FATİH TERİM

Sarı-kırmızılıların en popüler aşk & nefret ikonu o.  

Karmaşık ilişkileri var, karizmatik, başarılı, fevri, kindar, sert, zeki, vefalı, aile babası, gelişleri kadar gidişleriyle de ses getiren, her türlü iktidar boşluğunu kendince dolduran ve Türk tipi liderliğin ansiklopedisine özel fasikül ekleyen futbol adamı.

Galatasaray’daki dördüncü dönem mesaisine başlayacak teknik direktörümüz Fatih Terim’in Galatasaray geçmişini ve performansını, kulüp başkanları olan ilişkileri ve dönemin şartlarını yeniden hatırlayarak ele almakta fayda var.  105 x 68 metreye sığmayan futbol dışı ilişkileri ise bu yazının konusu değildir.

Birinci dönem (Kaptan Fatih – Faruk SÜREN)

Sayın Faruk Süren vizyoner bir sportmen, sporu seven, bizzat sporun içinden gelen biri.  Fatih Terim kulübe ilk imzasını 1974’te atmasına rağmen, kulübedeki ilk sezonunda bocalıyor, ilk defa büyük takım çalıştırdığı için..  Eylül 1996’da bir Fenerbahçe maçı, Sebastiao Lazaroni yönetimindeki sarı-lacivertliler Mecidiyeköy’den 0-4 galibiyetle ayrılıyor.  Terim’den ne köy ne de kasaba olmayacağına dair sesler birden yükseliyor (ama sosyal medya canavarı henüz doğmadığından hocanın kellesini alamıyor neyse ki)  Faruk başkan hocasına sahip çıkıyor ve Terim’in kaderi değişiyor.  Dört yıllık dönemin ortalamasında kadro çok iyi, devamlılık ve istikrar meyvelerini veriyor, memleketin her tarafında rüzgar bizden yana esiyor.  Başarı geliyor, lige ipotek konuyor, daha önce yapılmamışı başararak Avrupa’da çifte kupa kazanan Galatasaray IFFHS kulüpler sıralamasında birinci sıraya çıkıyor.  Kaptan saha kenarında kendi saltanatını kurmuşken hatta ülkenin başbakanı bile “KAL” derken o Fiorentina’ya gidiyor.  Merhaba Floransa, arrivederci Florya !

İkinci dönem (Benvenuto Imperatore – Özhan CANAYDIN)

Rahmetli Özhan başkan “gönüllerdeki teknik direktör” vaadine uyarak asla başarısız denemeyecek Lucescu’yu gönderiyor.  2002’deki imza töreninde Kaptan Fatih artık nostalji olmuş, yepyeni bir sinyor var karşımızda.  Burada değinmemiz gereken bir nokta “Milan’dan kovuldu mecburen geri döndü” diye hoca ile alay eden insanlar!  Milano’ya gidip kulübün tesislerine turist olarak girseler, fotoğraf çektirmek için güvenlik görevlisinden izin alması gerekecek olanların, AC MILAN teknik direktörü olmayı başarmış bir insanın kariyerini eleştirmeleri o gün de gülünçtü, bugün de öyle..  Hocanın İtalya’daki en Avrupalı kulüp olan Milan’a ayak uyduramadığı, biraz da kuzey İtalya milliyetçiliği ve i nostri ragazzi (bizim evlatlar) baskısıyla örselendiği ise gerçek.

Terim’in yeni başkanı Özhan Canaydın muhafazakar ve statükoya inanan bir lider.  Kadro Fatih hocanın bıraktığı gibi değil ve oldukça yetersiz.  Üzerine yapılan transferler de fiyaskoya dönüşüyor. Mali durum daha önce hiç olmadığı kadar sıkıntılı, konjonktür aleyhimize, BJK 100.YIL rüzgarıyla her yerde tahakküm kurma peşinde, başlarında Terim sevdasına kapının önüne koyduğumuz Mircea Lucescu var.  Başkanlığı iyice benimseyen ve 2001 şampiyonluğunu el çabukluğu marifet ile kapan Aziz Yıldırım belki de en güçlü zamanında, kısacası hoca için sonuç mutlak başarısızlık.  Seçim kozu olarak gelen Terim, başka seçimleri riske atmamak için kovuluyor.  Ayrılığın ilan edildiği basın toplantısında Canaydın’ın yanında oturan hocanın yüzü asık ama kimsenin aleyhinde konuşmuyor, ceketini alıp çıkıyor.

Üçüncü dönem (I love you Hocam – Ünal AYSAL)

2010-11 sezonunda dibe vuran (sonradan anlıyoruz ki biraz da organize işler sonrasında dibe vurdurulan) Galatasaray yeni başkanını Belçika’dan ithal ediyor.  Ünal Aysal global müteşebbis, çok zeki, projeleri var, tam bir kapitalist winner. Türkiye’yi ve kirli rekabet ortamını tanımayan Ünal başkana “çare Fatih Terim” diyorlar,  o da “gelsin” diyor.  Takım kadrosu yenileniyor, büyük paralar harcanıyor, kadronun seviyesi üst düzey.  Ali Dürüst,  Abdürrrahim Albayrak herkes hocayı rahat ettirmenin peşinde. 3 Temmuz’da yakayı ele veren şike zanlısı Fenerbahçe tepetaklak, BJK zaten Allah’ından bulmuş Demirören’e esir düşmüş, kupası gasp edilen Trabzonspor bu travmayı atlatamadığından bunalımda.  Kısacası rakipler ters dönmüş kaplumbağa misali.. Kaçınılmaz olarak ligde başarı geliyor, yetmiyor UEFA Şampiyonlar Ligi çeyrek final.. Real Madrid’e karşı oynarken bizim taraftar “5…5….5…” diye bağırırken kendinden geçiyor.

Daha büyük hedeflere göz diken romantiklerin asla bilmediği ve anlamadığı arka planda ise Belçikalı Ünal Bey ile Adanalı Fatih Bey anlaşmazlığa düşüyorlar, #aslolanGalatasaray deseler de aynı frekansta buluşamıyorlar.  Fazla ön plana çıktığını düşündüğü Terim’i göndermek için Aysal fırsat kollarken, Terim de kendine tutunacak yeni bir dal arayışına giriyor ve gönderilmek için zemin hazırlıyor.   Ünal Aysal “Hoca benim telefonlarıma çıkmıyor” diyerek iletişimsizliğe ve elbette saygısızlığa tepki gösterirken,  haberleşmenin mahremiyeti ihlal edilerek Aysal-Terim SMS trafiği medyadaki en aşağılık herife el altından servis ediliyor.  Belli ki üzeri çizilen Fatih Terim itibarsızlaştırılmak istenmekte. Nihayetinde TFF ve milli görev palavrasıyla Aysal Terim’den kurtulmanın, Terim de yeni bir kontrata kavuşmanın hazzını yaşıyor.  Beyefendiler için durum win & win gözükse de, kaybeden yine GALATASARAY..  Fatih  Terim Türkiye Futbol Direktörü oluyor, Galatasaraylıların haz etmediği şahısların safına geçiyor.  “Hakkını arar, adalet kovalar, isyankar” diye bilip bayrak adam gördükleri Fatih Terim ile terazinin ayrı kefelerine düşmüş olan Galatasaraylılar yol ayrımına geliyor.  Kısacası pek çoğumuzun gönül dağına kar yağıyor.

