından sonra geçen
sezon Galatasaray kadroda köklü değişiklik yapıp zirveye çıkmıştı. 2023 şampiyonluğu yönetimin azim ve kararları
sayesinde geldi. 2024 şampiyonluğu ise
yönetimin isabetsiz tercihlerine rağmen kazanıldı, bu görüşü temellendirmeye
çalışalım.
Galatasaray
2022 yaz transfer döneminde risk almak zorundaydı. Yüksek risk / yüksek getiri dengesi
tuttu. Yeni isimlerle takım bambaşka bir havaya büründü. Elbette Avusturyalı Yusuf
Demir tutmadı, Chelsea’nin eski yıldızı Juan Mata zaten olmayacak duaydı ama
Torreira, Mertens, Rashica ve kiralık aşk Icardi çok iş yaptı. Devre arası Kaan Ayhan ve Zaniolo geldi. Takım
silkindi ve rakiplerinin önünde tartışılmaz bir şampiyonluk kazandı.
Geçen yaz
ise yüksek risk alıp kumar oynamaya gerek yoktu. Giderek uyumunu artıran takımın 3-4 net
takviyeye ihtiyacı olabilirdi hatta mevkiler üzerinde kamuoyunda konsensüs bile
vardı fakat ne hikmetse “Şampiyonlar Ligi kadrosu kuruyoruz” söylemiyle birden
para muslukları açıldı. Kadro şiştikçe
şişti fakat temel eksikler yine giderilemedi.
Kestirmeden
söyleyelim, hani paket teklif gelse geçen yaz gelen herkesten bir çırpıda
vazgeçerdim. Fayda / maliyet olarak Galatasaray’ın en başarısız transfer
dönemlerinden biriydi. Tek tek bakarsak
eğer:
TETE standart
Brezilyalı oyuncudan beklenen yetenek setine sahip değil, NDOMBELE zaten 4
Eylül’de geldi ve bünyesi futbolu bırakmış gibi, #olanVarOlmayanVar ZAHA bey Premier
League sonrası zorla sürgüne yollanmış havalarında, ZIYECH oyun zekası olarak
üstün bir futbolcu ama temposuz ve istikrarsız, Kerem DEMİRBAY’ı Dayı olarak
sevdik ama Galatasaray’ın 8 numarası bu kadar top kaybetmemeli vs..vs.. Tek nokta atışı Davinson SANCHEZ, o da
Galatasaray tarihinin en pahalı stoperi. Listede kendisinden sonraki isimlere
(Maicon-Chédjou) maaşta 1 milyon Euro fark atmış durumda.
Peki ya alışveriş opsiyonları açısından daha sıkıntılı sınav sayılan ara transferde ne oldu diye hatırlayalım mı? Sol beke Bundesliga 2’den Alman Derrick Köhn geldi, Sparta Prag maçlarında oynayamadı. Forvete Carlos Vinicius geldi, Kasımpaşa’ya gol atmak dışında faydalı olamadı. Sağ bek olduğu iddia edilen Serge Aurier niye geldi, o henüz anlaşılamadı. Gönderilen Berkan Kutlu çare olarak görülüp geri çağrıldı ve sağ olsun işini dört dörtlük yaptı. Başakşehir geri verse Fransız bekimiz Léo Dubois da Florya’ya geri gelecekti, Göksel bey salmadı. Hatırlanacak olursa kadroda parmak hesabı yapamadığımız için Avrupa’da transfer piyasası kapandıktan sonra Başakşehir’e vermiştik kendisini, 1,8 milyon Euro maaşını kimin yüklendiği ise KAP açıklamalarına yansımadı?
Maliyetlerden devam edersek yalnız ZAHA – ZIYECH – TETE – NDOMBELE dörtlüsünün sezonluk maaş maliyeti vergi dahil 22 milyon Euro’ya ulaşıyor. Bu meblağa imza paraları, bonuslar, primler, menajer komisyonları, sair masraflar dahil değildir. Katlanılan maliyete karşılık alınan performans kabul edilebilir seviyenin çok altında! Sonuç olarak geçen yaz takım kimyası üzerine ince mühendislik çalışması yerine, cisminden öte ismi olanları ve kamyondan dökülenleri toplar gibi davrandık. Uyumlu takım kurmakla fiyakalı isimleri yan yana getirmenin farkını bir kez daha deneyimledik, şimdi kısa vadeli hedefimiz fayda sağlayamadığımız isimlerle minimum zararla vedalaşmak olacaktır.
Bilinmeli ve hatırlanmalıdır ki, transfermarkt verilerine, basın manşetlerine, trend topiclere, menajer cinliklerine, transfer müptelası şımarık ergenlere göre dizayn edilen her dönem aynı şekilde sonuçlanır.
Peki burada eleştiri okları yalnız idarecilere mi yönelmelidir? HAYIR. 2022 yazında çok isabetli kararları alanlarla bir yaz sonra hatalı tercihler yapanlar aynı isimlerdi. Burada en çok Galatasaray kamuoyu bilhassa da kulüp üyeleri kendilerine pay çıkarmalıdır. Eylül 2023 Divan Kurulu toplantısında Sayın Erden Timur transfermarkt’ın pek iyimser verileri üzerine piyasa değerlerini anlatırken, Avrupa medyasında Galatasaray’dan bahsedildiğine dikkat çekerken, tarihin en görkemli kadrosunu müjdelerken istisnasız herkes huşu içinde alkışlıyordu. Zirvesine iki kulübün aday olduğu yerel ligde %51 ihtimalle başladığımız yarışı rekor puanla zirvede tamamladık ama Avrupa’da Manchester United ve Bayern München maçları dışında parmak ısırtan bir performans ortaya konamadı. Tam tersi Molde, Kopenhag, Sparta Prag maçlarında ya çok zorlandık ya da istediğimizi alamayıp yarış dışı kaldık. Adı geçen kulüplerin harcamaları ve maaş yükleri Galatasaray’ın çok gerisindedir ve yeniden anlıyoruz ki önemli bir etmen olsa da başarıyı sadece harcanan para belirlemez.
Yeri gelmişken Sn. Erden Timur’un Sportif A.Ş. yönetiminde devam etmeme tercihine de değinelim. Dile getirdiklerine bakınca kendisine ilgi ve sevgi gösterilmesinin yanı sıra haksızlık yapılmış mıdır, mutlaka yapılmıştır. Yüzüne karşı övgülerin yanında hakkında mesnetsiz dedikodular dönmüş müdür sağda solda, hiç şüphesiz. Fakat burada kişinin hedef alınmasından ziyade genel bir zaafa parmak basmalıyız.
Kulüpte yönetimler takım ruhuyla hazırlanıp ortak amaç doğrultusunda seçilmedikçe hırslar, kıskançlıklar, hazımsızlıklar, rol kapma yarışı, kapı arkası dedikoduları bitmez. Burada mesele kulübe özgü Byzantine entrikaların ötesine geçiyor. Pek çoğu seçim kampanyasında tanışan isimleri alt alta dizip liste yapınca ekip olarak düşünme / çalışma / üretme pratikleri filizlenmeden gerilimler / sorunlar / ego savaşları patlak veriyor. Kimi küsüp uzaklaşıyor, kimi işi parmağının ucuyla tutuyor, kimi dedikoduya başlıyor. Her seferinde yönetimin ağır yükü 4-5 ismin üzerine yıkılıyor. Onlar da robot olmadıkları için aşırı yıpranıyorlar. Tüzük tadili ile yönetim süresinin üç yıldan iki yıla döndürülmesinin esas gerekçesi de budur. “Üç sene dayanamayız belki iki yıl olur” öngörüsüdür, oysa bu işe ekip olarak soyunmadıkça tatsız saha sonuçları ve maddi darboğazla geçen üç ay bile otuz yıl gibidir. Sözün özü yaşananlar Galatasaray’da iktidar uğruna ve iktidarı paylaşmamak için deli divane olanlar kadar insanoğlunun ezeli zaaflarına dair bir mevzu olarak ele alınmalıdır. Dolayısıyla hizmet vermek isteyenleri öğüten değirmende Erden Timur ne ilk ne de son örnek olur. Elbette bol tekrarlı sevgi iklimi söylemi ve tarihin belki de en az eleştirilen yönetimine rağmen bu yıpranma yine de sıra dışı, Erden bey Özhan Canaydın, Adnan Polat ya da Mustafa Cengiz döneminde yönetici olsa harici baskı ve tenkitler nedeniyle bu kadar da dayanamayabilirmiş diye düşünüyorum. Başından geçenlerin tamamını anlatmadığından daha ötesinde yorum yapmak isabetsiz olacaktır.
Biz iki ucu keskin bıçak diğer konumuzdan devam edelim. Her ne kadar yaz mevsiminin ratingi yüksek olsa da transfer sezonlarına bel bağlamak epey riskli, hele bizim gibi mali açıdan el kapısına muhtaç kulüpler için… mücadeleci bir takım, hedefleri olan ahlaklı oyuncular ve sahada işlediği görülen tutarlı bir oyun planı transferden çok daha kritik. Bunlar yoksa her transfer israfa dönüşebilir. Bu bağlamda teknik direktör Okan Buruk ve ekibinin başarısı daha kıymetli hale geliyor. Yeni gelenlerden minimum katkı alınırken, eskilerin dirayeti ve bireysel performanslarını parlattıkları isimlerle -örnek: Barış Alper Yılmaz- zirveye ulaştılar. Üstelik sezon ortasında kulübün menfaatleri doğrultusunda Sacha Boey’den vazgeçilmesine rağmen başardılar. Emeklerine sağlık!
Tam burada yerel rakip Fenerbahçe’ye de değinmek gerekiyor. Dedesinin torunu olmak dışında herhangi bir meziyetini göremediğimiz milyarder Ali Koç altıncı sezonunda bugüne kadarki en derin ve alternatifli kadrosunu kurmuştu aslında. Kilit oyuncu Fred uzun haftalar takımdan uzak kalmasaydı, stoper ikilisinde istikrar sağlanabilseydi, Hırvat kaleci Livakovic kendini aşarak Fernando Muslera performansı gösterse ya da belki wonderkid Arda Güler bir sezon daha kalmaya razı gelseydi Fenerbahçe şampiyon da olabilirdi. Yukarıda da değindik, Fenerbahçe kusur ve eksiği kendisinde arayan bir zihniyete sahip olmadığından farkı detayların belirlediğini tahlil edememektedir.
Geçmişe hükmümüz
geçmediğine göre artık geleceği tasarlama vaktidir.
Nadir istisnalar dışında hiçbir futbolcuya son büyük kontratını veren kulüp olmamalıyız. Bu satırların yazarı son olarak 30 Temmuz 2022 Kulübümüzün bütçe genel kurulunda kürsüde bütçe yapım teknikleri, gelir ve giderler üzerine söz almışken tekil bir örnek olarak Sergio Oliveira’yı vermiş ve vergili sezonluk maaş yükü 4,6 milyon Euro’nun UEFA CL geliri yokken çok yüksek olduğunu dile getirmişti. Pek çok tenkit almıştım o gün ama kimse 30 yaşındaki oyuncuya 4 yıllık kontrat vererek onun geleceğini garanti altına aldığımızı ama kendimizi riske attığımızı görmemişti. Maalesef endişe hakikat oldu, bugün Portekizliye kulüp bulmak durumundayız yoksa 31 Mayıs 2026’ya dek taksimetre çalışacak.
Garanti maaş ile performansa bağlı ödemeler arasında dengeyi kulüp lehine kurabilmek. Yıllık gelirinin %95’i garanti maaş, %5’i bonus ve prim olan bir kontratta işler ters gittiğinde oyuncu şartları zorlamayabilir. Özellikle Galatasaray’ı kariyer fırsatı olarak gören ve kendine güvenen oyunculara örneğin %70 garanti maaş, %30 kadro devamlılığı ve başarı primi üzerinden daha iddialı sözleşme önermek performans artışı getirebileceği gibi ezberinden şaşmayan piyasada da game changer etki yapabilir.
Transfer görüşmelerinde Şampiyonlar Ligi kozunu aşırı doz kullanmamak. Oyuncuların beklentilerini de yönetebilmeliyiz. Galatasaray’ın UEFA CL gruplarında yer alması kulübün tercih cazibesini artırır ama 6 maçlık kısa maraton bittikten sonra Süper Lig’le mutlu olmayan ya da parlamak istediği sahneden uzak kalan futbolcu kadroda sorun yaratır. Dışarıdan bakılınca buna örnek Mr. British Wilfried Zaha gibi duruyor. Şampiyonlar Ligi macerası bitince hayal kırıklığı yaşadığı, bunun da motivasyonu minimuma indirdiği tahmin etmek yanlış olmaz.
Gelen futbolcuya son kulübünde kazandığı maaşla orantılı bir ödeme teklif etmek. Elbette oyuncu özellikle daha iddiasız bir kulüpten geliyorsa maaşını döviz cinsinden %50-%60 artırmak isteyecektir, hakkıdır da ama mevcut kazandığının 3-4 katını önermek akılcı bir hamle olmayacaktır. Geçmişten bu dengesizliğe iki örnek PAOK’tan gelen Garry Rodrigues ve Osmanlıspor’dan gelen Badou NDiaye’dir.
Yönetim süresini aşan kontratlar hakkında iki kere düşünülmeli, opsiyonlu sözleşmeler için şartlar zorlanmalıdır. Galatasaray’da üç yıllık yönetim dönemleri Tüzük değişikliği ile iki yıla indirildi. Özellikle yüksek maaşlı oyunculara dört, beş yıllık kontratlar verilmemelidir. 2+1 veya max. 3+1 gibi seçenekler zorlanmalı, daha uzun sözleşmeler yalnızca düşük maaşlı genç oyuncular için masaya gelmelidir. Geçmişten kötü örnek, kariyeri boyunca ilk kez kendisi için bonservis ödenen Sofiane Feghouli’ye beş aylık ömrü olan yönetimin 5 yıllık kontrat vermesiydi mesela.
Transfer histerisine tutulmaya, paniğe kapılmaya lüzum yok. Elimizde kapasiteli şampiyon bir takım var. Performans alamadıklarımıza müşteri ararken temelde dört pozisyona oyuncu bulmalıyız. Üst düzey bir orta saha (8 numara), istikrarlı sağ bek, Mertens rolünü üstlenebilecek daha genç bir isim, Icardi’yi tamamlayabilecek ya da onun yokluğunda sorumluluk alacak farklı özellikleri olan forvet (Alexander Sørloth tiplemesi diyelim)
Kerem Aktürkoğlu yurt dışına giderse yerli bir kanat oyuncusu beşinci transfer olabilir. Üç stoperden biri giderse de karar Emin Bayram’la devam etmek ya da ikame aramak tercih konusu olur. Büyük çıkış yakalayan Barış Alper Yılmaz’ın ise kalacağını varsayıyorum. Bu transfer döneminde asla 10-12 oyuncu almamalıyız! Nicelik değil kadroyu tamamlayacak NİTELİK aramalıyız.
Zarların hep düşeş gelmeyeceğini bilerek sağlam adımlar atmak çok önemli. Unutulmamalı ki gelirlerimiz pek çok faktöre endeksli iken, giderlerimiz kontrata bağlı ve büyük ölçüde kesinleşmiştir.
İtalyan futbolcumuz Nicolò Zaniolo Aston Villa’ya kiralandığında 40 milyon Euroluk bir operasyonun gerçekleştiği şeklinde kamuoyunda bir sevinç dalgası oldu. Gel gelelim futbolcuya gök mavili formayı veren Roberto Mancini milli takımı bıraktı, Zaniolo Premier League maçlarında beklenen performansı ortaya koyamadı, adı bahis skandalına karıştı, derken Euro 2024 öncesi sakatlandı. Global transfer piyasasında halen convertible bir oyuncu ama hiçbir sporcunun değirmen taşı, İş Bankası hisse senedi ya da jetonla çalışan jukebox olmadığını anlamak zorundayız. Çapraz bağ, aşil tendonu, boşanma, çocukların okul durumu, hocayla atışma, soyunma odası kavgası, memleket özlemi, menajer hinliği vs. her şeyi bir anda ve umulmadık biçimde değiştirebilir.
Gelelim 2024-2025 sezonunda karşılaşabileceğimiz bazı risklere:
Ödemeler Dengesi ya da Gelir Düzeni her sezonun kritik belirleyicisidir. İçinde olduğumuz mali yılın 9 aylık verileri elimizde, geçen sezon aynı döneme göre gelirleri kabaca beşle çarpmışız. Bu müthiş bir atılım, emeği geçenleri takdir etmemek olmaz. Öte yandan giderler de hızla artıyor. Beş kata varan iş hacmi artışına rağmen anılan dönemde -225 milyon TL esas faaliyet zararı var. Yatırım faaliyetleri, futbolcu satışları ile 12 aylık mali dönemi kâr ile kapatabileceğiz gibi görünse de futbolun çıplak operasyonu henüz sürdürülebilir kârlılığa ulaşmadı. KAP bildirimleri detaylı olmadığı için net veriye ulaşmak mümkün değil ama finansal tablolar bu sezonki kadronun maliyetinin vergiler dahil 100 milyon Euro’yu devirdiğini fısıldıyor. Bu kadar büyük parayla şaka olmaz! Her kuruşun karşılığını alacak şekilde organize olunmalıdır. KAP bildirimleri demişken, Galatasaray’da şeffaflığın değerini de vurgulamak farzdır. Örneğin KAP bildirimine göre Mauro Icardi’ye sezonda 6 milyon Euro ödeniyor, sayın başkanın ifadesiyle oyuncumuz 10 milyon Euro net maaş alıyor. Aradaki 4 milyonu sponsorlar karşılıyor. Benim eksiğimdir belki ama bu kişi ve kurumları şahsen bilmiyorum. Sponsor Galatasaray ile birlikte anılmak, görünür olmak, başarıya ortak çıkmak için kaynak aktarır. Bu gizem katkı verenlere sponsor değil adını vermek istemeyen hayırsever muamelesi yapmamızı gerektiriyor.
Peki Icardi 4 milyonu sponsorlardan kapı kapı mı topluyor yoksa bizimle 10 milyon Euro kontratı var, biz de ilişkili sözleşmelerle sponsorlardan ödeme mi alıyoruz? Bunun ne farkı var derseniz, tastamam 6,68 milyon Euro farkı var. Sponsorların olası ödeme güçlüğüne düşme riskini aldığına inanmadığım Icardi FIFA kuralları gereği de yalnız işverenini tanır, başka bir deyişle 10 milyon € net maaşın yıllık vergili brütü 16,68 milyon Euro eder. Bu spektaküler meblağa bonus, prim, menajerlik komisyonu, sair masraflar dahil değildir.