Dördüncü dönem (Gündem mühendisi TERİM – Başkan adayı Dursun ÖZBEK)

Faruk Süren dönemindeki ilk sezonunda belki de twitter olmadığı için görevde kalan Terim, birkaç gün önce tüm zamanların en fazla interaction yaratan Türkçe twitter mesajını atarak gündeme bomba gibi düşüyor. Mayıs’taki seçimi kazanamayacağını hisseden başkan (adayı) Dursun Özbek’in icat ettiği 20 Ocak 2018 seçimi öncesi en popüler koz olarak 1905 TL aylıkla göreve başlıyor.  TERİM ile yeni tanışan Galatasaray profesyonel futbol takımı, ilk maçına bugün Göztepe karşısında çıktı, daha yolun başındayız, fütüristik tahminler için erken ama içinde bulunulan şartlar daha ziyade Süren / Aysal dönemlerine mi benziyor yoksa Canaydın dönemine mi?

Sonuca gelirsek, Galatasaray sosyal, idari ve mali açıdan lig şampiyonu olmaya / UEFA Şampiyonlar Ligi bileti almaya MECBUR !

Beklenti çok yüksek, kandırıldıkça öfkelenen, şımartıldıkça tatmin duygusunu yitiren, sosyal medya sayesinde hepten zıvanadan çıkan seyirci kalabalığı sihirli dokunuş ve seri zaferler bekliyor.

Bu sezon taraftarın tartışma yaratan koreografisine atfen, dördüncü TERİM dönemiyle birikte aslında ROCKY IV bugün vizyona giriyor.

Filmi hatırlayanlar için, İtalyan aygırı Rocky boksörlük kariyerinin zirvesine çıktıktan sonra ununu eleyip eleğini duvara asmıştır.  Kader ve intikam hırsı onu yeniden ringlere döndürür.  Dünya alem ondan umudu kesmişken Moskova’da Rus devi Ivan Drago’yu nakavt eder, bu zaferle kendisini çekemeyen herkesle de hesabını görmüş olur.  Filmin sonunda ona diş bileyen salondaki binlerce Rus seyirciden bol bol tezahürat ve alkış bile alır, mutlu son!

Mutlu sonları seviyoruz ama gerçek hayatta Slyvester Stallone ile Ivan Drago’yu canlandıran iri kıyım aktör Dolph Lundgren (Stallone’den 11 yaş daha genç + 20 santim daha uzun) dövüşse hangisi kazanırdı ???

Kulübümüzün 7446 sicil numarasıyla üyesi olan ve benim yıllardır “mühim Galatasaraylı” diye adlandırdığım Fatih Terim’e başarılar, sabır ve bol şans diliyorum.  Yolu açık olsun, Allah utandırmasın.

Mecbur olduğumuz şampiyonluğu kazandırırsa elbette müteşekkir oluruz, yine omuzlara alınır.

Hatta sokaklarda coşan taraftar, hocaya el kaldıran o kebapçının uyduruk heykelini bile cayır cayır yakabilir ama hiçbir ateş soğuğu tam olarak kırmayacak zira gönül dağına kar yağdı bir kere…..

Akşama maç var başkan !

2 Aralık 2017 cumartesi günü Haliç Kongre Merkezi’nde Galatasaray Spor Kulübü’nün olağanüstü genel kurul toplantısı saat 10:00’da başladı, Açılışta oldukça az olan katılım saat 11 sularında 453, öğle yemeği arasından önce 588 üye olarak ilan edildi.  Kaydı açık üye sayısı 9.000 civarında olan bir kulüp için trajik ama gayet tanıdık bir istatistik bu..
 
Saat 12:30 suları, Sayın Dursun Özbek sunuş konuşmasını bitirmiş, üyeler söz alıp sırayla görüş ve düşüncelerini açıklıyorlar.
Salonun sol tarafından bir üye sesleniyor “Akşam maç var başkan!” 
Başkan diye hitap edilen kişi genel kurul toplantısını yöneten kulüp üyemiz Avukat Metin Ünlü..
Metin Bey “maça yetişiriz endişelenmeyin” diyor futbol düşkünü üyemize!
Tekrar edelim saat 12:30, Vodafone Park’taki maç 19:30’da !  Spesifik bir gündem olduğu ve konuşmacılar sadece revize bütçe tasarısı ile sınırlı oldukları için toplantının geç saatlere sarkma ihtimali yok.
 
Zannımca o üyenin Dolmabahçe deplasmanına gitme niyeti falan da yok, önemli olan destekçisi olunan yönetimin sunduğu tasarının fazlaca müzakere edilmeden oylanarak kabul edilmesi.  “Gargaraya getirelim, gırgır yapalım, başkanımıza güvenelim, hem dışarıda hava da güzel” kafası..
Bak ben ortaya laf attım, ne kadar mühim biriyim” çıkışı…
 
Filmi geriye saralım biraz, tarih 22 Ekim 2016, yer UNIQ Hall.  Sayın Dursun Özbek’in, Ali Sami Yen döneminden beri en önemli genel kurul toplantısı diye lanse ettiği Riva / Florya arazilerinin elden çıkarılmasına dair yetkilendirme toplantısı.  1690 üye gelmiş, kürsüde lehte ve aleyhte görüşler sıralanıyor.  Toplantıyı yöneten Divan Kurulu başkanı İrfan Aktar “akşam da Trabzon maçımız var” diye uyarıyor, söz hakkından feragat edenler alkışlanıyor, salonda epey goygoy mevcut.
Yönetim istediği yetkiyi alıyor, çaresizlikten ötürü varlık satışına mecbur kalmış spor kulübünün üyelerinden bazıları birbirlerine sarılıyorlar, high-five yapıyorlar. 
Sürrealizm Salvador Dali’den beri en parlak devrini yaşıyor o an.. Emlak Konut ile imzalanan protokol üyelerden saklandığı için, işbirliği & gelir modelinin karanlıkta kalan noktalarını da düşünerek ret oyu verdiğim salondan “Allah sonumuzu hayretsin” diye ayrılıyorum.  İrfan Bey’in çok önemsediği maç aynı akşam oynanıyor.  Trabzonspor’a kendi sahamızda 0-1 yeniliyoruz.
 
Yeniden döndük bu cumartesiye.
Mali yılın bitmesine 20 iş günü kala önümüze konan revize bütçe taslağında defolar, tutarsızlıklar ve inanılmaz sapmalar kör olmayan herkesin gözüne çarpıyor.
Kamu maliyesindeki kesin hesap tasarısını andıran taslakta, 75 milyon TL kaynak ihtiyacı def’aten belirtilmiş ama Sayın Özbek “borç almayacağız, paraya ihtiyacımız yok” diyor.  
2017 Mart ayında 129 milyon TL’ye bağlanan kulüp bütçesinde 30 Eylül 2017 itibarıyla faiz, finansman gideri, kur zararı, temlikname, varlık satışı, cash injection vs. hariç yalnızca ana faaliyet üzerinden gelir eksiği + gider fazlası 69 milyon Türk Lirası sapma var.  İnanılmaz bir rakam, normal iş dünyasında izah edilebilir bir durum hiç değil.
Fakat salonda bilmeyen / anlamayan veya umursamayan üyeler büyük çoğunluğa sahip.  “Nasılsa olan olmuş, yönetimimize güvenelim” refleksiyle yine eller “kabul istikametinde” kalkıyor. 
 
Aynı bütçeyi çalıştıkları şirkette yapsalar derhal kapının önüne konacak, kendi şirketlerinde ise sorumluları tazminatsız kovacak üyeler hem revize bütçeyi kabul ediyor, üzerine de alkış kıyamet…  Sürrealizm yine sarı-kırmızı tonlarla hayatımıza giriyor.
 
Ve gün batıyor, Vodafone Park tribünleri yükünü almış.  Rakibimiz Beşiktaş’a 3-0 yeniliyoruz, yenilmekten öte ufalanıyoruz sahada.
Genel kurul toplantısında maça yetişme telaşını yüksek sesle dile getiren futbol düşkünü üyemiz de muhtemelen üzüldü, maçı izlerken Tudor’a bol bol verdi veriştirdi ama Igor Tudor’u oraya getirenleri hiç hatırlamadı çünkü o hem takım tutuyor, hem de oy verdiği tarafı tutuyor.  Dogmatik bir kafa yapısı, başka ne denir ki?
 
Bilmeyen / anlamayan / umursamayan yüzlerce üyesiyle Galatasaray’da ciddi bir aidiyet ve zihniyet sorunu var.  Birkaç yıldır defalarca kendini yineleyen bu gerçeği inkar etmek, “küresel ısınmaya inanmıyorum, bak kar yağıyor iki gündür” demek kadar saçma olur.
Cumartesi günü kürsüden ifade ettiğim gibi, Galatasaray Spor Kulübü Derneğinin birkaç yıl sonra Medeni Kanun madde 87/3 radarına girmesi söz konusu ama bunu düşünen, tartışan yok. “Bize bir şey olmaz” rehaveti ya da inkar ve umursamazlık karması?
 
3 Aralık pazar günü (bugün) pek çok Galatasaraylı mutsuz uyandı.  Fotoğraftaki kişi beden eğitimi öğretmeni “KEMAL HOCA” 
İstanbul’daki bir anadolu lisesinde görev yaptığını öğreniyorum.  Bugünkü veli toplantısına fotoğraftaki şık kıyafetiyle katılırken; müstehzi bakışları, şaka yollu imaları peşinen göze almış öğrencilerinin anne-babalarına izahat veriyor.
Belli ki Kemal Hoca Galatasaray’ı çok seviyor, Galatasaraylı olmakla iftihar ediyor.  Kemal Hoca üye değil, o sarı-kırmızılı renklerden beslenenlerden hiç değil… Alanlardan değil, verenlerden… Yürekten bağlı Galatasaray’a, imza attığı bir üyelik başvurusu yok.
 
Şimdi soralım, “akşam maç var başkan” diyen üyeden mi fayda var bize yoksa pazar günü okulundaki veli toplantısına Galatasaray eşofmanı ile katılan Kemal Hoca’dan mı?
Benim tarafım belli.. Kemal Hoca yoldaşım olsun, kapı komşum olsun ama üstlendiği mesuliyetin vebaliyle yüzleşmeyen, samimiyetten uzak üyelerle aynı gezegende olmaktan bile rahatsızım.  Galatasaray benim için çizgiyi geçen toptan, transfer dedikodusundan, hafta sonu eğlencesinden veya sosyalleşme vesilesinden ibaret değil çünkü.
 
Sakın üzülme Kemal Hocam, bakacağız bu işin bir hal çaresine…

10 transfer / 10 hafta / Üç kırık kaburga

Çocukluğumuzun güzel oyunu futbola dair sevemediğim dönem transfer mevsimidir.

Genelde kulaktan dolma bilgi kırıntılarıyla futbolcuların büyük yıldız ya da işe yaramaz olduğu peşinen ilan edilir, kulüplerin geleceğini ipotek altına sokacak ölçüde havaya saçılan milyonlar pek önemsenmez, menajerlerin şişirdiği / muhabirlerin uçurduğu balon haberler medyayı kaplar, çoğu futbol seyircisinde histerik tepkiler görülür, attıkları imza kurumamış oyuncular ya anormal beklentilerin ya da  ölçüsüz tepkilerin hedefi olurlar. 
 
Bayram nedeniyle bu yıl sekiz gün uzamasını saymazsanız, aslında transfer dönemi 1001 sürprize gebe futbolun en bilindik, en sıradan dönemi…
Türkiye’de parası çok olan kulüpler çok harcar, zevahiri kurtarmak zorunda olan kulüpler hesapsızca harcar, arada birileri mutlaka yolunu bulur, kaç futbolcu alınırsa alınsın taraftarın bir kısmı da tatmin olmaz ve daha fazlasını ister.   
Yıllardır tekrarlanan ama nedense hatırlanmayan gerçek ise sahaya fiyat etiketleri ya da milyonluk kontratlar çıkmaz. İnsana yapılan maddi yatırımın amacı da, maksimum rating elde ederek transfer şampiyonluğuna ulaşmak olamaz.
 