Dolayısıyla zurnanın başka perdeden üflediği yer gelirlerin sürekliliğidir. Malum sportif başarılar en ciddi katalizör, saha sonuçları lehimize geldikçe gelir kapısı kapanmaz ama bir de sponsor katkısının kesintiye uğraması riski var. Kulüpler genelde sponsorluk vaadinin üzerine çok da düşünmeden atlıyor ama son GKN Kargo olayı da hatırlatmalıdır ki bizimle işbirliği yapmaya gönüllü kuruluşları sanki onlardan kaynak temin edecek değil de onlara borç verecek gibi araştırmalıyız. Bu hem hesapların şaşmaması hem de kurumsal itibar açısından önemlidir.
Başka bir risk duble şampiyon kadronun doyuma ulaşması ve karar anlarında yeterince mücadeleci olmaması. Bu riske karşı en büyük güvence Okan Buruk olacaktır diye umuyorum.
Fernando MUSLERA. Rekabette mukayeseli üstünlük Nando nasıl risk faktörü olur derseniz yaş 38, ikinci kalecimiz onunla mukayese edilemeyecek durumda. Dev bir nazar boncuğuna ihtiyaç var ve global kaleci pazarını ileriye dönük takip etmek şart.
Mauro ICARDI. “Hoppalaa” demişsinizdir, merak etmeyin ikonik futbolcumuzla bir derdim yok. Bilakis kader anlarında sahne alan büyük bir golcü Icardi, dahası çocukların odasına yeniden poster astıracak fantastik bir karakter. Icardi fiziksel olarak formdayken yalnız fox in the box değil oyuna yön verebilen bir mastermind. Fakat görüldüğü ve Okan hocamızın da ifade ettiği üzere uzun zamandır %50 performansla oynuyor. Yarım porsiyon Icardi ligimize yeter belki ama daha büyük hedefler için %80+ ICARDI gerek bize. BJK maçında Ghezzal’ın darbesiyle sakatlandıktan sonra bir türlü eskiye dönemedi, tendinit benzeri sık tekrarlayıp sinir bozan bir rahatsızlığı olmadığını umalım. DİKKAT! Sezon açılışından kaç gün sonra İstanbul’a ineceği ve kampta ne kadar çalışacağı ligin kaderini tayin edebilir.
Kemerburgaz? Yepyeni bir tesise geçiyoruz ama aceleyle geçildiği için bazı eksikler olacaktır. Florya’nın çevresiyle birlikte insanı sarmalayan konforu olmayınca huzurlu çalışma ortamı sallanabilir. En azından tesisin neredeyse içinden geçen yüksek gerilim hattını insan sağlığını düşünerek biraz uzağa naklettirmenin teknik yolları kamuyla müzakere edilmelidir.
SEYİRCİ. Taraftar en büyük itici gücümüz diyoruz ama realiteye bakarsak beklentisi çok yüksek & tahammülü düşük binlerce kişi her hafta Aslantepe’de tribünlere geliyor. Yüksek kombine fiyatları profili ister istemez değiştirdi, bu sezon 102 puana rağmen beklediği show gelmeyince homurdananlar vardı. Allah korusun, birkaç hafta tökezlesek bu seyirci takımı kemirebilir. Doğu ve Batı alt tribünler özellikle bu sözlerimden alınabilirler!
Kazanmak için her şeyi mübah sayan, hiçbir ahlaki değer tanımayan, Galatasaray’ı rakip değil hasım olarak gören ve arkasında biriktirdiği tüm sosyal, mali, siyasi güçle Türk sporunu zehirlemekten bir dakika bile geri durmayan gözü dönmüş kadroların elindeki sarı-lacivertli kulüp. Şöhreti işvereninden daha büyük José Mourinho ya da kurt menajer Jorge Mendes’in getireceği pahalı futbolcular değil ama 2010-2011 sezonuna gözü dönmüş şekilde giren Aziz Yıldırım hırsından bile öteye geçmiş Ali Koç tüm şartları zorlayacak ve her namussuz fırıldağın gönüllü üfleyeni olacaktır! Hiç şüpheniz olmasın, gizli veya aleni yaptıklarıyla geçen sezonu bile aratacaklardır.
Futbolun karar alıcılarına tesirimizin sıfıra yakın olması. Özellikle Galatasaray düşmanlığı tescilli Servet Yardımcı gibi bir profilin TFF başkanlığına seçilmesi / atanması halinde Demirören – Özdemir – Büyükekşi felaketlerini bile ararız. Galatasaray Türk futbolunda oyun kurucu olmalı, önceliği de yüksek standartlar, sürdürülebilirlik ve adalet olmalıdır. Bizsiz Türkiye futbolu olamayacağı gibi, biz kolları sıvamadan da Türk futbolu bataktan çıkamaz. Ne yazık ki Galatasaray genellikle bu alanda pasif tutum takınan bir kulüptür hatta yönetimler üstü böyle bir kurumsal gündemi dahi yoktur.
Galatasaray Sportif A.Ş. yönetimi bu yaz mevsimini akılcı hamleler ile geçirir ve sezon boyu rotasını muhafaza ederse 25. Şampiyonluk ile aramızdaki tek şey zamandır. Bizi yıpratabilirler, yavaşlatabilirler ama durduramazlar. Fakat esas beklenti Avrupa’da başarı, global sahnede adı konmuş bir maça ihtiyacımız var. O da en azından UEFA Avrupa Liginde çeyrek finaldir, biz bugünden ilk hedefi gözümüze kestirelim hele… o zaman uzaklar da yakın olur.
Malum ROMA bir günde kurulmadı, gönlümüze göre olsun.
Takvimler
yalan söylemez, 29 Ekim 1923’ten bu yana 100 yıl geçmiş.
Bir asır önce Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın “en büyük eserim” dediği Cumhuriyetin TBMM’de ilanıyla, kaçınılmaz sonu engellenemediğinden kaderini yabancılara terk etmiş bir imparatorluktan; tarih sahnesine çok hızlı giriş yapacak yepyeni, bağımsız bir ülke doğuyordu.
Bugün
Cumhuriyetin 100.yılı kimilerine göre sönük, kimilerine göre olduğu kadar
kutlanıyor ama bu yazının ana fikri acaba Cumhuriyet gerçekten 100 yaşında mı
ya da yüzüncü yaşını görebildi mi, onu tartışmak…
Tarih
yalnız kronolojiden ibaret değildir, takvimler yalan söylemese de bağlamından
koparılan kavramlar ya da geçmişi unutan insanlar ile tarihin akışı başka yöne
evrilir. İsimler aynı kalır, geleneklere
sözde bağlılık vardır ama elde kalan boş bir kutuyu andırır. Herkes içinde kendince bir şeyler olduğunu
iddia etse de kutunun esas muhteviyatı zamana yenilmiş yahut kaybolmuştur.
Cumhuriyet
kavramının ne olduğu kurucusunun sözleri ve eylemleri üzerinden okumak en
doğrusudur zira Cumhuriyet başka Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere bir avuç
cesur, idealist, fedakâr, vatanperver ve iyi eğitimli subayın muasır medeniyet
tahayyülü olarak ortaya çıktı. Burada sözü
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa
Kemal Paşa’ya bırakmak en doğrusudur:
“Benim
ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler
işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddî emellerin tatminiyle
ilgili bulunmuyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük
faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir vazifenin canlı iç
rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın
ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da
onu koruyacağım.”
Yukarıdaki
satırlarda şahsi menfaatlerinin peşinde koşarak servet ve şöhret edinmeye
çalışan standart bir politikacıya değil, ömründen uzun ideallere tutunmuş bir
devrimcinin zihin haritasına bakıyoruz.
Dolayısıyla Atatürk’ün yalnızca 57 yaşında ve son iki yılı ağır
hastalıkla boğuşarak geçirdiği 15 yıl sonunda vefatı Cumhuriyetin ilk
kaybıdır. Fani bedeninin toprak
olacağını bilerek, ilelebet payidar kalacağına inandığı Türkiye Cumhuriyeti’ni
başta gençler olmak üzere aziz milletine emanet eden liderin ölümü neden bu
kadar önemli peki?
Sözü
yine Ulu Önder’e bırakalım:
“Ben
zannediyorum ki, millet fertlerinin hiçbirinden fazla yüksekliğe sahip değilim.
Bende fazla girişim görüldüyse bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan
bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdanî eğilimleriniz bana
dayanak noktası teşkil etmemiş olsaydı; bendeki girişimlerin hiçbiri olmazdı.
Millete ait meziyetleri yalnız şahıslara bırakan anlayış, eski idarelerin
sistem ve usul meselesinden doğuyordu. Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin
kuruluş şekli, sadece bir şahsın menfaatlerini ve arzularını tatmine yönelmiş
idi. Şahısların bu arzu ve emellerine hizmet eden millet, gösterilen
büyüklüklerin şerefinden asla payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa
onlar millete yüklenirdi. Bugün bu hâl mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü
olduğu gibi dünyaya göstermişse, fazlalık bende değil,bugünkü idarenin
niteliğindedir. Bu şekil mevcut oldukça, bu mevkie çıkacak herkesin yapacağı
şey bundan başka türlü olamaz.
…Sizden
olan bir şahsa, sizden fazla ehemmiyet vermek, her şeyi milletin bir ferdinin
şahsiyetinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu zamanlara ait
bir toplumun meselelerinin aydınlatılması ve belirtilmesini yüksek bir
topluluğun tek bir şahsiyetinden beklemek elbette ki lâyık değildir, elbette ki
lâzım değildir.”
Şüpheye
yer bırakmayacak şekilde Atatürk madden, manen, fikren lokomotifi olduğu Cumhuriyet
idealini kendi şahsının ürünü saymıyor, başarı ve itibarı milletiyle paylaşıyor,
görünürde TEK ADAM olarak sürüklediği kuruluş dönemine rağmen iktidarın bir tek
kişiye dayalı olduğu sistemin ülkeye fayda getirmeyeceğini ortaya koyuyor.
Tanzimat
ve Meşrutiyet dönemlerini de içine alacak şekilde asırlardır Türklerin tarih sahnesinde
meclis, istişare, şura geleneğiyle öne çıktığını iyi bellemiş Mustafa Kemal
daima Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kendisinden öne koymuştur.
Bunun
en büyük delili ise Kurtuluş Savaşı’nın kaderinin değiştiği 5 Ağustos 1921 tarihli
TBMM toplantısıdır. TBMM oy birliği ile
Mustafa Kemal Paşa’ya Başkumandanlık Kanunu gereği olağanüstü yetkiler
verdi. Her sözü emir telakki edilecek, koşulsuz
ve derhal uygulanacaktı. Gazi Mustafa Kemal her kulu yoldan çıkaracak bu
olağanüstü yetkilerin üç ay ile sınırlı olmasını talep etmişti. Çulu, çarığı,
atı, silahı olmayan ve kaçaklar nedeniyle mevcudu azalmış bir orduyu her türlü
acil tedbiri alarak düşmanın karşısına çıkarma vazifesi ona aitti. Her ne kadar o gün Paşa lehine kürsüden
ateşli destek konuşmaları vardıysa da, girilen bu yolun sonu belirsizdi.
Mustafa Kemal’e tanınan olağanüstü geniş yetkiler üçer aylık sürelerle üç kez uzatıldı. Dördüncü uzatma konusu 20 Temmuz 1922’de TBMM’de görüşüldü. Orduyu sevk ve idare konusunda isabetli kararlarına rağmen Mustafa Kemal’in bir tür askeri diktatör, yerli Napoléon Bonaparte olacağını düşünenler dahi vardı.
Mustafa
Kemal TBMM kürsüsünde kendisine duyulan itimat için mebuslara teşekkür ettikten
sonra sözlerine devam etti: “Kemal-i iftiharla ve büyük bir
memnuniyetle arz ederim ki, bugün ordumuzun kuvve-i mâneviyesi en âli
derecededir… Bu sebeple artık böyle bir salâhiyeti
idame etmeye lüzum ve ihtiyaç kalmadığı kanaatindeyim”
Başkomutan
ordusunun manen en üst seviyede, madden düşmana denk olduğunu ilan ederek
Tekâlif-i Milliye’den tam 11 ay sonra hedefe ulaşmış olarak olağanüstü
yetkilerini iade etmeyi kendi önermiştir.
Her
sözü emir telakki edilen, çevresinde “vur de vuralım, öl de ölelim” sadakat duygusunda
güçlü figürler varken Türklerin en büyük mareşali neden elindeki olağanüstü yetkileri
artık ihtiyaç kalmadığı için TBMM’ye iade etmiş olabilir. Sözü yine Gazi Paşa’ya bırakmak lazım gelir:
“Arkadaşlarımız
ve milletin bütün fertleri gibi, millî davamızda benim de emeğim geçmiş ise, bu
çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve
ancak bütün milletin manevî şahsiyetine atfediniz. Ben, milletin bu yüksek, manevî
şahsiyeti içinde bir naçiz fert olmakla bahtiyarım. Efendiler, millet bütünüyle
manevî bir şahıs halinde ve bir birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve bu yüce
birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan kaldırdı.”
“Ben
o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye götürebileceği
noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim sahasına dahil
işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana alimler doğru yolu
göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana
söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.”
Buraya kadar yazılanın özeti şu: Mustafa
Kemal ATATÜRK hükümdar, padişah, askeri diktatör olmasını bekleyenlerin aksine her
şeye vakıf ve hakim kadir-i mutlak olmadığını, milletin çalışkan ve faydalı bir
ferdi olmaktan öte bir paye aramadığını, kendisinden önde Meclis bulunduğunu, her
ne başarmışsa HEP BİRLİKTE kotarıldığını anlatmış ve hayatını idealleri
doğrultusunda halkına armağan etmiştir.
Henüz Cumhuriyetin 15.yaşında, 10 Kasım 1938’de hayata gözlerini yumar Ulu Önder, eserini tamamlayamamış her büyük sanatkârın talihsizliği onu da bulmuştur. Eseri onu sevdiğini söyleyenlerin elinde eğilip bükülmüş, daha sonra onu sevmediklerini saklama gereği duymayanların insafına terk olunmuştur.
Kurucusu olduğu Cumhuriyet Halk Fırkası – CHF (bugünkü CHP
ile uzaktan yakından alakası olmayan kurucu irade temsilcisi) 1 Haziran 1939’da
yeni Tüzüğünü kabul eder. Buna göre
Türkiye Cumhuriyeti’nin müessisi Kemal ATATÜRK ebedi başkan, İsmet İnönü ise
değişmez genel başkan olarak belirlenir.
Değişmez(?) genel başkan ancak vefatı, vazife ifa edemeyecek ağır hastalığı
ya da istifası ile inhilal edilebilirdi.
Atatürk’ü TABU haline getiren ve hayatında arzu etmediği kutsal baba
rolünü ona ilk biçen güya onu en çok sevenlerdi. Peki ATATÜRK 1939 Kurultayı’nda olsa ne
derdi, daha önce dediklerini hatırlayalım mı?
“Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir
dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım,
ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve
köklü müşkülât önünde, belki gâyelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz
vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman
süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık
telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini
iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.”
Dolayısıyla CHF Atatürk’ü yaşayan bir ilericilik ve devrimcilik
pusulası olarak kullanmak yerine aziz hatırasını mumyalayıp dolaba kaldırarak
ilk büyük gaflete imza atmıştı. Bugünkü
CHP’nin o partiyle yalnızca isim benzerliğinden nasiplenmeye çalışan acayip bir
organizasyon olduğunu hatta CHP kısaltmasındaki C harfinin artık Cumhuriyete
tekabül etmediğini de bilvesile not düşmüş olalım.
Atatürk’ün yeri doldurulamaz boşluğunda II. Dünya Savaşı belasından
İsmet Paşa’nın usta manevralarıyla uzak durmayı başaran ülke, maalesef başka
sahalarda Cumhuriyet ikliminden uzaklaşıyordu.
1942’de Varlık Vergisi ile Türkiye gayrimüslim vatandaşlarına ağır ve
haksız bir iktisadi ayrımcılık dayatıyor, sermayenin Türkleştirilmesi adı
altında yeni salınan ağır vergileri ödeyemeyenler Erzurum-Aşkale çalışma
kampına sürülüyordu. Cumhuriyet idaresinde demek ki herkese yer yoktu, sınıfsız
toplum ideali makbul vatandaş sayılmayanları dışlama sevdasına dönüşmüştü.
1946’da Türkiye’de genel seçim yapıldı. Daha önce çok partili hayata geçme denemeleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı. 1946’da seçimler akla, mantığa ve vicdana aykırı biçimde AÇIK OY & GİZLİ SAYIM esasına göre yapıldı ve tek parti olan CHF seçimi kazandığını ilan etti. Oysa halk (seçmen) bu sonuçları asla içine sindiremeyecekti, Cumhuriyet fikrinin eşitlik ve adalet iddiası ağır zarar görmüştü.
1950’de Demokrat Parti %53,5 oy alarak tek başına iktidara geldi. İsmet İnönü liderliğindeki CHP %39,9 oy alabilmişti. Oy farkının aksine TBMM temsilinde devasa fark vardı. Demokrat Parti 416 sandalye kazanırken, kurucu iktidarın devamı CHP yalnızca 69 vekil ile temsil edilecekti. Atatürk’e tesir etmeyen iktidar zehri Aydınlı toprak ağasını kolayca yoldan çıkardı. Öyle bir ötekileştirme başladı ki, seçim kampanyalarında İsmet İnönü’nün asker kaçağı olduğu bile Anadolu’da kulaktan kulağa yayılacaktı? 1903 Kara Harp Okulu dönem birincisi topçu teğmen, 1906 Harbiye dönem birincisi yüzbaşı, Kurtuluş Savaşı Garp Cephesinin muzaffer Kumandanı Ferik (Korgeneral) rütbeli İsmet Paşa asker kaçağı ha? Görülüyor ki Anadolu’daki cehalet ve yobazlık şeytanını Atatürk bile yenememişti.
Yıllar içinde Başvekil Adnan Menderes rövanş için sırasını
bekleyen bilenmişlerin temsilcisine dönüşecekti, öyle ki devlet radyolarında isim
isim okunan Vatan Cephesi rezilliğine de imza atacaktı. DP döneminin bir unutulmaz olayı da 6-7 Eylül
1955 saldırılardır. Atatürk’ün Selanik’teki
evine karşı düzmece bombalı saldırının kasıtlı olarak bir gazeteye servis edilmesiyle
tetiklenen olaylarda İstanbul dışından da takviye edilen vandal sürüsü İstanbul’daki
gayrimüslimlerin kiliselerine ve mezarlarına kadar saldırarak korkunç bir pogrom
tezgahlamışlardı. Sonuç olarak Rumlar,
Yahudiler, Ermeniler kaç asırdır burada yaşamış olurlarsa olsunlar, ellerindeki
nüfus kağıdı ne olursa olsun bu ülkede kendilerine yer olmadığını anladılar. Çoğu gitti, giderken İstanbul yaşam kültürünü
de yanlarında götürdüler, bize bugünkü garabet kaldı. Cumhuriyet her vatandaşının can ve mal
güvenliğini sağlayamıyordu, Sünni müslüman, Türk ve devletine sadık olmayanın evine
yas girerdi.