Transfer mevsimleri ve lig başlangıçları olarak Galatasaray’ın yakın geçmişini kısaca hatırlayalım.
Mayıs 2017’de tüm şimşekleri üzerine çeken, adeta ablukaya alınan kulüp başkanı Dursun Özbek ve yönetimi, Ağustos 2017 sonunda hani neredeyse övgülere sıra numarası dağıtır hale geliverdiler.
Arada ne olduğunu biliyoruz, 10 yabancı futbolcu transfer edildi, takımın omurgası büyük ölçüde değişti, lig başlangıcı ilk üç maçta üç galibiyet gelirken, 10 gol karşılığı 9 puan elde edildi.
Peki geçen sezonu hatırlıyor musunuz?
Mayıs 2016’da yine çok eleştirilen hatta yerden yere vurulan Sayın Dursun Özbek ve arkadaşları, Ağustos 2016 sonunda dümeni düzeltmişlerdi.
O üç aylık dönemde de 7 futbolcu transfer edilmiş,  Riekerink yönetiminde TFF Süper Kupa kazanılmıştı.
 
Bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle Süper Ligde 10 hafta geride kaldı, maratonun neredeyse üçte biri tamamlandı diyebiliriz.  Galatasaray bu on haftalık dönemde 7 galibiyet, 2 beraberlik (Antalyaspor / Fenerbahçe) ve 1 mağlubiyet (Trabzonspor) ile lider konumda.  Lig yarışında yeterince kilometre yapıldığına göre, bu yaz döneminde alınan futbolculara dair oluşan taze izlenimleri değerlendirmek için uygun zamandır, gelin sırayla bakalım.
 
GOMIS: Takımın enerjisi hatta ruhu olabilecek oyuncu, üst düzey golcü.. Çalışıyor, didiniyor, sahada ekmeğinin peşinde. Aleyna Tilki’den “O sen olsan bari” şarkısını seviyor, galiba beklediğimiz santrfor gerçekten o. Keşke 26-27 yaşındayken alabilseymişiz. Yalnız şu var ki, takımın gol umuduyken ve sahada ter dökerken vakitsiz / lüzumsuz kenara alınması oyuncuyu küstürebilir, Tudor’la aralarında yükselecek gerilimi Hırvat hoca yönetemez.  Gomis’in alternatifi Eren Derdiyok’un futbolu unutmuş görüntüsü düşünüldüğünde, büyük boy nazar boncuğu ile gezmesi elzem görünmekte.
 
MARIANO:  Yıllardır sağ bek diye izlediğimiz oyuncuların aslında sağ bek olmadığına bizi ikna etmiş görünüyor, işini yapıyor, teknik ve mücadeleci.. İleri çıktığında da etkili sağ açık performansı verecek kadar ayaklarına hakim Brezilyalı futbolcu.  
 
FERNANDO: İlk 10 haftaya bakacak olursak “yılın transferi”… Saha görüşü, alan kontrolü, rakibi yıldırması, pas arası yaparak top çalmaları, oyun kuran pasları ile bölgesine alınabilecek en iyi isimlerden biri olduğunu gösterdi.  Arkaya fazla gömülmediği dakikalarda pırıltısı artıyor.  Taraftarda yıllardır süren Melo hasretini dindirebilir.  Hani Yıldırım Demirören ile karşılaşsa elini sıkmamazlık etmez, kibarca tokalaşır, düzgün bir İngilizce ile lafını sokar, yürür gider gibi geliyor insana. Nazar değmesin, kadroda kesinlikle alternatifi yok.  Sürekli formda olmalı, daima ilk 11’de bulunmalı çünkü takımın kilit taşı.
 
MAICON: Kariyeri Brezilya ve Portekiz’de geçen stoper ilk defa ana dilinin konuşulmadığı farklı bir futbol ikliminde, aslında adaptasyon süreci devam ediyor diyelim. Gamsız Kamerunlu Aurélien Chedjou ile elbette mukayese edilmez ama 90 dakika içinde ağır hatta savruk göründüğü anlar da var.  Yanındaki stoperlerden net olarak daha iyi fakat sahadaki konumu itibariyle geçilmez bir kale gibi olması gerekiyor, zamanla daha iyi olmaması için sebep yok. İleri çıkışlarında gayet etkili olabildiğini de eklemeden geçmeyelim.
 
BELHANDA: Doğuştan yetenekli olduğuna itiraz edilemez ama son yıllarda değiştirdiği kulüplerde istenmedi. Kariyeri net biçimde düşüşe geçecekken kimsenin ödemediği bonservis bedelini ödeyen Galatasaray ile 4 yıllık kontrat imzaladı.  Erken konuşmak yanlış olur ama süper kreatif bir 10 numara olmadığını, formda bir Sneijder olamayacağını, top rakipteyken etkisiz olduğunu kabul etmek gerekiyor.  Saha içi performansını olduğundan parlak gösteren bazı istatistikler ileri sürülse de, kritik pozisyonu ve ona bağlanan umutlar düşünüldüğünde naçizane futbol kantarımda “yanlış seçim – hesapsız transfer”
 
N’DIAYE: Hevesli, mücadeleci, korkusuz orta saha oyuncusu ama Galatasaray’ın aradığı 8 numara değil çünkü oyunun temposunu eline alabilecek bir oyun olgunluğuna sahip değil.. Sahada ani parlamalarla göze hoş gelen işler yapan, seyircileri heyecanlandıran bir oyuncu, öte yandan oyun aklı kısıtlı, kontrolsüz ve herhangi bir 90 dakikada kırmızı karta en yakın oyuncularımızın başında geliyor. Badou N’Diaye 27 yaşında, 2012 yılında Selçuk İnan da 27 yaşındaydı. İki 8 numarayı aynı yaştaki performanslarıyla mukayese edersem tercihim net Selçuk İnan olur.  Performansı kenara koyarsak, N’Diaye transferindeki izaha muhtaç ilişkiler ve ortaya çıkan akıl dışı maliyet ise benim gözümde “şüphe uyandıran işlem” kategorisinde
 
FEGHOULI:  Premier League kulübü West Ham’dan gelen 28 yaşındaki Cezayirli oyuncuya bonservis ödeyen ilk kulüp Galatasaray, kontratı 5 yıllık, maaşı da yüksek.. Potansiyeli olan, hızlı ve becerikli kanat oyuncusu, dilerim çabuk adapte olur ve takıma büyük katkıda bulunur.  Sağdan yüklenen, genelde rakibi çökerten takımı görünce keşke sol ayaklı olsaymış demekten de alamıyor insan kendini.  Trabzon deplasmanında gördüğü kırmızı kart, saha içi terbiyesizlikten ziyade itilip kakılan takım arkadaşına sahip çıkma öfkesi olarak görülmeli.. Performans sürekliliği ise gelecek haftalarda netleşecek, ülkedeki futbol ikliminin Sofiane’yi oyundan düşürmemesini dileyelim.
 