Halk Demokrat Parti’den yaka silkmişti ve muhtemelen 1961 seçimlerinde iktidar el değiştirecekti ama Türk Silahlı Kuvvetleri beklemedi, 27 Mayıs 1960’da yönetime el koydu. Temsil ettiği sağ siyaseti güdük bırakan muhteris Adnan bey olarak tarihe geçecekken, idam edildiği için kült bir kahramana dönüşen demokrasi şehidi Menderes efsanesi böyle doğdu. Cumhuriyet halkın idaresiydi ama asker müsaade ettiği kadar oluyordu demek ki…
Siyasi partiler fikir ve düşünceyi temsil eden
organizasyonlar olmayı bırakıp sandıklarda blok oy almak için aşiretlerle
pazarlık ederken, Cumhuriyetin hür irade kavramı ayaklar altına alınıyordu.
En kötü ve başarısız memurlar sürgün yeri olarak Doğu Anadolu’ya
gönderildiğinde, Cumhuriyetin üvey evlatları olduğu yöre halkının yüzüne vurulmuş
oluyordu.
Kanun gereği kapatılmış tekke ve zaviyelerin bakiyesi
konumundaki tarikat ve cemaat yapılanmaları siyasetin manevi yönlendiricisine dönüşürken,
Laiklik ilkesi kağıt üzerinde bir teferruata dönüşüyordu. Cemaat yurtlarında kimi çocuklar intihar
ederken, kimileri diri diri yanarken, bazıları taciz ve tecavüze uğrarken
adaletin kör, toplumun sağır oluşu Cumhuriyet idaresinin başka bir yönü olan
sosyal devlete güveni yıktı.
Süleyman Demirel’in deyimiyle “mütedeyyin vatandaşlar
çocuklarını okula göndersin” diye açılan İmam Hatipler sayı olarak arttıkça,
ihtiyacın çok ötesine geçtiğinde hem Tevhid-i Tedrisat Kanunu çiğneniyor hem de
belli bir siyasi görüşün arka bahçesine dönüşmelerinin yolu açılıyordu. 28 Şubat kafasıyla başını örten kızların
akademik özgürlük alanı olan üniversitelere alınmaması yeni bir yarılmaya yol
açıyor, hem eğitim hürriyeti çiğneniyor hem de kızların mağduriyetinden ekmek
yemek isteyenlere fırsat doğuyordu.
İzmir İktisat Kongresi’nde devletçilik ağırlıklı, hür
teşebbüse kapıyı kapatmayan, eksikleri gidermek üzere üretim ve verimlilik
hedefinden bahseden ekonomik yapı ithal ikameci ve köşe dönmeci modele evrilirken
gelir dağılımı bozuluyor, alım gücü düşüyor, stratejik sektörler terk edilerek
ekonomik bağımsızlık ideali yok ediliyordu.
Onca imkansızlığa rağmen Osmanlı’dan kalan 107,5 milyon altın lira borç milli
borç 1928-1954 arası dek taksit taksit ödenirken bugün Cumhuriyetin pek çok
kazanımı üç otuz paraya satılmasına rağmen bugün 475 milyar dolar dış borcumuz
var.
12 Eylül 1980 askeri darbesi Türkiye’de filizlenen bazı
düşünce akımlarını ve sivil toplum örgütlerini tamamen yok etti. Kenan Evren liderliğindeki askeri cunta sağ
siyaseti epey biçerken, sol çizginin üzerinden adeta buldozerle geçti. Bir tek siyasal islamcı akımlar neredeyse
hasarsız atlattılar bu süreci ve siyasal islamcılığın iktidar yürüyüşü aslında
1980’de başladı.
“Cumhuriyet fazilettir” idealizminden “Benim memurum işini
bilir” sırıtkanlığına 1983 seçimleriyle geçtik.
Köşe dönmeci, iş bitirici zihniyet Cumhuriyet’in devlet adabını epey törpüledi. Tüketim toplumu olmanın yeni erdem kabul
edilmesi, toplumdaki hırs ve hasedi farklı açılardan körükledi. Vazifesini hakkıyla yapan namuslu insanların
alay konusu olduğu bir dönemin kapıları ardına dek açıldı.
Bir zamanlar “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” döneminde Almanca, Fransızca, İngilizce ve Macarca konuşan 14 yaşındaki Nermin Budapeşte’deki Türk Büyükelçiliği’nin kapısına dayanıp “Benim babam Türk’tü. Ben Türkçe bilmiyorum. Türkiye’de okumak istiyorum. Param yok. Beni Türkiye’ye gönderin” diyebiliyordu. Yıl 1935, Türkiye Cumhuriyeti büyükelçisi kıza tren bileti alıyor, cebine para koyup Ankara’ya gönderiyordu. Sahip çıkılan kızdan hocaların hocası Prof. Nermin Abadan Unat çıkıyordu mesela. Hasan Âli Yücel önderliğinde 1948 yılında Harika Çocuk kanunu ile en yetenekli gençler Avrupa’daki en iyi imkanlara devlet eliyle ulaştırılıyordu çünkü Atatürk öyle yapmıştı.
Daha Cumhuriyet resmen ilan edilmeden 1923’te Avrupa’ya
devlet bursuyla gönderilen genç Sadi’ye (Ord. Prof. Sadi Irmak) tren
istasyonunda ulaştırılan telgrafında ne diyordu Gazi Paşa?:
“Sizi birer kıvılcım olarak gönderiyorum; alevler olarak geri
dönmelisiniz!”
Ağır çalışma şartları, hastanelerdeki şiddet olayları ve
yetersiz gelir nedeniyle yurt dışına gitme yolları arayan genç doktorlarına ne
dedi bu ülkenin lideri, “Giderlerse gitsinler”! KPSS sınavından yüksek not
alan, mülakat tuzaklarında eleniyordu.
Kamu kurumlarında yasal staj yapmak için bile partinin tavsiye ettiği
gençlerin şansı vardı. Cumhuriyet
liyakat üzerine kurulmuştu ancak yıllar içinde layık olan değil yandaş ve
yalaka olanlara talih kuşu kondu.
Cumhuriyet artık kimsesizlerin kimsesi, genç yeteneklerin
hamisi de değildi. Cumhuriyet adamına
göre muamelenin resmi adı olmuştu.
“Köylü milletin efendisidir” sözü hızla unutuldu. “Tütün ekmeyin, haşhaş yasak” türevi dış baskılar,
özelleştirme hamlesi ile gelen çöküş, topraksızlaştırılan çifti, emeğinin
karşılığını alamayan hayvan sahipleri, kaybolan doğal kaynaklar derken bugün
çiftçilerin çocukları topraktan uzak duruyor.
Atatürk Orman Çiftliği arazisindeki deneysel tarım ve hayvancılık pratikleri
“bu araziyi nasıl yağmalarız” fırsatçılığına yenildi. Köyden kente göçü başarı hikayesi olarak
anlatan iktidarlar, Türkiye’deki şehirleşmenin büyük kentlere adapte olamamış çeperde
mega köyler yarattığını hep inkar etti.
“Ankara’da hakimler var” diyebilme idealiyle yola çıkan
Cumhuriyet’in ilerleyen yıllarında hukuk sistemi adaletten ayrıldı, kamu
vicdanını tatmin etmeyen kararlar alındı.
Mahkemelerin iş yükü arttı, dava süreleri uzadı. Adalet Sarayı inşa edenler Anayasa’daki şekliyle
hukuk devletini bir türlü hatırlayamadı.
Yargı bağımsızlığı bitti, “Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyorum,
saygı da duymuyorum” diyenler asrın lideri oldular.
Cumhuriyet kulların hanedana tabi olduğu dönemi bitirdi, yurttaşlık kavramını getirdi. Soy sop değil hak edenin ilerleyeceği rejimdi, Cumhuriyet en çok fırsat eşitliğiydi. İslamköylü çoban Süleyman Demirel İTÜ’de mühendislik tahsili görüyor, Robert College mezunu Bülent Ecevit ile siyasette yarışabiliyordu. Cumhuriyet olmasa Kayseri’de esnaflık yapmaktan öteye gidemeyecek Abdullah Gül beyefendi Exeter’de okuyup devletin en tepesine yürüyebiliyordu. Cumhuriyet olmasa muhtemelen babasının dizinin dibinde Rize’den bile çıkamayacak R.Tayyip Erdoğan büyük dedesinin hayal bile edemeyeceği her makama gelebiliyordu.
Cumhuriyet en çok fırsat eşitliğinden uzaklaştı, bugün
ailenizin parası yoksa iyi bir eğitim alamazsınız. Bugün partide tanıdığınız yoksa kamuda istihdam
edilmeniz istisnai bir durumdur. Bugün artık doğduğunuz mahalleyi aşmanız, anne
babanızdan daha iyi bir yaşam standardına kavuşmanız pek ufak bir ihtimaldir.
Anayasanın 2.maddesine göre TÜRKİYE demokratik, laik, sosyal
bir hukuk devletidir. Hangisinden geriye
ne kaldı? Yargı mensuplarının işaret ettiği ve rahatsızlık duyduğu rüşvet
çarkı, sümüklü vaizin peşine takılıp yarım yamalak darbeye kalkışan üniformalı
hainler, keyfe keder iptal edilen seçimler, kayyım atanan belediyeler, karma
eğitimin bile günah diye tartışılmaya açılması, milletvekili seçilenin keyfi
olarak hapishaneden salıverilmemesi, atanamayan öğretmenin inşaatta öldüğü sosyal
devlet… Hangisini söyleyelim.
Bir cumhuriyet düşünün ki vatandaşları ülkelerinde neler
döndüğünü mafya liderinden dinledi aylar boyunca. Siyasetçileri, gazetecileri alenen
tehdit etti çünkü herkesin birbirine karşı açığı vardı. Başka devletlerden
ricacı olundu botokslu mafyayı susturmak için. Bu mudur hukuk devleti?
İçişleri bakanı değişince birden daha önce dokunulmaz olan
çetelerin üzerine gidiliyor, her yerden bir çete lideri fırlıyor, çete
liderleriyle herkesin fotoğrafı çıkıyor, bazıları çetecilere “dava arkadaşımız”
demekten utanmıyor.
Yemin töreni ertesinde oy verenlerin unutulduğu milletvekilliği
mesleğe dönüşmüş vaziyette. Kiminin yalısı
yatı, kiminin ihalesi fabrikası olabiliyor.
Bir bakan yönettiği kuruma kocasının şirketinden fahiş fiyatla mal
satıyor ve yargılanmak şöyle dursun, makamından çiçeklerle uğurlanıyor.
2002-2022 yılları arasında Türkiye’de 2 trilyon 563 milyar
Amerikan doları vergi toplanmış, 63,5 milyar dolar değerinde özelleştirme yapılmış. Bu kadar devasa bir kaynak adil, ahlaklı ve
akılcı kullanılsa ilkokul öğrencilerinin velilerinden çamaşır suyu ya da
tuvalet kağıdı için bağış toplanır mıydı, SMA hastası çocukların aileleri üst
geçitlerde bağış dilenmek zorunda kalır mıydı, devlet üniversite öğrencilerinin
yurt ihtiyacını çözemez miydi? Oysa
deprem vergileri nerede diye sorgulandığında “bizim bunların hesabına vermeye
vaktimiz yok” diyen zihniyet artık revaçta!
YURTTA SULH CİHANDA SULH ilkesi ve genç Türkiye’nin dış
politikası nedense çekingenlik ve zaaf zannedildi. Bu ülke komşusu Suriye’deki iç savaşı açıkça
tahrik etti, diktatör Esad karşısında birtakım kılıksız adamları destekledi,
ateş büyüdü ve sonunda milyonlarca çaresiz insan güney sınırlarımıza akın
etti. “Şam’daki Emevi camiinde namaz kılacağız”
diye çıkılan yolun sonunda bugün sayısı bilinmeyen bir sığınmacı kitlesi Türkiye
sınırları içinde ve onları Avrupa Birliği karşısında pazarlık kozu olarak
kullanma hevesindeyiz. Kayıt dışı istihdamı seven patronların sömüreceği bir kitle
olarak da elimizin altında tutuyoruz ama nasıl bir sosyal patlama riskinin
üzerinde oturduğumuzu kimse bilmiyor.
Tüm bu laçkalaşma, gevşeme, gerileme ve çürüme bu uzun
yazının en başında ATATÜRK’ün dile getirdiği ve kaçınmaya çalıştığı TEK ADAM
düzeninde ivme kazanmaktadır.
1920’lerde “Tek benim sözüm muteberdir, şahsım
dışında makam yoktur” dese binlerce kişinin “emrindeyiz
Paşam” diyeceği Mustafa Kemal’in milli iradeyi TBMM’de topladığı, her
kararı tartışarak aldığı, olağanüstü başkumandanlık yetkilerini dahi üçer aylık
onayla kullandığı unutuldu.
Tarihimizde şura, istişare, meşveret, meclis… türlü adlarla
maruf tüm siyasi katılım mekanizmaları terk edildi. Yeni saltanat tesis
edilirken, tüm denge / denetleme mekanizmaları yok edildi. Saltanatta ULUSAL EGEMENLİK
modeline geçmiş ülke, 16 Nisan 2017’de mühürsüz zarflar ve işbirlikçi çapsız muhalefet
eşliğinde başka bir saltanata dümen kırdı!
Türkiye TBMM’de doğmuşken şimdilerde yürütme üzerindeki
kontrolü tamamen kalkan, kanun yapma yetkisi kararnamelerle çalınan, bütçe bile
onaylayamayan göstermelik bir parlamento var artık.. Bugün TBMM 600 vekile ve
yüzlerce memura boşa maaş ödenen, millete derman olamayan kuru bir binadan ibarettir.
23 Nisan 1920’de halkı sömürenler milli iradenin tecelli
edeceği MECLİS’le tasfiye edildi. Şimdi hilafet kokulu yeni neo-Osmanlıcılığı
meşru göstermek dışında vasfı olmayan meclis var.
TÜRKİYE bir dönem ekonomik çıkarları ve askeri güç dengeleri
gereği BATI bloku yanında saf tutarken, bugün ümmetçi hayaller, şahsi servetler
ve dış baskılar ile nereye savrulacağına karar vermeye çalışıyor. “Bu can bu bedende oldukça….” diye başlayan
her cümle öyle ya da böyle sonunda boşa düşüyor. Mukayeseleri
sevmem ama ATATÜRK cumhurbaşkanı iken Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki konsolosluk
binasında vahşi bir cinayet işlense ve cesedi yok etseler ne olurdu? Meseleyi mesele etmeyip üzerini mi kapatırdık,
yoksa Vahhabinin ipliğini pazara çıkarıp bedel mi ödetirdik?
Sözün özü, Atatürk’ün fani bedeninin toprak altına girmesiyle
birlikte aşınmaya ve ilkeleri sulandırılmaya başlayan Cumhuriyet 1950’ler ile
birlikte rövanşist zihniyetin taarruzuna maruz kalmış ve özellikle son 20
senede kurucu değerlerinden ve rotasından tamamen uzaklaşarak şahsa münhasır
tanımsız bir idareye dönüşmüştür.
1923 yılından bu yana 100 sene geçmiştir ama Cumhuriyet’in
100 yaşına ulaştığı dev bir soru işaretidir.
Bugün Cumhuriyet’in 100. Yılını kutlamamak için her bahaneye
sığınılmaktadır ve şunu da tespit edelim AKP epey talihli bir organizasyondur. Bir
zamanlar içtikleri su ayrı gitmeyen The Cemaat ile dershane rantı üzerinden kapıştıktan
sonra Pensilvanya’da yuvalanan alçakları önce Paralel Devlet sonra FETÖ olarak
ilan ettiler. Başkanlık sistemi yeterli
kamuoyu desteğini alamamışken 15 Temmuz 2016 ihaneti birden ülkedeki iklimi
değiştirdi. 15 Temmuz siyasette kartların yeniden karılmasına sebep olmuş ve Cumhur
ittifakının temelleri atılmıştır. Hemen
ardından Nisan 2017 referandumu ve 9 Temmuz 2018’de ilk Cumhurbaşkanlığı
kabinesi…
2019 yılında ekonomide alarm zilleri çalarken 2020 yılı başında
Coronavirus mazereti yetişmiştir. Ekonomi toparlanamazken 6 Şubat depremi 100 milyar
dolarlık zarar bütçesiyle yeni bir mazeret olmuş, yeni vergilerin de kapısını
açmıştır. 29 Ekim 2023 kutlamak
içlerinden gelmezken, Hamas’ın İsrail’deki sivillere saldırısı, karşılığında İsrail’in
ölçüsüz devlet terörü ile Gazze’deki masumlara ölüm yağdırması ile yeni bir mazeret
daha elde edilmiştir.
Fakat her türlü HAMAS’et ardında Cumhuriyetin nimetlerinden sonuna dek faydalanmış ama Devrimsiz Atatürk / Atatürksüz Cumhuriyet hedefine uygun çalıştığını hiç de gizleme ihtiyacı duymayan bir iktidar vardır.
Cumhuriyetçilik değil sandıkçılık, Milliyetçilik değil ümmetçilik, Laiklik değil İslamcılık, Devrimcilik değil emperyal hayalcilik, Halkçılık değil “biz ve onlar kamplaşması” artık geçer akçe olmuştur. Dahası 80 yılın ziyan edildiği ve tüm kazanımların son 20 yıldaki olağanüstü başarılara dayalı olduğunu iddia eden sahte, boş ama bir kısım seçmeni tavlayan anlatı söz konusu… Propaganda makinesi öyle büyük ki, başka bir ülkede ayıbın büyüğü olarak nitelenecek hikayeleştirme bizde seçim malzemesi oluyor.
Türk milletinin Cumhuriyet idealine ve kurucu değerlere ne kadar sahip çıktığı, dahası bunları ne kadar anlayıp içselleştirdiği ise ayrı bir tartışma konusudur. Kanımca -sarı saçlım mavi gözlüm- seviyesindeki basmakalıp Atatürkçülük de, sebebi belirsiz, boş ezbere ve fitneye dayalı Cumhuriyet karşıtlığı da aynı bilgisizlikten doğmaktadır.