DENAYER:  Galatasaray’a gelmek için adeta çırpındığı için taraftarın çok sevdiği Belçikalı Jason kardeşimiz, 17-18 yaşlarındayken dikkat çekmiş olabilir.  Galatasaray’da bir önceki döneminde vasat stoper / kötü sağ bek tadı bırakmıştı.  Yerinde oynatılmadığına dair eleştiriler de hatırlanacaktır.  İngiltere’de forma bulamadığı için tekrar Galatasaray’a geldi. Kafa topuna çıkamamak ve pozisyon alamamak gibi ciddi defolarının yanı sıra, sezon boyunca “Denayer tipi sevimli hatalar” a çok rastlayacağız gibime geliyor.  Kiralık olması iyi, bonservisi alınıp yatırım yapılacak futbolcu değil.
 
LATOVLEVICI:  Juventus uzun süre peşinden koştuğumuz Asamoah’ı bırakmadığı için Florya’ya kapağı atan Tudor’un eski öğrencisi.  31 yaşındaki Romanya patentli sol bek her haliyle standart bir futbolcu.  Kontratının sonunda Galatasaray’dan ayrılacak ve iz bırakması beklenmeyen futbolcular serisinden.  Mevcut kadroda Martin Linnes ile çekişiyor, anlık form durumu kimin forma giyeceğini belirler.
 
CARRASSO:  Galatasaray bir türlü Türkiye’de ikinci kaleci bulamadığı için transfer edilen Fransız file bekçisi kariyeri ve deneyimiyle güvenilir bir seçenek olabilir.  Ligimizde haksız rekabet unsuruna dönüşen Muslera’nın performansı ve devamlılığı düşünülürse, yabancı kontenjanını idman maçlarının kalecisi olarak doldurarak Galatasaray macerasını tamamlar.
 
 
10 yabancı transferle takviye edilen kadronun ilk 10 haftaki performansı sınıfı geçer, ligdeki sıralaması liderlik, peki neden 10.haftada gelen ilk mağlubiyetle omuzları düştü bazı Galatasaraylıların?   Niçin birileri aniden umutsuzluğa kapıldı, söylenmeye başladı, ne oldu da eleştiri dozu geometrik olarak arttı ?
Bu genetik bir problem mi, kötü bir alışkanlık mı yoksa izledikleri filmin mutsuz sonunu tahmin etme sıkıntısı mı?
Takımın gerileyen total performansı, iyi işleyen A planına rakiplerin daha sıkı önlem alması, UEFA ön eleme maçları için sezonu erken açan Galatasaray’a diğer takımların fizik güç olarak yetişmesi dışında üç temel sebep sıralanabilir.  Bu üç sebep, Mayıs ayında ünvan maçına hazırlanan boksörün iyileştirmek zorunda olduğu üç kırık kaburga gibi..
 
1- IGOR TUDOR
Karabükspor’un başındayken takımına özellikle iç sahada oynattığı etkili futbol ve sosyal medyada estirilen rüzgar neticesi 15 Şubat 2017’de Galatasaray ile 1,5 yıllık sözleşmeye imza attı.  Hırvat hocanın başarılı olup olamayacağı ilk günlerde merak edilirken, cevabın “1-2 kaybedilen Kayserispor maçı kazanılsaydı Riekerink bey gönderilir miydi?” sorusunda gizli olduğunu düşünüyordum.  Kısacası anlık kararlarla sağa sola savrulan yönetim tarzı düşünüldüğünde, ikisinin de cevabı “hayır” idi benim için.  
Igor Tudor, 14’ü geçen sezon olmak üzere Galatasaray’ın başında 24 süper lig maçına çıktı.  Bu yaz takımı hazırladı, Östersunds faciasına imza attı, süper lige ise fırtına gibi girdi.  10 yeni transferle omurgasını değiştirdiği takımıyla arası iyi görünüyor.  
Gel gelelim Igor Tudor her daim koşturmak istediği takımını hafta içi iyi hazırlarken, 90 dakikanın ilk düdüğüyle beraber heyecanlı bir amatöre dönüşüyor.  Teklediği anlarda A planına müdahale edememesi, kader maçlarının kırılma anlarında kendini “yok” yazdırması, anlaşılmaz oyuncu değişiklikleri, saha kenarındaki hali / tavrı, maç sonu açıklamalarıyla taktik uzmanı olmadığı, oyunu okuyamadığı izlenimi veriyor.  Orta sıralara razı bir takımda ya da her şeyin tıkır tıkır işlediği bir düzende bu zaaf belki tolere edilebilir ama şampiyonluk dışında çaresi olmadığını bilerek ince bir buz tabakasının üzerinde kramponla çapraz koşular yapan Galatasaray’da buna yer yok.
Teşbihte hata olmaz dersek; hedef maçlardaki teknik adamlık performansıyla vatandaşı Slaven Bilic’e, teknik adamlık söylemi olarak Türk futbolunun antik döneminden Branko Stankovic’e, saha kenarındaki hal ve tavırlarıyla oyundan alınmasına içerlemiş kilolu stopere benziyor.  Galiba problem, Igor Tudor’un Hırvatistan ve İtalya gibi iki önemli futbol ekolünde oyuncu olarak bulunmuş çalışkan bir antrenör olmasına rağmen çok boyutlu rekabetin kaygan zemininde ayakta kalacak becerikli yönetici ve üst düzey teknik direktör olamaması. 
Yolun başlarında olan 39 yaşındaki Tudor bir gün başarılı bir teknik direktör olur mu bilmem ama Mayıs 2018’de sona erecek kontratının uzatılmaması Sayın Dursun Özbek’in doğru tercihlerinden biridir.  Süper Ligde sezon sonu alınacak dereceden bağımsız, Galatasaray Sportif A.Ş. aldığı idari ve mali risklerin karşılığında ulaşabileceği en iyi teknik kadro ile çalışmalıdır, bu kişiler Tudor ve ekibi olamaz. Öte yandan lig yarışının ortasında ve kulüp seçimlerine 7 ay kalmışken asla hoca değişikliği yapılmamalı, sezon mutlaka Tudor ile tamamlanmalıdır.  Yönetim kurulunun kısa vadede yapması gereken tek değişiklik Tudor’a Hırvatça bilen çok iyi bir tercüman bulması, İngilizce kelime haznesi kısıtlı olan hocayı “Mert ile yaratıcı tercüme denemeleri” azabından kurtarması olur.
 
2- YEDEK KULÜBESİ
Şampiyonluğun en güçlü adayı Galatasaray, ligin en zayıf yedek kulübelerinden birine sahip.  Uzun lig maratonlarında ilk 11’ler değil, en azından 18 kişilik kadroların yarıştığı düşünülürse bu dezavantaj tüm Galatasaraylıların kafasını kurcalıyor.   Oyuna girmek için sıra bekleyenlerin “hamle oyuncusu” olmamasının dışında, geçtiğimiz sezonları hatırlayan taraftarların çoğu kulübe gediklilerinin yüzünü görmeye bile tahammül edemiyor.  Yabancı oyuncu sınırı ve mali koşullar nedeniyle kulübeyi kısa vadede değiştirmek mümkün olmadığına göre, bu kısırlık ve geçimsizlik önemli riskler barındırmakta.  Galatasaray’ın tek ciddi kulvarda mücadele etmesi, enerjisini bölmek zorunda kalmaması ise bu riskin görünür tek ilacı şu anda.
 
3- YÖNETİM KURULU
Geçtiğimiz iki sezonda futbola dair skandala varan kararlara imza atan mevcut kulüp yönetimi, bu yaz transferlerde isabet oranı olarak yüzleri güldürdü.  Florya’dan uzaklaştırılan kardeş Mehmet Özbek, Levent Nazifoğlu faciasından sonra Cenk Ergün çizgisi derken çıtayı yükselttiler.  Östersunds krizine pahalı transfer merhemi sürüldü, lig başlayınca algı olumlu yönde değişti.  Takımın rüzgarıyla teknenin tüm yelkenleri dolarken, haftalar geride kalıp da kıyıdan uzaklaştıkça rüzgar sertleşiyor.  Hava bulutlanmaya başladı.  Sahadaki sorunları futbol direktörü ve Tudor çözecek, yönetim mayın tarlasından şarkılar söyleyip geçerken nakit akışını da çözecek.   Fakat ülke futboluna has bir kangren var ki, bununla mücadele etmek tecrübe, strateji ve kararlılık istiyor.  Süper Ligde hiç olmayan hakemlik standardına, çok bariz biçimde Galatasaray aleyhtarı kamuoyu yaratma kampanyası eklendi.  İstiklal marşı söyleyemeyen yabancı futbolcu vurgusu, oluşan puan farkının sun’i olduğuna dair imalar, rakip takımdaki oyuncunun aldığı müsabakadan men cezasının Galatasaray derbisine olan mesafesinin ince ince hesaplanması, spor kulübünü siyaset çukuruna çekmek için klasik akıl oyunları ve iftiralar, hakemlerin Galatasaray’ı durdurmak için koşullanmış birer engel gibi algılanmaya başlaması, Florya’daki sporcuların “neler oluyor dışarıda” sorularına fazla takılması gibi olumsuzluklar peş peşe geliyor.  Çok bağıranın daha çok duyulduğu, kapı arkasında iş bitirenin ayıplanmadığı , kirli futbol düzeninin rezil aktörlerinin halen itibar görebildiği ülkede spor yapmak, adil rekabetten yana olmak hiç kolay değil.  Dolayısıyla Florya’daki pahalı insan kaynağının dizginlerini elden kaçırmaksızın, rekabette belden aşağı vuranlara karşı tedbirler almak gerekiyor.
Ve bu tedbirler Florya’da barbekü partisi vermek ya da Florya’ya postu serip komik motivasyon konuşmaları yapmak değil… 
Mesela kitle iletişimi konusunu “stratejik üstünlük” kozu haline getirmeyi düşünerek başlayabilir Galatasaray yönetimi…
 
Galatasaray güçlü yönlerini ön plana çıkarır, kırık kaburgalarına sert yumruklar almazsa 21.lig şampiyonluğunu kazanacaktır.
Şartlar öyle getirdi ve şampiyonluk öyle bir hedef haline geldi ki, Galatasaraylıların kupa beklentisinin dizeleri: “biz sana mecburuz, bilemezsin” 

Östersunds faciası: Yol kazası mı, mezar kazısı mı?

20 Temmuz 2017 gecesi Galatasaraylılara yaşatılanı özetlemekle başlayalım isterim:
Yaz mevsimi, aylardan temmuz, rakip İsveç’ten adı Östersunds,  nüfusu 50 bin olan kentin 1996’da kurulmuş futbol kulübü, ilk defa Avrupa kupalarına katılma başarısı gösterebilmişler, parçalı forma giyen stoper Maicon’un bonservisi kadar takım bütçeleri var, iki maçta 180 dakika sahadayız ve toplamda 1-3 yenilerek UEFA Avrupa Ligi’nden eleniyoruz !
O üç golden birine imza koyan İngiliz Jamie Hopcutt rakibimize Tadcaster Albion takımından transfer olmuş yani Büyük Britanya 7.liginden..?
Bütçeyi defans oyuncusu Maicon üzerinden mukayese ediyorduk da, biliyor musunuz Sabri Sarıoğlu’nun eski kulübü Galatasaray 6 senede 8 sağ beke net 21 milyon Euro bonservis ödedi.  
Dört tanesini Dursun Özbek getirdi toplamı 9,3 milyon Euro, dört tane de Ünal Bey getirmişti ederi 11,7 milyon Euro.  Yani dert bir değil, dert yeni değil !
Bir yıl süresi kalmış sayıca eksik başarısız yönetim kurulu ile bir yıllık kontratı olan vasat teknik direktörün Galatasaray’ı 3-4 yıl bağlayan yüklü kontratlara imza atması / attırması pek ilgi çekmiyor sanki, yine de şu maliyetlere farklı perspektiften bakmaya gayret edelim.
Bu yaz futbol takımına katılan dört yeni transferimizin (Gomis + Maicon + Belhanda + Mariano) bonservis ve yıllara yayılmış oyuncu alacaklarının toplamı net 66.650.000 Euro..
Bu rakama vergi, puan başı primler, başarı ödülleri, bonuslar, menajerlik komisyonları ve sair ücretler, masraflar dahil değildir.
Sadece %15 stopaj yükünü üstüne koyarsak brüt maliyet 78,4 milyon Euro oluverir.
Hani kimse bize öneride bulunmuyor deniyor ya, bu yönetime “Avrupa’da olduğu gibi vergiyi sporcular ödesin” teklifi yapıldı, “game changer” olacak bu değişikliğe elbette cesaret edilemedi.  Kulüplerin sürekli devletin himmetiyle hiç vergi ödemediğini zannedenler de olabilir, diyelim ki mevzuata hakim değiller, en azından Galatasaray SK Tüzüğünün 154.maddesini okumalarını tavsiye ederim.
http://www.galatasaray.org/s/besinci-kisim-parasal-konular/32
Bu satırların yazarı dahil olmak üzere kur riskinin hedge edilmesi de önerildi, bildiğim kadarıyla bir çalışma yapılmadı.  Euro/TL kuru 25 kuruş artsa sadece yukarıdaki net bütçenin total maliyeti artışı 16,6 milyon TL fatura çıkarır.  Bu rakamı alıp başka yere kanalize etsek, mesela realize olmuş 2016 gider bütçesine göre Erkek Voleybol, Yüzme, Sutopu, Yelken şubelerinin hepsine birden %100 sponsor olursunuz.
Gomis + Maicon + Belhanda + Mariano dörtlüsünün 1 yıllık stopaj yükümlülüğüne, menajerlerine ödenen kontrat başına ortalama %10 menajer komisyonu eklediğimizde 5.873.822 Euro taahhüt altına girmiş oluyoruz.  Bugünkü kurdan ortalama karşılığı 23,847 adet Doğu/Batı üst kombine kart ediyor.  “Transfer yapmazsak kombine satamayız” noktasından hareket edenler bilsinler ki, hesapsız transfer fırtınasının sonucunda tribün gelirinin hatırı sayılır kısmı zaten berhava oluyor.