Son sözü tarihin hep haklı çıkardığı Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bir kez daha yanılmaması temennisiyle NUTUK’taki son sözlerine bırakalım.
“…Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük
medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin
yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet
bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı
gönülden dilerim.
Bu yıl değişen kulüp tüzüğü gereği mali yıl artık takvime değil sportif döneme özgü izlenecek. Kulübümüz de tıpkı futbol şirketleri gibi her yıl 1 Haziran günü mali yıla başlayıp ertesi senenin 31 Mayıs’ında yılı kapatacak. Bu değişimin doğal sonucu olarak olağan mali genel kurul toplantıları artık Mart ayında değil sonbaharda yapılacak. 14 Ekim 2023 günü gerçekleşecek toplantı da geçişe tanıklık edecek ara dönem olan 1 Ocak-31 Mayıs 2023 arası 5 aylık faaliyet ve hesapların sunulması amacını taşıyor.
Tam
bu noktada sportif sezonlara dayalı gelir gider dengesinin konsolide takip
edilmesi ve mali yılların eşitlenmesi gerekliliğini ilk kez dile getirenlerin
ve bunun için epey uğraşanların başında gelen İstanbul Sanayi Odası eski başkanlarından
Kulüp Divan üyemiz Sayın Hüsamettin Kavi’yi rahmetle anmak isterim. Olgun tavrı, nezaketi ve bilgeliğinden çok
istifade etmiştim, kendisiyle olan sohbetlerimi özlüyorum.
Galatasaray
Spor Kulübü üyelerine faaliyet kitapçığını ve mali sonuçları online platformda
sundu. Bu konulara ilginin giderek
azaldığını net biçimde gözlemliyorum, dolayısıyla raporları bihakkın inceleyen pek
az üye olduğuna eminim. “Merakı olup incelemeye
vakti olmayanlar için Galatasaray’ın 5 aylık performansı ve son dönemdeki gelişmeleri
ele almaya niyetlendim” demek isterdim ama aslında bunlar benim kendime
notlarım, zamana yenilmemek ve unutmamak için… Herkesin kendi kahramanlık
hikayesini anlattığı ve alkış beklediği dönemde sapla samanı, propaganda ile
hakikati ayırmak için yazıyorum.
Yazdıkça hatırlıyorum, hatırladıkça benzerlik ve farkları görüyorum,
gördükçe anlıyor ve sorguluyorum. Bu da
hafızayı ayakta tutuyor, muhakemeyi güçlendiriyor. Manipülasyona müptela kitlelerin kalabalık
gürültüsü içinde, dingin bir köşe yaratma çabası da denebilir. Geçmişi unuttuğumuzda yakınımızdaki tehlikelerin
farkında olmayız ve kaybedeceğimiz bazı şeyleri geri almamıza zaman müsaade
etmez.
Konumuza dönecek olursak futbol topunun kale çizgisiyle olan fırtınalı aşkı algılarımızın ayarlarıyla her zaman oynuyor. Galatasaray profesyonel futbol takımı sezona gayet iyi başladı. Ligin ilk 8 maçında 2,75 puan ortalamasıyla gidiyoruz. Ön elemeleri kazasız belasız geçip ait olduğumuz UEFA Şampiyonlar Ligi A grubuna demir attık. Old Trafford’da (The Theater of Dreams) alınan galibiyetle keyfimiz yerinde, nazar değmesin. Üstelik takım maksimum performansına ulaşmadı henüz, gidecek yolumuz varılacak menzilimiz var çok şükür…
Profesyonel
futbol Sportif A.Ş. bünyesinde yönetiliyor, Süper Lige GALATASARAY A.Ş. olarak tescilliyiz. 14 Ekim günü ise Kulübün (Derneğin) üyeleri
toplanacak ve oy vererek iş başına getirdikleri yönetimin performansına bakacaklar. Dolayısıyla önceliğimiz üyesi olduğumuz Galatasaray
Spor Kulübü olacak, bakalım 2023 yılının ilk 5 ayında neler yaşanmış.
Maalesef
yazının girizgahındaki ılıman iklim burada sona eriyor, buradan sonraki
satırlarda winter is coming…
Galatasaray SPOR Kulübü (DERNEK) bu yılın ilk 5 ayında tam 196.585.058 TL Brüt Zarar yazmış. Brüt zarar kabaca malı satış fiyatınız ile maliyetiniz arasındaki fark diyelim. Kar-Zarar tablosunun daha ilk satırında patlıyor bomba! Geçen yılın 12 ayında 106 milyon TL brüt zarar varken, bu yıl ilk 5 ayda %85 daha fazla zarar var. Bu verinin içinde futbol yok, faiz / finansman gideri yok, yatırım maliyeti yok, genel yönetim giderleri yok. Futbol dışı branşlarda sahaya çıkmak üzere takımlar kurmuşuz, teknik kadrolara ödemeler yapmışız, amortisman benzeri giderler doğal olarak mevcut ve karşılığında gelir elde etmişiz. Fark (-) 196,5 milyon TL. Akıl alır gibi değil, spor yapmamışız da parayı sobada yakmışız gibi bir netice var ortada.
Elbette
kulübün genel yönetim giderleri, başka diğer giderleri de eklenince esas
faaliyet zararımız 269,7 milyon TL.
Sadece 5 ayda bu zarar? Geçen yıl 12 aylık zararı beş ayda 59 milyon TL
sollayıp geçmişiz.
Yatırım faaliyetlerinden gelirler yani sporla ilgili olmayan değerlemeler ya da yatırım dönüşleri eklenince tablo hafiften düzeliyor. Üzerine geçmiş yıla nazaran çok ağır görünmeyen finansman gideri ekleniyor. Beş aylık dönem zararı 105 milyon TL’ye iniyor! “Bu beş aylık dönemde döviz kuru bizi perişan etmiştir” ezberine sığınmak isteyenlere kötü haber, 1 Ocak-31 Mayıs arası döviz ortalama %9 yükselmiş.
Gelelim
BÜTÇE konusuna. Yönetimler her sene
genel kurula bütçe getiriyor ve onaylatıyor.
Genel kurulda genelde ezbere kalkıyor eller zira bütçe üzerine kafa
patlatmak yorucu…
Şimdi
biraz geriye dönüyoruz, 30 Temmuz 2022… Yeni göreve gelen Sn. Dursun Aydın
Özbek başkanlığındaki yönetim bütçesini sunuyor, akabinde geniş yetkiler talep
ediyor. Bu satırların yazarı kürsüde temelde şu mesajları veriyor dinleyen maksimum
428 kişiye.
Bütçe
ve planlama konusunda merkezi bir disipline ve olgun geleneklere sahip değiliz
Hazırladığınız
bütçe kalemleri arasındaki sapmalar ve değişimler, bütçe varsayımları hakkında hiçbir
bilgi vermemişsiniz
Devraldığınız
bütçe 40 milyon TL eksiyle gidiyor, bunu düzeltmek en azından izlemek için elinizde
yöntemler var. Lütfen gayretle takip
edin, bu açığı kapatmaya çalışın
2019,
2020 ve 2021’de bu kulüp faaliyetinden zarar etmemiştir, sportif faaliyeti finanse
etmek için yeni borç almaya gerek duymamışlardır. Lütfen bu disipline geri dönün.
Hazırladığınız
bütçenin tutmama ihtimali gayet kuvvetlidir! Lütfen ay ay, hafta hafta takip edin. İşin ucunu bir kaçırdınız mı sonu felakete
varır.
Destek
faaliyet konumundaki şirketler zarar edemez, bunlarla ilgili derhal net karar
alınmalıdır.
Döviz
cinsinden harcama yaparken çok hasis davranın, ülkenin makro dengeleri alarm
veriyor, kurun nereye gideceği belirsiz.
Ben
Albus Dumbledore ya da Nostradamus değilim, ailemde müneccim de yok. Kahin ekonomist Nouriel Roubini olma iddiam
da olamaz ama yine de bir bakalım neler olmuş.
Bütçenin
gelir tarafında yılın ilk 5 ayı için Kulüp Merkezi ve ADA sayesinde 3,3 milyon
TL gelir fazlası yaratmışız, ki bu güzel haber.
Detaya indiğimizde amatör branşlarda hesaplanan %5 eksik gelir var ama
bu kontrol edilebilir seviye olarak kabul edilmelidir.
GİDER tarafında ise durum hiç iç açıcı değil. Bütçelenenden 23,3 milyon TL fazla gider yapmışız. Sportif branşlar ilk 5 ayda bütçenin %16 üzerinde harcama yaparken, giderleri rahat takip edilecek spor okullarında mesela %30 sapma söz konusu.
Yani
ilk 5 aya bakıldığında faaliyetler özelinde değerlendirirsek bütçe
tutmamış.
Elbette 11 Ekim 2023 tarihli divan kurulunda Levent Yaz’dan bayrağı devralan muhasip üye Sn. İsmail Sarıkaya bütçeyi başka türlü takdim etti. Yukarıda belirtildiği üzere kur farkı beklenenden az gerçekleştiği için, faizler de anılan dönemde raydan çıkmadığı için genel kurula onaylatılmış 358 milyon TL yerine 352 milyon TL zarar ederek bütçe dahilinde gittiklerini söyledi. Teknik olarak söylediği doğrudur ama bakış açısı sağlıksız ve tehlikelere açıktır. Kulüp yönetimleri hükümleri altında bulunan operasyonun / faaliyetin dizginlerini ellerinde tutmalılar. Zira döviz kuruna global finans piyasaları, politika faizine siyaset karar veriyor. O alanda herhangi bir tesirimiz yok, ülkenin tamamı gibi aynı alamete binmiş seyir halindeyiz. Üstelik yerel seçimden sonraki içerideki acı reçete beklentisine ek olarak bölgesel gerginliklerin petrol arzına etkisi, varil başına fiyatların artışı, bunun Türkiye’nin cari açığına dolayısıyla döviz talebine etkisi derken enflasyonla birlikte kur riski halen açık yara gibi…
Konsolide verilere de bakalım.
Üyelerimizin
alkışlarla ve büyük beğeniyle ibra ettiği 2022 yılı 1 milyar TL toplam faaliyet
zararıyla kapanmıştı.
2023
yılı ilk beş ayında Galatasaray Spor Kulübü ve tüm iştirakleri toplamda 799
milyon TL faaliyet zararına ulaşmış!
Sayın İsmail Sarıkaya bu veriyi yine Divan’da aktarırken taşınmazların
yeniden değerlemesiyle ulaşılan gelirleri referans göstererek dönemi aslında kârlı
kapattığımızı söylüyor. İfade teknik
olarak yanlış değil ama biz faaliyetimizden cayır cayır zarar ettiğimiz sürece manası
yok.
Örneğin
futbol şirketimiz Sportif A.Ş. yılın ilk 5 ayında 581 milyon TL dönem zararına
ulaşmış. Referans açısından geçen yıl 12
ayda 609,8 milyon TL zarar edilmişti.
Üzerine fırtınalar kopan, resmi hesaplardan kişisel husumetlerin püskürdüğü Galatasaray Mağazacılık A.Ş. yılın ilk 5 ayında 257 milyon TL ciroya karşılık sadece 2.590.239 TL kâr elde edebilmiş. 2022 yılını da üzerine koyduğunuzda 17 ayda toplam 19,9 milyon TL kâr var ortada. 17 ay boyunca kocaman bir organizasyon, değerli bir marka çalışıyor. Personel, yatırımlar, kampanyalar, siparişler, satışlar, mesailer, tasarımlar, lansmanlar ve bize kalanla İstanbul Levent’te 1+1 rezidans dairesi alabiliyoruz.
Bu performans üzerine ne başarı hikayeleri anlatılıyor, “Dönemimizde 355 milyon TL EBITDA yarattık” diyor istifa eden ekip ama resmi verilerde bu meblağın izini süremiyoruz. Perakendecilik şirketimizin geleneksel ciro / kâr denklemine baktığımızda bunun olabilirliğini nasıl tarif edelim. ARZU Film prodüksiyonu Neşeli Günler filminden unutulmaz bir sahnede Şener Şen pazarlama dehasını şu cümleyle taçlandırır. “Ürünlerimizi İngiltere kralı, rahmetli başkan Kennedy, Taçsız Kral Pele, Beckenbauer, kaleci Maier, Nadia Comaneci, Brigitte Bardot hatta Fenerbahçeli Cemil kullanıyor.” Hesap oraya çıkıyor. Oysa gerçekten çok başarılı olduklarını düşünüyor ve emeklerinin ziyan, ortaya çıkardıkları değerin zayi olduğuna inanıyorlarsa; twit atmak yerine kapsamlı bir faaliyet raporu ortaya koyar ve dönemlerinde olan biteni anlatırlardı. Ellerinde iyi örnek de vardı üstelik, 2021’de görevi bırakan yönetim perakendecilik faaliyetiyle ilgili 60 sayfa gayet güzel bir çalışmayla veda etmişti. Sorardınız mesela o dönemden Kaan Kançal’a, anlatırdı yaptıklarını.. o kadar da zor değil?
Mağazacılık
şirketinden istifa edenlerin gizli bir ajandası var mı bilmem, içinden
çıktıkları yönetimi topa tutmak için mühimmat biriktirmişler midir ilgilenmem
ama üslup şık değil, bireysel serzenişlerine kulübün resmi mecrasını alet
etmeleri çok ayıp… Gerçekleşmemiş verileri uluorta paylaşıp manipülatif bilgiyi
dağıtıma sokmaları riskli… Birtakım iddialar ileri sürüp “buradan istifa ettim
ama diğer görevlerimde kalıyorum” demek ise gülünç!
İstifa
demişken, Sn. Levent Yaz’ın istifasındaki iddia daha kayda değerdi. Bazı iştiraklerin bütçelerinin yönetim
kuruluna gelmediğini, talep edilen kimi açıklamaların yapılmadığını söylemişti. Buradaki tahminlerim daha kırıcı olur ve Galatasaray’a
zarar verebilir, konuyu burada kapatmış olalım.
30 Temmuz 2022’de GSTV’yi örnek vererek net bir görüş ortaya koymuştum. Galatasaray faaliyetinden zarar etme defterini kapatmalıdır ama herhangi bir mali yılda zarar edecekse yelkenden ya da atletizmden zarar edebilir. Sportif branşlar hariç hiçbir iş kolu zarar edemez. Ana faaliyete destek konumundaki bu operasyonlar ya rehabilite edilir, ya outsource edilir ya da tasfiye edilir.
GSTV yılın ilk 5 ayında 408 bin TL ciro yapmış ve sıkı durun 11,5 milyon TL zarar etmiş. Geçen yıl 12 ayda 6 milyon TL zarar etmişti, bunu neredeyse ikiye katlamış 5 ayda. Software yatırımı olmuş, kablolama yapılmış. Herhalde bu maliyetlerden ötürü zarar söz konusu çünkü personel tablosuna baktığınızda şirketin sıfır çalışanı görünüyor. Toplam 5,7 milyon TL değerinde varlığı olan şirket, özgün içerik üretmekte zorlandığı ve reklam geliri elde edemediği TV kanalını inatla web ve mobil platformda faaliyet gösterecek şekilde dönüştürmediği için para kaybetmeyi sürdürüyor. Bu şirketin yönetim kurulu üyelerine sormak isterim, “ne yaptığınızın ve buna değmeyeceğinin farkında mısınız?”
Kulübümüzün Sportif A.Ş.’ye olan borcu 2.172.877.394 TL’ye ulaşmış. Önceki yönetim dönemlerinde her ay Divan kurulu kürsülerinden didik didik sorgulanan bu meblağ, Sayın Özbek seçildiğinden beri konuşulmaz oldu. Sebebi çok açık, eskiden eleştirenlerin artık oy verdikleri yönetimi sıkıştırmak istememesidir. Adamına göre muamele ve çifte standart Galatasaray’a fayda getirmez, bu notu da eklemiş olalım.
31 Aralık 2021’de idari personel sayımız 432 iken 31 Mayıs 2023’de 480’e yükselmiş. Bu artışın gerekçelerine dair veri yok elimizde ancak çalışanların becerileri, yetkinlikleri ve aidiyetleri sürekli izlenmelidir. Çalışanların mutlu ve verimli çalıştığı bir organizasyon olma hedefinden ayrılmamalıyız. Bununla birlikte sürekli artış gösteren kıdem tazminatı ya da kullanılmamış izin karşılıkları maliyet kalemi olarak kontrol altında tutulmalıdır. Eminim ki grubumuzun İnsan Kaynakları Direktörlüğü bu konuyu parametrik olarak ele alıp inceleyecektir.
Güzel
şeylerden de bahsedelim, en azından okuyanlara moral olsun.
Finansal
yeniden yapılandırma anlaşmasının ödemesiz dönemi 31 Mayıs 2022’de sona
ermişti. 2023 yılı Şubat ve Mayıs aylarında faiz ödemeleri anlaşma kurallarına
uygun olarak yapılmış.
Bilindiği üzere Florya’da bize ait olmayan 40 dönüm araziyi bedelini ödeyerek satın aldık. Bu doğru bir operasyondu, krediyle yapılan bu alışverişten kaynaklı borcumuzu da ödemişiz. Hatırlanacak olursa Florya’daki tapulu mülkümüzü Emlak Konut’a bedeli mukabili devretmiştik. Gelir paylaşımı işbirliği gerçekleşmeyince faiziyle / masrafıyla ödeyip tapulu parseli geri almıştık. O dönemin yönetimi yerden yere vurulmuştu, “proje bütünlüğü bozuldu” denmişti. Oysa şimdi geri alım sayesinde üzerine bize ait olmayan 40 dönümü daha alarak çok daha verimli bir projeye yürüyoruz.
Bu operasyon için kullandığımız 1.085.000.000 TL krediyi TL Ref +5,5 faizle kullanmışız. Bankalar konsorsiyumu ile yapılan ve beğenilmeyen yeniden yapılandırma anlaşmasının faizi TL Ref + 1,5 idi. Yeniden tespitle sormuş olalım: GSRAY Sportif A.Ş. ayarında yıllarca zarar etmiş, öz sermayesi erimiş, belirsizlikler içinde, uluslararası risklere tabi, profesyonelce yönetilmeyen başka bir şirket bu koşullarda bankayla borç yapılandırma anlaşması yapabilir miydi? Bankanın kapısından bile geçemezdi. Bu anlaşma kamu otoritesinin, hükümetin, devletin (adına ne derseniz) kulüplere sağladığı ciddi bir imkan ve imtiyazdı. Politika faizi ısrarla düşük tutulduğu dönemde çok avantajlıydı, bugün %30 politika faizine rağmen halen avantajlı sayılır zira bulabilirseniz eğer ticari kredi faizleri %45’lerden %60’lara varan maliyetlerdedir. Artı değer üreten stabil bir gelir modelimiz olsa TL cinsinden anlaşmada kalmak aşağıdaki geri ödeme tablosuna ve enflasyonist beklentilere göre halen iyidir ama bir seferlik yüksek nakit girişi olacaksa borçları kapatıp çıkmak da iyi bir opsiyon olacaktır.
Uzun
yazımızın son bölümünü Sportif A.Ş’nin bize gösterdiği yeni ufuk çizgisi ve
Sayın Erden Timur’a ayırmak isterim.
Sn.
Timur Nisan ve Eylül aylarındaki Divan Kurulu toplantılarında futbola dair vizyonu
ve hedefleri ortaya koyan iki güzel sunum yaptı. Bireysel olarak bu konuya çok odaklandığı, pek
çok kişiden fikir aldığı ortada. Böylesi
çalışmaları seven ve destekleyen biri olarak beğendiğimi söylemeliyim, hemfikir
olmadığım birkaç nokta olsa da ortaya bir strateji koymak başlı başına bir
ileri adımdır. Eksik olan ise futbola
dair bir strateji çizilmeye çalışılırken, Galatasaray Spor Kulübünün diğer branşları
hakkında böyle bir çalışmanın var olmaması, en azından üyelerle paylaşılmamasıdır. Divan üyelerinin futbol sunumunu alkışlarken “üyesi
olduğumuz kulübün diğer branşları nasıl bir yol izleyecek?” diye sormaması da
bu kurulun artık Galatasaray’a yön gösteremediğinin delili mahiyetindedir. FUTBOL
kendine bir yol haritası çizip defineye ulaşmaya çalışırken, Dernek bulunduğu
yeri daha derin kazmakla meşgul gibi.
Kulüp yönetimine seçilmiş olanlara hatırlatmak isterim, sizin ilgi
alanınız voleybol, kürek, atletizm, basketbol veya yelken olmalıdır. Futbol Sportif A.Ş. bünyesindedir, doğru yere
odaklandığınızdan emin olunuz!
Tam
bu noktada gayet sakil şekilde sürdürülmeye çalışılan atanmış-seçilmiş
tartışmasına girelim. Bir kere kör
kıskançlık ile bir yere varılmaz, haset ederek kendi kaderinizi güzelleştiremezsiniz. İkinci olarak seçilmiş, atanmış hatta
dışarıda kalan olarak GALATASARAY’a hizmet etmenin türlü yolları ve dereceleri
vardır. Bir taşı şuradan alıp oraya koyana müteşekkir olunmalıdır. Hele ki mevcut yönetimi sevenler ve destekleyenler
Erden Timur’u “atanmış” diye kendilerince küçümsüyorlarsa, bilsinler ki seçimi
Erden Timur sayesinde kazandılar.
Hatırlayınız, kampanya döneminde çok akıllı bir strateji ile başkan
adayı mevzi gerisine çekildi. Kampanya
sözcüsü konumundaydı Erden Timur, seçmen hem onun basketbolda yarattığı olumlu
havaya hem kampanya dönemindeki samimi heyecanına hem de gayrimenkul
projelerinde işler yürürken deneyimlerini Galatasaray lehine kullanacak
olmasına oy verdi. Erden Timur’u atanmış
diye eleştirenlere soru, Erden bey karşı listede yer alsa bugün kulüp başkanı
kim olurdu? Yaratılmak istenen ayrım
manasız olduğu kadar hafızaların da ne kadar zayıf olduğunun göstergesi…
Sayın Erden Timur Eylül ayında Kemerburgaz tesislerimizin şantiyesinde yapılan Divan toplantısında bir sunum yaptı ve inanılmaz şeyler anlattı. Ortalama 75-80 milyon Euro iş hacmi yaratan Sportif A.Ş’nin 2023-2024 mali yılını 218 milyon EURO ciro ile yani yaklaşık 6,3 milyar TL ile kapatmasını beklediklerini söyledi. Avrupa’nın en büyük 20 kulübü listesini zorlamak anlamına geliyordu bu söylem.
Türk
futbol şirketlerinde 2 milyar TL barajı geçen mali yıl Fenerbahçe tarafından
2,06 ile aşılmıştı. Şimdi biz 3-4-5 pas
geçip 6 milyar liranın üzerine çıkacaktık. Dünya rekorlarını birer santim geliştiren
Sergei Bubka gibi değil de, ağırlıkları beşer onar artıran Naim Süleymanoğlu
gibi olacağız anlamına gelir bu.
İşaret ettiği içinde bulunduğumuz mali yılın ilk çeyrek sonuçları da KAP üzerinden yeni açıklandı. Öncelikle hasılat (ciro) infilak ederek 1,488 milyar TL’ye gelmiş. Müthiş bir performans bu, bir önceki yılın aynı dönemine nazaran 5 kattan fazla bir meblağdan bahsediyoruz. Faaliyetten kaynaklı 200 milyon TL kâr, geçen yılın aynı dönemine göre yüklü bir faizi kazancımızdan ödemişiz yani borç ödemek için borca girmemişiz ve dönem 98 milyon TL kâr ile kapanmış. Brüt zarar döneminden pozitif EBITDA’ya geçmişiz. Çok sevindirici gelişmeler, devamı da gelsin diyoruz.
Örneğin Fenerbahçe Futbol A.Ş. bizim 200 milyon TL faaliyet kârına karşı, (-137) milyon TL zarar yazmış ancak bonservis satış gelirine 1 milyar TL’nin üzerine rakam yazınca dönemi muazzam bir performansla tamamlamışlar. İlginç olan Şampiyonlar Liginde mücadele eden lig şampiyonu Galatasaray’ın mağazacılık geliri Haziran-Ağustos arası 3 aylık dönemde Fenerium’dan biraz geride kalmış. (438 milyon TL’ye karşılık 405 milyon TL)
Bu arada spor kulüplerinde gelirler üzerindeki dönemsellik ilkesini de unutmamak gerekir. Diyelim ki sezonluk 1 milyar TL geliriniz, 1 milyar TL de gideriniz olsun. Buna rağmen gelirin düşük, giderin yüksek olduğu çeyreklerde nakit akışını yönetmekte zorlanır ve kredi arayışına girersiniz. Örneğin yaz mevsimi bereketlidir, peşin oyuncu satmışsanız gelirini bilançoya yazarsınız. Kombineler satışa çıkar, seyirciler size kaynak aktarır. Turnuva katılım bedellerinin bir kısmı ödenir. Geçmişten bir örnek, 2019-2020 ilk 3 aydaki dönem kârı 79,5 milyon TL idi ve aynı dönemin hasılatına oranı %37’nin biraz üzerindeydi. Dönemin Euro/TL’nin kuru ise 6,45.
Eylül ayında Kemerburgaz’daki divan toplantısında hedeflenen 218 milyon Euro toplam iş hacmi içinde 121 milyon Euro commercial revenue (ticari gelir) ve 53 milyon Euro matchday income (maç günü geliri) olacağını da kırılım olarak gösterdi. 53 milyon Euro stadyum gelirini de çok iddialı bulmakla birlikte esas önemsediğim konu ticari gelirler oldu. Türkiye’de maddi getiri yalnızca sportif başarıya endeksleniyor, oysa marifet top çizgiyi geçmezken bile yaratıcı fikirler üzerine bina edilmiş sağlam iş modelleri ile sürdürülebilir gelir elde etmektir.
Ticari
gelirden ne kastediyoruz? Kabaca
bakarsak markalı ürün ve hizmet satışları, sponsorluklar, isim hakkı gelirleri,
reklam gelirleri, third party proje gelir payları vs. gibi kalemleri kapsıyor. 121/218 dengesine baktığımızda hedeflenen muazzam
gelirin yaklaşık %56’sı ticari faaliyetlerden elde edilecek anlamı çıkıyor.
Oransal değerlendirildiğinde Avrupa’nın ilk 20 kulübü arasında yer alan Atletico Madrid ve Inter’den fersah fersah daha iyi skor. Sıkı durun Juventus, Arsenal, Chelsea’den de iyi bir oran. Real Madrid bile toplam gelirinin %45-%50’sini ticari gelirden elde ediyor. Peki %56 ile kim rakibimiz… On yıllardır Deutsche Telekom, Audi, Allianz, adidas gibi devlerle nikahlı yaşayan kusursuz işletme Bayern München! Türkiye’de yayın gelirlerinin diğer beş büyük lige göre çok geride olmasının bu oranda etkisi olsa da 121 milyon Euro ve %56 ticari gelir payı inanılmaz… Herkesin heyecanlandığına eminim ama bu tutarın kırılımını kalem kalem görmek isterim. İçinde gayrimenkul kökenli bir gelir var mı, futbolcu satışlarından elde edilecek gelir nerede gösterilecek, onları anlamak önemli. O detaylı kırılımdan ve gerçekten sadece tarife uygun ticari gelirlerin dahil edildiğinden emin olmadan benim için bu meblağ “inanılır” seviyenin epey üzerinde… 121 milyon Euro bir sezonluk performans olarak realize olsa bile Erden Timur’a teşekkür edilmelidir, takdirde bonkör davranılmalıdır. Hele ki “bu başarılı çizgi sürdürülebilir mi?” sorusunun cevabı sportif başarıyla direkt bağlantılı olmayan ticari gelirlere dayanarak “EVET” olarak gelirse kapasite olarak artık başka bir lige çıkmışız demektir ki, Sayın Erden Timur ekonomi dergilerine kapak olur, tribünlerde ismine besteler yapılır. O bakımdan bu 121 milyon Euro’yu çok ince dilimler halinde irdelemek her üyenin hedefi olmalıdır. Bunu yaparken de doğru soruları ortaya koyabilmek önemli, mesela kulübün yakın zamanda övünerek ilan ettiği bir sıralamayı paylaşalım.
Bu tabloya göre 2023 yılının Ağustos ayında sosyal medyada en çok konuşulan / en sık etkileşim alan kulüp GALATASARAY, dünya genelinde ilk beşe baktığınızda ikisi Ronaldo ve Messi sayesinde konuşulan kulüpler, ikisi İspanya’nın dev futbol ikonları.. Soru ise şu: “Biz bu etkileşimden ne elde ettik, bilançolara ne yansıdı?” Yoksa konuşuldu, tartışıldı ve geçip gitti mi?
Buraya kadar yazılanların kendimce özeti şu, 9,5 milyar TL toplam yükümlülük kargosuyla birlikte Sportif A.Ş. uçağı pistten başarılı şekilde havalanmış gibi ve yükseliyor. Dernek gemisi ise pervaneleri faize dolanmış su almaya ve batmaya devam ediyor. Genel kurula gelen üyeler Derneğin faaliyetine bakıyor ama Sportif A.Ş. futbolcularının attığı gollere göre hareket ediyor. Yönetimleri bağlayan Tüzüğün amir hükümleri ise sevgi ikliminde nostaljiye dönüşmüş durumda.
En ilginç olan ise artık kimse finansal sonuçlarla ilgilenmiyor çünkü itiraf edilmese de herkes gayrimenkul projelerinin nihayete ermesini, tapuların yeni sahiplerine geçmesini, paraların da kasaya girmesini bekliyor. “Riva, Florya, Mecidiyeköy projelerinden nasılsa çok büyük kazanç elde edilecek, endişelenmeye lüzum yok” diyenlere tekrar hatırlatmak isterim ana faaliyetimizden değer üretmeyi öğrenmediğimiz sürece daima bıçak sırtında yaşayacağız zira bu camia ilgisiz ve duyarsız davrandığı yıllar boyunca çok yanlış refleksler edindi. Top çizgiyi ya da çemberi geçince yönetimler cici, sportif başarı gelmeyince vur abalıya…
Son
zarları attıktan sonra artık Galatasaray’ın bütçesiyle, bilançosuyla kumar
oynama devri bitecek. Şımarık istekler, oluru
olmayan talepler, akla zarar deneysel projeler, taraftarın mahalle baskısı,
fizibilitesiz yatırımlar hepsinin sonu gelmek zorunda. Yaratılan fondan sağlanan fayda kadar faaliyetimiz
olacak eğer doğru refleksleri edinmezsek…
O güne kadar nasıl Mart 2023’de açık vereceği belli Dernek bütçesini onayladıysanız, konsolide 1 milyar TL senelik faaliyet zararını alkışladıysanız cumartesi günü de alkış, oy birliğiyle ibra, RE RE RE RA RA RA
Galatasaray Spor Kulübünün 2022 yılı performansını gösteren faaliyet raporları bu ay başında yayınlandı ve 25 Mart 2023 tarihinde olağan genel kurulda bu raporlar üzerine görüşmeler ve oylamalar olacak.
Gördüğüm kadarıyla Galatasaray sürekli zarar ettikçe, borcu katlandıkça mali konular daha az ilgi çeker oldu çünkü en rasyonel insanlar bile “böyle gelmiş böyle gider” diyerek pes ettiler. İyimser olanlar ise Galatasaray’ın tapulu gayrimenkulleri ve uzun süreli üst kullanım hakları üzerinden çok yüksek gelir elde ederek kilometreyi sıfırlayacağına hatta fazla fazla artıya geçeceğine vurgu yapıyor. İyimserlikten yana tercih kullananlar, pek yakında yerel rekabeti sonlandıracak kadar zengin olacağımızı düşünüyor.
Futbolda top çizgiyi geçerken ve şampiyonluk yakınken her şeyi görmezden gelen ama sportif başarısızlık dönemlerinde her rüzgardan nem kaparak sürekli yakınan skorperestlerden tamamen ayrışmak umuduyla yine bir Mart ayında mali sonuçlara kabaca bakalım isterim.
Önce makro verilerden kritik olanları önümüze koyalım ki, nominal verilerin zamansal değişimini yorumlama imkanımız olsun.
2022 Yıllık Enflasyon (TÜİK) %64,27
2022 Yıllık Enflasyon (ENAG) %137,55
31 Aralık
2021 Euro/TL 14,68
31 Aralık 2022 Euro/TL 19,93
Borç faizimiz ise TLRef + 1,5 ile sabitlenmiş
Önceliği 1905 yılında kurulan ve üyesi olduğum Galatasaray Spor Kulübüne (Dernek) vererek başlıyoruz.
Hatırlatmak gereksiz ama 2022 yılının ilk yarısı Burak Elmas başkanlığındaki yönetime, ikincisi yarısı Dursun Özbek başkanlığındaki yönetime aittir.
258 milyon TL olarak bütçelenen 2022 geliri (Merkez+Tesisler+Amatör Şubeler+Spor Okulları) 225 milyon TL olarak gerçekleşmiş, yaklaşık 33 milyon TL gelir kaybı var (veya bütçe epey iyimser hazırlanmış)
298 milyon
TL olarak bütçelenen 2022 gideri ise 316 milyon TL olarak gerçekleşince yaklaşık
18 milyon TL fazladan yapılan harcama söz konusu
Bağımsız Denetim raporundan takip edileceği üzere Galatasaray Spor Kulübünün 2022 yılı esas faaliyet zararı ise 210.246.526 TL’ye ulaşmış. Başka bir deyişle hasılata yakın bir faaliyet zararından bahsediyoruz, bu zararın içinde faiz, finansman gideri, kur farkı, yatırım gelirleri/giderleri ve futbol yok.
Büyük resim
iç karartıcı, bazı detaylara bakalım istedim.
Mesela Sponsorluk, isim hakkı ve reklam gelirleri %45 artışla 105 milyon TL’ye ulaşmış. Artış enflasyonun gerisinde kaldığı için burada bir kayıp söz konusu. Sportif başarısızlık, kontratları doğru yönetememe, güncelleme oranlarının enflasyonla uyuşmaması, münhasırlık verilmiş alanlarda verimsizlik etki etmiş olabilir.
Kullanılmamış
izin karşılıkları bir yılda %53 artışla 5,2 milyon TL’ye çıkmış. Her ne kadar bu artışta ücretlere yapılan enflasyon
artışlarının net etkisi düşünülse de, çalışanlara özellikle sportif sezonun
mola verdiği yaz aylarında düzenli izin kullandırarak bu karşılığın eritilmesi
tercih edilmeliydi. Bundan sonra bu
meblağın kontrollü olarak düşürülmesi gündemde olmalıdır.
Yüksek enflasyona rağmen yasal bahis (İddaa) gelirleri yaklaşık 600 bin TL düşüşle 6.150.000 TL’ye düşmüş. Bültenlerde daha az mı yer alıyoruz yoksa başka bir durum mu var, bilemiyoruz.
Kurs gelirleri ise 3,25 kat artışla 10 milyon TL’ye yaklaşmış. Pandemi etkileri tamamen geçtikten sonra kurslara talebin arttığı varsayılabilir ama sebepten bağımsız artış sevindirici, burada iyi bir iş çıkarılmış.
GİDER tarafına bakıldığında,
Seyahat ve
Ulaşım giderleri üç kat artışla 8,5 milyon TL’ye,
Deplasman ve Kamp giderleri beş kat artışla 9,3 milyon TL’ye ulaşmış.
Enflasyonun çok ötesindeki gider artışlarının gerekçelerine ve teknik açıklamalarına faaliyet raporundan ulaşılamıyor.
En büyük
gider kalemi doğal olarak Sporcu Ücretleri bir yılda %83 artışla 128 milyon TL’ye
varmış.
Diğer personel giderleri ise %100’ü aşan bir artışla 28 milyon TL’nin üzerine çıkmış. İdari personel sayısı mı artmış, resmi enflasyon zammı + refah payı mı verilmiş, düşük maaşlarda düzeltme mi yapılmış onu da bilemiyoruz.
Gelelim profesyonel futbolun patronu konumundaki, halka açık Galatasaray Sportif Sınai ve Ticari Yatırımlar Anonim Şirketine…
Sponsorluk
isim hakkı ve reklam gelirleri yalnız %5 artmış
(dövizin seyri ve enflasyon düşünüldüğünde ciddi bir kaybımız söz
konusu)
Loca VIP
kombine ve bilet satış gelirleri 2,5 kat artmış
(taraftar üzerine düşeni fazlasıyla yapmış)
UEFA
gelirleri 142 milyon TL’den 61 milyon TL’ye inmiş. (81 milyon TL kayıp)
Yayın hakkı gelirlerinde %38 kayıp söz konusu (89 milyon TL eksilme)
Sportif A.Ş. 2021’de 839 milyon TL olan hasılat 2022’de 806 milyon TL’ye düşmüş. 806 milyon TL kabaca 40 milyon Euro ediyor. Yalnızca KIRK milyon Euro. Hatırlarsanız bir dönem Avrupa’nın en büyük 10 kulübünden biri olacağımız, öyle bir aktif büyüklüğe ulaşacağımız iddia ediliyordu ve vizyon/misyon sunumlarından etkilenenler bu inanılmaz vaatleri hararetle alkışlamaktaydı.