İddaa oynayanlar dışında pek çok futbolseverin muhtemelen adını ilk kez duyduğu Östersunds’a elenince müstesna Süper Ligimizin İlhan Cavcav sezonuna dönmüş olduk.
Misal; Süper Lig’de 51 puan toplarsak bu dört yeni transfere 1,169,000 Euro net prim ödeyeceğiz.  51 puanla en iyi ihtimal beşinci oluruz muhtemelen ama olsun, kontratları gereği onlar kazanacak ve bu prim miktarına vergi dahil değildir.
Peki bu primi elde etme hedefi oyuncunun şevkini artırır mı? Bu dörtlü her halükarda 2017-2018 sezonunda kaç puan alırsak alalım toplam 11.200.000 Euro net para kazanacak yani söz konusu prim ancak %10 artışa tekabül eder.  Mesela yıllık gelirin 1/3’ü puana bağlı olsa belki etkisi olabilirdi.  Demek ki bu oyuncuları alacaklarının garantilendiği imzalar ertesinde artık para motive etmez, onları jetonlu oyun makinesi gibi değil insan olarak değerlendirmek gerekiyor.
Stratejik planlama, icra yetkinliği ve iletişim becerilerinin ön planda olduğu spor yönetimi aslen duyguları, enerjiyi ve performansı yönlendirebilmektir.  Bugün Galatasaray’da duygular parçalı kemik kırığına dönüşmüş, enerji yerini küskünlüğe bırakmış, performans kabul edilebilir seviyenin çok altına inmiştir.  Yakın geleceğe dönük umut kalmamış, mevcut yönetim döneminde tüm müspet gelişmeler Emlak Konut üzerinden anlatılagelmiştir. Bu yaklaşıma sahip Gayrimenkul A.Ş. yöneticilerinin takımdaki gedikleri menajer tavsiyeleriyle kapatamayacağı ya da sporcuların kafasındaki korku, şüphe ya da belirsizlikleri Florya’da barbekü partisi vererek gideremeyeceği de açıktır.  Maalesef A.Ş. yöneticilerimiz GRC (governance, risk and compliance) konusunda da kötü performans vermişlerdir.
Bu yönetime oy verenler küskün müdür, ibra edenler pişman mıdır, erken seçim opsiyonuna destek / imza vermeyenler memnun mudur bilemem ama iki senedir yaşadıklarımız, yaşayacaklarımızın garantisi gibi göründüğünden vaziyet beni çok endişelendiriyor.   
Gönül isterdi ki, dün 5-0 kazansaydık.. O zaman bu vahim tablo daha az ilgi çekerdi ama yine de geçerli olacaktı.  Ezeli rakibimiz geçen sezon Nisan ayında Olympique Lyon’a elendiğinde, UEFA Kupası görseli eşliğinde #TarihBirKereYazıldı diye aklınca sosyal medyadan ayar veren samimiyetsizlik ve kibir, yeni bir tarihe imza atmış oldu dün gece, tek fark budur.  
Bastırırız parayı, 4-5 uçak daha iner, günlük yaşayan taraftar unutur, her şey yoluna girer” diye düşünenler de olabilir, en azından unutmayanlar olacağını ve her platformda hesap sorulacağını bilsinler.  772 gün önce mazbata almış bu yönetim, tam 24 futbolcu transfer etti, hala yetmedi mi?
SONUÇ:
Mevcut koşullar ve ihtimaller göz önüne alındığında, Yönetim Kurulumuz için görünür en iyi seçenek; Aralık ayından geç olmamak kaydıyla seçimli genel kurul yapılacağını ve yeniden aday olmayacaklarını ilan etmeleri, erken seçime kadar geçen dönemde de Galatasaray Spor Kulübü ve bağlı şirketlerini taahhüde sokacak hiçbir karar vermemeleri, herhangi bir imza atmamalarıdır.
İngiliz atasözünde dediği gibi  “if you are in a hole, stop digging / zaten çukurda isen, kazmaktan vazgeç
Koltuğa yapışma ısrarı ve bu manasız çaba sürecek ise, pek çok insan durumu Galatasaray’ın yakın geleceğinin mezarını kazma kararlılığı olarak algılayacaktır, bu algı kaos ve kargaşayı beraberinde getirir.