Bugün ilk 10 imkansız, ilk 20 hayal, ilk 30 olur mu? Money League 2021/22 verilerine göre 29. sırada 178.7 milyon € ciro ile İspanyol Villarreal CF, 30. sırada 177.7 milyon € ciro ile İngiliz Southampton var. İlk 50’ye girer miyiz, eh biraz da kısmet bu işler !!
Futbol şirketimizde brüt zarar 2021 yılında 133 milyon iken 2022’de 637 milyon TL’ye fırlamış
Genel yönetim
giderleri 22,4 milyon iken
37,5 milyon TL olmuş
Futbolcu,
teknik kadro, menajer ödemeleri hariç personel giderleri 2,5 kat artmış?
Faaliyet zararı 132 milyon iken 6 kat artışla 803 milyon TL olmuş
Rapora konu
olan 2022 yılında finansman gelirleri 395 milyon iken finansman giderleri 353
milyon TL olmuş yani Sportif A.Ş.’nin finansman geliri giderinden fazla. Bu
durumu ülkedeki para politikaları ya da 2021’de imzalanan kredi yapılandırma
anlaşması ile açıklamak mümkün ama ilginç bir durum olduğu kesin
Net dönem kârı (609.839.917) TL yani yine zarar, yine zarar, yine zarar
Mağazacılık A.Ş.’ye geçersek 2022’de 368 milyon TL ciro yapmış, bir önceki yıla göre neredeyse iş hacmi 2,5 kat artmış. Taraftarlarımıza, müşterilerimize minnettarız
Aynı zamanda
perakendecilik şirketimiz 16,8 milyon TL ile dönemini reel kâr ile kapatan tek
iştirakimiz, bir önceki yıla göre yaklaşık %41 artırmış.
368 milyon
TL ciroya nazaran yaklaşık %4,5 kârlılık az görünebilir ama onun sebebini de
sanırım gider kalemlerinde aramak gerekiyor.
Örneğin Pazarlama Satış ve Dağıtım giderleri 3,35 kat artarak 145 milyon TL’yi aşmış. Neden böyle olmuş bilemiyoruz, en ufak bir açıklama yok. 2021 yılında yayınlanan faaliyet raporunda 60 sayfalık bir bölümle tatminkar düzeyde kendi operasyonunu, atılımlarını ve çözemediği sorunları anlatan şirket bu kez 6 cümle bile kaleme almamış. Dilerim 25 Mart’ta hem başarıları hem eksikleri açıkça anlatılır.
Galatasaray
Televizyon Yayıncılık A.Ş. ise zarar etme geleneğini sürdürüyor.
2022 yılını 6
milyon TL zararla kapatmış, iyimser bir taraf var ama geçen yılki 7,78 milyon
TL zarardan geriye gidiş söz konusu.
Galatasaray Dijital Satış ve Pazarlama Anonim Şirketimiz de faaliyetinden 15 milyon TL zarar etmiş, dönemi de 43 milyon TL dönem zararı ile kapatmış. İlginç olan 2021’e göre yaklaşık %42 kayıpla cirosu 2.279.720 TL’ye inerken üstlendiği finansman gideri 84 katına çıkarak 28,9 milyon TL’ye gelmiş. Bir şirketin yıllık hasılatının 13 kat fazlası finansman gideri nasıl oluyor, 2022’de yapıldığı söylenen yapılanmanın içeriği nedir, yine muamma?
Bir kez daha altını çizelim, genelde öyle bir lüksümüz kalmamakla birlikte, Galatasaray herhangi bir mali yılda zarar edecekse yelkenden ya da atletizmden zarar edebilir. Sportif branşlar hariç hiçbir iş kolu zarar edemez. Bu faaliyetler ya rehabilite edilir, ya outsource edilir ya da tasfiye edilir. Bu dönüşüm tereddüt edilecek, zamana yayılacak, “arkadaşlar üzülür, üyeler kızar” diye önemsenmeyecek bir konu değildir.
Galatasaray
aleyhine açılan davaları göz önünde bulundurarak finansal tablolarda 95 milyon
TL karşılık ayırmış.
2021 yılında
5,56 milyon TL olan danışmanlık gideri 2022’de 13,49 milyon TL’ye yükselmiş.
GALATASARAY SPOR KULÜBÜ Derneği ve Bağlı Ortaklıkları 2022 yılı faaliyetleri sonucu konsolide olarak 1.014.080.724 TL faaliyet zararına ulaşmış. Bu meblağın içinde finansman giderleri olmadığını üzülerek hatırlatmak isterim. Şaka yollu söyleyenler vardır “bizim adamız bile var, bize bir şey olmaz” Konum olarak benzersiz olmakla birlikte 2022 yılında düzeltilmiş değerleme raporuna göre ederi 573 milyon TL olarak belirlenmiş. Sportif faaliyet yürüterek bir yılda iki ada yok etmek mümkün görüldüğü üzere…
Net borç-alacak farkımız da 4.633.239.861 TL’ye ulaşmış.
Bankalar
konsorsiyumu ile yapılan 19 Mart 2021 tarihli TLRef +%1,5 faizli kredi yapılandırma
anlaşmasına göre 31 Ağustos 2023’e dek ana para ödememiz yok.
Sayın Dursun
Özbek geçmiş dönem borçlanmalarının faiz yükünden yakınırken Galatasaray’ın
yaklaşık günde 1 milyon TL faiz ödemek durumunda olduğunu ve bunun sürdürülemez
olduğunu söylüyor. Haklıdır ancak günde 50.000
TL olsa ödeyebilecek miydik? Mağazacılık
A.Ş. dışında nakit üreten, artı değer yaratabilen bir iştirakimiz var mı? Tüm sportif ve ticari faaliyetler zarar
ederken hangi borcun faizini ödeyebiliriz ki?
Florya-Riva-Mecidiyeköy üçlüsü ile tüm borçları kapatıp Norveç Varlık Fonunu kıskandırır nakit bolluğuna geleceğimiz günlerin hayaliyle çılgınca zarar etmeye devam ediyoruz. 2022 yılı performansında iki farklı yönetimin payı olduğu için kimseyi hedef alamayız, burada kurumsal olarak herkes / hepimiz (yönetimler, üyeler, profesyoneller) yanlış taraftayız. PARA ile olan ilişkimizi sil baştan tanzim etmeliyiz.
Öte yandan yabancıya emlak satışının geçici süre sınırlanması ya da yasaklanması, Yeşilköy Atatürk havalimanının kısmen sivil havacılığa açılması gibi seçeneklerin 14 Mayıs seçimleri sonrası ülke gündemine gelebileceği hesaba katıldığında taşınmazlar üzerine proje geliştirme opsiyonlarının etkileneceği inkar edilemez. Projelere aynı kararlılıkla devam etmeli, B-C senaryolarına da hazır olmalıyız.
Arsadan, villadan, rezidanstan ne kazanırsak kazanalım asli faaliyetimizden katma değer yaratmayı, en azından zarar etmemeyi öğrenmek ya da öğrenmemek kulübümüzün kaderini çizecektir. O nedenle bugün yatırım faaliyetlerinden gelirler kalemine bakarak bilançoların düzeleceğine dair yanılgıya düşmemeliyiz. Her yönetim kendi dönemindeki faaliyeti başa baş noktasında kapatabilseydi böyle devasa bir borcumuz hiç olmayacaktı.
Biliyorsunuz son dönemdeki sportif başarı (veya futboldaki memnuniyet verici gidişat) dayanışma ve sevgi iklimine bağlanıyor, mevcut yönetim tüm eleştirileri “niye böyle yapıyorsunuz, yoksa bizi sevmiyor musunuz” benzeri cümlelerle karşılama refleksi edindi. İletişim açısından bakıldığında bu savunmanın etkili olduğunu da görüyorum, finansal sonuçları dahi hakkıyla irdeleyen / eleştiren neredeyse kimse yok.
Umarım yakın zamanda elde edeceğimiz finansal başarıyı da akılcılık ve feraset iklimine bağlarız. “Birbirimizi sevelim, sayalım ve sürekli para kaybettiğimiz gerçeğini gündeme taşımayalım” dersek iklim aynı kalmaz.
Galatasaray’ın hakiki bir vizyon oluşturup camia ölçeğinde sahiplenmesi şart. Burada yamalı bohça misali seçilen toplama yönetimlerin değil kulübün tüm paydaşlarının inisiyatif alması gerekiyor. Türkiye’de bunu bizden başka yapacak bir kulüp de yok.
Örneğin Galatasaray Sportif A.Ş. istikrarlı biçimde 140-150 milyon Euro yıllık iş hacmi yaratan bir futbol şirketine dönüşebilir mi? Global rekabette geçmişiyle anılan değil gelecekte kazanabileceği kupalar üzerinden değerlendirilen bir yapı mümkün mü? Bunun için nasıl bir strateji ve iş planı gerekir? Yoksa TFF’nin gözetimindeki kum havuzunda Ali Koç ile demeç savaşları bizi yeterince tatmin ediyor mu?
Varsayalım tüm finansal borcumuzu tek kalemde sildik, piyasaya da borçlarımızı ödedik, sezon sonuna dek tüm sporcularımızın maaşlarını peşin peşin hesaplarına yatırdık. Yönetim kurulunun toplantı masasına da 1 milyar Türk Lirası nakit parayı yeni hamle şansı olarak bıraktık.
Finansal borcu olmayan ama idari / hukuki yükümlülükleri ve sportif hedefleri olan Galatasaray SPOR kulübünü nasıl yöneteceğini kim anlatacak?
Yoksa elbette “sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” ama GALATASARAY torunlarımızın torunlarına da kalsın istiyorsak gerçek bilgiye, sağlıklı eleştiriye ve katılımcılığı özendiren köklü çözümlere ihtiyaç olacaktır. Birbirimizi överek ve sürekli nükseden hastalıkları inkar ederek vardığımız yeri bilançolar bize söylüyor.
6 Şubat 2023 depreminden sonra Galatasaray’ın camia olarak ortaya koyduğu ve herkesin imrenerek izlediği hızlı refleks, planlama becerisi, azim ve dayanışma iyi günlerde de rehberimiz olsun. Düzeltmek, iyileştirmek, üretmek ve sahip çıkmak üzerine yeni bir rota ile bir daha böyle bilançolarla karşılaşmayacağımız yıllara ulaşma temennimiz burada dursun.
26 Mart 2023 tarihli bu ek yazarın kendine hatırlatma notudur: Yukarıda bahsi geçen tutturulamayan dernek bütçesi, brüt zarar, hasılata denk miktarda esas faaliyet zararı, hasılatı nominal düşen futbol şirketinin beşe altıya katlanan zararı, iştiraklerdeki izaha muhtaç gider patlamaları, artısıyla eksisiyle üyelere detaylı olarak anlatılmayan faaliyet sonucu oluşan 1 milyar TL’yi aşkın faaliyet zararı ve zararla kapanacağını şimdiden ilan eden 2023 bütçesi oy birliğiyle ibra edilmiş ve/veya onaylanmış, üyeler sevinçlerini ReReRe RaRaRa ile taçlandırmışlardır. 2033’te Galatasaray’ın iş hacmi olarak Avrupa’nın en büyük 10 kulübünden biri olacağına dair sunum (temenniler) alkışlarla karşılanmıştır.
GALATASARAY Spor
Kulübü ve Bağlı Ortaklıkları KONSOLİDE
2016
yılı dönem zararı 185 milyon TL ( 50 milyon Euro) kur 3.7
Yeni
yıla iki hafta kala, 14 Aralık 2016 tarihinde İstanbul Dedeman Otel’de
Galatasaray SK Divan Kurulu toplantısı;
Başkan
Dursun Özbek diyor ki: “2017 yılı proje realizasyonları sayesinde PARLAK olacak”
2017
yılı dönem zararı 426 milyon TL ( 94 milyon Euro )
kur
4,51
Pandemi,
global kriz, enflasyon, kur riski gibi arızalardan uzak 2017 yılı parlak olmak
şöyle dursun, tarihin en karanlık mali sonuçlarıyla sona eriyor. Gerçekleşen
proje yok ve hizmet dönemi tek taraflı alınan erken seçim kararına istinaden
üyeler tarafından seçim sandıklarında sona erdiriliyor.
Dört
buçuk yıl sonra bu mektup kaleme alınıyor, mecburen. Mecburiyetten…
Sayın Dursun Özbek, Sevgili Dursun ağabey,
Öncelikle
umarım iyisinizdir, adaylığınız hayırlı uğurlu olsun diyebilmek için anlamak
istediklerim var, henüz aydınlanamadım o yüzden yazıyorum size…
Galatasaray Spor Kulübünü iki yıllığına yönetmek üzere iki adaylı bir seçimde yarıştığınıza göre teorik olarak %50 ihtimalle kazanacaksınız.
Bana
kalsa geçmiş performansınız ve yanlış kararlarla Galatasaray’a
kaybettirdikleriniz düşünüldüğünde %5
ihtimal bile riske edilemez.
Bu
durumda tekerlek kırılmadan bazı şeylerin netleştirilmesi Galatasaray için
faydalı olacaktır. Doğru sorular
sorulmadığı için kendinizi ifade edememiş de olabilirsiniz, bu durum da size
fayda sunmuş oluruz.
İkinci başkanınız Sn. Metin Öztürk listesiyle başkan adayı iken ve henüz listesini dağıtıp sizinle koalisyon kurmazdan evvel 30 Nisan 2022’de yarışacak iki adaya 21 soru sormuştum, bunları da boş vaktinizde okursanız son iki gün basın temaslarınıza renk katabilirsiniz.
Müsaadenizle
başlayalım.
Takip ettiğim kadarıyla, Bankalar birliği ile yapılan borç yapılandırma anlaşmasından çok şikayetçisiniz. “Gelirler konsorsiyum lideri bankada toplanıyor, ödemeleri bile onlar dağıtıyor, nakit akışımız başkalarının elinde, bu kabul edilir şey mi?” diye sorup isyan ediyorsunuz.
Yalnız bu anlaşmadan önce de Galatasaray Spor Kulübü ve bağlı kuruluşları banka faizinin gölgesinde faaliyetlerini sürdürüyordu.
Önce
bankalar, sonra factoring şirketleri kaynak aktarmasa lisans alamazdık, takım
kuramazdık, sahaya çıkamazdık.
Unutmuş
olamazsınız.
Bizlere yıllar yılı faaliyet zararı sizin de içinde bulunduğunuz yönetimler tarafından kader olarak anlatıldı, milyonlarca lira zarar gösteren gelir tabloları mütebessim bir ifadeyle üyelere aktarıldı.
Sürekli
zarar ederek ayakta kalan, tam bağımsızlığını koruyan bir yapı olabilir mi? Siz
iş hayatınızda öyle bir şirket gördünüz mü?
Siz
döneminizde faktoring şirketlerine % kaç faizle borçlandığınızı hatırlıyor
musunuz??
Bugün
bankalar birliği anlaşması TL REF + 1,5
faizle Galatasaray’ın yapılandırdığı 2,2
milyar TL’yi 9 yıla bölmüştür.
Siz
bugün şirketlerinize %15,5 – %16 ile Türk Lirası kredi öneren bankalarla hemen
anlaşmaz mısınız?
Galatasaray
Sportif A.Ş. ayarında yıllarca zarar etmiş, öz kaynakları erimiş, yönetsel
istikrarı olmayan, belirsizlikler içinde, profesyonelce yönetilmeyen başka bir
şirket aynı koşullarda bir anlaşma yapabilir miydi? Geçtim anlaşmayı,
bankalarla masaya oturabilir miydi?
Resmi enflasyonun %73 olduğu, gayrıresmi enflasyonun hiper sinyaller verdiği dönemde Galatasaray faaliyetinden kâr edebilse ana para borcumuz kendiliğinden erimekte ve değersizleşmektedir.
Problem sizin de ifade ettiğiniz gibi
devasa borcun doğal yansıması büyük faiz yüküdür.
Bunun
kabul edilemez olduğunu, boyunduruk altında olduğumuzu söylüyorsunuz.
Size
aynen katılıyorum.
Bu
borcun ortadan kaldırılması ve beyaz bir sayfa açılması gerektiğini
söylüyorsunuz. Hiçbir makroekonomi
teorisine sığmayan politika faizi sürdürülemeyeceği ve önümüzdeki yıllarda faiz
yükü artacağı için onda da hemfikirim.
Ama
bu sıkıntılı manzarada payınızı anlatmıyorsunuz, üstlendiğiniz rolü unutmuş
gibi davranıyorsunuz. Herkesin de aynı
şuursuzlukla unutmasını bekliyorsunuz, kusura bakmayın ama unutkan insanlardan
ve hesap vermeyi sevmeyenlerden iyi yönetici olmaz.
Şimdi
siz faiziyle birlikte 2,6 milyar TL borcu kapatıp bankalar birliği
anlaşmasından çıkacağınızı iddia etmektesiniz.
Kulağa hoş geliyor doğrusu, buna itiraz edemiyorum ve isterim ki teoride
sizin işinizi kolaylaştırayım, yolunuzu açayım.
Diyelim
ki yarın sabah bu devasa borç kendiliğinden yok oldu, mucize kabilinden bir
kuruş finansal borcumuz kalmadı.
Finansal borcu olmayan ama idari /
hukuki yükümlülükleri ve sportif hedefleri olan Galatasaray SPOR kulübünü nasıl
yöneteceğinizi anlatmayı düşünür müsünüz?
Nakit
akışı problemli olduğu için bu biraz zor bir soru oldu galiba, size ikinci bir
hamle şansı daha vereyim, 1 milyar TL nakit parayı yönetim kurulu masasına
bırakıyor ve dilediğiniz gibi kullanma şansı da veriyorum.
Yalnız
borcun silinmesinin ve nakit desteğin bir koşulu var.
Önümüzdeki
iki yıla dair vizyonunuzu gayrimenkul, arsa, emsal, irtifak, inşaat, m2
kelimelerini kullanmadan anlatmanızı bekliyorum. Düşler Vadisi’nde villaları yok varsayın,
Florya’da dikmeyi hayal ettiğiniz 18 katlı binalar zaten yok. Bakalım
Gayrimenkul A.Ş. yönetim kurulu başkanlığına mı adaysınız yoksa Galatasaray
SPOR kulübü başkanlığına mı? Bunu iyice netleştirelim.
“Mevcut varlıkları niye yok sayıyorsun kardeşim, öyle iş mi olur?” diyeceksiniz. Yok saymıyorum ama bu ölçekte bir gayrimenkul geliştirme işinde kamunun / devletin bağımsız değişken rolünü hatırlatmaya çalışıyorum. RİVA ihalesinde yüksek gelir payı öneren ilk firmanın teminatını yakarak yarıştan çekildiğini, projeyi ikinci firmanın üstlendiğini, burada para kaybettiğimizi (226 milyon TL) hatırlarsınız.
Hukukun
tutarlılık standartlarını yitirdiği, tek imzayla karar alınan, karar alıcıların
her an değişebileceği, siyasi iktidarın 2023 ilkbaharında değişme ihtimalinin
bulunduğu ortamda nasıl her şeyi Ankara’da “ayarladığınızı”
varsayabiliyorsunuz?
Misal,
tercih veya zaruret sonucu millet bahçesi saçmalığından vazgeçilir ve ATATÜRK
Havalimanı sivil havacılığa kısmen açık tutulursa Florya’da “hauteur” meselesi
nereye bağlanır? 15-18 katlı binalar
dikilebilir mi?
Sevgili
Dursun başkan,
Siz
2015’te göreve geldiğinizde kendinizden önceki üç yıllık toplam dönem zarar 164 milyonEuro idi.
İsviçre’de
UEFA karşısına çıktınız. Ceza beklemiyorum dediniz. Galatasaray UEFA
müsabakalarından men edildi.
Spor
Tahkim Mahkemesi CAS’a başvurdunuz, kaybettiniz.
İş
başa düşünce Financial Fair Play ilkelerini mecburen öğrendiniz, bütçe
disiplini dediniz.
Taviz
verilmeyeceğini anlattınız, yeni gelirler yaratmak için plastik bileklik satmak
dahil yaratıcı çözümler buldunuz.
Sizin
üç yıllık döneminizin Sportif A.Ş. zararı toplam 147 milyon Euro oldu.
Bu
kez rahmetli Mustafa Cengiz İsviçre’de UEFA heyetinin önüne çıktı.
Kulüp
üyelerinden gönüllü bir ekip kurmuştu, iyi bir hazırlıkla doğru bir gelecek
projeksiyonu sundu.
En
az 2 yıl men beklenirken, 4 yıllık bir yapılandırma anlaşmasıyla süreç
tamamlandı.
İtirazlar
sonucu konu CAS mahkemesine taşındı.
Türkiye’de
ilk kez bir spor kulübü CAS davası kazandı.
Sayın
Özbek, devraldığınız olumsuz mali sonuçlar size ait değildi ama Galatasaray’ı
savunamadınız, ceza aldık.
Sizin
döneminize ait ve geride bıraktığınız 147 milyon Euro üç yıllık toplam zararı
Mustafa başkan savundu ve netice aldı.
Bu
hikayede başarı ve paye rahmetli Mustafa başkana, o dönemki mali
profesyonellere ve savunmayı hazırlayan gönüllü ekibe aittir.
Net
başarısızlık da maalesef sizindir. Hem
hakkımızı hukukumuzu savunamadığınız için, hem de futbol şirketinin nasıl yönetilmesi
gerektiği size anlatıldığı halde ciddiye almadığınız için!
Bankalar
Birliği anlaşmasını camiadan gizli saklı yürüttüğü için haklı olarak sorgulanan
Mustafa başkan, bugünkü konjonktürde görüyoruz ki o anlaşmayı yapmakla
Galatasaray’a son bir hamle şansı vermiş.
Dahası
da var üstelik, Florya arazisinin bedeli mukabili yeniden kulübe
kazandırılmasını sürekli eleştirdiniz. Daha
hızlı nakit yaratacak Florya’nın devre dışı kalmasıyla proje dengesinin
bozulduğunu söylediniz. “Faizin faizini
ödüyoruz, bunlar işi bilmiyor” diye rahmetli Mustafa başkanın, mali işlerden
sorumlu başkan yardımcısı Kaan Kançal’ın ve o dönemin yönetim kurulunun epey
eleştirildiğini hatırlarsınız.
Görkemli
lansman toplantınızda ise Sayın Erden Timur aynen şu ifadeyi kullandı.
“Florya rahmetli Mustafa Cengiz
zamanında kulübe yeniden kazandırıldı. Bu çok önemli, şu an o sayede böyle bir
varlıkla tekrardan bu işi döndürme noktasındayız”
Sayın
Erden Timur’a teşekkür etmek isterim.
Yalnız kulübe katkıları için değil, hakkı hak sahibine teslim etme
zarafeti gösterdiği için.
Sanırım
aynı vazife hepimize düşüyor.
Yanlışları, eksikleri bir yana, yapılan doğru işlerin bugün etki ve
yansımalarını daha net görüyoruz.
Bu
vesileyle Sayın Mustafa Cengiz’i bir kez daha rahmetle anıyorum, devraldığı
korkunç mali tabloyla mücadele etmek zorunda kaldığını unutamayız. En azından görüşme masalarındaki mücadelesine
hürmet etmeliyiz, geç kalmış bile olsak hakkı sahibine teslim etmek
durumundayız.
Sayın
Dursun Özbek,
Siz
bunları hatırlamıyor gibi davranıyorsunuz.
“Hatalarımdan ders aldım, ben
değiştim” üzerine kurduğunuz hikaye tam bu noktada sarsılıyor. Hangi hatalarınızdan ders aldığınızı
çözemediğimiz için bazılarını hatırlatıp size seçenek sunmak durumundayız!
Galatasaray’ın
aynı hataları tekrarlamaya mecali kalmamıştır.
Galatasaraylıların hiç kimsenin ders alıp almadığını denetlemeye
tahammülü kalmamıştır.
Siz
hangi hatalarınızla yüzleştiniz, hangi eksik ve kusurlarınızı gidermeye karar
verdiniz?
Mesela;
Uzmanlık
alanınız diye anlattığınız emlak projelerinde sonuç alamadığınız ya da bütçe
disiplini sağlayamayıp milyonlarca Euro’yu buharlaştırdığınız için mi
mahcubiyet duyuyorsunuz?
2021
yılı faaliyet raporunun 215. sayfasından görüleceği üzere kefaletiniz
doğrultusunda Kulübümüze 5.704.725 Euro + 1.535.190 TL tutarında borcunuzu ödeyememekten
yana mı dertlisiniz?
Kasa
kolaylığı diyerek hayatımızı zorlaştırdığınız, kulübe faturalar gönderdiğiniz,
seçim kaybettikten sonra yetkisiz borçlandırdığınız kamu yararına dernekten
alacağınıza karşı senet-rehin-temlik işleri yaptığınız ve giderken müşteri
çeklerini yanınızda götürdüğünüz için mi rahatsızsınız?
Aile
fertlerine kulüpte sorumluluk vermiş olmaktan mı, kürsü masuniyetini hiçe sayıp
kulüp üyelerini disipline verdiğiniz için mi pişmansınız?
Yönetim
kurulu listelerine yanlış isimler aldığınız ya da profesyonellerinizden verim
alamayıp sizi hataya sürüklemiş olmalarından mı mutsuzsunuz?
Adnan
Oktar’ın eski müridi Bay Fırat Develioğlu’nun çapraşık ilişkileri sayesinde
yarışa girmiş olmaktan mı sıkılıyorsunuz?
Allah muhafaza, yaptıklarınız
yapacaklarınızın teminatı ise hafızası iyi olan bizlere ne tavsiye edersiniz?
Sorulacak
çok şey var ve hepsi çok yorucu, imkan olsa hiçbirini hatırlamasak !
Bu
mektubu olmuş bitmiş hatta unutulmuş geçmişi kurcalamak olarak görüp centilmence
bulmayanlar, kulp takacaklar olacaktır.
Olası
temelsiz iddialara da peşinen cevap vereyim ki seçime iki gün kala boş yere
vakit kaybetmeyelim.
Öncelikle yazdığım her şey yaşanmış ve bizlere yansımıştır, anlattıklarım kişilerin doğrudan beyanları ve faaliyet raporlarındaki verilere dayalıdır. Hiçbir özel, kişisel, sosyal hayata dair detay içermemektedir. Kişisel Verileri Koruma Kanunu kapsamında hijyen konulardır
Dahası,
Galatasaray Spor Kulübü başkanlığı bir tür kamu hizmetidir.
Seçimle
gelir, emanetçi olur ve vekalet üstlenirsiniz.
Vekilsiniz, asillere karşı sorumlusunuz. Mühür üyelerimizin elindedir, ister verirler ister geri alırlar.
Mesuliyetimiz
ise milyonlarca Galatasaraylıya karşıdır.
Alın
teriyle elde ettiği kazançtan bir atkı, bir forma, bir bilet alan
Galatasaraylıya da borçluyuz.
Kamu
hizmetinde geçmiş performansınız sorgulanır.
Ya eleştirilir ya alkışlanır.
Bugün
eski bir başbakan 2023 seçimlerinde cumhurbaşkanı adayı olsa geçmiş dönem
icraatı sorgulanmayacak mıdır?
Bir
sonraki ABD seçimlerinde Donald Trump tekrar aday olsa, seçmen Oval Ofis’te geçirdiği
dört yıla bakarak karar vermeyecek midir?
Hafızaların
nisyan ile malûl olduğu ön kabulü üzerine ne seçim kampanyası yapılabilir ne
muktedir olunabilir.
Bunları hatırlatma sorumluluğu keşke bana düşmeseydi, keşke hafızası yerinde başkaları size nitelikli sorular sorabilseydi, gerçi hepimiz yıllar yılı hafızamıza sahip çıksak bu durumda olur muyduk, o da başka soru…
Denenmişi
denemenin bir kolay tarafı, bir de faturası vardır. Seçimi üyeler yapacak, hür irade ne yönde
tecelli ederse kulüp o istikamete dümen kıracak. Demokrasi işlemeye devam edecek.
Ama siz faturayı Galatasaray’a ödetmek istemiyorsanız, keşke kıdemi tutsaymış da kampanya sözcünüz Sayın Erden Timur başkan adayı olabilseymiş. En azından icraat yetkinliği ve tutarlılığı konusunda kötü hatıralarla başlamazdık işe… Erden bey’in samimiyetindeki sahicilik bile tutunacak dal olurdu bize, inanın. Öyle bıkkın ve yorgunuz çünkü.
Size 11 Haziran seçimlerinde tatlı
aksaklıklar ve ufak şanssızlıklar, daha sonraki iş & özel hayatınızda sağlık,
afiyet, bereketli dönemler ve üstün başarılar diliyorum.
Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu, en başarılı sportif organizasyonu, milyonların kimliğinin ayrılmaz parçası 117 yaşındaki Galatasaray Spor Kulübü 30 Nisan 2022 tarihinde olağanüstü seçime gidecek ve iki aday kampanyalarında son haftaya girdiler. Görebildiğim kadarıyla yine beylik sorulara muhatap oluyorlar ve büyük bir şevkle yanıtlıyorlar. İşleri kolay değil, her ikisine de sabır diliyorum.
Birkaç sıradan soru örneği vermek gerekirse:
Domenec Torrent kalacak mı?
Fatih hoca geri dönecek mi?
Kasa kolaylığı yapacak mısınız?
Transferler kampa yetişecek mi?
Kemerburgaz inşaatı ne zaman başlayacak?
Sponsorlar hazır mı?
Riva’dan elde edilecek gelir bizi kurtarır mı?
Sizin ekipte zengin iş insanları var mı? vs.. vs.. vs..
Vasatlaştıkça çoraklaşan ülkemizde spor basını da bundan fazlasıyla nasibini aldığından birkaç nadide örnek dışında soru sormayı bilmeyen ya da dersini iyi çalışmamış muhabirler, sosyal medya adlı cadı kazanında en çok yankılananları sormakla yetiniyorlar. Manşet veren boş vaatler ya da yanlış anlaşılmaya pek müsait cümleler elbette rating sağlar ama beylik sorular kulüp üyelerinin doğru karar vermesine hizmet etmez. O nedenle ben geleneksel olarak bu seçimde de adaylara kendi sorularımı yöneltiyorum. Geçen yıl sorduklarımın linkini de eklemiş olayım, o soruların da çoğu halen geçerlidir.
Fikrimce aşağıda görülecek 21 soruya hakiki cevapları verecek yönetimin reform yapma ve olumlu yönde ilerleme şansı olabilir. Aksi takdirde Galatasaray’ı hiç ummadığı kadar sıkıntılı günler bekliyor, bugünden tarihe not düşelim. Her Galatasaraylının da bu zor zamanlarda kim seçilirse seçilsin, elden geldiğince destek olması gerektiğini hatırlatarak başlıyoruz efendim…
1) Galatasaray Spor Kulübü başkanlığına seçilenler genelde üç konuda (söyledikleri sözler, güvendikleri kişiler ve attıkları imzalar) tutarsız davranıp birey olarak itibar kaybına uğrarlar. Ne yazık ki bu şahsi yalpalamalar ve hatalar başkanlık makamına da zarar vermiştir. Siz bunları yaşamamak için nasıl tedbirler alacaksınız, hangi sınırlara uyacaksınız, ne şekilde organize olacaksınız?
2) Tek kişiye bağlı hatta o tek kişide düğümlenen, tek adamın ağzına bakan ve o tek şahıstan insanüstü performans beklentisine dayalı başkanlık sistemi hakkında düşünceleriniz nedir? Siz kendinizce patronculuk oynamaya mı geliyorsunuz yoksa 21.yüzyılda bir liderden beklenen erdem ve fedakârlıkları göstermeye hazır mısınız?
3) Ankara siyasetinin Galatasaray’ı dizayn etme, en azından tercih ettiği müdahale araçlarıyla belli bir çizgide tutma girişimleri olduğuna dair izleniminiz var mı? İlan edilen seçimi ve genel kurul iradesini mahkemeye taşıyan kişilerin arkasında camia içinden ve/veya dışından kim ya da kimler olabilir?
4) 14-15 yaşlarında bir
oğlunuz ya da kızınız olduğunu, basketbol veya voleybol oynadığını, yaş
grubunda müthiş istatistikler tutturup izleyenlere parmak ısırttığını varsayalım. Evladınızın sporu meslek olarak seçeceğini ve
hatırı sayılır bir kariyer yapacağını öngörerek, en hızlı gelişim göstereceği
bu yaş döneminde hangi kulübe emanet edersiniz?
BASKETBOL VOLEYBOL
Anadolu EFES a) VakıfBank
Darüşşafaka b) Eczacıbaşı
Fenerbahçe c) ES Voleybol
GALATASARAY d) GALATASARAY
5) Kulübümüzün mevcut 2.Başkanı Sn.Polat Bengiserp 24 Aralık 2021 tarihinde 2024 Paris Olimpiyatlarına 24 Galatasaraylı sporcu gönderme hedefini ilan etti. Bu hedef nasıl gerçek kılınabilir? 2020 Tokyo olimpiyatlarına kulübümüzü temsilen kaç milli sporcumuzun gittiğini hatırlıyor musunuz?
6) Galatasaray Türkiye’de her branşta spor yapan yetenekli gençlerin neden ilk tercihi olamıyor? Niçin global bir yetenek havuzuna dönüşemiyor? Başarıyı satın alma modelinin iflas ettiği defalarca ispatlanmışken, siz ne yapacaksınız ki bu kulüp asli fonksiyonu olan insan yetiştirme konusunda Rönesans yaşayacak? Madem bu yazı 23 Nisan’da yazıldı, bir de çocukları mutlu edecek ve onları iyi günde / kötü günde sarı-kırmızı renklere bağlayacak neler yapabileceğinizi soralım.
7) Galatasaray 25 seneyi aşkın sürede onca başkan ve yönetim değiştirmesine rağmen yalnızca iki sicil kurulu başkanı ile bu yılları geçirdi. Aynı makama gelen üçüncü ismi ise üyelikten ihraç etti. Bu acayip durumu nasıl izah ediyorsunuz? Sizin sicil kurulunuz referans imzalarda aynı usulsüzlük ile karşılaşsa nasıl hareket ederdi? Geçmiş yıllarda bu kulübe başvuran insanlara haksızlık yapıldığına dair bir kanaatiniz var mı? Yönetim döneminizde sicil kurulunun üye alımı dışında iş hedefleri olacak mı?
8) Galatasaray Spor Kulübü tüzüğünde daha iyi yönetim / daha etkin denetim bağlamında yapılması gereken ilk 3 değişiklik sizce hangileridir? Not: Burada mali yılların eşitlenmesi, denetim kurulunun bağımsız seçilmesi gibi standart cevaplar aranmamaktadır
9) Kulüp tüzüğünün 20.maddesi ve bu maddedeki amir hükümlerin uygulanmaması konusundaki düşünceleriniz nedir? Siz de tüzüğün bu maddesini yok sayanlar kervanına mı katılacaksınız?
10) Bankalar konsorsiyumu ile yapılan finansal borç yapılandırma anlaşmasının ilk taksidinin içeriği, kapsadığı dönem ve ödeme yükümlülüğümüzü tam ve net olarak söyleyebilir misiniz? Not: Yuvarlak cevaplar veya %50’yi bulan çok geniş aralıklar muteber değildir
11) Galatasaray’ın sporcuları dışında idari ve teknik personelinin bir aylık maaş ve hak ediş toplamının kaç TL olduğunu biliyor musunuz?
12) Yeni yasal düzenlemeler ve imzalanmış sözleşmeler gereği Türk sporunun arabesk uygulaması ve en büyük yalanı olan “kasa kolaylığı” çok büyük ölçüde tarihe karıştı. Sponsorluklar, projeler ve maketler konusunda da yalana doymuş insanlar adına net soralım, siz ve ekibiniz Galatasaray Spor Kulübü Derneğine ne kadar bağışta bulunmayı düşünürsünüz? (Not: Galatasaray Spor Kulübü kamu yararına dernek statüsünü haiz olup bağışınızı vergi matrahınızdan düşebilirsiniz) https://www.siviltoplum.gov.tr/kamu-yararina-calisan-dernekler
13) Ali Sami YEN Stadyumunda 2022-2023 sezonu için kombine fiyatlarını belirlerken ENAG tarafından ilan edilen ve %100’ü aşan reel enflasyon verilerini mi, TÜİK tarafından ilan edilen şirin oranları mı yoksa Galatasaray’ın Avrupa dışında kaldığı ve belirsizlikler içinde olduğu bir dönemde tribünlere seyirci çekme ihtiyacını mı dikkate alacaksınız? Sizce minimum gelir kaybı hangisinde olur?
14) Yönetim kurulunuzda stadyum ve taraftardan sorumlu yönetim kurulu üyesi kim olacak? ultrAslan ile olan yakınlığınızı ya da oturtmak istediğiniz ilişki düzeyini nasıl tarif edersiniz?
15) Kamunun gözde müteahhidi Bay Nihat Özdemir’in başkanı olduğu TFF’nin 2021 faaliyetini ve hesaplarını ibra edecek misiniz?