Sabri Sarıoğlu üzerinden bir kulübün geleceği

Sayın Dursun Özbek kulüp başkanlığına seçilirken, oy verenlerin çeşitli gerekçeleri vardı muhakkak.
Kimi yakın arkadaşı olduğu için meyletti, kimi diğer adayların listelerini beğenmediği için oy verdi.
Öte yandan Sayın Özbek’in kulübün güncel durumuna en vakıf aday olarak israfı önleyeceği, tasarruf sağlayacağı düşüncesiyle de oy veren pek çok üyemiz olduğunu biliyorum yani yakın gelecekte kötü alışkanlıkların terk edilmesi umudu söz konusuydu.
Dün KAP bildirimiyle öğrendik ki, Temmuz ayında 32 yaşına basacak olan bir futbolcumuz oldukça yüksek bir zam alarak 4.8 milyon TL yıllık garanti ücrete imza atmış.
Buna göre oyuncumuz sezonda 15 resmi maçta oynarsa, primlerle birlikte yıllık geliri 5.775.000 TL’ye ulaşacaktır.
Bugünkü kurdan hesaplarsak yaklaşık:
2.130.000 USD  veya  1.870.000 Euro yıllık gelire tekabül etmektedir.
Futbolu bilen ya da futboldan anlayan değil sadece google arama motorundan dünya transfer piyasasındaki sağ bek ücretlerini araştıran biri bu rakamları daha iyi yorumlayabilir !
Kısacası değerli başkanımız, kendisine israfı önleme, tasarruf sağlama, mali açıdan kulübün geleceğini kurtarma yolunda umut bağlayanları şaşırtmış ve hayal kırıklığına uğratmıştır.
Peki standart bir Galatasaray taraftarı ne düşünür sizce?
Passolig dayatmasına ses çıkarmam, kombinemi alırım.  Lisanslı ürün ve hizmetleri kullanırım. Kulübüm benden fedakarlık isteyince elimi cebime atarım.  Sonra o paralarla Sarıoğlu ailesi Lamborghini Aventador alır ama ben stadyuma metroyla bile gidemem.  Vergi mükellefi olarak toplu ulaşım hizmetinden istifade etmem sağlanamaz ama gün gelince yine fedakarlık yapmam beklenir
Olabilir mi acaba ? Ne dersiniz ?
Galatasaray Spor Kulübü’nün son mali genel kurulunda 12152 sicil numaralı üye olarak kürsüde aynen şunları söylemiştim:
..Eğer iftihar ettiğiniz Galatasaray’ı aynı şekilde çocuklarınıza ve torunlarınıza bırakmak istiyorsanız, tek çaresi bugüne dek yaptığınız ve yaptığımız yanlışları tekrarlamamaktır.  Aynı kafayla, aynı zihniyetle, aynı vurdumduymazlıkla, aynı ilgisizlikle devam edersek, bu kulübün 115. yaşını görmesi soru işareti..?
Maalesef halen aynı fikirdeyim.

Galatasaray Spor Kulübü’nün 36. başkanına tebrik mektubu

Galatasaray Spor Kulübü’nün 36. Başkanı seçilen Sayın Dursun ÖZBEK’i ve ekip arkadaşlarını tebrik ediyorum.  Bugünkü sevinç ve heyecanlarını yitirmeden çalışmalarını ve üretmelerini diliyorum.
Dursun Özbek elected
Bu vesileyle bazı beklentileri ve beraberinde önerileri kendilerine sunmak isterim.
Sayın Başkan,
·         Size oy veren 2800 üyemiz dahil, şu an kimseye borçlu değilsiniz.  Ne seçim ekibinize, ne devre arkadaşlarınıza, ne de başkasına.. Size oy verenler Galatasaray’a liyakatla hizmet etmenizi bekliyor, oy veren veya vermeyen tüm Galatasaraylılardan destek talebinde bulunabilirsiniz, bu anlamda alacaklısınız çünkü artık kulüp başkanısınız.   Galatasaray’a hizmet borcunuzu öderken, destek ve katkı konusunda alacaklı listenizi geniş tutabilirsiniz.  İlk olarak, seçim yarışına girdiğiniz ekiplerin yenilikçi projelerini sizinle paylaşmalarını talep etmeyi gündeme alabilirsiniz, aklın yolu aynı istikamete çıkarsa bundan kulübümüz kazançlı çıkacaktır.
·         Kulüp üyeleri arasında yakınlaşma fırsatları yaratmalı, güven ortamını tesis etmelisiniz.  Milyonlarca Galatasaraylıya da güven aşılamak, ilham vermek, onları heyecanla sahip çıkacakları gerçekçi hedefler doğrultusunda mobilize etmek zorundasınız.  Örneğin futbolcu Zlatan Ibrahimovic’in transferi gerçekçi bir hedef değildir ama Türk Telekom Arena’ya ulaşım sorununu kalıcı olarak çözmek için kamuoyu baskısı oluşturmak makul bir hedeftir. Galatasaray Spor Kulübü’nün içinde bulunduğu zor durumdan çıkışı ancak dayanışma, katılım ve sinerjiyle mümkün görünmektedir.
·         Birinci elden tespit ve gözleme, veriye, analize, mukayeseye dayanan rasyonel eleştirileri mutlaka ciddiye alarak değerlendiriniz, eleştiri sahiplerinden teşekkürü lütfen esirgemeyiniz.   Dedikodu, husumet, kirli ezber ve gevezelik türünden tüm lakırdıları yok sayınız, bu tip faydasız cümleleri duymayınız ve dikkate almayınız.
·         Basınla gayet mesafeli olmanız yararlı olacaktır.  Medyada kimsenin iyi niyetine, iltifatına ya da sözüne güvenmeyiniz.   Yılların kanayan yarası olan, yönetim kurulu toplantılarında konuşulanların gazetecilere ışık hızıyla iletilmesi ayıbını çözerek işe başlasanız fevkalade olur.   Samimi ve tutarlı olunduğunda, kişisel rating değil kurumsal itibar ön planda tutulduğunda, iletişim kazalarının çok azalacağını göreceksiniz.  Kişisel iletişiminiz için profesyonel destek veya danışmanlık almanız da fayda sağlayabilir.
·        Malumunuz olduğu üzere, Türkiye’deki sportif rekabet ortamı son 15 senede aşırı kirlendi, siyasetin müdahaleleri her tür özerklik ve bağımsızlığı sınırladı.  Galatasaray’ı yarışılacak rakip değil, yok edilecek hasım olarak gören güç odakları semirdi.  Her ne kadar Sayın Yarsuvat bir türlü kabullenmese de, organize şike ve teşvik primi skandalı yaşandı ancak Galatasaray’ın da emeğini çalan kulüpler Türkiye’de cezalandırılmadı.  Sporu yöneten kurumlar, siyasi otorite ve diğer kulüplerle ilişkilerin nasıl şekilleneceğine dair bir strateji oluşturulmak zorunda aksi takdirde bu hassas konulardaki her türlü yalpalama milyonlarca Galatasaraylının kulüple arasına duygusal mesafe koymaktadır.  Sürdürülebilir başarının olmazsa olmazı da, temiz ve adil rekabet ortamıdır.
·         Futbolda şampiyonluk ve dördüncü yıldız, akabinde elde edilecek ek gelirler ve Şampiyonlar Ligi bileti mali anlamda kulübümüze hamle şansı verecektir.  Bu şansı lütfen iyi kullanın, ana faaliyetinden finansal kar elde edebilen bir marka haline gelebilmek mecburiyetindeyiz.  Amatör branşların da kambur ya da külfet değil, yeniden organize edildikleri ve dirayetli biçimde yönetildikleri takdirde bir spor kulübünün temel taşları olduğunu yeniden hatırlatın bizlere.  Konjonktürel zaruretler bazı branşlarda yarışmacı takım kimliğinden bizi uzaklaştırsa da, nitelikli sporcu / insan yetiştirme misyonundan vazgeçmeyelim.
Size ve ekip arkadaşlarınıza sonsuz başarılar diliyorum.
Yolunuz açık olsun, Allah utandırmasın.