16) Türk futbolunun dibe vurduğunu düşünüyor musunuz yoksa daha düşecek yeri var mı? Naklen yayın ihalesinin gidişatı hakkında düşünceleriniz neler? Galatasaray ülke futbolunun global anlamda değer kazanması, adil rekabet ve sporcu gelişimi anlamında ne gibi somut katkılarda bulunabilir?
17) İdari ibra hakkındaki görüşleriniz nedir? Sizce bir spor kulübü yalnız gelir tablolarından, gider kalemlerinden, bütçeden ve bilançodan mı ibarettir?
18) Kulüp ve iştiraklerinde daha önce bordrolu çalışmış kişileri yeniden göreve getirmek, daha önce kulübe ürün ya da hizmet satmış veya tesislerinde işletmecilik yapmış üyeleri yeniden sisteme katmak hakkında düşünceleriniz nedir?
19) 10 yıllık kıdemini doldurmuş kaydı açık tüm üyelerin size EVET diyeceği ideal bir senaryoda, II.Başkan, Mali İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı ve Kulüp Genel Sekreteri olarak kimleri seçerdiniz?
20) Galatasaray Spor Kulübünde 40 yılı devirmiş ve bu süreci aktif geçirmiş insanlarsınız. Üye olarak “ah keşke” dediğiniz veya pişman olduğunuz olduğunuz karar ya da eyleminiz hangisidir?
21) Döneminizi kazasız belasız tamamlamayı başarırsanız, 20 yıl sonra nasıl anılmak ve hatırlanmak istersiniz? Sizce döneminizin en kıymetli ve unutulmaz katkısı ne olacaktır?
Doğu
Roma’nın eski başkenti olan İstanbul’da kurulan bir spor kulübü için de
söylenebilir sanırım, Galatasaray son üç senedir sınırında dolaştığı Rubicon
nehrini aştı.
Rivayete göre Julius Caesar ordusuna doğal sınır olarak kabul edilen Rubicon nehrini geçme emri verdiğinde bugünkü İtalya coğrafyasında dengelerin değişeceğini ve artık geri dönüş olmayacağını vurgulamak için “alea iacta est” ifadesini kullanmış yani “zarlar atıldı”.
Bu
yazı 27 Mart 2022 sabaha karşı zarflardan çıkan ibra ya da ibrasızlık üzerine
değil çünkü zarlar geleceğe atıldı ve mucize olmadıkça düşeş gelmeyeceğini
biliyoruz. Konumuz kulübün yönetim
anlayışı, yanlış beklentiler, çarpık algılar ve bundan sonrası.
Bu satırların yazarı her Galatasaraylının kulübün bekası, başarısı ve itibarını rota olarak kabul ettiğini umar ve bekler. Endüstriyel sporda başarı planlama ve kaynak yönetimine bağlı değişkendir, itibar ise iletişim ve sosyal sermayeye yatırımla güçlendir. Her koşulda bu üçlünün önünde BEKA yürür. Galatasaray var olmalı, yola devam etmeli, imkânları nispetinde rekabet edebilmeli ki başarı ve itibarı tartabilelim. 21. yüzyılın değişmez konusu #sustainability (sürdürülebilirlik) Galatasaray için hayat memat meselesidir. Genel kurul salonlarında atılan zarlar kaç gelirse gelsin yelkenlerimiz rüzgarla şişmeli, kürekler suya değmeli, havuzlarda kulaç atılmalı, bir top çizgiyi geçmese bile diğeri ya fileyi aşmalı ya da çemberden geçmelidir.
Çıplak ve acıklı gerçek ise şu:
Türkiye’de spor kulüplerinin ve/veya futbol şirketlerinin varlıklarının, üstlendikleri yükümlülüklerden yani borçlarından küçük olduğunu görüyoruz. Bu durumda kulüplerin yola devamı sadece tolerans ile olmaktadır. Öte yandan ülke sporundaki hesap vermeme kültürünü, ciddiyetsizliği hatta yozlaşmayı da bu tolerans getirmiştir. Batmayan dev balonlara dönüştü bilhassa köklü kulüpler. Amerikalıların deyimiyle, too BIG to FAIL paradoksu içindeyiz. TBMM’den geçmesi beklenen yeni Spor Yasası ile muhtemelen yeni bir dönem başlayacak. Belki de kulüp yönetimlerine soyunacak hevesli insan sayısı azalacak ve geçmiş düşünüldüğünde bu durumun iyi mi kötü mü olacağı tartışılır.
Galatasaray Spor Kulübünde görev süresini normal şekilde tamamlayabilen son yönetim 2008-2010 arası Sayın Adnan Polat başkanlığındaydı. 2018-2021 arası dönem Asliye Hukuk mahkemesinin ara kararına tutunarak iktidarda kaldığı için tasnif dışıdır. Dursun Özbek yönetiminden 4 üye istifa ederek ayrılmıştı, rahmetli Mustafa başkanın döneminde istifa edenler 5 ya da 6 olmalı, en son dokuz aylık Burak Elmas yönetimden de iki kişi ayrılmıştı. Görev süresini tamamlayamayan, istifalarla eksilen yönetimler bunlar. Kağıt üzerinde görevli olup çalışmalara düzenli katılmayanları, bir işin ucundan tutmayıp şeklen orada duranları saymıyorum bile. Demek ki kulübümüzde yetkin ve muktedir yürütme gücü tesis etmekte 10 yılı aşkın süredir bir sorun var, çözmek için kafa yormak gerekiyor. Bugünkü modelde herhangi bir başkan adayı adını duyduğu, yaşını bildiği, tanıdığını zannettiği ya da muhtelif dengeleri gözeterek oy potansiyeli olduğuna inandığı 15 kişi bir listeye alt alta diziyor. Halı sahaya adam bulur gibi liste yapanlar dahi oldu geçmişte, neyse ki asgari ciddiyeti haiz olmayanlar sandıktan çıkamıyor. Bir dernekte / kulüpte / organizasyonda 10 seneyi aşkın süredir yürütme erki sallanan çürük diş gibiyse, uzun vadeli hedefler kovalanması aşırı iyimserlik olur.
Sözün
özü koltuğa oturmaya hevesli insanları
asla ulaşamayacakları menzillere inandırma modeli iflas etmiştir. Ne
şeyhler uçabiliyor, ne de müritlerin onları uçurmaya nefesi yeter… Seçim
kazanmak dışında bir gayesi olmayan ve yalnızca kampanya dönemindeki algıları
yönetip birlikte çok şey başaracaklarını zannedenlerin yürüyeceği yol da artık
ilk genel kurula kadardır çünkü iyi yönetildiğinde bile işlerin ters
gidebildiği harici risklere açık bir organizasyon kötü idare edildiğinde bunu
herkes iliklerine kadar hisseder. İlk fark
edenler de üçüncü kişi ve kurumlar, muhatap olunan güç odaklarıdır.
Seçim öncesi ekip olarak çalışmayı, tartışmayı, üretmeyi, sonuç almayı ve iç iletişimini çözememiş hiçbir yönetim kurulu kalıcı ve sürdürülebilir başarı elde edememiştir, etmeleri de beklenemez. Galatasaray böyle yetkin ve uyumlu bir yönetim takımı ortaya çıkaramıyorsa, genel kurulun kulübün istikameti ve idare tarzı ile ilgili daha fazla kural koyması, başka bir deyişle yürütme erkinin sonsuz ve sorumsuz gücünü kısıtlaması gündeme gelmelidir. Bunları dert edinecek, üzerine özgün fikirler dile getirebilecek kaç kişi var bilmiyorum ama varsa böyle insanlar onlarla bir araya gelmeyi ve ortak aklı harekete geçirmek üzere istişarelerde bulunmayı isterdim. Yıllar yılı yetki sahibi olup da kurumsallaşmayı peş peşe şirket kurmak zannedenlerin, institutionalism diye bir şey duymadığına da neredeyse eminim.
Bugüne
dek bu kulüpte yönetim mekanizması hep A’dan Z’ye kuruldu yani liderlik iddiası
ortaya koyan kişi kendince A takımını kurdu, seçime girdi ve kazandığı takdirde
kulübü yönetmeye soyundu. Herkesin yoğurt yiyişi kendine göredir, eyvallah ama
yıllar boyu bizim yoğurt hem ekşidi hem küflendi, eleştirdiğimiz her yönetim de
işte o bozuk yoğurdun tatsız kaymağıdır.
Oysa belki de Z’den A’ya kurulmalı iktidar piramidi. Tabanda kulübün
nasıl yönetilmesi gerektiğine dair asgari müştereklerde konsensüs sağlansa,
hangi kişi ya da ekip bu sese kulaklarını tıkayabilir ki?
Berbat
bir sezon performansına rağmen adı süper kendi güdük ligimizde kümede kaldık
ama geçen yıllarda fikren, zihnen, manen küme düştüğümüzü kabullenelim. Dillerden düşmeyen fabrika ayarlarının ne
olduğu üzerinde anlaşamaz hale geldik çünkü bu kulüp kurucu değerlerini, ana
hedeflerini, başarı reçetesini yıllardır ve ısrarla inkar ediyor. Galatasaray’ın
üretmeden tüketmeye dayalı iş modeli külliyen yanlış, bu gerçek başka bir şey
olmasa bile her sene bilançolar marifetiyle yüzümüze vuruluyor ama inkar
politikasından vazgeçmiyoruz.
Bizler
bir kişiden insanüstü performans hatta keramet bekliyoruz. Biz bakış açısı,
strateji ya da iş planı değil karizmatik liderlik arıyoruz. İstiyoruz ki kırmızı pelerini hariç her türlü
eksik ve kusurdan münezzeh bir kahraman kurtarsın bahtı kara maderini.
Öyle
biri YOK, olsa bilirdik ve çoktan seçmiştik.
Yakın
geçmişin lider profillerine şöyle bir bakalım dilerseniz.
Yıllarca yolu
gözlenen eski sporcu muhterem ağabeyimiz denendi, olmadı.
Taraftarın
sevgilisi büyük sanayici denendi, olmadı.
Finans dehası,
Euro milyarderi(?) denendi, olmadı.
Evvelce kulüp
işlerine mesafeli durmuş müteşebbis abimiz denendi, olmadı.
Entelektüel halk
adamı, eski bürokrat denendi, olmadı.
En son vitrini
şık, genç ve yakışıklı başkan modeli denendi. Oluru yoktu ve yine olmadı.
Şimdi
sıra kimde ya da isimler fark eder mi?
Başarısız eski başkanlardan ya da “cebimizde şu kadar parayla geliyoruz”
diyen yalancılardan medet umulur mu?
Zor oyunu bozarmış, yeni oyunu kurmak için bu yazıyı baştan okumak ve ötesini düşünmek gerek.
Bu kulübü kuran Ali Sami YEN’in 1911 tarihli strateji belgesi ve eylem planından bile geri olduğumuzun mahcubiyetini hissederek düşünmek…
Son yazımızda 19 Haziran 2021’de seçilecek yönetim kurulunun amatör branşlara dair araması gerektiği cevaplara değinmiş ve sportif üst akıl ihtiyacına değinmiştik.
Galatasaray Spor Kulübü bünyesinde basketbol, voleybol, paralimpik basketbol, atletizm, yüzme, kürek, yelken, sutopu gibilerini hemen bir çırpıda sayabileceğimiz 13 farklı branş var. Kulübümüz bünyesinde futbol hariç her yaştan 1409 sporcu ve 139 teknik & idari yönetici + çalışan yer alıyor. Her branş kendi içinde hiyerarşiye sahip ve ne yazık ki aralarında düzenli bir iletişim, güçlü bir sinerji yok. Tüm branşların idari amiri kulüp genel sekreteri ancak gerçekten yoğun iş yükü olduğu için kulübün asli faaliyeti olan sporun gelişmesi ve ilerlemesi için çalışacak vakti bulması mucize gibi. Dolayısıyla sportif sezonlar birbirlerini tekrar eder şekilde geçiyor Galatasaray’da! Değişim ancak krizlerle ya da isimlerin görev değişimiyle mümkün olmakta oysa dünya her gün dönüyor ve yetişemeyeceğimiz kadar hızlı ilerliyor.
Oysa basit anlaşmazlıkları ya da fikir ayrılıklarını yerinde ve zamanında çözmenin bile önemi var. Örneğin voleybol antrenörü ile şube menajeri bir konuyu kendi aralarında karara bağlayamazsa konu genel sekreterin önüne gidebiliyor. Taraflardan biri konuyu ilgili yönetim kurulu üyesine götürürse, diğeri konuyu kulüp başkanına kadar taşıyabiliyor. Başka bir anlaşmazlık aynı tesisi kullanan iki branşın menajerleri arasında öncelik konusunda çıkabilir, onun da çözüm adresi bazen genel sekreter…
Yönetim kurulunda masasında A branşını temsil eden üye, B
branşını temsil edenden daha dişliyse bazı ek kazanımlar koparıyor, bu da
şubeler arasında adaletsizlik algısı yaratabiliyor. Spor kökenli olmayan yönetim kurulu üyelerinin
başkanla olan yakınlığı ya da şahsi imkan yaratma becerisine göre sportif
kadrolarda kırılanlar, gücenenler, oyundan düşenler, çifte standarda isyan
edenler oluyor. Burada yalnız ince
dengeleri gözetmek değil, kolay bozulmayacak dengeli bir sistemi kurabilme
yetisi gerekiyor.
En önemlisi bu kulüp bazı branşlarda gençlere A takımlarda forma şansı verirken, bazı branşlarda yetiştirici kimliğini yitirmiş görünüyor. Bunun sebepleri üzerine kafa yoran hangi iş birimi ya da KİM?
Futboldan örnek versek, orta sahaya ve oyuna yön veren “Regista”
kim olacak bu sportif organizasyonda?
Galatasaray Spor Kulübü Derneği’nin ana faaliyeti olan sporda eksik olan
parçanın adı: Sportif Koordinatör
Görev tanımını madde madde yazalım ki, zihinlerde yeni
kapılar açsın ve ihtiyaç daha iyi anlaşılsın
Tüm
amatör şubelerin altyapılarındaki mevcut durum teşhisi ve ortak planlama
unsurlarının belirlenmesi
Genç
oyuncu yetiştirme konusundaki aksaklıkların çözümü ve kaynak planlama
Amatör
branşlarda yetenek keşfi, scouting gibi konuların genel idaresi
Transferdeki
ana kriterlerin ve transfer bütçesinin belirlenmesinde katkı
Okul
sporları etkinliklerinin takibi ve Kulübümüz ile eşgüdüm halinde projelerin
yürütülmesi
Galatasaray
Spor Kulübünde branşlardan sorumlu sportif menajerlerin hedef ve performans
takibi
Bütçe
disiplini anlamında kritik kararların alınması ya da revize edilmesi
Menajer
– teknik kadro uyumunun gözetilmesi,
olası anlaşmazlıkların çözümü
Takım
içi iletişim, giderlerde tasarruf, ortak ulaşım çözümleri, tesis paylaşımı gibi
farklı branşlarda “best practice” olarak öne çıkan uygulamaların kulüp
bünyesinde yaygınlaştırılması
Kulübün
spor vizyonu çerçevesinde belirlenen değerlerin aktarımı & takibi (şike, doping, ırkçılık, camia karşısında konum, sosyal sorumluluk,
tavır, kıyafetlerde bütünlük vs. )
Tüm
federasyonlarla ilişkilerde Kulüp vizyonu ve temsil yeteneğinin sürekli
kılınması
Federasyon
seçimlerinde strateji ve delege önerilmesi
Bakanlık,
müsteşarlık ve yerel yönetimler gibi kamu otoritesini temsil eden makamlar
nezdinde kulübün sportif yönden temsili
Sporu düzenleyen
hukuki mevzuatın takibi ve gerekli yeniliklerin “kurum önerisi” olarak
tasarlanmasına katkı
Spordan
değer üretmeye yönelik yenilikçi proje önerilerinin oluşturulması ya da bu
yöndeki farklı tekliflerin konsolide edilmesi
Spor
tesislerinin yatırım ihtiyaçlarının “spor branşlarının performansı”
açısından analizi
Spor
tesislerinde taraftarların ve sporcuların “mutlu olacağı / rahat
edeceği” ortamların tasarlanması
Spor
tesislerinin müsabaka günleri dışında nasıl kullanılabileceğine ve alternatif
gelir üretebileceği konusunda Kurumsal İletişim, Stad İşletme, Pazarlama gibi
departmanlarla istişare
Amatör branşların merkezi idaresinden sorumlu olacak “Sportif
Koordinatör” ü görev ve sorumlulukları dışında kişi olarak tarif etmek
gerekirse:
Bu pozisyon için en uygun profili, geçmişinde takım sporlarında hem sporculuk hem yöneticilik kariyeri olmuş, sporu yöneten kurumlarla çok boyutlu ilişki kurabilecek, insan ilişkilerinde başarılı, tercihen yurt dışı deneyimi de olan, detaylardan ziyade ana stratejiyi kurup izleyecek ve Galatasaraylılık değerlerine vakıf biri olarak kabaca tanımlayabiliriz. Elbette tek kişiden mucize beklemiyoruz ama en azından sistemsizliğe muhalefet ederek sistem kurmaya ve doğru sorulara hakiki cevaplar aramaya niyetlenecek biri ileriye doğru bir adımdır. Sportif Koordinatörün yönetim kurulu üyeleri tarafından gereksiz yere meşgul edilmemesi, ana plandan sapmak üzere baskı altına alınmaması ve bizzat Kulüp başkanı tarafından desteklenmesi de çok önemli. Dostlar alışverişte görsün diye atanacak birinden kesinlikle bahsetmiyoruz.
Sportif Koordinatör idari olarak Genel Sekretere, bütçe konusunda da mali işlerden sorumlu başkan yardımcısına bağlı olarak çalışacaktır.
Kulübün organizasyon şemasındaki bu değişiklik hem günlük akışın iyileşmesine hem de geleceğe dönük sürdürülebilir adımlar atılmasına dönük somut bir öneridir. Bugün seçim yarışındaki adayların vizyon-misyon cümleleri, şık powerpoint sunumları ya da
Alt yapıya önem vereceğiz
Öz kaynak düzenine döneceğiz
Genç yeteneklere şans vereceğiz
türü çıkışları ilk defa görülmüş değildir. Benzer örnekler geçmiş yıllardaki kampanyalarda da gündem olmuş ve maalesef fiiliyatta netice vermemiştir. Artık yönetmeye aday oldukları spor kulübünün organizasyonuna dair daha net ve köşeli ifadeler kullanmalarını talep etmeliyiz çünkü sporun beşiği GALATASARAY en iyisini hak ediyor.